Kütübü Sitte

ŞUARA SÛRESİ

 

ـ1ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. قالَ: ]لَمَّا نزَلَتْ: وَأنْذِرْ عَشِيرَتَكَ ا‘قْرَبِينَ صَعِدَ # عَلَى الصَّفَا. فَجَعَلَ يُنَادِى يَا بَنِى فَهْرٍ يَا بَنِى عَدِىٍّ لِبُطُونِ قُرَيْش حَتَّى اجْتَمَعُوا. فقَالَ: أَرَأيْتُكُمْ لَوْ أخْبَرْتُكُمْ أنَّ خَيًْ بِالْوَادِى تُرِيدُ أنْ تُغِيرَ عَلَيْكُمْ أكُنْتُمْ مُصَدِّقىّ؟ قَالُوا نَعَمْ: مَا جَرَّبْنَا عَلَيْكَ إَّ صِدْقاً. قَالَ: فَإنِّى نَذِيرٌ لَكُمْ بَيْنَ يَدَىْ عَذَابٍ شَدِيدٍ. قَالَ أبُو لَهبٍ: تَبّاً لَكَ يَا مُحَمَّدُ؟ ألهذَا جَمَعْتَنَا! فنزلتْ: تَبَّتْ يَدَا أبِى لَهبٍ وَتَبَّ[. أخرجه الشيخان والترمذى.وفي رواية: وَقَدْ تَبَّ .

 

1. (726)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Şu "Sen ilkin en yakın hısımlarını inzâr et" (Şuara 214) meâlindeki âyet indiği zaman, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Safâ tepesi üzerine çıktı ve şöyle bağırmaya başladı: "Ey Benî Fihr!, Ey Benî Adiyy!" Bunlar Kureyş kabilesine mensup boylardı. Toplandılar.

Onlara şöyle hitab etti:

"- Ben size, "şu vadide atlılar var, sizlere saldırmak istiyor" desem, beni tasdik eder misiniz?

"Hep beraber şu cevabı verdiler:

"- Evet, tasdik ederiz, şimdiye kadar hiç yalanına rastlamadık, hep doğru söyledin."

"- Öyleyse dinleyin!" dedi.

"Önünüzde bekleyen şiddetli bir azabı size haber veriyorum."

Ebu Leheb atılıp:

"- Ey Muhammed, ey kuruyasıca! bizi bunun için mi çağırdın?" dedi.

Bunun üzerine: "Ebu Leheb'in iki eli kurusun. Kendisi de kurudu..." diye başlayan Ebu Leheb suresi nazil oldu." [Buhârî, Tefsir, Şuarâ 2, Cenâiz 98, Menâkıb 13; Müslim, İmân 355, (208); Tirmizî, Tefsir, Tebbet (3360).][1]

 

AÇIKLAMA:

 

1- İslâm dini tedricen vahyedilen bir dindir. Kur'an-ı Kerim'in 23 yılda tamamlanması, tedriciliğinin müşahhas bir örneğidir. Önce imânî esaslar gelmiş, sonra birinin ardından  diğeri olmak üzere yavaş yavaş farzlar, haramlar gelmiştir. Şarabın haram edilmesi örneğinde olduğu üzere, bir konu ile alâkalı müfredat bile bir anda gelmemiş, zaman içinde nihâî şekli almıştır.

İslâm'da mühim bir esas olan bu tedric kanunu, muhataplar meselesinde de câridir. Yukarıdaki âyette görüldüğü üzere, Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) önce kendi kabile mensuplarına  hitab etmek, onları İslâm'a çağırmakla emrolunmuştur. Bu âyet ayrıca, alenî dâvetin başlangıcıdır. Bir kısım rivayetlere göre, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e üç yıl önce ilk vahiy gelmiş ve peygamberliği bildirilmiştir. Ancak tebliğ emri gelmemiştir.

Bu âyet tebliği emrediyor, ancak "En yakınlarından başla" diyor.

Daha sonra gelecek olan bir âyet (En'âm 92) tebliğin coğrafî hududunu "Ümmü'l-Kurâ (Mekke) ve etrafında yaşayanlara" olmak üzere genişletecektir.

Risâlet-i Muhammediye'nin beynelmilel hüviyeti daha sonra ve bilhassa Hicret'ten sonra bütün açıklığı ile ortaya konacaktır.

2- Âlimler, rivayetleri gözönüne alarak "en yakın hısımlar"dan maksadın Benî Hâşim ve Benî Muttalip olduğunu belirtirler. Müsbet cevabın alınamadığı bu ilk hitaptan sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın vereceği ziyafete dâvet edilenler de bu âilelere mensup olanlardır.

3- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın risâlet-i Muhammediye'nin hak olduğu hususunda kullandığı ilk delil, kendisinin, aralarında geçirmiş bulunduğu önceki hayatı, o hayat esnasındaki sıdkı, doğru sözlülüğü ve kemal derecesindeki ahlâk-ı hasenesi idi.

Bu noktada kimse ondan şüpheye düşmemiştir.

4- Ebu Leheb'in, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e muhâlefeti, görüldüğü gibi tebliğin  bidâyetinde başlayacak ve ölünceye kadar devam edecektir. Aslında Ebu Leheb, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a yabancı birisi değildi, O (aleyhissalâtu vesselâm)'nun amcasıydı. Yani Ebu Leheb, Abdulmuttalib'in oğlu idi. Ebu Leheb'in esas adı Abdu'l-Uzzâ İbnu Abdi'l-Muttalib idi. Künyesi de Ebu Uteybe idi. Yüzünün parlaması sebebiyle kendisine Ebu Leheb ünvanı verilmişti.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e, en ziyade bundan eziyet ve sıkıntı gelmiştir. Hacc mevsiminde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın tebliğ maksadıyla uğradığı her çadıra, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın arkasından uğrayıp, "İnanmayın, O sâbiîdir, yalancıdır, inanılacak bir şey olsaydı biz inanırdık, onu sizlerden daha iyi tanıyoruz"  şeklinde sözler sarfeder, tebliğin te'sirini kırar, yok ederdi.[2]

 

ـ2ـ وَعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. في قوله تعالى: ]وَالشُّعَراءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُونَ. قالَ: اسْتَثْنَى اللّهُ تعالى مِنْهُمْ الَّذِىنَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اŒية[. أخرجه أبو داود .

 

2. (727)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), "Şâirlere gelince, onlara da sapıklar uyar" (Şuarâ 224) meâlindeki âyet hakkında şunları söyledi: "Cenâb-ı Hakk, (kendilerine sapıklar uyar diye zemmettiği) şairlerden, "İman edip de iyi amel (ve hareket)de bulunanlar, Allah'ı çok zikredenler ve zulme uğratıldıklarından sonra öclerini alanlar..." (Şu'arâ 227) istisna edildiler." [Ebu Dâvud, Edeb 95, (5016).][3]

 

AÇIKLAMA:

 

İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'ın açıklama getirdiği âyet şâirleri zemmeder. Müteâkip âyet bu zemmin (kötüleme) sebebini açıklar: "Onların (şairlerin) her vâdide hakikaten ifrata (mübâlağaya) düşegeldiklerini ve hakikaten yapmayacakları şeyleri söyler (insanlar) olduklarını görmedin mi?" (Şuarâ 225-226).

İbnu Ebî Şeybe ve Abd İbnu Humeyd'in tahriclerine göre, "Şâirlere gelince onlara da sapıklar uyarlar" meâlindeki âyet inince Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şâirlerinden Abdullah İbnu Revâha, Ka'b İbnu Mâlik ve Hassân İbnu Sâbit ağlayarak gelip: "Ey Allah'ın Resûlü, Cenab-ı Hakk şu âyeti  inzâl buyurdu. Rabbimiz de biliyor ki bizler şâirleriz. Artık helâk olduk!" derler. Bunun üzerine, yukarıda kaydettiğimiz istisna beyan eden âyet nâzil olur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onları çağırtıp yeni vahyi tilâvet buyurur.

Yine İbnu Abbâs (radıyallahu anhûm)'tan yapılan başka rivayetlerde zemmedici ayetin Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a hicviye düzen kâfir şairler hakkında geldiğini, "Onlara sapıklar uyar" ifadesiyle, bu kâfir şairlere uyan cinnî azgınların kastedildiğini belirtir. "İnanıp amel-i sâlihte bulunanlar..." istisnasıyla da Hassan İbnu Sâbit, Abdullah İbnu Revâha, Ka'b İbnu Mâlik'in kastedildiğini, çünkü bunların Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı ve ashabını kâfir şâirlerin hicviyelerine karşı koruduğunu belirtir.[4]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/148-149.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/149-150.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/150.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/150-151.