Hulk (veya huluk), Nihâye'de din, tab' ve
seciyye olarak açıklanır. Dilimizdeki huy'un karşılığıdır. Bazen tabiat
kelimesini de bu mânada kullanırız.
Hulk ile, bir bakıma insanın nefsi olan bâtınî
sûreti ve evsâfı ifade edilir. Tıpkı zâhirî sûret ve evsâfına da halk
dendiği gibi. Nefsin iyi ve kötü vasıfları vardır. Sevab ve ikab, zâhirî
sûretin evsafından çok, bâtınî sûretin evsafına taalluk etmektedir.
Hulk şu hadise göre fıtrîdir ve yaratılıştan
gelen bir vasıftır:
إنَّ
اللّهَ قَسَّمَ بَيْنَكُمْ اَخَْقَكُمْ كَمَا قَسَّمَ بَيْنَكُمْ اَرْزَاقَكُمْ
"Allah aranızda rızkınızı taksim ettiği gibi
ahlâkınızı da taksim etmiştir."
Huyun yaratılıştan geldiğini ifade eden bir
diğer hadis, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın el-Eşecc (radıyallâhu
anh)'e söylediği şu sözdür:
"Sende iki haslet var ki Allah onları sever:
Hilm ve hayâ." Eşecc sormuştur:
"Ey Allah'ın Resûlü, bunlar bende eskiden
beri mi var, (yoksa Müslüman olduktan sonra) yenilerde mi hasıl oldu?"
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mevzumuz açısından ayrı bir ehemmiyet
taşıyan cevabı şu:
"Eskiden beri var!" Bunun üzerine Abdü'l-Kays
kabilesinden olan Eşecc'in Allah'a ifade ettiği şükran cümlesi de mevzumuzu
aydınlatır:
"Beni, sevdiği iki hasletle mecbul kılan
Allah'a hamd olsun:
اَلْحَمْدُ للّهِ الَّذِى جَبلَنِى عَلى خُلَّتَيْنِ مِمَّا يُحِبُّهُمَا
اللّهُ
Hadiste Eşecc'in, o iki hasletin eski mi, yeni
mi? olduğunu sorması ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın eskiden beri
mevcudiyetini beyan etmesi, huyu meydana getiren bir kısım hasletlerin
yaratılıştan mevcut olduğunu ifade eder.
Ancak bâzı hasletlerin sonradan kazanıldığı,
irade ve gayretle iyi hasletlere sahip olunabileceği de inkâr edilemez.
Gerçi ahlâkçılar, dünyanın her tarafında, huyun fıtrî mi, iktisabî mi
olduğunu tarih boyunca münâkaşa etmiştir. Bu münâkaşaya sadece Doğulu hükemâ
değil, Batılı feylesoflar da katılmıştır. Her iki görüşü destekleyen
müşâhedeler ve dogmaya ve nassa dayalı deliller mevcuttur. Aristo, Lock,
Rousseau, Erasme gibi feylesof ve terbiyeciler insan ruhunu her bilgiyi, her
ahlâkı almaya kabil boş bir levhaya, bal mumuna, ekime hazır verimli boş bir
tarlaya benzetirken, Goethe, Schopenhauer gibi diğer bir kısımları da
karakterin doğuşta sâbit şekilde tesbit edildiğini, sonradan verilecek
terbiye ile hiçbir şeyin değişmeyeceğini söylemişlerdir.
"Ey iman edenler, kendinizi ve âile halkınızı
yakıtı taş ve insanlar olan ateşten koruyun" (Tahrim 6).
"Nefsini temizleyen kurtuluşa ermiş, ihmal
edip örten de ziyana uğramıştır" (Şems 9-10) gibi âyetlerden, "Ben bir
muallim olarak gönderildim", "Hayır bir alışkanlıktır", "Çocuklarınıza ikrâm
edin, terbiyelerini güzel yapın" gibi terbiyevî faaliyete dikkat çeken,
teşvik eden pek çok nass, insanı kurtuluşa erdirecek güzel hasletlerin
terbiye yoluyla kazanılacağını beyan ederler. Bu inanç esas olmasaydı,
peygamberlik müessesesinin, kitapların, dâvetin, irşadın ne mânası olurdu?
Meseleyi her iki yönüyle de değerlendiren
İslâm âlimleri, yaratılıştan gelen iyi hasletlerin irâdî gayretle
desteklenerek meleke haline getirilmesine, kötü huyların da baskı altında
tutularak sindirilmesine hükmederler. Sözgelimi Hz. Ömer (radıyallâhu anh):
"İnsanda on (fıtrî) ahlâk vardır, bunlardan dokuzu iyidir, birisi kötü. Bu
kötü (serbest kalırsa) diğerlerini de bozar..." demiştir.
İbnu'l-Arabî de şunu söyler: "...Güzel ahlâk
ile mecbul olanlar cidden azdır. Kötü ahlâk üzere mecbul olanlar ise,
insanların çoğunluğunu teşkil eder. Zîra insan tabiatına galebe çalan,
şerdir. Bu sebeple eğer insan, fikrini, temyiz gücünü, hayâ duygusunu,
korunma melekesini kullanmaksızın kendisini tabiatının akışına bırakıverecek
olsa ona hayvanî huylar galebe çalar. Zîra insan fikir ve temyiz
vasıflarıyla hayvanlardan ayrılır. Bunları kullanamazsa âdetlerinde onlara
iştirak eder, kuvve-i şeheviye her çeşidi ile onu istila eder, hayâ
uzaklaşır, yok olur..." Aynı görüşü paylaşan Mâverdî, akıl vs.'ye güvenmeyip
her daim nefsin te'dibiyle uğraşmanın gereğine dikkat çektikten sonra şunu
söyler:
"Zîra edeb tecrübe ile kazanılır!"
ـ1ـ عن معاذ بن جبل رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: يَا
مُعَاذ، أحْسِنْ خُلُقَكَ لِلنَّاسِ[. أخرجه مالك .
1. (1673)-
Hz. Muâz İbnu Cebel (radıyallâhu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana: "Ey Muâz, insanlara
karşı iyi ahlâklı ol!" dedi." [Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 1.]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin aslında Hz. Muâz, bu nasihatı,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kendisini Yemen'e gönderirken son
söylediği söz olarak tanıtır. Hadisin Tirmizî'de gelen vechi meâlen
şöyledir: "Ey Allah'ın Resûlü, bana faydalı olacak şeyi öğret!" dedim de şu
nasihatta bulundu: "Nerede olursan ol, Allah'tan sakın. Kötülüğe karşı
iyilik yap ki, kökünü kesesin. İnsanlara karşı da iyi ahlâkla muamele et!"
2- Hz. Muâz'ı Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), Yemen'e kadı, tebliğci, tahsildar, muallim gibi birçok yetki ve
vazifelerle me'mur olarak göndermişti. Bu tavzif sırasında Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın, Hz. Muâz'a söylediği diğer sözler ve verdiği
başkaca talimatlar da var. Şu hâlde, halka karşı iyi davranması hususunda,
yukarıda kaydedilen tenbih en son söz ve talimat olmaktadır.
3- Şârihler, halka karşı iyi ahlâkla muamele
etmekten, yanına gelenlere ve oturma arkadaşlarına güler yüz, hilm,
merhamet, öğretim sırasında sabır, büyük küçük -layık olan herkese- sevgi
izhâr etmeyi anlarlar. Layık olan diyoruz çünkü, cemiyette küfr ehli,
kebâir işlemekte ısrarlı, başkalarına zulmetmekte devamlı olan kimseler
vardır. Onlar iyi davranıştan anlayarak ıslah-ı hâl etmeyebilirler ve hatta
iyi davranma onların daha da azmasına sebep olabilir. Böylelerine karşı da
adaletli ve otoriter olmak gerekir.
Hadiste kötülüğü yok etme çaresi olarak
"iyilikle mukâbele"nin gösterilmesi İslâm ahlâk anlayışının hatırdan
çıkarılmaması gereken bir prensibidir.
ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: أكْمَلُ
المُؤمِنِينَ إيمَاناً أحْسَنُهُمْ خُلُقاً، وَخِيَارُكُمْ خِيَارُكُمْ
‘هْلِهِ[.
2. (1674)-
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Mü'minler arasında imanca en kâmil olanı, ahlâkça
en güzel olanıdır. En hayırlınız da ailesine hayırlı olandır." [Tirmizî,
Radâ 11, (1162); Ebu Dâvud, Sünnet 16, (4682).]
ـ3ـ وعن أبى الدرداء رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ # مَا مِنْ
شئ أثْقَلُ في مِيزَانِ المُؤمِنِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ خُلُقٍ حَسَنٍ،
وَإنَّ اللّهَ تَعالى ليُبْغِضُ الفَاحِشَ الْبَذِئَ[. أخرجهما أبو داود
والترمذى.وفي رواية الترمذى: ]وَإنَّ صَاحِبَ حُسْنِ الخُلُقِ لَيَبْلُغَ بِهِ
دَرَجَةَ صَاحبِ الصَّوْمِ وَالصََّةِ[.»الْبَذَاءَة« الفحش في النطق .
3. (1675)-
Hz. Ebu'd-Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Kıyâmet günü, mü'minin mizanında güzel ahlâktan
daha ağır basan bir şey yoktur. Allah Teâla hazretleri, çirkin düşük söz (ve
davranış) sahiplerine buğzeder." [Tirmizî, Birr 62, (2003, 2004); Ebu Dâvud,
Edeb 8, (4799); Tirmizî'nin bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Güzel ahlâk
sahibi, ahlâkı sayesinde, namaz ve oruç sahibinin dereceisine ulaşır."]
AÇIKLAMA:
1- Bu
iki hadis de güzel ahlâkın dindeki ehemmiyetini belirtmektedir. Mü'minin en
kıymetli varlığı olan iman, kemâlini ancak güzel ahlâkla bulabilmektedir.
Öyle ise ebedî kurtuluşun yegâne vesilesi olan imanda daha yüksek bir
mertebe elde etmek, mükemmele yaklaşmak isteyen, ahlâkını güzelleştirmek
için gayret gösterecektir.
2- Bu iki hadis gösteriyor ki, din insanlarla
olan münâsebetlerimize ehemmiyet vermektedir. İman esaslarını dilimizle
ikrar etmemiz, gerçek bir mü'min olmak için yeterli olmuyor. İmanın,
insanlara karşı iyi olmak şeklinde tezâhür eden güzel ahlâklılıkla takviyesi
şarttır.
3- İyi davranma hususunda en çok en yakınımıza
karşı hassas olacağız: Ailemize. Çünkü hem onların hukuku üzerimizde
fazladır, hem de devamlı onlarla karşılaşmaktayız. Her an karşılaştığımız
insanlara güler yüz, sabır, müsamaha, tatlı söz gibi iyi davranışlarda
bulunmaya dikkat eder, kendimizi iradî olarak buna zorlarsak, bu bir
alışkanlık ve meleke hâline gelir. Böylece diğer insanlara da aynı davranışı
devam ettirebiliriz. Her an karşılaştığı ailesine karşı kötü davranmayı
alışkanlık haline getiren kimsenin davranışları kötülük üzerine otomatlaşmış
demektir. Böyle birinin çeşitli durumlarda başkalarına karşı, kendiliğinden
hasıl olacak tabii ve otomat reaksiyonu kötülüktür, irâdî olarak iyi
davransa bile bu samimi ve tabiî olmaz ve her zaman olamaz. Ailenin bir
terbiye yuvası olduğu, en iyi terbiyenin huzurlu, karşılıklı sevgi ve
saygının hakim olduğu bir ortamda verildiği, iyi muamele gören kimselerin
hayatta başkalarına iyi davranacağı gibi hususlar gözönüne alındıkça, aileye
karşı iyi olmanın ehemmiyeti daha çok anlaşılır. Şu halde, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "En hayırlınız âilesine hayırlı olandır" sözü,
fıtrî bir hakikatı dile getirmiş olmaktadır.
4- Kezâ kıyamet günü, mizanda güzel ahlâkın
"en ağır amel"i teşkil etmesi de tabii bir durumu, mühim bir hakikatı ifade
etmektedir. Çünkü güzel ahlâk mü'minin imanını tamamlar, mükemmelleştirir.
Kemâl mertebesindeki iman, kişinin her ameline müessir olur ve yönlendirir.
Böyle bir kimse, her işini Allah rızası için ve sünnete uygun olarak yapmaya
gayret eder. Ameller niyetlere göre değer kazanacağına göre hayırlı bir işin
"insaniyet adına" veya "vicdanın emri" olarak yapılması ile, "Allah'ın
rızası" için yapılması arasında Mizan'da büyük fark olacaktır. Bu üç
muharrikle hareket eden kimselerin mü'min olmaları halinde üçünün ameli de
şüphesiz mizan-ı haşr'e girecektir, ama "Allah rızası" için yapılanın
ağırlığı çokça fark edecektir. Amellerimizin değerlendirilmesinde mûteber
olacak İlâhî ölçüyü şu âyet belirtmektedir:
إنَّ
الَّذِىنَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْ اَحَدِهِمْ
مِلْءُ ا‘رْضِ ذَهَباً وَلَوِ افْتَدَى بِهِ
"Doğrusu inkâr edip, inkârcı olarak ölenlerin
hiçbirinden, yeryüzünü dolduracak kadar altın fiyde vermiş olsa bile, bu
kabul edilmeyecektir" (Âl-i İmrân 91).
ـ4ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: إنَّ مِنْ
أحَبِّكُمْ إلىَّ وَأقْربِكُمْ مِنِّى مَجْلِساً يَوْمَ القِيَامَةِ
أحَاسِنُكُمْ أخْقاً وَإنَّ أبْغَضَكُمْ إلىَّ وَأبْعَدَكُمْ مِنِّى مَجْلِساً
يَوْمَ الْقِيَامَةِ الثَّرثَارُونَ وَالمتَشَدِّقُونَ وَالمُتَفَيْهِقُونَ.
قالُوا: يَا رسولَ
اللّهِ، مَا المُتَفَيْهقُونَ؟ قال: المُتَكَبِّرُونَ[. أخرجه الترمذى .
4. (1676)-
Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü de bana mevkice en
yakın bulunacak olanınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır. Bana en menfur
olanınız, kıyamet günü de mevkice benden en uzak bulunacak olanınız,
gevezeler, boşboğazlar ve yüksekten atanlardır." (Cemaatte bulunan
bâzıları): "Ey Allah'ın Resûlü! Yüksekten atanlar kimlerdir?" diye sordular.
"Onlar mütekebbir (büyüklük taslayan) kimselerdir!" cevabını verdi."
[Tirmizî, Birr 77, (2019).]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), pek
çok irşadlarında mü'minleri diline sâhib olmaya çağırır: "Dudakları ile
bacakları arasındaki hususunda garanti verene cenneti garanti ederim"
"Allah'a ve âhirete inanan ya hayır konuşsun ya sükut etsin" gibi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu ısrarlı
uyarılarda hiçbir mübâlağaya yer vermemiştir. Zîra, Kur'ân'ın mükerrer
âyetleriyle sabittir ki, âhirette kişi her ânından, her fiilinden ve
dolayısıyla her bir kelâmından hesaba çekilecektir. O gün, kişinin dünyada
iken ağzından çıkmış olan her söz, lehine değilse, aleyhine olacaktır.
Sadedinde olduğumuz hadis de çok konuşanlara
uyarıda bulunmaktadır. Sersârun, müteşeddikûn ve mütefeyhikûn, hep
ihtiyatsızca, gelişi güzel çok konuşanları ifade eden tâbirlerdir. Dilimizde
de geveze, boşboğaz, laf ebesi, dedikoducu, dilli düdük, pasaf, atıptutan,
yüksekten atan gibi, bir kısmı edebî, bir kısmı mahallî pek çok tâbir
vardır, hepsi de çok konuşanları ifade eder. Çok konuşan, çok konuşmayı
alışkanlık haline getiren kimse, her seferinde hayır konuşamıyacağına göre
boş söz, gıybet, dedikodu, yalan, kaba ve müstehcen sözler, pespaye fıkralar
vs. araya girecektir. Bunların hepsi de kıyamet günü günah kefesinde yer
alacaktır. Çok konuşmaktan men hususunda hadisin mutlak gelmesi de
mânidardır.
Kısacası bu hadisler, güzel âhlak deyince
öncelikle dile hâkim olmak meselesinin anlaşılması gerektiğini ders
vermektedir.
2- Bazı âlimler, mezkur kelimeler arasındaki
nüansı, yani küçük de olsa taşıdıkları mâna farklılıklarını nazar-ı dikkate
alarak, konuşma tarzlarında yasaklanmış olanlara dikkat çekmişlerdir. Bu
cümleden olarak sersârun'la lüzumundan fazla konuşan gevezelerin
kastedildiği, müteşeddikûn ile zoraki bir fesahat izhârı ile kendini
satmaya, lügat parçalamaya, konuşma tarzı ile başkalarından ayrılmaya
çalışanların ve hatta başkalarıyla istihzâ edenlerin kastedildiğini
belirtirler. Nitekim şıdk, avurt olduğuna göre müteşeddik, avurdunu
doldurarak tekellüflü konuşan demektir.
Mütefeyhikûn da ağızlarını genişleterek,
normalden fazla açarak, ağzını doldurarak konuşan demektir, müteşeddik'e
yakın bir mâna taşır. Bu davranışın da kibirden, başkasını küçük görmekten
ileri geldiği belirtilmiştir.
Şu halde ister umumiyetle dikkat çekilen çok
konuşmaya ve isterse, ekseriyetten ayrılmaya yönelik tarzlara hamledilsin
hadis, konuşma meselesine dikkat çekmekte, mü'minin birinci derecede
ehemmiyet vermesi gereken bir probleminin bu olduğunu söylemektedir.
ـ5ـ وعن النوّاس بن سمعان رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سَأَلْتُ رسولَ اللّهِ #
عَنِ الِبرِّّ وَا“ثْمِ، فقَالَ: البِرُّ حُسْنُ الخُلُقِ، وَا“ثْمُ: مَا حَاكَ
في صَدْرِكَ وَكَرِهْتَ أنْ يَطَّلِعَ عَلَيْهِ النَّاسُ[. أخرجه مسلم
والترمذى.»حاكَ«: أى تردد في الصدر .
5. (1677)-
Nevvâs İbnu Sem'an (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a iyilik (birr) ve günah hakkında sordum. Bana şu cevabı verdi:
"İyilik (birr), güzel ahlâktır. Günah da içini rahatsız eden ve başkasının
muttali olmasından korktuğun şeydir." [Müslim, Birr 15, (2553); Tirsmizî,
Zühd 52, (2390).]
AÇIKLAMA:
1- İyilik diye tercüme ettiğimiz birr,
Kur'ân-ı Kerim'in birçok âyetlerinde yer verilen, dikkat çekilen, tarifi
yapılan bir mefhumdur: "Birr, yüzlerinizi doğuya, batıya çevirmeniz
değildir. Fakat birr, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara,
peygamberlere inanmak, O'nun sevgisiyle yakınlarına, yetimlere, düşkünlere,
yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal vermek, namaz kılmak, zekât
vermek ve ahidleştiklerinde vefa göstermek; zorda, darda ve savaş alanında
sabretmektir..." (Bakara 177).
"Sevdiğiniz şeylerden sarfetmedikçe, birre
(iyiliğe) erişemezsiniz."
"...Birr'de (iyilikte) ve fenâlıktan
sakınmakta yardımlaşın, günah işlemekte ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın"
(Mâide 2).
2- Nevevî, Müslim Şerhi'nde, ulemânın birr'den
şunları anladıklarını kaydeder: "Sılatu'rrahm, lutf, hoş sohbet, iyi geçim,
taat. Bunların hepsi güzel ahlâka girer.
Tîbî, birr'in hadiste çeşitli mânalarda tefsir
edildiğini söyler: Bir yerde nefsin itminân bulduğu, kalbin tatmin olduğu
şey, bir yerde iman, bir yerde kişiyi Allah'a yaklaştıran şey, burada ise
güzel ahlâk olarak tefsir edilmiştir. Güzel ahlâk da ezâya katlanmak,
öfkelenmemek, güler yüz, tatlı söz gibi hep birbirine yakın olan tâbirlerle
açıklanmıştır.
3- Günah, "içi rahatsız eden şey" olarak târif
edilmiştir. Ulemâ, bu rahatsızlığı, içteki istikrarsızlık, tereddüd ve
göğsün inşirah bulamayışı, serinleyemeyişi, kalbte bir şekk hâlinin ortaya
çıkması, bu iş günah mı? korkusunun hâsıl olması diye târif etmişlerdir.
Şöyle açıklayan da olmuştur: Günah, çirkinliği
kalbinde tesir eden veya tereddüd hâsıl eden, çirkin olması sebebiyle izhar
etmeyi istemediğin şeydir. Nitekim, hadiste gelen son cümle bu mânayı te'yid
etmektedir: "...başkasının muttali olmasından korktuğun şeydir."
İnsan nefsi, tabiatı icâbı, hayırlı bir şey
yapınca başkasının onu görmesinden hoşlanır. Öyle ise, eğer nefis,
yaptıklarından bazısına başkasının ıttıla peyda etmesini istemiyorsa, bu
Allah'a yaklaştıran hayırlı bir iş değildir veya şeriatın izin vermediği bir
iş demektir. Bir başka ifade ile, bu işte hayır yok, bu birr değil demektir,
bu günah ve şer demektir.