Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
mü'minler ve diğer kimseler nazarında küçük düşürmek için karşılarına çıkan
her fırsatı değerlendirme yoluna gitmişlerdir. Uhud Harbi'ne giderken Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), Mirbâ İbnu Kaziyy'in bahçe duvarından
atlamıştı ki Mirbâ: "Ey Muhammed, eğer sen gerçek bir peygamber olsaydın,
benim duvarımı atlaman sana helâl olmazdı" der. Yerden bir avuç toprak
alarak ilâve eder: "Allah'a yemin ederim, eğer şu toprakla başkalarını
rahatsız etmeyeceğimi bilsem sana atardım." Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in yanındakilerden bir grup, herifi öldürmek için üzerine atılırsa
da Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Bırakın o körü, o kalbi de,
basireti de görmeyen adamı" der ve tecâvüze mani olur. Ancak Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in müdahalesinden önce Saad İbnu Zeyd'in, vâki bir
darbesini yemiş bulunur.
Meşhur İfk hadisesini hepimiz biliriz. Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le askerî bir sefere katılan Hz. Aişe,
bir konak sırasında ihtiyacı için bulunduğu yerden uzaklaşır. Dönüşünde
kolyesinin kaybolduğunun farkına vararak terkrar aramaya çıkar. Bu sırada
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Aişe'nin yokluğunu farketmeksizin
hareket emri verir. Dönüşünde ordugâhı boş bulan Hz.Aişe, olduğu yerde
beklemeye başlar -ki vakit gecedir.- Sabahleyin Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in geri gözcülerinden bir asker (Safvân İbnu Muattal) Hz. Aişe'yi
orada görür ve devesine bindirerek orduya ulaştırır.
Ancak bu durum münâfıkların reisi durumunda
olan Abdulla İbnu Übey'e güzel bir fırsat vermiştir. Safvân'ı, Hz. Aişe'yi
getirir görünce: "Aişe, bu yaptığı işte mâzurdur, zira Safvân, Muhammed'e
nazaran daha genç ve daha yakışıklıdır" diye bağırır. Hadise son derece
büyür, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Aişe hakkında tahkikat
açar. Huzursuzluk, Muhacir ve Ensâr'ı bizzat Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in huzurunda mescidin içerisinde birbirine düşürüp, silâha sarılma
derecesine ulaşacak bir vüs'at ve karakter alır. Meselenin bir iftiradan
ibaret olduğunu te'yid eden âyet (Nur, 11) gelinceye kadar büyük ızdıraplar
yaşanır.
Hendek Harbi de münâfıklara Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'i küçük düşürecek, risâletinden şüphe ettirecek faaliyetler için
bir başka fırsat olmuştu. Muhâsara uzayıp Medine dahilinde bazı sıkıntılar
zuhur etmeye başlamıştı ki, şu sözleri yaymaya başladılar: "Muhammed bize
Bizans'ın ve İran'ın hazinelerini yemeyi vaad ediyordu, halbuki şimdi
hiçbirimiz helâya bile gitmek için kendisini emniyette hissetmiyor." Bu
faaliyetleri üzerine de bir âyet gelerek onları kınamış ve teşhir etmiştir (Ahzâb
12).
Tebük Seferi esnasında bir konaklama ânında,
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in develerinden biri kaybolmuş bütün
aramalara rağmen bulunamamıştı. Münâfıklar hemen harekete geçip: "Eğer
Muhammed bir peygamber olsaydı, devesinin nerede olduğunu bilirdi" demeye
başladılar. Bu sözleri Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e ulaşınca,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)': "Ben ancak Allah'ın bana bildirdiğini
bilebilirim, şimdi haber veriyorum, devem falanca vâdide, yuları bir ağaca
takılı vaziyettedir, gidip arayın"der. Deve dediği yerde ve tavsif ettiği
vaziyette bulunur. Bu çeşitten başka misaller mevcuttur.