Mütekaddimînden olsun
müteahhirînden olsun, İslâm âlimleri iman nedir, İslâm nedir, bunların ikisi
bir mi, ayrı mı çokca münâkaşa ederler. Meseleye naslardan hareketle çözüm
bulmaya çalışanlar da bu müşkilâtı kesinlikle halledememişlerdir. Zira
Cibrîl hadisi olarak bilinen yukarıdaki hadiste Hz. peygamber (aleyhissalâtu
veselâm) dinin kalbe ve inanmaya taalluk eden esaslarını "iman" olarak,
amele taalluk eden esaslarını da "İslâm" olarak açıklamasına rağmen başka
hadislerde (meselâ az ilerde gelecek 18 numaralı hadis görülmelidir) de iman
açıklanırken amele giren meselelere yer verildiği görülür. Aynı durum
âyetler için de söz konusudur.
Nitekim Zührî, "İslâm
kelimedir, iman ameldir" diye hükmetmiş, delil olarak da: "Bedevîler
‘iman ettik' derler, sen ey Muhammed onlara de ki: ‘Hayır siz inanmadınız'
öyle ise ‘boyun eğdik' deyin henüz iman kalplerinize girmedi" (Hucurât:
49/14) âyetini göstermiştir.
Bazı âlimler İslâm ve
imanın aynı şey olduğunu söylemişler, delil olarak da "Bunun üzerine,
suçlu milletin arasında bulunan mü’minleri çıkardık. Zâten orada
Müslümanların kaldığı tek ev vardı" (Zâriyât: 51/36) âyetini
göstermişlerdir.
Mevzuya temas eden, ilk
hadis şârihlerinden Hattabî şu açıklamayı yapar: "Doğru olanı, mutlak hükme
gitmeyip kayıtlı ve sınırlı konuşmaktır. Müslüman kişi, bâzı ahvâlde
mü'mindir, bazı ahvâlde gayr-i mü'mindir. Fakat mü'min kişi, her durumda
Müslümandır. Öyle ise her mü'min mutlaka Müslümandır, ama her Müslüman
mutlaka mü'min değildir. Meseleye bu zâviyeden bakınca ayetlerin te'vili
düzelir, konunun münâkaşası mutedil bir hâl alır. Naslar arasında ihtilaf da
ortadan kalkar.
İmanın aslı tasdîk,
İslâm'ın aslı itaat etmek ve boyun eğmektir. Kişi zâhirde itaat eder de
içinden boyun eğmez, bazan da içinden boyun eğdiği hâlde zâhirde mutî
değildir.
"Keza Hattâbî, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "İman yetmiş küsur şubedir" hadisi ile
alakalı olarak şunu söyler: "Bu hadise göre, şer'î iman, şubeleri ve
yüksek-alçak cüzleri bulunan bir mânaya isimdir. Bu durumda iman ismi, bu
cüzlerin hepsi için kullanıldığı gibi, bazıları için de kullanılmaktadır.
Hakikat, bütün şubelerin mevcudiyetini gerektirir ve hepsine şâmil olur,
tıpkı şerî namaz gibi. Nitekim onun da şubeleri ve cüzleri vardır. Bu
cüzlerden bir kısmı için de "namaz" ismi kullanıldığı halde hakikat bütün
cüzlerin mevcudiyetini gerektirir ve hepsini içine alır. Bu duruma Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şu sözü delalet eder: "Haya imandan
bir şûbedir." Bu hadis, iman noktasında mü'minlerin kimisi üstün, kimisi
geri olmak üzere çok farklı mertebelerde bulunduklarını da ifâde etmektedir.
İmam Bağavî hazretleri de
şunu söyler: "Cebrail'in İman ile İslâm'dan sorup Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in cevap verdiği hadiste, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
"İslâm" kelimesini amelden görünenlere isim yapmıştır. İman kelimesini de
itikada giren bâtınî şeylere isim yapmıştır. Böyle bir taksîm amellerin
imandan bir kısım olmayışından, kalb ile tasdik'in de İslâm'dan
olmayışından, ileri gelmez. Aksine bu, hepsi tek birşey olan bir bütün
hakkında yapılmış bulunan bir tafsil, bir ayırımdır. Bunların toplamı dîni
teşkil eder. Bu sebeptendir ki, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurmuştur: "Size Cebrail gelerek dininizi öğretti."
"İman" ve "İslâm" isimleri
tasdik ve amel her ikisini de kuşatırlar. Bu hususa da şu ayet delîl olur:
"Allah nezdinde mûteber
din islâm'dır" (Âl-i İmrân: 3/19).
"Size din olarak İslâm'ı
uygun gördüm" (Maide: 5/3).
"Kim din olarak
İslâm'dan başkasına yönelirse bu ondan kabul edilmeyecektir." (Âl-i
İmrân: 3/85).