Alım Satımla İlgili Ba'zı Asıllar Hakkında Bir
Fasıl 8
Şartın Muhayyerliği Ve Ta'yin Bâbı 10
Görme Muhayyerliği Babı 15
Ayb
(Kusur) Muhayyerliği Babı 17
Fasid Satış
Bâbı 23
Fâsid
Satış : 24
Fâsid
Satışın Hükmü : 28
Mevkuf Satış : 30
Mekruh Satış : 31
Satışı Bozmak (İkâle) Babı 32
Murabaha, Tevliye Ve Vadîa Babı 34
Akâr'in Satılması Hakkında Bir Fasıl 36
Ribâ
(Fâîz) Babı 39
İstihkak Babı 42
iniştir. Şu hâlde satış, mâzî sığaları ile mün'akid olur. îhibâr İçin mevzu olan
lafzla geçmiş saman fiilini kasd etmiştir, çünkü ondaki «lâm» and İçindir.
Binâenaleyh; onun üzerine mutlaka bir şey eklemek gerekir. O da kullanılması
geçmiş zaman fiili i'e olan, demektir. Eğer öyle olmazsa delîl tamâm değildir,
şeklindeki i'tirâza sebeb yoktur.» Bundan sonra, Hidâye sahibi şunları
söylemiştir: İki lafzın biri müstakbel lafız olursa, satış mün'akid olmaz.
Nikâh bunun aksinedir. Satış ile nikâhın farkı «Nikâh Bölümü» nde geçmişti.
Musannif, müstakbel lâfzı ile emr sîgasım rnurâd eylemiştir. Meselâ alıcı; «Şu
malı bana şu kadara sat.» deyip, satıcının da: «Sattım!» demesi gibi. Çünkü,
«Nikâh Bölümü» nde geçen misâlde şöyle denmişti: Bir kadm; «Beni te2ewüc eyle!»
dedikde, adamın da; «Seni tezevvüc eyledim!» demesi gibi. Böyle olunca sözü
rnüzârîye hamletmeye sebeb (vech)
yoktur. Nitekim Hidâye sarihlerinden ba'zisı bunu kabul etmiştir. Evet,
niy-yetle beraber olursa, bu sözle satış mün'akid olur. Nitekim Nihâye sahibi,
Tahâvî ve Tuhfet'ul-Fukahâ'dan böyle nakletmiş tir.
Satış, iki mazı lâfzın
ma'nâsında oian sözle de mün'akid olur. Meselâ; «Razı oldum ve sana şu kadara
verdim, onu şu kadara al!» demek gibi. Yâni her, «Sattım ve satın aldım!»
ma'nâsma delâlet eden sözle de satış mün'akid olur.
«Şuhu, sana şu kadara
sattım!» dese, müşteri-de «Razı oldum!» dese veya «Ben, bunu senden şu kadara
satın aldım!» dedikde, satıcı da «Onu al!» yâni, «Sana, okadara sattım, onu al!»
dese, satış mün'akid olur. Çünkü böyle demek, bedel ile almaya emrdir. Bu ise,
ancak satış-*a olur. Sanki; «Bunu, sana sattım, al!» demiş olmuştur. Bu durumda
satış, iktizâen takdir olunur. İmdi akd de bu i'tibârla sabit olur. Yoksa, biri
emr olan iki lâfzla mün'akid olmaz, ki yukarıda söylenene mü-nâfî olsun. Çünkü,
her ne kadar lâfız; ba'zı akidlerde mu'teber olursa da, bu akidlerde mu'teber
olan, ma'nâdır. Mitfâveze ortaklığı (şir-ket-i mufâveze) (16) gibi ki, akdin
iktizâ ettiği şeyin hepsini o iki ortak açıklamazsa, o zaman ortaklık sahih
olmaz.
Teatiyle bile satış mün'akid olur. Yâni, iki tarafın
birbirlerine satılan şeyi (mebî'i) ve semeni vermeleriyle de satış mün'akid
olur. Burada mâzî olmak şöyle dursun, satış lâfzı bile yoktur. Çünkü maksâd
mevcûddur. O da iki tarafın razı olmasıdır. Teâtî mutlak, surette caizdir.
Yâni, nefîsde ve hasisde (değerli ve değersiz şeylerde) münV akid olur. Siprhîh
oîan kavi de budur. Yoksa İmâm Kerhî' (Rh.A.) nin, «Yalnız, sebze ve benzeri
gibi değersiz şeylerde rnün'akid .olur.» dediği, doğru değildir.
Keza satış; iki mâzî
lâfzı ile mün'akid olduğu gibi, bir tek lâfzla da mün'akid olur. Nitekim
babanın; «Ben, şu şeyi çocuğuma şu kadara sattım.» diyerek çocuğun., satması
böyledir. Yine, "Ben, şu şeyi oğlumdan satın aldım!» diyerek, çocuğundan satın
alması da böyledir. Çünkü babanın sözü, «şefkati tam olduğu için» iki ibare
yerine geçer. Şu hâlde, kabule muhtaç olmaz. Baba, kendisi hakkında asil ve
küçük çocuğundan nâib olur. Hattâ o çocuk baliğ olunca (yâni erginlik çağına
erince), uhde (sorumluluk) ona âid olur. Babasına âid olmaz. Şu şey, bunun
aksinedir ki; baba, küçük çocuğunun malını yabancıya satar da, çocuk baliğ
olursa, o zaman sorumluluk (uhde) babaya âid olur. Babanın satın alması
suretinde, semeni baba ödemesi gerekince; baba, borçdan beri olmaz. Hattâ kâdî,
çocuk için kabza bir vekil ta'yîn eder, vekîl de teslim aldığı şeyi çocuğun
babasına verir ve babanın yanında emânet olur.
Keza satıcı; «Ben, bu
şeyi sana bir dirheme sattım!» der de; müşteri teslim alır ve bir şey demezse,
satış mün'akid olur. Kabul eden taraf o meclisde muhayyerdir. Çünkü muhayyer
olmasa, hüküm akdi cebren kendisine lâzım gelir. Bu ise, memnudur. Kabul eden
bütünü, bütünüyle kabul etmek ile terk etmek arasında muhayyer olur. Yâni
satıcı bir şey hususunda icâto yapsa, satın alıcı da o şeyin ba'zısmda kabul
etse veya satın alıcı (müşteri) bir şeyde cevâb verip, satıcı o şeyin ba'zısmda
kabul etse caiz olmaz. Çünkü bunda, bir pazarlığı ayırmak vardır. Akdi yapanlar
buna mâlik değildir. Zîrâ onda, satın alıcı veya satıcı için zarar vardır. Çünkü
satılan şey (mebî1), bir tek şey ise; müşteriyle ortaklık zararı, lâzım gelir.
Eğer o şey, müteaddid ise; âdet, iyiyi kötüye katmak ve kötünün değerini
geçerli kılmak için iyinin bedelini eksiltmektir. Müşteri iyide (ceyyidde) olan
akdi kabul edip, kötü-dekini terk etmekle şayet bir kısmında akdi kabulün
muhayyerliği sabit olsa, iyi (ceyyid), satıcının elinden çok az semenle çıkar.
Halbuki bunda satıcıya zarar vardır. Bir kısmını bir kısmı ile almak caiz
olmayınca, bütün bir kısmı ile almak, evleviyetle caiz olmaz. Eğer satış
akdi müteaddid
olursa, satıcıdan zarar kalkıp yok olduğu için,
bunu yapabilir. Musannif buna, e Ancak* satıcı, sattım lâfzım tekrar edip ve
semeni tafsil ederse, satıcı için olur.» sözü İle işaret etmiştir.
Musannifin bu sözü,
Kâfî'de zikredilen şu söze işarettir: «Hidâye sâhibi'nin Hidâye'deki sözü şudur;
«Ancak satılan şeyin her birinin semenini beyân eylerse, o başka. Çünkü bunlar
ma'nen ayrı satış akdle-ridir.» sözü, ancak akd lâfzının tekrarını araya
sokmakla tamâm olur. Çünkü pazarlık bununla müteaddid olur. Mücerred her birinin
semenini açıklamakla, müteaddid olmaz.»
Zeylav (Rh.A.) demiştir
ki: Her ne kadar yemeni tafsil etse de, müşteri için satılan şeyin bir kısmını
kabul edip, bir kısmını kabul etmemek hakkı yoktur. Ancak satıcı, «Sattım!»
lâfzını satılan şeyin her biri için semenin zikri ile beraber tekrar ederse,
İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, olur. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre; eğer satıcı
semeni tafsil ederse, meselâ; «Ben bu iki şeyin her birini sana şu kadara
sattım!» «Ben, şu on şeyin her birini O'na şu kadara sattım!» derse caizdir.
Yâ-hûd satıcının, «Müşterinin bu şeyi şu kadara satın aldım!» sözüme razı
olmasıyla, satış m im'ak i d olur.
Kudûrî (Rh.A.) demiştir
ki; Satıcı meclisde pazarlığın ayrılmasına razı olursa,, satış sahih olur. Akdi
(safkayı) tefrik (ayırmak), hakikatte müşteriden yeni îcâbdır, kabul değildir.
Satıcının buna razı olması da kabuldür. Buna, şöyle i'tirâz edilmiştir: Bu söz;
ancak müşterinin semenden hissesini kabul ettiği kısım içinse; sahih olur.
Mezkûr suretler gibi ve on dirheme satılan iki kafîz de
olduğu gibi. Çünkü semen, iki kafîz üzere cüzler i'tibâriyle bölünmüştür. Her
kısmın hissesi ma'lûmdur. Ama akdi, iki köleye veya iki giysiye muzâf kılarsa;
ikisinden birinin kabûliyle, her ne kadar satıcı razı olsa da, akd sahih
olmaz. Çünkü, ilkin hisse ile satmak lâzım gelir. Bu ise, caiz değildir.
Ben derini ki: Bu
i'tirâzın kaynağı, Kudûrî1 (Rh.A.) nin demek istediğini anlamamaktır. Çünkü
O'nun, müşterinin sözüne «îcâb» ve sa~ tıcırun rızâsına «kabul» demesi, gösterir
ki O, alıcı ve satıcının sözünde semenin zikrini satılan şeyin ba'zısı
karşılığında i'tibâr etmiştir. Çünkü müşterinin semen zikretmeksizin, sâdece
«Satın aldım!» demesi îcâb olmadığı gibi, satıcının da «Razı oldum!» demesi
kabul olmaz.
Çünkü, satışın ta'rifi
buna uymaz. Satış, malı mal ile değiş-tokuştur. İmdi ilkin (ibtidâen) satışın
hisse ile lâzım gelmediği ortaya çıkar. Bundan dolayı Ben; «veya satıcı,
alıcının, ben bu şeyi şu kadara satın aldım.» demesine razı olursa, satış
mün'akid olur, dedim. Kabul muhayyerliği, meclisin
sonuna kadar uzanır ve satış (bey') meclisin sonuna ertelenmekle, meclis ne
kadar uzasa da bâtıl olmaz. Çünkü meclis, çeşitli işleri (müteferrikâti)
câmi'dir. Nitekim «Temizlik Bölümü» nde geçti.
Çeşitli işler (umûr-u
müteaddide), meclis sebebiyle bir tek §*ey sa-yüsa, meclisin saatlerini bir tek
saat kabul etmek, güçlüğü savmak ve kolaylığı tahkik için evlâdır. Hul' ile mal
üzre âzâdlığın böyle olmayıp her ikisinde, îcâbm meclisin ötesine geçmesine
bağlı kalması yukarıda geçtiği vechle bunlar koca ve efendi tarafından yemine
şâmil oldukları içindir. İmdi bu, meclisde dönmeye engel olur.
Mektûb ve elçi
göndermek, hitâb gibidir. Yâni, satıcı mektûb yazıp, «Sana, kölem fülânı şu
kadara sattım.» dese veya elçisine: «Ben, bu şeyi gâibdeki fülâna şu kadara
sattım, git o adama haiber ver.» dese, mektûb, kendisine yazılan kimseye
(mektubun ileyhe) ulaşıp, elçi de haberini, kendisine gönderilen kimseye
ulaştırsa; o kimse de mektubun ve risâletin
yetiştiği meclisde, veya elçi gönderilen kimse; «Bu kadara satın aldım.» veya
«Şu kadara kabul ettim.» dese, ikisi arasında alım-satım (bey1) tamâm olur.
Çünkü gâibden gelen mektûb, hâzırın hitabı (konuşması) gibidir. Elçi (resul),
ta'bîr edici ve sefirdir. O'mın sözü, gönderen kimsenin sözü gibidir. Çünkü
Resûlüllah (S.A.V.), ba'zı vakitte mektûbla, ba'zan da hitâb ile tebliğ ederdi.
îcâb, kabulden önce
dönmekle bâtıl olur. Yâni, îcâbi yapanın dönmesiyle bâtıl olur. Çünkü dönmeye
mâni olan, başkasının hakkını ibtâl lâzım gelmesidir. Burada, böyle bir şey
yoktur. Çünkü îcâb, kabûlsüz hüküm ifâde etmez. Bu söze i'tirâz edilip,
denilmiştir ki; «Hak, mülke münhasır değildir. Belki, temellük hakkı da bir
haktır ve bunda onun ibtâli vardır.» Bu i'tirâz reddedilip denilmiştir ki: îcâb,
müşteri için mülk ifâde etmezse, satıcının mülkünü yok edici (müzîl) değildir.
Müşteri için temellük hakkı, satıcının mülkünün hakîkatma muarız olmaz. Çünkü
müşterinin temellükünden daha kuvvetlidir. Bir yıl geçmezden önce zekât
rne'mûruna verilen zekâtın bozulmadığı (müntekız olmadığı) şeyle bu bozulmuş
olmaz, Çünkü zekâtı veren kimse, geri almaya kadir olamaz. Zîrâ, verilen zekâta başkasının hakkı
taalluk etmiştir. Mülkün hakikati, zekâtı verenden zail olmuştur. İmdi, fakirin
hakkından daha kuvvetli olan şey ortadan kalkmakla fakirin hakkı amel
etmiştir.
Cevâb veren kimse ile
kabul eden kimseden her hangisi olursa odsun meclisden, kabulden ünce
kalkmasiyle de îcâb bâtıl olur. Çünkü, kalkmak, dönmenin delilidir. Delâlet ise,
sarih olanın ameli gibi amel eder. Buna şöyle i'tirâz edilmiştir: Şübhesiz ki
delâlet, eğer ona karşı olan sarih bir şey bulunmazsa, sarihin ameli gibi amel
eder. Burada ise, müşteri kalktıkdan sonra; «Kabul ettim!» dese, sarîh bulunur.
Ama, mu'teber değildir. Bu i'tirâz red edilip denilmiştir ti: Şübhesiz sarîh,
delâletten sonra mevcûddur. Bundan dolayı sarih, delâlete zıd olmaz.
Satış; îcâb ve kabul
ile ikisinden biri için meclisde muhayyerlik
olmaksızın lâzım gelir. İmâm Şafiî (Rh.A.) demiştir ki: Satıcı ile müşteriden
her biri için meclis muhayyerliği vardır. Çünkü, ResûiüHah (S.A.V.) :
«Satan ile satın alan,
ayrılmadıkları müddetçe muhayyerdirler.»
buyurmuştur.
Bizim delilimiz şudur:
Feshde diğerinin hakkini ibtâl vardır. Bu ise, eâiz değildir. Ben derim ki: Bu
sözün zahirine i'tirâz vârid olur. Şoyîe.ki; eğer diğerinin hakkı ile temellük
hakkı murâd edilirse, mü: sellemdir. Lâkin, fayda vermez. Nitekim, sebebi daha
önce geçti. Eğer mülkün hakikati murâd edilirse, bu memnudur. Belki bu,
mes'elerün evvelidir. Onun def edilmesi şöyle mümkün olur: Temellük hakkı,
kabulden önce sabittir. Eğer mülkün hakikati kabulden sonra sabit olmasa,
kabul için zâid bir fayda olmazdı. Belki kabulün varlığı ve yokluğu, — kendisi
rükün olmakla beraber— eşit olurdu. Kn güzeli, şöyle demektir: Bizim delilimiz
şudur: îcâb ve kabul, ikisi de mülkün hakikatim ifâde ederler. Çünkü, Allah
Teâlâ (C.C.) :
«Ey îmâıı edenler! Ma
Havınızı aranızda haksızlıkla yemeyin, ancak, karşılıklı rızâ ile yapılan
ticâretle yiyebilirsiniz.» buyurmuş , ve
iki tarafın rızâlaşmasmdan meydana gelen ticâret bulunduğu için, bir meclisde
bile olsa, yemenin mubah olduğunu ifâde etmiştir. Satış, bir ticârettir. Mutlak
olmasiyle, muhayyerliğin nefyine ve müşteri için mülkün sahih olduğuna delâlet eder.
Muhayyerliği kabul etmek, tak-yîddir. Takyîd ise, neshdir. Şu hâlde, caiz olmaz.
IlatüVi şenle şöyle ce-vâb verilir; Bu hadîs-i şerif, kabul muhayyerliğine
yorumlanmıştır. Yâni akid sahibinden her birinin akdi meclisde kabulüne hami
edilmişti.-. Bunun faydası, şu tevehhümü defetmektir: Cevâb veren kimse, cevâb
verdikden sonra, onun için dönmek yoktur. Yoksa, îcâb ve kabulden sonra, fesh
muhayyerliği değildir. Çünkü o, zahirdir. Açıklamaya muh-tâc değildir.
Hadîs-i şerîfde, buna
İşaret vardır. Çünkü, hâller üçtür: Birinci halde; icâb ve kabul yoktur.
İkincide; ikisi de vardır ve bitmişlerdir. Üçüncü hâlde; icâb ve kabulden biri
vardır, diğeri mevkûfdur.
Bi-rinei hâlde, ikisine mütebâyian (alıcı ile satıcı) ismini vermek, netice
i'tibâriyle mecazdır. İkincide; kevniyet (var olma) i'tibâriyle mecazdır.
Üçüncüde hâl; hakikattir. Çünkü, yerinde anlatıldı ki;- ism-i fail hâlde
hakikattir. Yâni mazinin sonlarından ve müstakbelin evvellerinden cüzler
ma'nâsınadır. Bu üçüncü hâl, ikisinden biri meclisde kabul etmekle ve diğeri
onda mütevakkıf olmakla, mübaşeret
hâlidir. İmdi üçüncü teayyün etmiştir. Çünkü bu ikisi, mübaşeret hâlinde
hakîkaten satıcılardır. Ondan önce ve sonra satıcı değillerdir. Ya da hâl,
hakikate muhtemel olur ve diğerinin hakkının ibtâli Iâ2im gelmesin diye, hakikat
üzere yorumlanır. Hadîs-i şerîfde zikredilen ayrılma (te-ferruk), sözlerin
ayrılması nıa'nâsına alınmıştır. Meselâ: Biri, «Sattım!», diğeri «Satın aldım!»
der, yâhûd bunun aksini yaparlar. Bundan sonra, artık muhayyerlik kalmaz:
Eğer, ayrılma
ictimâ'dan sonra olur, içtimâ' (toplanma, biraraya gelme) ise, burada tasavvur
olunmaz, denilirse; cevâbında biz deriz ki, ayrılma ile murâd başlangıçta
toplanmamaktır- Bu; «Miftâh» ve «Keş-şâf»'da mukarrer bir kaideye dayanır.
Çünkü, Arablar:
«Kuyunun ağzını dar ve
giysinin yenini bol eyledi.» derler. Birincide murâd, kuyunun ağzını
başlangıçta dar ve ikincide, giysinin yenini başlangıçta bol yaptı, demektir.
Bundan gafil olma!
Satışın sıhhatinde,
ribâ malından başka ivazlarda işaret kâfidir. İvazlar satılan şeyi ve semeni
kapsar. Ribâ malından başka, denmesi; dirhemin, dînârm, buğdayın ve bunların
benzerinin cinsiyle satılmasından sakınmadır. Çünkü, bunlarda işaret kifayet
etmez. Belki ribâ ihtimâlinden dolayı, miktar yönünden onların eşit olması
gerekir. Nitekim, yakında açıklaması gelecektir.
İşaretin kâi'î gelmesi
şundandır: Çünkü işaret, ta'rîf yollarının en beliğidir. İmdi, miktar beyânına
ve vasfa ihtiyâç yoktur. Selem, bunun aksinedir. Zîrâ müsîemun fîh'in miktarının
ve niteliğinin bilinmesi selemde vâcibdir. Çünkü müsîemun fîh, müşârun ileyh
değildir. Yakında açıklaması gelecektir.
Teslim edilen mebî'
(satılan şey)'in bilinmesi şartdır. Yâni teslime muhtâc satılan malın bilinmesi
şartdır. Bu söz, şundan sakınmak içindir: Bir kimse, kendi yanında fülânm malı
bulunduğunu ikrar etse, sonra; o malı, ondan satın alsa ve her ikisi o malın
miktarını bil-meseler, teslime hacet olmadığı için, satış caiz olur. Bunu Zâhidî
(Rh. A.) zikretmiştir.
Satılan mal, cehalet
kalmayacak şekilde bilinecektir. Çünkü, cehalet (malı bilmemek) kavgaya, o da
satışın bozulmasına müeddî olur. Meselâ mevcûd olmayan bir şeyi satıp, yerine
işaret eder; halbuki o yerde, o isim ile müsemmâ bir şey bulunmaz. İşte, böyle
cehaleti ortadan kaldıran bir şey bulunursa, satış caizdir. Nitekim yakında,
görme muhayyerliğinde açıklaması gelecektir.
Zimmette olan semenin
miktarının bilinmesi de saridir. Zimmet sözü, daha önce geçtiği gibi müşârun
ileyhden (yâni, kendisine işaret edilerek, gösterilerek satılan maldan)
ihtirazdır. Zimmette hâsıl olan eşya, keyüyyât (veya mekîlât) tır, birbirine
yakın olan adediyyâttır, dirhemler, dinarlar ve diğer tartılan şeyler gibi
mevzûnâttır, ki kıyev-mî ayn'larla karşılaştırılırlar. Mukabil olsalar, semenin
miktarının bilinmesi şart kılınmıştır.
Satılan şeyhi
niteliğinin bilinmesi de şart kılınmıştır. Meselâ satılan şeyin Buhara veya
Semerkand malı olması gibi. Çünkü bunları bilmemek, çekişmeye götürür ve akd,
maksûddan uzak olur.
Satış, peşin (semen-i
hâi) ve veresiye semer, ile sahih olur. Çünkü, Allah Teâlâ' (C.C.) nuı:
«Allah, alış-verişi
helâl kıldı.» âyet-i kerimesi mutlaktır.
Re-sûlüllah (S.A.V.)'den rivayet edildiğine göre: Kendisi, bir Yahûdîden
veresiye bir giysi satın almış ve zırhını rehin bırakmıştır.
Müddetin belli olması
gerekir. Çünkü müddette bilmemezlik, akdle vâcib olan teslime mânidir. İmdi
satıcı, müşterinin semeni yakın zamanda teslimini ister. Müşteri de, semeni
uzak zamanda teslim etmek ister. «Hidâye» ve «Kâiî»'de ve bu ikisinden
başkasında da böyle denmiştir.
Ben derîni ki: Bunda
işkâl vardır. Çünkü, Fukahânm dedikleri gibi, satışın nassı mutlaktır. Aklî
delil ile müddetin belli olmasını şart kılmak, mutlakı re'y ile takyîddir. Bu
ise, sahih değildir. Çünkü, Fıkıh Usûlünde anlatılmıştır ki: Mutlakı takyîd,
neshdir; Kitâb'ın re'y ile neshi ise, caiz değildir.
Bu işkâlîn savulması
sununla mümkün olur: Nassm ıtlâkı ancak bizzat müddete bakaraktir. Müddetin
(ecelin) kendisi ise, bilinmekle (ma'lûmiyyetle) takyîd olunmaz. Nitekim
yakında, şartın muhayyerliğinde gelecektir ki; şayet satıcı, «Şu şeyi sana
müddet ile «Veresiye sattım.» veya «Müeccelen sattım.» dese, satış sahih olur.
Bu müddet yarım güne, üç güne veya bir aya sarf edilir. Bilinmek (ma'lûmiyyet)
ile mukayyed olan, ancak müddetin vaktidir. Nass ise, müddetin vaktine bakarak
mutlak değildir. İmdi, bundan dolayı ben; «Vakti bilinen.» dedim. Hattâ müddetin
(ecelin) vaktini bilmese, satış fâsid olur. Hasâd vaktine kadar ve benzeri
sözlerle satmak gibi. Bunun tahkiki şudur: Satış, mutlaktır. Mutlak ise; zâta
arızdır. Sıfatlara ne nefy ve ne is-bât ile arız değildir. Satışın zâtı ve
hakikati — nitekim bilirsin — malın mal ile değiş-tokuşu (mübadelesi) dur.
Semen, satışın mefhûmunda mu'teberdir ve te'cîl, semenin sıfatlanndandır. İmdi
te'cîl, satışın sıfatlarından olur. Bundan dolayı, müeccel satış denir. İmdi,
te'cîle bakarak, satış mutlak olur. Zannî delîl ile te'cîlin takyidi caiz olmaz.
Ecelin (müddetin) vaktini ta'yin ise, satışın sıfatlarından değildir. Belki
onun sıfatına bir çeşit taalluku olan bir iş (emr) dir. Binâenaleyh, ona bakarak
satış mutlak olmaz. Şu hâlde satışın re'y ile takyidi caiz olur. Böylece, işkâl
savulmuş olur. Müddet bilindikden sonra eğer satıcı Ölürse, müddet bâtıl olmaz. Müşteri ölürse mal, hâl
olur. Çünkü te'cîlin faydası, ticâret etmektir. Semen, malın üreyeninden
verilir. Müddet verilen kimse ölünce, O'nun bıraktığı şey borcu ödemek için
taayyün eder. Te'cîl fayda vermez. Satıcı ticâret malını bir yıl müddetince
vermeyip menetse, müşteri için ikinci yılın müddeti mu'teber olur. Yâni bir
kimse belli olmayan bir- yıla kadar (semen-i müeccel ile) veresiye mal satın
alsa ve onu (mebîi); satıcının menetmesi ile bir yıl geçinceye kadar teslim
almasa, müşteri için, teslim aldıkdan sonra ikinci yılın müddeti mu'teberdir.
İmâıneyn (Rh. Aleylümâ); «Müşteri için ikinci yılın müddeti (eceli) yoktur.»
demişlerdir.
Sıfatı zikredilmeyen
mutlak semenle satış sahih olur. Miktarı zikredilmeyen mutlak semenle, sahih
olmaz. Çünkü miktarın belirtilmesi,
bildiğin şeyden dolayı,
vâcibdir. Bu takdirde (yâni sıfatı zikredilmeyen mutlak semenle yapılan) akd,
ülkenin revâcda olan en geçerli parasına göredir. Çünkü o, Örf olmuştur
(müteârefdir). Eğer paralarda fazla geçerli bulunmaz; revâcda müsavi olup,
maliyette farklı bulunurlarsa, semenin hangi çeşitten olduğu açıklanmadığı
takdirde satış fâsid olur. Çünkü bilmemezlik çekişmeye yol açar. Nitekim, daha
Önce geçti.
Ya da, revâc eşit
olduğu gibi, maliyet de eşit olursa ve birli (ühâdî), ikili (sünâî) ve üçlü
(sülâsî) gibi İsimle muhtelif olurlar da; her birinin üzerine dirhem adı ıtlak
olunursa, satış sahih olur. Şöyle ki; birinciden, bire; ikinciden, ikiye ve
üçüncüden, üçe dirhem adı ıtlak olunur. Çünkü maliyette ihtilâf bulunmayınca,
çekişme olmaz. Cevaza mâni' olan da ihtilâftır. Her nev'îden takdir edilen şeye
sarf edilir. Meselâ; bir köleyi bin dirheme satsa, müşterinin birli (ühâdî) den,
bin dirhem veya ikili (sünâî) den, ikibin dirhem veya üçlü (sülâsî) den, üçbîn
dir-hemvermesi caizdir. Bu, Kâtî'de zikredilendir. Hidâye sahibi de, — her ne
kadar ibaresinde bir nev'î anlaşılmazlık varsa da — bunu murâd etmiştir.
İki nakd (altın ve
gümüş) müteayyin olmaz. Gerek meşkûk olsun, gerekse olmasın, nakd; işlenmemiş
altın ve gümüşdür. îmâdiyye'de bildirildiğine göre; Sahîh satışta geçerli
madenî paralar ta'yîn edilse bile, ta'yîn kabul etmezler. Yâni iki âkid meselâ;
bir dirhemi ta'yîn etseler, ondan sonra müşteri başka dirhemle onu değiştirmek
istese, bize göre caiz olur. Satıcının i'tirâzı dinlenmez. İmâm Şafiî' (Rh.A.)
ye göre, iki nakd ta^yîn ile müteayyh» olur. Hattâ başka dirhem ile
değiştirilmesi caiz olmaz. Eğer teslimden önce semen lielâk olursa veya
teslimden sonra veya önce ona müstehık çıkarsa İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre,
satış bozulmuş olur. Bize göre; olmaz. Belki mislinin teslimi istenir.
Sahih satışta demeye
sebeb şudur: Çünkü İmâdiyye'de zikredildi-ğine göre; dirhemler ve dinarlar fâsid
satışta asıldan teayyün ederler. Sahîh olduktan sonra bozulanda teayyün
etmezler.
Birincinin sureti
şudur: Bir kimse, bir köle satar da semeni teslim aldıktan sonra bu semenin hür
bir kimsenin semeni olduğu meydana çıksa, yâhûd bir câriye satıp, kendisinin
ümm-ü veledi olduğu anlaşılsa, semenin dirhemleri geri verilmesi için müteayyin
olur. Çünkü bu kabz için, gasb hükmü vardır.
İkincisinin sureti
şudur: Bir kimse, bir köle satar da teslimden önce ölürse, teslim alınmış bedel
bir rivayette müteayyin olmaz. Esah olan kavi budur.
Satış, yiyecek
maddesinde (taamda) de sahilidir. Yiyecek maddesi, buğday ve unudur. Çünkü
taam, örfen buğday ve unu ma'nâsmda kullanılır. Yakında «Vekâlet Bölümü» nde
açıklaması gelecektir.
Satış, tahıllarda
(hubûb'da) da sahilidir. Hubûb; mercimek, nohut ve bunların benzeri gibi buğday
ile unundan başka tahıllardır.
Satış, mücâzefe
yoluyla, yâni götürü olsa da, cinsi cinsine olmamak şartiyle sahîhdir. Cüzâf,
küzâf'ın A rabc al aştırılmış! (muarrebi) dır. Çünkü, Resûlüllah (S.A.V.) :
«Eğer iki nev'î
muhtelif olursa, siz istediğiniz gibi satın.» buyur- muştur.
^ Cinsi, emsine götürü
satmak bunun hilâfına d ir. Çünkü ribâ ihtimâli olduğu için, bu sahîh değildir.
Ölçülen ve tartılan
şeylerin (mekîlâtın ve mevzûnâtm), miktân bilinmeyen muayyen bir kap veya taşla
satışı sahîhdir. Çünkü satışın sıhhatine mâni* olan şey, çekişmeye vardıran
bilinmemezliktir. Burada ise, böyle bir şey yoktur. Çünkü, satılan şeyin teslimi
peşindir. Kab ve taşın helak olması nâdirdir. Selem, bunun aksinedir. Çünkü,
selemde teslim sonra olur. Onda helak, teslimden önce nâdir değildir. Şu hâlde,
çekişme meydana gelir. İmâm Ebu Yûsuf (Rh.A.) dan rivayet edilmiştir ki:
Satışın caiz olması; ölçek (mikyâl) kap ve benzeri gibi, doldurmakla hacmi
büyümeyen ve artmayan şeylerden olduğuna göredir.
Ama ölçek, zenbiî ve
benzeri gibi olursa, caiz değildir. Keza, taş ufalanırsa yâhûd salatalık
(hıyar) ve kavun gibi kurutulduğu zaman hafifleyen bir şeyle satarsa, caiz
olmaz.
Satış belü miktar
(müsemmâ) da, o miktar — gerek bir olsun ve gerek daha çok olsun — yığın
hesabıyla satılır da, meselâ; Ölçeği yeyâ iki ölçeği şu kadara diye
bildirilirce, sahih olur. Yâni satıcı; «Şu buğday yığmmm her bir ölçeğini veya
iki ölçeğini veya üç Ölçeğini sana şu kadara sattım.» dese, İmâm A'zam' (Rh.A.)
a göre; ölçeklerin adedinde belirtilen miktar satış caiz olur. Geri kalanda
caiz olmaz. Ancak ölçeklerin hepsini belirtmekle (tesmiye) bütün yığın
bilinerek, cehalet ortadan kalkarsa, veya ayrılmadan önce o meclisde ölçülürse
caiz olur. İmâıııeyn (Rh. Aleyhİmâ); mutlaka caiz olur, demişlerdir.
İki cinsten iki buğday
yığınının satışı sahih değildir. Yâni İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre; müsemmâ
(belirtilmiş) olan miktarda iki yığının satışı, caiz değildir, Meselâ biri
buğday, diğeri arpa yığını gibi, ki her ölçeği veya her iki ölçeği şu kadara
dese, bir ölçekte İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre; satış sahih olmaz. Çünkü, iki
.yığın farklıdır. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, ikisinde de sahih olur.
«Muhit» ve «îzâh» da
zikredildiğine göre: Akd, buğdaydan ve arpadan bir Ölçek üzere, İmâm A'zam'
(Rh.A.) a göre, sahih olur. Yine İmâm A'zam1 (Rh.A.) a göre, belirtilen (müsemmâ
olan) miktarda satış; sürü gibi farklı şeylerde de sahîh değildir. Sürüden
murâd, koyun sürüşüdür. Koyunun tanesi; veya iki tanesi şu kadara, diye satmak
caiz olmaz. Çeşitli giysilere şâmil olan denk de, böyledir. Her giysiyi veya iki
tanesini şu kadara sattım dese, sahih olmaz. Çünkü bâ'zılanndaki fark, çekişmeye
sebeb olan cehaleti gerektirir. Yığın, bunun hilâfmadır.
Her iki grubu, yâni
satılanı ve semenini zikrederek; şu sürüyü sattım, bu yüzbin dirhemdir, veya şu
dengi sattım, o on elbisedir, yüz dirhem eder, diyerek tafsilât vermese, yâni
koyunun veya elbisenin tâ-nesi şu kadardır, demese satış, farklı olsun, olmasın,
satılan şey (mebi) ve semen bilindiği için, hepsinde icmâen şahindir. Eğer o
yığını, yüz ölçektir, diye yüz dirheme satar da yığın yüzden az çıkarsa, satış
sa-hîhdir. Burada hüküm; her ölçek bir dirheme, diyerek her ölçek için semen
tesmiye etmekle, etmemek arasında değişmez. Çünkü, ölçekler arasında fark
yoktur. Sayılabilen farklı şeyler (adediyyât-ı mütefâvite) bunun aksinedir.
Nitekim, yakında açıklanacaktır. Şu hâlde; müşteri az olan bu yığını ya semenden
hissesiyle alır yâhûd akdi fesh eder. Yâni müşteri, iki şey arasında
muhayyerdir: Çünkü, pazarlık (saf-ka)
ayrıdır. Müşterinin mevcuda rızâsı tamâm değildir. Ya da yığın yüz ölçekten daha çok bulunsa, fazlası satıcınındır,
yüzü müşterinindir. Çünkü satış, muayyen miktar üzere vâki olmuştur. O miktar da
mev-cûddur. Afcd sahîhdir. Miktar vasf değildir, ki satışda dâhil olsun.
Nitekim, giysinin satışında dâhil olduğu gibi. Şu hâlde fazlalık, satıcının
olur.
Şayet arşınla ölçülen
(mezru1) mal satılsa, o da yakanda geçen gibidir. Yâni mebîin ve semenin tümünü
belirtip her zira1 veya
iki zira' şu miktara demese, satış sahih olur. Eğer müşteri onu tamâm bulursa,
muhayyer olmaksızın o tamâmı semenin hepsi ile alır. Eğer daha az bulursa,
müşteri muhayyerdir. Dilerse, o azı, semenin hepsi iîe alır veya terk eder.
Çünkü ölçü, giyside vasfdır. Giysi için arazî nitelik ma'nâsmda değil. Belki
Fukahâmn ıstılahında nitelik (vasf), bir şeyin tabiî olup ondan ayrılmayanıdır.
Şayet o nitelik, onda hâsıl olsa, glyecekde zira' ve evde bina gibi her ne kadar
nefsinde cevher ise de, onun güzelliğini artırır. Nitekim, daha önce «Yeminler
Bölümü» nde geçti. Çünkü on zira' olan ve on dirheme eşit olan bir giysi; şayet
ondan bir zira' eksik olursa, dokuz -dirheme eşit olmaz. Ölçülen ve sayılan
şeyler (mekîlât ve adediyyât), bunun aksinedir. Çünkü onların ba'zısı, miktar
(kadr) ve asi diye adlandırılır ve diğer ba'zısma eklenmesi mecmu' için kemâl
ifâde etmez. Çünkü on ölçek olan buğday, şayet on dirheme eşit olsa.; dokuz
ölçeği, dokuz dirheme eşit olur. Vasf m ve. aslın tefsirinde ihtilâf
.edilmiştir. Hepsi bizim zikrettiğimiz şeye râcidir. Bu ma'nâya göre; semenin
vasfından bir şey, ona karşılık olmaz. Hayvanın bacakları gibi. Ancak tenâvül
ile maksûd olursa, olur. Nitekim, yakında açıklaması gelecektir.
Müşteri, daha çok olanı
satıcının muhayyerliği olmaksızın alır.
Çünkü daha çok olmak
(ekser), vasftır. Mebîi kusurlu diye satıp, halbuki o satılan şeyin kusursuz
çıkması gibi, olur. Eğer farklı olan şeyi (mütefâviti) satarsa, yine böyledir.
Yâni mebî' ve semenin hepsini birden belirtip (tesmiye edip) tafsîlsiz satsa,
satış tümünde sahih olur. Şayet mebî ve semen eşit olsalar; onlardan her biri
bilindiği için, satış lâzım olur. Daha az ve daha çokda ise, satış sahih
değildir.
Gayet'ül-Beyân'da,
«îzâh» dan naklen denmiştir ki: «Şayet satıcı, şu sürüyü elli baş hayvan olmak
üzere, sana şu miktara sattım.» dese veya «Şu yük dengini elli giysi olmak
üzere, sana şu miktara sattım.» dese, satış caiz olur. Çünkü mebî' ve semenin
hepsi adını koymakla ma'lûm olmuştur. Şayet satılan şey fazla veya eksik bulunsa
satış fâ-sid olur. Çünkü fazlalığın üzerine akd vâki olmamıştır. Bu durumda,
sanki ellibir giysiden bir giysi satmış gibi olur. Bu ise farklı mechûi
(mechûl-İ mütefâvit) olduğu için fâsiddir. Eğer satılan şey eksik olursa, eksik
olan giysinin hissesini indirmeye muhtaç olur. Bu da, bilinmez. Şu hâlde, yine
fâsid olur. Değer yönünden çeşitli olan diğer şeylerin satılması da bunun
gibidir. Şayet ölçülen şeyin (mezrûun) satışında, mebîi ve semeni zikrettikden
sonra her bir zira' bir dirheme, sözünü eklese, — yığın (subra) dan
bahsetmemiştir. Çünkü yukarıda zikrettik ki; burada hüküm, bu kaydı zikretmekle
etmemek arasında fark doğurmaz. Çünkü fark yoktur. — zikredilen şeyin hepsinde
satış sahih olur.
Eğer birinci surette
müşteri, ölçülen mebîi daha az veya daha çok bulursa; daha az olanı daha az olan semen
ile alır veya terk eder.
Zîrâ vasf, her ne kadar
tâbi oiup semenden bir şeye karşılık olmaz ise de burada semen zikri ile
ayınlmasiyle, asıl olmuştur. Çünkü Fukahâ: «Şayet, hakîkaten tenâvül ile maksûd
olursa, vasf, semenden bir şeye karşılık olur.» demişlerdir. Nitekim satıcı,
sattığı kölenin elini, müşteri teslim almazdan önce kesse; semenin yarısı düşer.
Ya da satıcının hakkı için hükmen tenâvül maksûd olursa, meselâ müşteri yanında
kusur meydana gelirse böyledir. Veya Allah Teâlâ (C.C.) hakkı için tenâvül
maksûd olursa; nitekim müşteri satılan giysiyi diktirdikden sonra kusurunu
görse, semenden düşürmeye, vasfın semenden bir hissesi olur. Şayet vasf, asi
olur ve müşteri satılan şeyi eksik bulursa, muhayyerlik sabit olur. Eğer dilerse
eksiğini hissesi ile alır ve dilerse terk eder. Çünkü pazarlık, ayrıdır veya
onda istenilen nitelik yoktur.
İkinci surette daha
çoğu (ekseri) daha çok semen ile ahr veya satışı fesh eder. Çünkü müşteri için,
eğer onun için satılan şeyde fazlalık hâsıl olursa, o satılan şeye semenin
fazlalığı lâzım olur. Nitekim, sebebi daha önce zikredildi. Bu durumda o,
kendisine zarar karışan bir fayda olur. Müşteri muhayyer kılınır. Eğer satılan
şeyi daha az semen ile alırsa, lâfzın gereği ile amel etmiş olmaz.
Musannifin, birincide:
«Veya terk eder.» deyip* burada «Veya fesh eder.» demesine sebeb şudur: Çünkü
satılan şey birincide eksik olunca, mebî1 bulunmamış ve hakîkaten satış mün'akid
olmamıştır. Ekalli, ekal (yâni daha az olanı, daha az semen) ile almak, teâtî ile
satış olur.
İkincide satılan şey,
fazlasiyle beraber bulunmuştur. O da, hakikatte tâbi'dir. İmdi, gerisini sen
düşün!
Şayet müşteri ölçülen
şeyi onbuçuk veya dokuzbuçuk zira' bulsa, birincide muhayyer olmaksızın, on ile
alır. İkincide, muhayyerlikle dokuza alır. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) demiştir kî:
Birinci fasılda müşteri o ölçülmüş şeyi (nıezrû'u) muhayyerlik ile onbire alır.
İkinci fasılda muhayyerlikle on'a alır. İmâm Muhammedi (Rh.A.) de demiştir ki:
Birinci fasılda, müşteri nıebî'i muhayyerlik ile onbuçuğa alır. İkinci fasılda,
muhayyerlik ile dokuzbuçuğa alır. Çünkü zirâ'ın dirhemle karşılanmasının
zarûretindendir, ki zirâ'ın yarısı, dirhemin yarısına karşılık olur. İmdi,
hükmü onun üzerine câri olur. İmâm Ebû Yûsuf (Rh. A.) un delili şudur: Satıcı
her zirâ'ı bir semen ile ayrı ayrı zikredince; her bir zirâ'ı, bir giysi
menzilesine indirmiştir. Halbuki, giysi'eksilmiştir. İmâm A'zam' (Rh.A.) m
delili şudur: Zira', asılda vasfdır. Miktarın hükmünü şart ile alır. Şart ise,
zira' ile kayıdlıdır. Şayet zira' yok olursa, hüküm asl'a geri döner.
Ba'zilan demiştir ki:
Yanlan farklı olmayan kirbâs'da, ,
meşrut üzere ziyâde olan şey, müşteri için iyi ve hoş olmaz. Çünkü bez, bu
takdirde mevzun gibidir. O vakit, fazlalık ona zarar vermez. O bezden zirâ'ın
satışı caiz olur.
Eğer satıcı mezkûr
kaydı, yâni her bir zira' bir dirheme kaydını eklerse, farklı (mütefâvit) olanın
satışında, daha az olanda miktâriyle sahih olur ve muhayyer, olur. Çünkü satıcı,
ondan her biri için semen beyân edince, onlardan her biri satılmış mal (rnebî')
olur. İmdi satış, mevcûd olan sayıda sahîh olur. Lâkin müşteri, satış pazarlığı
ayrı yapıldığı için muhayyerdir. Daha çokda satış fâsid olur. Çünkü satılan şey
fazla olunca, reddedilen farklıda cehalet kalıp, çekişmeye yol açar.
Bir evin yüz
hissesinden on hissesini satmak, icmâen sahilidir. Evden yüz zirâ'dan on
zirâ'ım satmak; İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, sa-hîh olmaz. İmâmeyn' (Rh.
Aleyhima) e göre, caizdir.
Gâyet'ül-Beyân'da;
Sadrıı'ş-Şehıd'den ve İmâm Attâbî' (Rh.A.) den naklen zikredilmiştir ki:
İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) in satışın cevazını1 kabul etmeleri ev yüz zira* (arşın)
olduğu vakittedir. İmâmeyn' (Rh, Aleyhimâ) in tacillerinden de bu anlaşılır.
Şöyle ki, İmâmeyn (Rh. A-leyhimâ): «Çünkü on zira', yüz zirâ'dan evin onda
biridir. Bu durumda, yüz hisseden on hisseye benzer.» demişlerdir. İmâm A'zam'
(Rh.A.) a göre; satış evin belli bir miktarı üzere vâki' olmuştur, müşâ' üzere
vâki' değildir. Çünkü zira', aslında bir tahtanın adıdır, ki onunla ölçülür.
Burada zira' ile ölçülen şeye istiare olunmuştur. O da, muayyendir, müşâ'
değildir. Çünkü müşâ'm zira' ile ölçülmesi tasavvur olunmaz. İmdi, zira' ile
Ölçülen şey kasdedilince, o şey muayyendir, lâkin yeri mechûi olduğundan akd
bâtıl olur.
İki giysinin ikisi de
herevî olmak üzere satılır da, biri mervî çıkarsa, her ne kadar tümün semenini
beyân etmiş olsa da, sahih olmaz.
Çünkü satıcı, mervîde kabulü,
herevîde akdin cevazına şart kılmıştır. Yok olan bir şeyin kabulünü akdde şart
kılmak ise, akdi ifsâd eder.
Ma'lûm olsun ki, bu
fasılda bir takım asılların açıklaması vardır. Birincisi şudur ki: örfcn mebî*
(satılan mal) ismini kapsayan şeyin hepsi, her ne kadar açıkça zikredilmese de,
satışd?. dâhil olur. İkincisi: İttisâl-î karâr ile mebîa muttasıl olan şeyin
hepsi, satişda dâhil olduğu hâlde, mebîa tâbidir ve zikredilen gibi olmayan
tâbi değildir.
Fukalıâ demişlerdir ki:
Kulun sonunculukla tafsil etmesi için konulan şey, ittisâl-i karâr değildir ve
kulun sonunculukla tafsil etmesi için konulmayan şey de, ittisâl-i karârdır.
Üçüncüsü: Bu iki kısımdan olmayan şey; eğer mebîin hukukundan ve ınerâfikından
olursa, satışta, o hukukun ve faydaların zikri ile dâhil olur. Eğer o şey,
mebiın hukukundan ve faydalarından olmazsa, satışda dâhil olmftz. İmdi, bu böyle
kararlaşınca, biz deriz ki: Evin bütün hakkı ve müştemilâtı ile satın
alınmasında, üstündeki kat dâhil değildir. Ya da, o evde olan veya o evden olan
her az ve çoğun hepsiyle denilirse, üst kat dâhil olmaz. Çünkü ev (beyt),
içinde gecelenen şeyin adıdır. Ulv (yâni üst kat), onun mislidir. Bir şey,
mislini 'kendine tâbi kılmaz. Şu hâlde, onda dâhil olmaz; ancak açıkça
söylemekle (tansîs) olur.
Menzilin ulvü (üst
kat), menzilin satın ahnmasiylc de dâhil olmaz, ancak mezkûr kayd ile dâhil
olur. Çünkü menzil, dâr ile beyt arasında bir isimdir. Zîrâ onda süknânm
faydaları, onda hayvanların menzili bulunmadığı için, bir nev'î kusurla hâsıl
olur. İmdi dara benzerliği olup hukukun zikri sırasında tebaan onda üst kat
dâhil olur ve beyte benzerliği olduğu için
üst kat, ta'yîn ve açıklama (tansîs)
olmaksızın beytte dâhil olmaz.
UIv (üst kat), bina ve
darın kapısına muttasıl olan galak m
anahtarı, evi (darı) satın almada dâhil olur. Ayrı olan, dâhil olmaz. O da,
kilit (kufi) dir. Çünkü kilit ve kilidin anahtarı, bu kayd ile dâhil olmazlar.
Hela, darın satın alınmasında, bu kaydı zikrctmeksizîu dâim hududu ile dâhil
olur. Üst katın dâhil olmasının sebebine gelince; çünkü dâr, üzerini hudûd
çevreleyen şeyin adıdır ve üst kat da, o dardandır. Keza, bina dahî ondandır.
Anahtara gelince; bitişik olan kilit, ondan cüzdür. Anahtar, kilidin satışında
tesmiyesiz dâhil olur. Çünkü, ondan cüz gibidir. Kilitten, ancak anahtarla
faydalanılır. Kilit (kufi) ve onun anahtarı dâhil olmaz. Binaya muttasıl olan
merdiven, gerekse ağaçdan olsun dâhil olur. Bitişik olmayan merdiven, dâhil
olmaz. Sedir, merdiven gibidir. Kâfî'de de böyle denmiştir.
Evin (dânn)
satılmasında; gölgelik (zulle), yol, sudan nasib (şirb) ve
sel yatağı (mesîl) dâhil olmaz. Ancak, zikredilmiş kayd ile dâhil olur.
Gölgeliğin dâhil olmamasına gelince; çünkü gölgelik yolun boşluğu üzere bina
edilmiştir. Şu hâlde, yolun hükmünü alır. Yol, su hissesi (şirb hakkı) ve su
arkı hudûddan hâriç oldukları için dâhil olmazlar. Lâkin bunlar haklardandır.
Bunlar, hakların zikredilmesiyle dâhil olurlar ve bunları zikretmeksizin icârede
dâhil olurlar. Çünkü icâre, intifa için mün'akid olur. İntifa ise, ancak in'ikâd
ile hâsıl olur, Satış, bunun aksinedir. Çünkü, ba'zan ticâret için olur.
Dârm satışında ağaç,
her ne kadar tesmiye olunmasa da dâhil olur.
Arazînin satın alınmasında ekin ancak
tesmiye ile dâhil olur.
Çünkü ağaç, yerinde
durduğu için arazîye bitişiktir. Şu hâlde, binaya benzer. Ekin ise, ayırılmak
için arazîye bitişiktir. Şu hâlde o, evde olan eşyaya benzer.
Ağacın satın
alınmasında meyve denil olmaz. Çünkü bitişme (ittisal), her ne kadar
yaradılışdan olsa da; kesip koparmak içindir, sürekli kalmak için değildir. Bu
durumda meyve, ekin gibidir. Ancak ağaçta olan şeyin hepsi veya o ağaçtan olan
şeyin hepsi ile satın alınırsa dâhil olur. Çünkü, bu ^akdîrde ağacın meyvesi
satılan şey (mebî*) deri olur. Ağacın hukukuyla dâhil olmaz. Çünkü meyve, ağacın
hukukundan değildir. Ekilen şeyin, sebze (baki)
olmasından önce satılması sahih olmaz.
Çünkü ekilen şey (zer'), kendisiyle faydalanılan bir şey değildir ve arza
tâbidir. Bu durumda, nitelik (vasf) gibi olur. Şu hâlde, ekilen şeyi ayırmakla
onun üzerine akd yapmak caiz olmaz. Eğer sebzeyi idrâk vaktine kadar terk etmek
üzere satarsa, caiz olmaz. Keza yaş yonca ve sebzeler de bu minval üzeredir.
Eğer satın alman şeyin tahliyesi şart kılındı ise; sebze oldukdan sonra satmak
(bey'), sahîh olur. Yâni, kesip biçmekle veya üzerine hayvanını salıverip
yedirmekle, sebze yerini tahliyeyi şart kıldı ise; bu takdirde satış sahîh olur.
Çünkü şart, akdin gereğidir. Onu ifsâd etmez.
Mukttzî bulunduğu ve
engel bulunmadığı için hissesini ortağına satmak, mutlaka yâni, ge> ..i hasâd
zamanına erişsin, gerekse erişmesin caiz olur. Çünkü satıcı, ortağına nazaran
asıl gibidir. Zîrâ, ikisinin mülkü karışmıştır. Eğer hasâd vaktine kadar müşteri
ekileni bozmazsa, ortağından başkasına, ondan izinsiz satması da caiz olur.
Çünkü, bu takdirde cevaza dönüşür. Nitekim, evin çatısından kirişi satıp hattâ
onu çıkartıp teslim edinceye kadar satışı fesh etmese, caiz olduğu gibi. Şayet
ekilen şey ve y*r ortak olsa, ortağın bîri yansım, ekilenin yarı-siyle beraber
ortağına veya yabancıya, ortağının rızâsı olmaksızın satsa, caiz olur ve
müşteri satıcının yerine geçer. Sonra, yeri satmadan ekinin yarısını satmanın
caiz olmaması şu yerdedir ki; kendisi için orada karar hakkı vardır. Meselâ;
kendi mülküne ekmiştir. Fakat, gâ-sıb gibi, zirâatte tecâvüzkâr olursa, ekilen
şeyin yarısını. satmak caiz olur. Hulâsa'da da böyle denmiştir. Keza münferid
olduğu hâlde, ekilen şeyin hepsini satsa, eğer hasâd vaktine kadar bozulmazsa,
zikredilen gibi satış caiz olur. Çünkü, bu takdirde fesâd ortadan kalkar.
Bir kimse karnında inci
olan balığı satsa, inci satışda dâhil olmaz.
Yâni bir kimse,
karnında inci olan bir balık avlasa, balığa ve karnındaki inciye mâlik olur.
Çünkü ikisinin üzerine- mâlikiyet sabit olmuştur. Eğer balığı satarsa, inci
balığın satışında dâhil olmaz. Çünkü inci, balığın cüzlerinden değildir. Hidâye
ve Kâfî'de «Mâden (Rikâz) Babı j> nda böyle zikredilmiştir.
Buğdayın, başağında
satılması sahilidir. Bakla (bâkıllâ) mn,
başağında satılması da caizdir. Pirinç ve susamı, birinci kabuğunda iken satmak
.sahilidir. Ceviz, badem ve fıstık da, zikredilen gibidir. İmânı Şafiî (Rh.A.);
«Zikredilenlerin hepsi caiz olmaz.» demiştir. İmâm Şafiî' (Rh.A.) nin, başağın
satılmasında iki kavli vardır. Bize göre, zikredilenlerin hepsinin satılması
(bey'i) caiz olur. İmânı Şafiî' (Rh.A.)
nin delili şudur: Ma'kûdun aleyh, yâni buğday, menfaati olmayan şeyle
örtülüdür. Bu durumda, kuyumcu toprağına benzemiştir. Yâni cinsi ile
satıldığında, altın ve gümüş ile karışmış toprağa benzemiştir. Bizim delilimiz;
Nebî-i Ekrem' (S.A.V.) den rivayet edilen şu hadîsdir: Resû-lüllah (S.A.V.),
hurmanın kızarmadıkca satılmasını yasakladı ve başağın ağarmadıkca ve âfetten
emin olmadıkça satılmasından nehy etti. Bir şeyin gayeden sonra olan hükmü,
gayenin önceki hükmünün aksinedir.
İnâye adlı kitabın
sahibi, kitabında şöyle demiştir: «Bu, söz götürür. Çünkü bu, gayenin mefhûmu
ile istidlaldir. (Hanefîlere göre, bu istidlal makbul değildir). Evlâ olan nehy
kavlîle istidlal etmektir. Zira nehy, meşrûiyyeti gerektirir.» Ben derim ki: Bu
da, söz götürür. Çünkü şer'î fiillerden nelıy iktizâ eden meşrûiyyet, vasim
meşrûiyyetinin yok-. luğu ile beraber — bu ise fesadın aynıdır — aslın
meşrüiyyetidir. imdi delîl, müddeâmn (iddia edilen şeyin) aksini ifâde eder.
Çünkü müd-deâ, satışın sıhhatidir. Delîl ise, satışın fesadını ifâde eder. Belki
doğru olan: Nehy ile istidlal, Mccma' sahibinin Bedâyi'de: «Gaye, bize göre
işaret kabîlindendir, mefhûm kabilinden değildir.» sözüne yâhûd Telvîh sahibinin
muâraza ve tercih bahsinde: «Gayenin mefhûmu müt-tefakun alevlidir.»
sözüne mebnîdir, denilmekdir.
Kemâle ermese bile
meyve satmak sahîhdir. Çünkü meyve, hâlen yâhûd ilerde mütekavvim (kıymeti hâiz)
maldır. Şayet müşteri, meyveyi
mutlak satın alsa veya toplamak şartiyle satın alsa, toplaması lâzım gelir.
Meyvenin, satış hâlinde
ağaç üzerinde bırakılmasının şart kılınması, satışı ifsâd eder. Çünkü bu
bırakma şartı, akdin iktizâ etmediği bir şarttır. Onda, müşteri için fayda
vardır. Satıcı, satılan şeyin semenini düşük kaliteli veya kalp (züyûf) bylsa,
satıcının, malı geri alıp semenle onu habs etmek hakkı yoktur. Yâni bir kimse
semenle mal sattıkda; o satıcı İçin, semenini alıncaya kadar malı habs etmek
(alıkoymak) hakkı vardır. Eğer satıcı malı müşteriye teslim etti ise, habs
etmekde hakkı bâtıl olur ve satıcının malı geri almak hakkı yoktur. Satıcının,
ancak semeni istemek hakkı vardır. Eğer satıcı semeni teslim alıp; satılan malı (mebî'i) teslim ettikden
sonra semeni düşük kaliteli veya kalp (züyûf) buldu ise, geri istemek hakkı-
yoktur. Ancak o, hakkım isteyebilir. İmâm Züi'er (Rh.A.), »Satıcı, malı geri
alabilir.» demiştir.
Satıcı, hâlis yerine
kalp (züyûf) parayı teslim alsa; yâni satıcının başka bir kimsede dirhemleri
olup, hâlis zanni ile kalp olanı alıp har-casa, sonra o teslim aldığı
dirhemlerin kalp veya düşük kaliteli olduğunu öğrense, eğer o kalp veya düşük
kaliteli (züyûf) paralar dmııyorsa, onu geri verir ve hâlisini alır. Eğer o kalp
paralar durmuyorsa, gerek helak olmuş (hâlike) ve gerekse helak edilmiş
(müstehleke) olsun geri verilmez ve geri de alınmaz. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.);
«Kalpın (züyû-fun) benzerini geri verip, hâlisi alır. Çünkü, ribâ lâzım geldiği
için eksilen farkı almak (noksan ile rüeû') bâtıldır. Rızâsı olmadığı için,
paraların hâlis olmasındaki hakkını ibtâle sebeb^yoktur. Fâîde; satıcı ile
müşterinin ta'yîn ettiklerindedir» demiştir.
İmâm A'zam ile İmâm
Muhammed' (Rh. Aleyhimâ) in delili şudur:
Borcu ödemek, hakkının
cinsini teslim almakla hasır olur. Öğrendik-den sonra onun hakkı, o hükmü
bozmaktadır. O ise imkânsızdır. Hüküm giyen şey, helak olmuştur.
Musannifin, kalp veya
kalitesi düşük {züyûf) demesine sebeb şudur: Çünkü o dirhemler; kurşun veya içi
bakır, dışı gümüş kaplama olsa, ittifakla geri verilir. Yine, musannifin «sonra
öğrense» demesine sebeb; çünkü, eğer teslim aldığı sırada; o dirhemlerin içi
bakır, dışı gümüş kaplama olduğunu bilirse, hakkı sakıt olur.
Bir kimse, bir şey
satın alıp <ve onu teslim alsa ve semenini peşin vermezden Önce müflisen ölse;
satıcı, alacaklılar (garîmler) ile eşit olur. Yâni bir kimse, bir şey satın alıp
o şeyi teslim alsa ve semenini peşin vermese ve o kimse müflis olarak ölse,
satıcı diğer alacaklılar ile eşit olur. O şeyi, alacaklılar aralarında taksim
ederler..Satıcı, ona diğer alacaklılardan daha haklı olmaz. İmâm Şâl'iî' (Rh.A.)
ye göre; satıcı, diğer alacaklılardan daha haklı (ehak)
olur.
Musannifin «onu teslim alsa»
demesine sebeb; eğer müşteri, onu teslim almasa; satıcı p şeye ittifakla daha
haklı olacağı içindir.
BU ki; satış ba'zı kere
lâzım, ba'zı kere de gayr-i lâzım olur. Lâzım; sarılan bulundukdan sonra
kendisinde muhayyerlik olmayan satıştır. Gayr-i lâzım; kendisinde muhayyerlik
olan satıştır. Lâzım olan satış; daha kuvvetli olduğu için musannif onu önce
anlatıp, ondan sonra şart muhayyerliğini ve
ta'yini zikretmiştir. Birincisi, yâni şart muhayyerliği ile, akdi yapanın asıl
akdi kabulü ile reddi arasında muhayyer olmasını murâd eylemiştir. İkincisi,
yâni ta'yîn ile iki şeyin veya üç
şeyin birini, her hangisini dilerse ta'yîn etmek üzere satın almayı murâd
eylemiştir.. Bu ikisini, diğer muhayyerlikler (hıyârât) üzerine takdim etmiştir.
Çünkü bunlar (şart muhayyerliği ve ta'yîn), hükmün ihtidasını menederîer.
Musannif, ondan sonra görme muhayyerliğini zikretmiştir. Çünkü o, hükmün
tamâmını meneder. Ayb.muhayyerliğini
ertelemiştir. Çünkü ayb muhayyerliği, hükmün lüzumunu meneder.
Şart muhayyerliği bir
kaç çeşittir,
Birinci çeşit,
ittifakla fâsiddir. Nitekim müşteri; «Ben, muhayyer olmak üzere satın aldım.»,
«Ben, bir kaç gün muhayyer olmak üzere satın aldım.» yâhûd «Ebeden muhayyer
olmak üzere satın aldım.» dese, ittifakla fâsid olur.
İkinci çeşit, ittifakla
caizdir. Bu çeşit; «Ben bu şeyi üç güne kadar ve üç günden daha az muhayyer
olmak üzere satın aldım.» demesidir.
Üçüncü çeşit, ihtilaflı
(muhteleiun iîh) dır. Bu, «Ben, bu şeyi bir aya veya iki aya kadar muhayyer
olmak üzere satın aldım.» demesidir. Bu çeşit, İmânı A'zam, İmâm Züfer ve İmâm
Şafiî' (Rh. Aleyhim) ye göre fâsiddir. İmâm Ebû Yûsuf ve İmâm Muhammed' <Rh.
Aleyhimâ) e göre, caizdir.
Şart muhayyerliği;
satan ve satın alan için, yâni ikisinden her biri için beraber caizdir. İkisi de
razı olmadıkları müddetçe, satış bulunmaz. Alan ve satanın ikisinden biri ve
ikisinden başkası için üç güne kadar yâni üç günün sonuna kadar caizdir. Çünkü,
Resûliülah (S.A.V.), Hıb-bân b. Munkız1 (R.A.) a:
«Satış yaptığın zaman;
hile yok! Benim için üç gün muhayyerlik olacak, de!» buyurmuştur. Bu hadîs ile
istidlalin vechi şudur: Muhayyerlik şartı, akdin muktezâsına aykırıdır. O da
lüzumdur. İmdi, akdi bozar. Lâkin, satmak ve satın alnıakda, muhayyerliğe
delâlet eden bu nass ile kıyâsın hilâfına, «Satış yaptım!» lâfzıyîe (delâlet
ile) cevaz vermiştir. Nassda mezkûr müddet — ki üç gündür — o müddet üzerine
münhasır kalır, Üç günden fazlası caiz görülmemiştir.' İınâmeyn (Rh. Aleyhimâ);
«Şayet belli bir müddet belirtirse caiz olur.» demişlerdir.
Eğer üç günden fazlaya
.muhayyer olan kimse; akdden sonra üç günde muhayyer olmayı caiz görürse, müfsid
yerleşmeden ortadan kalktığı için satış, caiz olur.
Şayet bir kimse, üç
güne. kadar semeni ödemezse, satış olmamak üzere satın alsa, sahih olur. Üç
günden fazla müddette ödemek ü'zere satın alırsa, sahih olmaz. Ancak eğer üç
günde semeni Öderse, sahih olur.
Fukahâ' demişlerdir ki:
Çünkü bunda, muhayyerliği şart koşmak ma'nâsı vardır. Çünkü ödemenin (nakdin)
bulunmaması katında, satışın münfesih olmasına mecbur eden (götüren) hacet,
feshde mümâ-tale den
sakınarak şartın muhayyerliğine müihak olur.
Ben derim ki: Bunun
zahiri üzere şu i'tirâz vârid olur. Biliyorsun ki; şart muhayyerliği hakkında
vârid olan nass, kıyâsa muhaliftir. Usûl Kitaplarında anlatılmıştır ki, kıyâsın
hilâfına sabit olan bir şeye, başkası kıyâs edilmez.
Bu i'tirâz, şöyle
savulur: Usûl Kitaplarında anlatılan; hafî kıyâsın
hilâfına sabit olan bir şeye, celi kıyâsın caiz
olmamasıdır. Çünkü yine, Usûl Kitaplarında; kıyâsın hilâfına, nassın delâleti
ve istih-sân yoluyla sabit olan hükmün başkasına ilhakının cevazı da takrir
olunmuştur. İstihsân yolu, hafî kıyâsdır. Burada, ikisinden her biri
muhtemeldir. Nitekim, düşünen kimseye gizh' değildir!
Satılan şey (mebî1),
satıcının muhayyerliği ile mülkünden çıkmaz.
Çünkü, bu sebebin
tamâmı, rızâlaşmak iledir ve muhayyerlik ile tamâm olmaz. Bundan dolayı satıcı,
satılmış olan köleyi âzâd etse, geçerli olur. Her ne kadar satıcının izni ile
teslim alsa da, müşteri onda tasarrufa mâlik olmajz. Eğer müşteri satılan şeyi
teslim alıp; muhayyerlik müddetinde satılan şey elinde helak olursa, satılan
şeyin kıymetini öder. Çünkü helâkla, satış bozulmuştur. Çünkü satılan şey,
mevkuf idi. Mahal olmaksızın geçerlilik yoktur. Şu hâlde müşterinin elinde,
satın alma pazarlığı ile kalır. Bunda, kıymet vardır. Eğer satıcının elinde
helak olursa, onun hesabına helak olur ve satış münfesih olup, müşteri üzerine
bir şey lâzım gelmez. Nitekim, mutlak satışda olduğu gibi.
Satılan şey (mebî')
satıcının mülkünden müşterinin muhayyer olmasiyle çıkar. Yâni muhayyerlik yalnız
müşteri için olsa, muhayyerliğin kalkmasiyle satıcının tarafında satış lâzım
olduğu için, satılan şey satıcının mülkünden çıkar.
Şayet satılan şey
müşterinin yanında helak olsa, kıymetini öder. Çünkü helak, ayb mukaddimesinden
hâlî olmaz. Yakında açıklaması
gelecektir ki, müşteri
mebî'e kusur (ayb)
katsa, geri vermek mümkün olmaz. Geri vermek mümkün olmayınca, akd lâzım ve
satış tamâm olur. Şu hâlde, tesmiye olunan kıymet lâzım gelir. Muhayyerliğin
satıcıya âid olması, bunun aksinedir. Çünkü, muhayyerlik satıcı için olup
satılan şey helak olsa, satış mevkuftur. Nitekim, daha önce geçti. Şu hâlde,
kıymet lâzım gelir. .
Müşteri, satılan şeye
(mebî'e) mâlik olmaz. İmâıneyıı (Rh. Aley-hlmâ); «Müşteri satılan şeye mâlik
olur.» demişlerdir. Çünkü satılan şey, satıcının mülkünden çıkmıştır. İmdi, eğer
müşterinin mülküne girmese, o satılan şey mâliksiz bir mülk olur. Şeriatta ise,
bunun benzeri yoktur. İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili şudur: Semen, müşterinin
mülkünden çıkmamıştır. Şayet satılan şey müşterinin mülküne girse; değiş-tokuş
(muâveze) ile hükrn yönünden, bir şahsın mülkünde iki bedel toplanmış olur.
Bunun, şeriatta benzen yoktur. İmdi, İmâm A'zam' (Rh.A.) m bu sözü tercih
edilip, muhayyerlik ancak müşteriye nazaran meşru kılınmıştır, denilmiştir. Tâ
ki düşünüp, taşınıp maslahat
üzere vâkıf olsun! Eğer satılan şey, müşterinin mülküne girerse, çok defa
müşterinin lehine değil, aleyhine olur. Meselâ; satılan köle, satın alanın
yakını olmakla, O'nun üzerine âzâd edilmiş olur.
Satılan şeye (mebî'e)
müşterinin temellükü bulunmadığına dâir bir kaç fer'î mes'ele vardır:
Birincisi: Şayet
müşteri karısını satın alsa, nikâhı bakî kalır. Çünkü, nikâhı ortadan kaldıran
mülk-ü yemin yoktur.
İkincisi: Müşteri
muhayyerlikle satın aldığı (köle oîan) karısı ile cinsî ilişkide bulunsa, o
kadının reddetmesi caizdir. Çünkü, cima1 nikâhladır; mülk-ü yemîn ile değildir,
ki geri vermek mümkün olmasın. Ancak: kadın bikr
olup, satın alan O'nu cima' ederse, geri veremez, Çünkü, bikri kusûrîanuştır.
Bunun, reddi (yâni geri verebilme hakkını) ibtâl ettiği yakında açıklanacaktır.
Üçüncüsü şudur: Müşteri
muhayyerlik ile, yakınını, yâni zî-rahm-i mahremini
satın alsa, muhayyerlik müddetinde müşteri üzere âzâd edilmiş olmaz. Çünkü,
muhayyerlik müddeti içinde mülk yoktur. Âzâd ise, mülk üzerine mürettebdir.
Dördüncüsü: Keza, «Eğer
bir köleye mâlik olursam, o köle hürdür.» diyen (kimse, muhayyerlik ile bir köle
satın alsa, yine O'nun üzerine âzâd edilmiş olmaz. Çünkü, şartın vukuu yoktur.
Beşincisi: Satın alınan
cariyenin muhayyerlik müddetinde hayzı, istibrâdan sayılmaz. Çünkü istibrâ,
ancak mülkün sübûtundan sonra vâcib olur. Halbuki mülk, sabit değildir.
Altıncısı:
Muhayyerlikle satın alman câriye geri verilse, satıcı üzere istibrâ lâzım
gelmez. .Çünkü O'na müşteri mâlik olmadı, ki mülk yenilenip istibrâ vâcib olsun.
Yedincisi: Muhayyerlik
müddetinde nikâhla çocuk doğuran câriye, müşterinin ümm-ü veledi olmaz. Yâni
bir kimse, câriye olan karısını muhayyerlik ile satın aldıkda, muhayyerlik
müddetinde satıcının elinde (yed'inde) çocuk doğursa, müşterinin ümm-ü voledi
olmaz. Şu hâlde, geri vermeye mâlik olur. Satıcının elinde dememize sebeb
şudur: Çünkü o câriye, eğer müşteri elinde çocuk doğursa, satış lâzım olur ve
muhayyerlik bâtıl olur. Çünkü doğurmak, kusurdur.
Sekizincisi: Eğer
müşteri, satıcının izni ile mebî'i teslim alıp onu satıcının yanına emânet koydu
ise; muhayyerlik ile satın alınan mebı', satıcı hesabına helak olur. Çünkü mülk
bulunmadığı için, mebi'i satıcıya geri vermekle müşterinin teslim alması
(kabzı) ortadan kalkmıştır,
Dokuzuncusu: Me'zûn bir
köle, muhayyerlik ile bir şey satın alıp ve muhayyerlik müddetinde satıcı,
mebî'in semeninden ibra
etse, me'zûn kölenin muhayyerliği bakî kalır. Yâni me'zûn bir köle muhayyerlik
ile bir şey satın alsa ve o şeyin semeninden satıcısı; muhayyerlik müddetinde
ibra etse, kölenin muhayyerliği bakî kalır. Çünkü me'zûn köle, muhayyerlik
sebebi ile satılan şeye mâlik olmayınca, onun muhayyerlik müddetinde mebî'i geri
vermesi temellükden kaçınma olur. Me'zûn için, temellükün velayeti vardır.
Çünkü, O'na bir şey hibe edilse, kabul etmemek için velayeti vardır. .
Onuncusu: Bir Zimmî,
eğer İslâm Dînini kabul ederse, O'nun Zim-mîden muhayyerlik ile şarâb satın
alması bâtıl olur. Çünkü Zimmî müşteri îslâmı kabul ederse, muhayyerliğini
düşürdüğü için Müslüman olarak şarâbı temellük etmesi caiz olmaz.
Kendisine muhayyerlik
sabit olan kimse, ister satıcı, ister müşteri veya ecnebi olsun, satışı fesh
etmek hakkı vardır. Eğer caiz görmek isterse, caiz de görebilir. Sahibinin
bilgisi ve haberi olmaksızın izin verir, ama onun bilgisi olmadan bozamaz.
Velev ki; gâib ölsün. İmâm Ebû Yûsuf ve İmâm Şafiî (Rh. Aleyhimâ); sahibinin
bilgisi olmaksızın, İzin verdiği gibi,
onun bozmak hakkı da vardır, demişlerdir. Bir de; cevaz veren kimseye, sahibi
tarafından, musallat olunmuştur. Bundan dolayı, satışa vekîl olan kimse gibi
rızâsı şart değildir. Çünkü vekilin, tevkil olunduğu şeyde, müvekkilin haberi
olmaksızın tasarruf etmek yetkisi vardır. Çünkü vekîl, müvekkil tarafından
musallattır.
İmâm A'zam ile İmâm
Muhammed' (Rh. Aleyhimâ) in delilleri: Satış akdini bozmak, başkasının hakkında
ret' (ortadan kaldırmak) ile tasarruftur ve zarardan hâli olmaz. Çünkü
muhayyerlik, eğer satıcı için olursa, müşterinin akdin tamâmına i'timâd etmesi
caiz olur. İmdi, onda mutasarrıf olur. Bu takdirde, mebi'İn helak olmasiyte
kıymeti, müşteri ödemesi gerekir. Eğer muhayyerlik müşteri için ise, satıcının
malı için başka bir müşteri aramaması caizdir. Bu, bir çeşit zarardır. İmdi,
kendisi için muhayyerlik olmayanın bilmesi (ilmi) üzere mütevakkıf olur. Vekilin
azli gibi. İzin vermek (icazet), bunun aksinedir. Çünkü, izinde ilzam
yoktur. Halbuki izin, icazete muvafıktır. Biz, muhayyerlik hakkı olan kimsenin,
mucîz olmayan kimse tarafından akdi bozmaya musallat kılınmasını kabul etmeyiz.
Nasıl kabûî edelim ki; mucîz olmayan kimsenin kendisi akdi bozmaya mâlik olmaz.
Ancak akd, gayr-i lâzım olduğu için bozabilir.
Buna, şöyle muâraza
edilmiştir: Sizin zikrettiğiniz zararı ilzam mes'elesi; her ne kadar bilmenin
şart kılınması üzere delâlet ederse de ve lâkin bizim katımızda, iştirâtı (şart
kılmayı) nefy eden şey vardır. O da, kendisi için muhayyerlik olan kimse; eğer
tek başına akdi bozmadı ise, çok defa kendisi için muhayyerlik olmayan-kimse
müddet geçinceye kadar gizlenmiş olup, satış lâzım gelir.
Buna şöyle cevâb
verilmiştir: Muhayyerlik, kaybolmasından korktuğu için kefü tutmakla istîsakı
(yâni, işi sağlama bağlamayı) terk etmek bakımından kendisine razı olunmuş bir
zarardır ve eğer- kendisi için muhayyerlik olan- kimse akdi bozarsa; şayet
diğeri muhayyerlik müddetinde bozulduğunu bilirse, bozulduğu hakkında bilgi
hâsıl olduğu için akd bozulmuş olur. Eğer diğeri akdin bozulduğunu muhayyerlik
müddetinde öğrenip bilmezse, belki muhayryerlik müddetinden sonra öğrenirse,
feshden önce müddeti geçtiği için, satış akdi tamâm olur.
Şart muhayyerliği
(hıyâr-ı şart) mîrâs olmaz. Yâni satış akdi, sağ iken murisin feshi ile münfesih
olduğu gibi, vârisin fesh etmesiyle münfesih olmaz. İmdi, muhayyerlik satıcının
olup ölse, müşteri satılan şeye mâlik olur. Satanın vârisi, müşteriyle
çefcişeınez. Şayet muhayyerlik müşterinin olup ölse, müşteri satılan şeye mâlik
olup, satanın vârisi müşteriyle çekişemez. Şayet muhayyerlik müşterinin olup
Ölse, müşterinin vârisi muhayyersiz mebî'e mâlik olur.
İmdi, eğer «Vâris nasıl
mâlik olur? Halbuki muris mâlik olmadı.»
denilirse, cevaben
deriz ki: Mülkü mûcib olan* akd, murisin hakkında mevcûd idi. lâkin, muhayyerlik
mâni' oldu. Muhayyerlik, vâris hakkında bâtıl olunca, mülkü mûcib eseri zahir
olur. İmdi gerisini sen düşün! İmâm Şâfü (Rh.AJ; «Muhayyerlik miras olur.»
demiştir. Çünkü şart muhayyerliği, satış hukukundan bir haktır. Ayb muhayyerliği ve ta'yîn muhayyerliği
gibi.
Hanefîyye ile Şâfiîyye
Fakîhlerİ icmâ' etmişlerdir ki; şayet aleyhinde muhayyerlik olan kimse ölse — o
da, kendisi için muhayyerlik olmayan kimsedir — muhayyerlik bakî kalır.
Bizim delilimiz şudur:
Mfrâs (irs), intikâl kabul eden şeydedir. Muhayyerlik ise, ancak istemek
(meşîet) ve dilemek (irâde) dir. Halbuki hıyâr-ı ayb ve ta'yînde, miras (irs)
yoktur. Nitekim, yakında sebebi ve delili gelecektir.
Zikredilen şart
muhayyerliği gibi, görme muhayyerliği (hıyâr-ı rû-yet) de miras olmaz. Çünkü
görme muhayyerliği de, ancak istemek ve dilemektir. Hattâ müşteri görmezden önce
ölse, kendisi için olduğu gibi, vârisleri için 4e gördükden sonra red hakkı
yoktur.
Tacili muhayyerliği de,
zikredilen sebebdetı dolayı miras olmaz.
Belki, Ibtidâen vâris
için sabit olur. Çünkü mülkü, başkasının mülkü ile karışmıştır. Muhayyerlik
bâtıl olunca, satış lâzım va tamâm olur.
Ayb muhayyerliği de,
miras olmaz. Belki muris satılan şeye (rae-bi'e) salimen müstehık olur. Keza
murisin yerine geçtiği için, vâris de müstehık olur. Bundan dolayı vâris için
muhayyerlik, teslimden önce satıcının elinde kusûrlanmış olan şeyde, murisin
ölümünden sonra sabit olur.. Her ne 'kadar muris için sabit olmazsa da, vâris
için sabit olur.
Satıcı ile müşteriden
biri, İkisinden başka bir kimseye muhayyerligi şart etse, caiz olur. Satıcı,
müşteri ve o başka kimseden her hangisi izin verir veya bozarsa, istihsânen,
satış sahili olur. Kıyâs, sahih olmamak idi. İmâm Züfer' (Rh.A.) in sözü de
budur. Çünkü muhayyerlik, ak din ahkâmındandır. İmdi semen gibi, başkası için
iştirâtı (şart kılınması) saıhîh olmaz. İstihsânm vechi şudur: Âkidd.en başkası
için muhayyerlik, âkidden niyabetle
sabit olur. Muhayyerlik, âkid için iktizâen takdim edilir. O başkası, âkidin
tasarrufunu doğrulamak için, âkidden nâib kılınır. Böyle olunca, asıldan ve
nâibden her biri için muhayyerlik sabit olur.
Asıl ve nâibden birinin
izin vermesi ve diğerinin bozması hâlinde, birincisi (yâni asıl) evlâdır. Çünkü
asıl, kendisine başkasının ortak olmadığı bir zamanda bulunmuştur. Mâiyyette,
yâni ikisinden iki söz beraber çıkması hâlinde; bir rivayette, âkidin tasarrufu
mu'teher olur. Çünkü nâib, tasarrufu âkidden alır. Diğer bir rivayette de;
bozanın tasarrufu mu'teber olur. Çünkü mecaza, akdi bozma (nakz) lâhik olur,
bozulana (menkûza) ise, izin verme (icazet) lâhik olmaz. Şayet akdi bozma ve
akde izin verme bir araya gelse, bozma evlâdır. Nitekim hür kadının nikâhı,
cariyenin nikâhiyle bir araya geldiği vakitte, hür kadının nikâhı evlâ olduğu
gibi. Çünkü, cariyenin nikâhı üzere i'tirâz vârid olur. Aksi, yâni hür kadının
nikâhı üzerine i'tirâz vârid olmaz. Bir de: İhtiyat bundadır. Çünkü fesh,
müşteri üzerine hürmet (haram olmayı) gerektirir, izin verime (icazet) ise mubah
olmayı (ibâhat) gerektirir. Haram kılan, mutoâh kılana tercih edilir.
Bir kimse, iki köleyi,
ikisinden bfrinde muhayyerlik olmakla satsa; eğer semeni tafsil edip (belirtip)
ve muhayyerlik mahallini ta'yîn etti ise, akd sahih olur. Eğer semeni tafsil
etmeyip ve muhayyerlik mahallini ta'yîn etmedi ise, sahîh olmaz. Bu mes'ele
dört vech üzeredir:
Birincisi: Semeni
tafsil etmeyip ve kendisinde muhayyerlik bulunan köleyi ta'yîn etmemektir. Bu
akd, İn si (İd ir. Çünkü satılan şey ve semen ma'lûm değildir. Zira kendisinde
muhayyerlik olan köle, akd-den hâriç gibidir. Çünkü akd, muhayyerlik ile beraber
hüküm hakkında mün'akid olmaz. İmdi ikisinden biri, akdde dâhil olup, bakî
kalır. Halbuki, o ikisinden biri bilinmemektir.
İkinci vech şudur:
Satıcı, semeni tafsil edip ve kendisinde muhayyerlik olan köleyi ta'yîn
etmesidir. Satılan şey (mebî') ve semen ma'lûm oldukları İçin ve kendisinde
muhayyerlik olan kölede akd makbul olduğu için, her ne kadar diğerinde akdin
mün'akid olması için muhayyerlik şart olsa da, bu akd caizdir. Lâkin o şart,
akdi ifsâd edici değildir. Çünkü o şart, satış için mahaldir. Kınn ile müdebberi
bir araya getirmek gibi.
Üçüncü vech şudur:
Semeni belirtip (tafsil edip), kendisinde muhayyerlik olan köleyi belirtmemek
(ta'yîn etmemek) tir.
Dördüncü vech şudur:
Semeni belirtmeyip, kendisinde muhayyerlik olan köleyi belirtmek (ta'yîn etmek)
tir.. Satılan şey (mebî') veya semen bilinmediği için akd, her ikisinde de
fâsiddir.
Şayet bir kimse, keylî
(ölçekle satılan) veya veznî (tartıyla satılan) bir şeyi veya bir köleyi;
yansında muhayyerlik olmak üzere satın alsa, gerek semeni belirtsin (tafsil
etsin).,-gerekse belirtmesin bu akd aahîh olur. Çünkü, bir tek şeyin yarısı
farklı olmaz. Kıymeti de kendisi gibi farklı olmaz. Eğer bütününün semeni ma'lüm
olursa, yansının semeni de ma'lûm olur. Satılan şey (mebî') ise, ma'lûmdur
(bilinmektedir). Zîrâ şüyu', cevazı nıenetmez, Kâfî'de de böyle denmiştir.
Dörtten aşağı (az) olan
şeyde ta'yîn sahih olur: Bu, ta'yin muhayyerliği (hıyâr-ı ta'yîn) dir. Yâni,
iki giysinin her hangisini dilerse; onu, on dirhem ile almak üzere satın alsa,
caiz olur. Üç giysi olursa, yine böyledir. İstîhsânen, ta'yîn sahîh olur. Eğer
giysi dört olursa, fâsid olur. Bu fâsid olmak, külde kiyâsdir. Çünkü satılan şey
(mebî'), bilinmemektedir. Bu söz, İmâm Züfer (Rh.A.) ve İmâm Şafiî1 (Rh.A.) nin
sözüdür. İstihsânın vechi şudur: Ta'yîn muhayyerliği, «muhayyerliğin şartı
ma'-nâsmdadir. Çünkü muhayyerlik şartında cevaz, en uygun ve en iyi olanı
seçmesi için, düşünmeye ihtiyâç olduğundandır. Bununla beraber, akdin
muktezâsına muhaliftir. Onun için burada, yâni ta'yîn muhayyerliğinde,
kendisine güveneceği veya satılan şeyi {mebî') kendisine satın alacak bir kimse
seçmeye muhtaç olur. İhtiyâcı gidermek için, bu vech üzere satış caiz görülür.
Bilmemea&iğin (cehaletin) fesadı gerektirmesi, ancak çekişmeye (nizâa) yol
açtığı vakittedir. Muhayyerlik müşteri için kıhnsa, çekişmeye yol açmaz. Çünkü
emir, ona havale (mü-fevvazan ileyh) olur. İmdi hangisini dilerse onu.seçip,
diğerini reddeder. Ceyyidi (iyi olanı), redîi (düşük olanı) ve vasatı (orta
nitelikde olanı) kapsadığı için, ihtiyâç üç ile giderilir. Dörtte çekişme
bulunmasa da, ihtiyâç da yoktur. Bu ruhsat ise, ihtiyâç ve çekişmenin (nizâm? ikisiyle
kâimdir. İmdi, biri ile ruhsat hâsıl olmaz. Sonra, ba'zı Fukahâ': «Bu akdde şart
muhayyerliği olması şart kılınır.» Ba'zıları; «Şart kılınmaz.» demişlerdir. Şart
muhayyerliği zikredilmeyince; İmânı A'zam' (Rh.A.) a göre; ta'yîn
muhayyerliğinin üç gün ile tevkîU (yâni, üç günlük vakit ta'yîni) mutlaka
lâzımda-. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre; belli bir müddet ile tevkîti (yâni,
vakit ta'yîn edilmesi) gerekir.
İki kimse muhayyerlik
ile satın alıp biri razı olsa, diğeri onu red edemez. Yâni iki adam, bir köleyi
üç gün muhayyer olmak üzere satın alsa, imdi biri razı olup diğeri râz'ı olmasa,
îmânı A'zara' (Rh.A.) a göre; diğerinin- o köleyi geri verme hakkı yoktur.
îmâmeyn (Rh. Aleyhimâ), «Diğeri, geri verir.» demişlerdir,. Kusur muhayyerliği
de öyledir. Yâni iki kimse, bir köle satın alsa, kölenin kusuru ortaya çıkıp,
biri razı diğeri razı olmasa, hüküm zikredilen gibidir. Görme muhayyerliği de
böyledir. Yâni iki kimse, görmeden bir şey satın alıp biri gördükde razı olup
diğeri razı olmasa, hüküm yukarıda geçen gibidir. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) bunda
da ayrı görüştedir. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) in delili şudur: O iki kimse için
muhayyerliğin isbâtı, ikisinden her birine isbâtdir. Çünkü muhayyerlik,
aldatmayı yok etmek için meşru olmuştur. İkisinden her biri, kendisinden
aldanmayı defetmeye muhtâc-dırlar. Eğer muhayyerlik, diğerinin, kendi
muhayyerliğini ibtâl ile bâtıl olsa, maksûdu hâsıl olmayıp, bu sebeble ona zarar
dokunur.
İmâm A'zam* (Rh.A.) m
delili şudur: Meşrut, ikisinin muhayyerliğidir. Yoksa ikisinden her birinin
ayrı ve tek başına muhayyerliği değildir. Şu hâlde ikisinden biri red ile
münferid olmaz (yâni, tek başına red edemez), ..-
Ben derim >i; Bunun
tahfeîki şudur: Muhayyerlik bir tasarruftur, ki onda reye muhtâcolunmv,Satış,
huT ve bunların benzerleri gibi. Böyle olan her şey iki adama havale edilirse,
onlardan hiç biri müstakil hareket edemez. Vekâlet gibi. Çünkü müvekkil, iki
adamı satışa ve benzerine vekîl etse; o iki vekilin biri, diğeri olmaksızın
tasarrufa kadir olamaz. Çünkü müvekkil, onların ikisinin reyine razı olmuştur.
Yoksa, birinin reyine değil. İvazsız, karısının talâkına tevkil veya emâneti
geri vermeye veya bunların benzerine tevkil, zikredilenin aksinedir. Çünkü
talâka tevkîl, reye muhtâc değildir. Belki sâdece tâbir ve ifâdeden ibarettir.
Bu husûsda, vekillerden birinin ve ikisinin sözü ve ifâdesi müsavidir.
Kendisinde muhayyerlik
şart kılman evin yanında satılan bir evi
şuf'a
ile alan kimse, şart muhayyerliğini ibtât
eder. O da, satın alman (müşterât) evdir.
Yâni bir kimse, üç gün muhayyer olmak üzere bir ev satın alsa, o evin yanında
bir ev satılsa; birinci evi muhayyer satın alan kimse şufa ile, o satılan evi
alsa, imdi onun alınması birinci ev için rızâdır. Çünkü şuf ayı istemek; evde
mülkü seçtiğine' delildir. Zîrâ şuf'a ile almanın sabit olması, araya girenin
(dahilin) zararını savmak içindir. Halbuki o savmak, mülkün dâim olmasiyle olur.
îmdi, muhayyerliğin düşmesinin bundan önce olmasını tazammun eder. Mülk, satın
alma vaktinden istinâd ile sabit olur. İmdi böylece, cevazın sabit olduğu
meydana çıkar. Görme muhayyerliği bunun aksinedir ki, bir kimse bir ev satan
alıp ve o evi gormese ve onun yanında bir ev satıl-dıkda şufa ile onu alsa, o
kimsenin birinci evi görme muhayyerliği ile red etmek hakkı vardır. Şayet evi
satışa çıkarsa, zikredildiği gibi görme muhayyerliği bâtıl olmaz. Şartın
muhayyerliği bâtıl olur. Çünkü o kimse, «Şartı ibtâl ettim.» dese, muhayyerlik
düşer. Eğer, «Görme muhayyerliğini ibtâl ettim.» dese, bâtıl olmaz. Çünkü onun
sübûtu, görmek üzere mevkuftur. Yakında açıklaması gelecektir. Gâyet'ül-Beyân'da
da böyle denmiştir.
Yine, kendisinde
muhayyerlik şart kılman şeyin, meselâ, (satılan kölenin) elini kesmek gibi
giderilmesi mümkün olmayan bir kusurla kusûrlanması, şartın muhayyerliğini ibtâl
eder. Bu takdirde geri vermek imkânsız, (mümteni') olur. Hattâ satılan şey
hastalanıp ve o hastalık ortadan kalksa, geri verilmesi caiz olur. Şart
muhayyerliğini, muhayyerlik müddetinin geçmesi de ibtâl eder. Çünkü
muhayyerlik, onun için ancak o müddette sâbitdir. Meselâ, mukadder vakitte
muhayyer bir kadın gibi (yâni, kendisini boşamaya muhayyer kılman kadın gibi). O
muhayyer kadın' için, müddet geçtikden sonra muhayyerlik kalmaz. Şart
muhayyerliğini, zikredilen gibi fesh edilmeyen bir tasarruf dahi ibtâl eder.
Âzâd ve tedbîr gibi. Yâni muhayyer olmak üzere satın aldığı köleyi âzâd veya
müdebber etmekle muhayyerlik bâtıl olur. Veya ancak mülkde helâl olan bir
tasarrufla da muhayyerlik bâtıl olur. Meselâ-; cinsî ilişkide bulunmak, öpmek
ve şehvetle dokunmak gibi. Ya ela, bir
tasarruf, ki ancak mülkde geçerli olur. Meselâ; muhayyer satın aldığı şeyi
satmak, rehn koymak, kiraya vermek ve hibe etmek gibi. Çünkü bunlardan her biri
mülkü seçmenin ve onun kalıp devam etmesini istemenin delilidir.
Muhayyer satın aldığı
giysiyi bir kere giymek veya hayvana
bir kere binmek ve bunların benzerleri, şart muhayyerliğini ibtâ.l etmez.
Çünkü giymek ve binmek
ile müşteri sınamış ve denemiş olur. İmdi bu, istibkâya (yâni, malın kendisinde
kalıp devam etmesini istediğine) delâlet etmez.
Bir kimse ertesi güne
katlar muhayyerlik ile bir şeyi satın alsa, ertesi günde de muhayyer olur. İmdi
bu günde muhayyer olduğu gibi, ertesi günde de muhayyer olur. Keza öğleye ve
geceye varıncaya kadar deyip muhayyer satın alsa, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre,
öğle ve gece dâhil olur. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, öğle ve gece dâhil
olmaz. Çünkü, ertesi gün ve onun benzeri gaye kılınmıştır. Gaye (sınır) ise,
mugayyâ (sınırlanan) da dâhil olmaz. Orucda, gece dâhil olmadığı gibi. İmâm
A'zam' (Rh.A.) in delili şudur: Gaye, şayet hükmü, gayeye uzatmak için olsa,
gaye mugayyâda dâhil olmaz. Orucda, gece dâhil olmadığı gibi. Çünkü oruç, bir
saatin (belirli bir vaktin) orucunu da kapsar. Geceye kadar, denildiği vakit,
hüküm gayenin yerine kadar uzatılır. Şayet gayenin .ötesini (maverasını)
çıkarmak için olsa, gayenin yeri dâhil olduğu hâlde kalır. Nitekim, dirseklerde
olduğu gibi. Çünkü kolların mutlak söylenmesi, koltuk altlarını da dâhil eder.
Gayenin zikredilmesi, gayenin ötesini hükümden çıkarmak içindir. Bu takdirde
gayenin ,yeri, dâhil kalır. Burada muhayyerlik ile olmak üzere ikti-sâr olunsa,
muhayyerlik müebbeden sabit olur. İmdi satış, fâsid olup gaye, ötesini
(maverasını) ıskat eder. Te'cîl bunun aksinedir ki, şayet satıcı Ramazân'a kadar
müeccel (veresiye) satsa, Ramazân dâhil olmaz. Mutlak te'cîl yapsa; «Sana,
müeccelen (veresiye) sattım.» deyip ve vakit zikretmese, müddet (ecel) müebbed
olmaz. Belki yarım güne veya üç güne veya bir aya sarf olunur ve bir ay olmak
üzere fetva verilir. İmdi gaye, hükmü gayeye uzatmak için olur. Bu takdirde
hükümde dâhil değildir.
Muhayyerükde söz,
münkirindir. Yâni, iki âkid muhayyerliğin şart kılınmasında anlaşmazlığa
düşseler, zahir rivayette söz, yeminiyle beraber muhayyerliği inkâr edenindir.
Çünkü muhayyerlik, ancak şartla sabit olur. Şu hâlde muhayyerlik arızî şeylerden
(avarızdan) dir. Bu durumda söz, «Muhayyerlik yoktur.» diyenindir. Müddet (ecel)
da'vâ-sında olduğu gibi.
Muhayyerlik müddetinin
geçmesinde anlaşmazlığa düşseler,
söz
münkirindir. Çünkü onlar, muhayyerliğin sübûtu
üzere birbirlerini doğrulamışlardır. Bundan sonra, ikisinden biri müddetin
geçmesiyle muhayyerliğinin düştüğünü iddia etmiştir. Bu durumda söz,
münkirindir.
Yine şartın
ziyâdeliğinde ihtilâf etseler, yâni muhayyerliğin miktarında ihtilâf etseler;
söz, iki vaktin en kısasını iddia eden kimsenindir. Çünkü diğeri, şart olan
muhayyerlik müddetinin daha uzun olduğunu iddia etmektedir, öbürü ise bunu
inkâr etmektedir.
Bir kimse, bir köleyi
ekmekçi veya kâtib olması şartiyle satın alsa, ve O'nu şartın aksine bulsa, O'nu
semeniyle alır veya terk eder. Çünkü şart, kölede istenen niteliktir. İmdi,
akdde şart ile müstehak olur. Bundan sonra, o istenen niteliğin bulunmaması
muhayyerlik îcâb eder. Çünkü müşteri onsuz, o köleye razı değildir. Bunun
açıklaması şudur: Şart koşulan bu niteliğin kölede bulunmaması, kölenin,
kendisine ekmekçi ve kâtib denecek kadar, ekmekçilik etmeye ve yazı yazmaya
kadir olmamasiyledir. Bu takdirde, köleyi semenin tümü ile kabul etmek ile O'nu
geri vermek arasında muhayyer kılınır. Şayet geri verilmesini sebeplerden bir
sebeb menetmezse, meselâ; sütlü olmak veya sağılır olmak üzere koyun satın alıp,
bu niteliğin bulunmaması gibi. Zikredilen sebeblerden dolayı müşteri muhayyer
olur.
Koyunun gebe olması
veya bir ntl sütü sağılması şartiyle
satın alınması, zikredilenin aksinedir. Akdi ifsâd etler (bozar). Çünkü bu,
nitelik kabilinden değildir. Belki, fasid şart kabîlindendir. Zira, koyunun
gebe olması ve bir ntl sütü çıkacağı gerçekten bilinmez. -
Bir kimse muhayyerlikle
bir câriye satın alıp, «Satın aldığım câriye budur.» deyip, O'nun yerine başka
câriye geri verse, hu »edenle satıcı ile müşteri çekişip, satıcı; «£Bu cariyeyi
değiştirdin, sattığım câriye bu değildir.» deyip ve müşteri de değiştirdiğini
inkâr etse; satıcının de-Hli de olmasa, söz yeminiyle müşterinindir.
Satıcının geri verilen
cariyeyi cima etmesi caizdir. Çünkü müşteri Onu geri verince, o semenle
satıcının cariyeyi temlikine razı olur. Şu hâlde, satıcının da temellük etmesi
caizdir. Vâkıât'da da, böyle denmiştir.
Satıcının ve müşterinin
görmedikleri şeyi satma ve satın almaları caizdir. Yâni bir adamın, görmediği
bir şeye mâlik olup onu satması caizdir. Meselâ; O'na mîrâs kalan mal gibi.
Keza, bir adamın görmediği bîr şeyi satın alması da caizdir.
Nitekim, rivayet
edilmiştir ki; Hz. Osman (R.A.J, Talha b. Abdullah' (R.A.) a Basra'da olan bir
yerini (arzını) satmış. Bunun üzerine ba'zı kimseler, Talha' (R.A.) ya; «Sen,
aldandın.» demişler. Talha (R.A.) da, «Benîm için muhayyerlik vardır. Çünkü ben,
görmediğim şeyi satın aldım.» demiştir.
Öz. Osman' (R.A.) a da;
«Sen, aldandın.» denildi. Hz. Osman (R.A.) da, «Benim için muhayyerlik vardır.
Çünkü ben, görmediğim şeyi sattım.» demiş, bunun Üzerine, Cübeyr b. Mut*im'
(R.A,) i aralarında hakem ta'yîn etmişler. Cübeyr; Talha (R.A.) için
muhayyerlik bulunduğuna hükmetmiş. Bu hüküm, Sahâbe'nin (Allah Teâîâ (C.C),
onların hepsinden razı olsun) huzurunda vâki olmuştur.
Zeytin, tulumda;
buğday, çuvallarda; inci, hokkada ve giysi yen içinde ve cariyenin yüzü peçeli
olmakla görülmeyen mebf, gerek mec-lisde hâzır olsun —satıcı ile alıcı mebî'in
satıcının mülkünde mevcûd olduğunda ittifak edip müşteri mebî'den bir şey
görmese — gerekse satılan şey meclisde bulunmayıp mebî'in cinsinden* başka bir
şey olmayan yer işaret etsin, satış caiz olur. Yâni o işaret edilen yerde
satılan şeyin (mebî'in) adıyla adlandırılan mebî'den başkası olmazsa, satış caiz
olur. Miişteri satılan şeyi gordükde, O'nun için muhayyerlik vardır. Eğer
dilerse alır, dilerse almaz. İmâm Şafiî (Rh.A.) .«Müşteri, satılan şeyi
görmediği zaman, satılan şey bilinmediği için akd sahîlı olmaz.» demiştir.
Bizim delilimiz şudur;
Satışı tecviz eden umûm atta, yâni genel nasslarda görme kaydı yoktur. Onun
üzerine, görme kaydı eklenmez. Çünkü görme kaydını eklemek, nesh etmek gibidir.
Resûlüllah' (S.A.V.) den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
«Bir kimse görmediği
şeyi satın alsa; o şeyi gördükde, onun için muhayyerlik vardır.»
Biti de; satılan şeyin
bilinmemesi ancak çekişmeye vardınrsa o zaman, satış* ifsâd eder. Meselâ; bir
sürü koyundan, bir koyunun satılması gibi. Şayet çekişmeye vardırma/sa, satış
fâsid olmaz. Buğday yığınından bir ölçeğin (kafîzin) satılması gibi. Görmekle
meydana gelen bilmemezlik, çekişmeye vardırmaz. Çünkü satılan şey müşteriye
uygun gelmezse, müşteri onu (möbî'i) geri verir. Kendisine işaret edilip,
görülmüş olan şeyde niteliğin bilinmemesi gibi olur. Meselâ; müşteri, bir giysi
satın ahp arşın sayısını bilmese, her ne kadar görmezden önce razı olsa da —
yâni müşteri satılan şeyi görmezden önce razı oldum deyip, sonra görse— onun
reddetme hakkı vardır. Çünkü muhayyerliğin sübûtu, görmeye bağlanmıştır.
Nitekim, bizim rivayet ettiğimiz Hadîs'e göre, görmezden önce muhayyerlik sabit
olmaz. Fakîhler böyle demişlerdir.
Ben, «Bu, söz
götürür.»,derini. Şöyle ki: Evvelâ; Fıkıh Usûlü kitaplarında tekarrur ettiğine
göre; kendisine şart edatı dâhil olan her şey şart olmak îcâb etmez. Şu ma'nâya
ki, bir şeyin mevcudiyeti ona bağlı olur. Hattâ o şartın yok olmas^le, meşrutun
yok olması (ortadan kalkması) lâzım gelir.
Saniyen; bu delil,
şartın mefhûmu ile istidlaldir. Halbuki biz, buna kâü değiliz.
Uygun olan vech, şöyle
denllmesidir: Şayet akd, görmezden önce rızâ ile lâzım gelse, ondan
muhayyerliğin imtinâı lâzım gelir. Halbuki muhayyerlik, nass ile sabittir.
İmdi, onun ibtâline götüren şey de bâtıldır.
Satıcı için, görme
muhayyerliği yoktur. Nitekim, daha önce Cübeyr b. Mut'im' (R.A.) in hükmünde
geçti. Onun, belli bir vakti yoktur. Çünkü Hadîs-i Şerîf, müşteri için mutlak
muhayyerlik ile vârid olmuştur.
İmdi onda vakit
ta'yîni, nass üzere ziyâde etmektir. O im ibtâl edici bulununcaya kadar, vârid
olan görme muhayyerliği bakî kalır.
Tevkît (vakit ta'yîni)
ancak satın almada, icârede, taksimde ve mal da'vâsından belirli bir şey üzere
sulh da sabit olur. Çünkü bunların her biri değiş-tokuş (muâveze) dur.
Maksûdu bildiren şeyin
görülmesi yeter. Satılan şeyin hepsinin görülmesi gerekmez. Çünkü, hepsinin
görülmesi imkânsızdır. Şu hâlde, maksadı bildiren şeyin görülmesi yeter. Eğer
satılan şey (mebî1), bir cinsden olan çok şeyler is*; o şeylerin bireyleri
ölçülen (mekîl) ve tartılan (mevzun) şey gibi farklı olmazsa, — ki onların
alâmeti numune (örnek) arz etmektir. Yâni mislini göstermektir. — onlardan
birinin görülmesi yeter. Ancak geride kalanı; görülen örnekdeıı daha kötü ise,
bu takdirde müşteri muhayyer olur. Eğer satılan şeyler, giysiler ve hayvanlar
gibi farklı şey ise, her birinin görülmesi gerekir. İmam Kerhi' (Rh.A.) nin
zikrettiğine göre; ceviz, badem ve yumurta bu çeşitlendir.
Hİdâyc sahibi demiştir
ki: Uygun olan; ceviz ve bademin, buğday ve arpa gibi olmasıdır. Çünkü ceviz ve
badem, büyüklükele birbirine yakındır. İmdi bu anlaşıldı ise; biz deriz ki;
maksad kendisiyle bilinen şey, yığının yüzü gibidir. Çünkü yığının yüzü ile,
geri kalanının durumu bilinir. Eğer geri kalan, yüzünden kötü bulunursa,
müşteri muhayyer kılınır.
Kölenin yüzü de
böyledir. Çünkü insanda maksini olan yüzdür. Yine, meselâ hayvanın yüzü ve
sağrısı (kaba eti) gibi. Çünkü hayvanda maksûd olan, bu ikisidir. Fukahâ'dan
ba'zıîarı; hayvanın dört ayağının görülmesini şart kılmıştır. Yüzü ve sağrısını
görmenin şart olması, İ-mâm, Ebû Yûsuf
(Rh.A.) dan rivayet edilmiştir.
Sağılır koyunun akan
sütünü görmek de böyledir. Bu da, maksûdu belirten şeydendir. Onun görülmesi
yeter.
Durulmuş, nişansız
giyeceğin dışını görmek yeter. Çünkü dışı, geri kalanını tianımlar. Şayet nişan
(alem) yeri gibi, maksûd olan
§ey; giyeceğin içinde olsa, görülmesi gerekir Nişan yerini, nişanlanmış olduğu
hâlde görmek lâzımdır.
Koyunun etine eliyle
dokunmak yeter. Çünkü maksûd olan ettir.
Dokunmakla durumu
bilinir. Yenilen şeyi tatmak yete_r. Çünkü tatmak, maksadı bildirir. Konağın
(darın) dışını ve sahnnıı (orta boşluğunu)
FÖrnıek yetmez. Belki, bütün bölümlerini görmek gerekir. Konağm sahnını
veya dışını gören kimse için muhayyerlik olmaması hakkında rivayet edilen
hüküm, ancak binalarda eskilerin (kudemânın) âdetine göredir. Çünkü onların
konaklan (darları), o devirde farklı değildi. Dışına bakıp görmek, içinin
durumunu bildirildi. Fakat günümüzde durum böyle değildir.
Şişenin içinde yağı
görmek de yetmez. Çünkü şişetlp yağı görmek, engel bulunduğu için, gerçekden
yağı görmek değildir
Müşterinin, satın
almaya vekili gibi, teslim almaya vekîl kıldığı kimsenin mala bakması yeter.
Müşterinin elçisinin bakması yetmez.
Biline ki; burada satın
almaya vekîl var, teslim almaya vekil var, elçi var. Satın almaya vekîl
edilmenin sureti; müvekkilin bir başka' kimseye: «Şu şeyi satın almaya benim
vekilim ol.» demesidir. Teslim almaya vekîl edilmenin sureti: Müvekkilin, «Benim
satın aldığım ve gördüğüm şeyi teslim almaya vekîl ol.» demesidir. Elçiliğin
sureti; «Benim satın aldığım şeyi teslim almaya tarafımdan elçi ol.» demesidir.
Birinci vekilin
görmesi, bil'icmâ' muhayyerliği düşürür. İkinci vekilin görmesi; İmâm A'zam'
(Rh.A.) a göre, o şeye bakarak teslim almışsa, muhayyerliği düşürür. O zaman,
ne vekîl ve ne de müvekkil onu geri veremez. Ancak kusuru ortaya çıkarsa,
verebilir. Fakat vekîl, o şeyi örtülü olarak teslim aldıkdan sonra görüp
muhayyerliği düşürse, muhayyerlik düşmez. ÇünKü vekîl onu örtülü olarak teslim
alsa, tevkil, eksik teslim almakla sona erer. Böyle olunca, artık onu
düşürmeye kasden mâlik olmaz. Çünkü vekü, yabancıdır. Şayet, o şeyi teslim
almaya elçi gönderse; elçi de onu gördükden sonra teslim alsa, müşterinin o
şeyi geri vermek hakkı vardır. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) şöyle demişlerdir: Teslim
almaya vekîl olan ve elçi şunda müsavidir ki, onların gördükden sonra teslim
almaları, müşterinin muhayyerliğini dü-. sürmez.
A'mânın akdi sahilidir.
Yâni satması ve satın alması şahindir. A'-mâ yoklamakla anlaşılan şeyde
yoklayarak ve koklamakla anlaşılan şeyde koklayarak ve tatmakla anlaşılan şeyde
tadarak satın alsa, akd sahih olur ve muhayyerliği sakıt olur.
Akarın (yâni tarla gibi
malların) vasfiyle de akd sahih olur. (Yâni, mümkün olduğu kadar en açık
şekilde akarın nitelikleri a'mâya anlatıldıkda, a'mâ; «Razı oldum.» derse, onun
muhayyerliği düşer. Çünkü akârm niteliğini zikretmek, a'mâ için görmek yerine
geçer.) A'mânın, şayet gözü görür olsa, satın aldığı akan görebileceği bir
yerde durması mu'teber sayılmaz. Nitekim, İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) dan böyle
rivayet edilmiştir.
A'mâmn vekilinin
bakması ile de akd sahih olur. Çünkü vekilinin bakması a'mânın bakması gibidir.
Müşteri iki giyeceğin
birini görüp ikisini beraber satın alsa, ondan sonra diğer giyeceği gördükde
ayblı (kusurlu) bulsa, ikisini do geri verebilir. Yalnız ayblı olanı, ttk
başımı geri veremez. Yâni akd tamâm olmazdan önce ayırma, lâzım gelmesin diye
sâdece aybh (kusurlu) olan geri verilmez. Çünkü satış akdi, görme muhayyerliği
ile beraber, teslim almadan önce ve ondan sonra tamâm olmaz. Satın almazdan önce
gördüğü şeyi, bilâhare görmeden satın alsa, eğer o şey değişmiş ise müşteri
muhayyer kılınır.--Çünkü, müşteri, görmediği şeyi satın almıştır. Zira
değişmekle, başka şey olmuştur. Eğer değişmediyse, onun için muhayyerlik
yoktur. Çünkü, gördüğü ş&yr satın almıştır. Ancak müşteri o şeyin akiddeıı önce
gördüğü şey olduğunu bilmezse, muhayyer olur. Çünkü, müşteri ona razı olmaz.
Eğer değişmede anlaşmazlığa düşüp, müşteri «Değişmiş!» der ve satıcı «Değişmedi»
derse, söz yeminiyle satıcınındır. Müşterinin ise, delîl getirmesi gerekir.
Çünkü akdin lâzım gelmesinin sebebi; —ki daha önce görmesidir— zahirdir ve
değişme sonradan meydana gelmişdir. Söz, zahiri iddia eden kimsenindir. Bu
hüküm, müddet yakın olup da, bu gibi müddette mebî'in değişmiyeceği bilindiği
vakittedir. Müddet uzak olursa; meselâ, genç bir câriye görüp, yirmi yıl sonra
O'nu satın alır da, satıcı «Değişmedi.» derse, söz müşterinindir. Çünkü hâlin
zahiri, müşteriye şâhiddir. Veya görmekde ihtilâf etseler, söz yeminiyle
müşterinindir. Çünkü müşteri, sonradan meydana gelen bir işi inkâr etmektedir. O
da, görmek (rûyet) tir.
Mjişteri bir giyecek
balyasını (dengini) satın alıp teslim alsa ve o denkden bir giyecek- satıp veya
hibe edip; teslim etse, o dengi «atıcıya görme muhayyerliği veya şart
muhayyerliği ile geri veremez. Belki, ayb muhayyerliği İle geri verir. Çünkü
mülkünden çıkan şeyde, geri vermek imkânsız (müteazzir) dır. Kalanın geri
verilmesinde, satış akdinin tamâmından önce pazarlığı ayırmak (tefrik) vardır.
Çünkü görme muhayyerliği ve şart muhayyerliği satış akdinin tamâmım
meneder-ler. Nitekim, daha önce geçti. Ayb muhayyerliği ise, teslim almakdan
sonra satış akdinin tamâmını menetnıez. Halbuki mes'elenin konulusu, teslim
almadadır. Çünkü geri verme, teslim almadan önce olsa, bunda tasarruf caiz
olmazdı. Şayet müşterinin sattığı giyecek, müşteriye bir sebeble geri dönse, bu
feshdir. Meselâ, ikinci müşteri O'na kusurla kazaen geri vermekle veya birinci
müşteri hibede geri dönmekle, fesh olur. İmdi müşteri, o muhayyerlik .üzere olur
ve hepsini görme muhayyerliği ile geri vermek caiz olur. Çünkü, asıldan engel
kalkmıştır. O da, pazarlığı ayırmanın lüzumudur. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.)
dan rivayet edilmiştir ki; görme
muhayyerliği düşmesinden sonra şart muhayyerliği gibi geri dönmez. Kudûrî
(Rh.A.) de buna İtimâd etmiştir.
Şart muhayyerliğini
bozan, görme muhayyerliğini de mutlak surette bozar. Nitekim, daha önce
geçmişti. Yâni gerek, görmezden önce olsun ve gerek gördükten sonra olsun
müsavidir. Görme muhayyerliğini, gördükten sonra başkasının hakkını îcâb
etmeyen şey ibtâl eder. Muhayyerlik ile satmak, pazarlaşma (müsâveme) ve
teslîmsiz hîbe. gibi şeyler ibtâl eder. Görmeden önce ibtâl etmez. Çünkü bu
tasarruflar, açık rızâdan daha fazla değildir.
Başkasının hakkım îcâb
eylemeyen şey, ancak görme (rûyet) den sonra, onu ibtâl eder- tlk> tasarruflara
gelince: Bunlar daha kuvvetlidir. Çünkü ba'zılan feshi kabul etmez. Ba'züan da
başkasının hakkını îcâb etmiştir. Şu hâlde, ibtâli mümkün.olmaz. Keza görmediği
ev ile şuf'a istemek de böyledir. Yâni görme (rûyet) den sonra onu. ibtâl eder,
görmeden Önce ibtâl etmez.
Bir müşteri satın
aldığı malda, tüccar yanında semeninden eksilten bir şey bulsa — ki şer'an
mu'teber olan kusur {ayb)
budur. Bununla murâd, satıcı yanında mevcûd olan kusurdur. Halbuki müşteri
satış sırasında ve teslim alma sırasında onu görmemiştir. Çünkü tes-lîm ajma
sırasında görürse, rızâ sayılır. — müşteri o şeyi semenin hepsi ile dilerse
alır, ya da geri verir. Çünkü mutlak satış, satılan şeyin kusurdan selâmetini
gerektirir..Şayet selâmet yok olursa (bulunmazsa),x razı olmadığı şeyi alması
lâzım gelmekle zarar görmesin diye müşteri muhayyer kılınır. Başka bir şey lâzım
gelmez. Yâni kusurlu şeyi eksiği ile almak rneebûriyyeti yoktur. Çünkü
niteliklere semenden bir şey karşılık olmaz. Ancak nitelikler tenâyül ile maksûd
olursa, karşılık olur. Nitekim daha önce geçti. Yakında açıklaması gelecektir,
.
Kölenin kaçması gibi
ki, gerekse bir günlük yolculukdaıı (seferden) eksik olsun, kusurdur. Döşeğe
işemek ve hırsızlık etmek de kusurdur. Bunların hepsi, kölenin küçüklük ve
büyüklüğü ile değişir. Çünkü bu şeylerden biri şayet temyize kadir olmayan küçük
çöcukda bulunursa, kusur olmaz. Temyize kadir olan büyükde bulunursa, kusur
olur. Bulûğ Üe ortadan kalkar. İmdi bulûğdan sonra tekrar yaparsa, sonradan
meydana gelmiş bir kusur olur ve ikisi başka başka sayılırlar. Çünkü, sebebleri
başkadır.
Şayet kusur; satıcı
yanında küçüklüğünde meydana gelse (hâsıl olsa) ve müşteri yanında büyüklüğünde
meydana gelse, eski kusur (ayb-ı kadîm) olduğuna binâen, müşteri onu satıcıya,
geri veremez.
Delilik de ayb (kusur)
muhayyerliğindendir. Bu kusurun, küçüklük ve büyüklük ile hükmü değişmez. Yâni
satıcının elinde küçüklüğü hâlinde delilik hâsıl olup, müşteri elinde büyüklüğü
hâlinde geri dönse, bir tek kusur olur, müşteri bununla satıcıya malı geri
çevirir. Çün-Kü delilik, içeride olan bozukluk sebebiyledir. Çünkü aklın ma'deni
kalbdir ve şuası beyindedir. Delilik (cünûn), o şuanın kesilmiş olmasıdır. Bu
kesilme, sebebin değişmesiyle değişmez (muhtelif olmaz).
Ağzının kokusu çirkin
ve koltuğunun kokusu kötü olması da kusurdur. Yine, satırı alınan kölenin zânî
olması ve zinadan doğmuş olması da 'kusurdur. Bu zikredilen dört kusur cariyede
olursa, kusur (ayb) seridir. Çünkü O'nun satın alınmasında gaye, ba'zan cima
(is-tifrâş) için olur. Oysaki câriye, bu kusurla bozulmuş olur. Erkek köle
(gulâm}, böyle değildir. Çünkü zikredilen dört kusur, erkek kölede kusur
sayılmaz. .Zîrâ erkek kölede maksûd olan, hizmet etmesidir.. O erkek köle, bu
kusurla bozulmuş olmaz. Ancak ilk ikisi, yâni ağzının ve koltuğunun kokusu,
insanlarda onun benzeri seyrek görülür derecede çok kötü olursa; bu takdirde o,
bedende bir hastalıktan dolayı 'olur. Hastalık ise, semeni eksiltir.
O kölenin zina âdeti
olursa, bu da kusurdur. Çünkü O'nun zinaya düşkünlüğü, hizmeti aksatır (bozar).
Câriye ve erkek kölede
küfür de kusurdur. Çünkü Müslümânm huyu (tab'ı),'kâfir ile görüşüp konuşmaktan
hoşlanmaz. Bir de; küfür, keffâretlerin ba'zısına kölenin sarfını meneder. İmdi
bu, ona rağbeti bozar. Şayet müşteri köleyi kâfir diye satın alıp Müslüman
bulsa, geri veremez. Çünkü İslâm, kusurun ortadan kalkmasıdır.
Müzmin (kadîm) öksürük
de kusurdur. Çünkü, semeni eksilten bir hastalıktır. Satılan şeyin (mebî'in)
borcu olması da kusurdur. Çünkü kölenin maliyeti, alacaklıların hakkı ile meşgul
olur. Yine gözünde kıl ve -gözde su olması (yâni gözü sulanması) da kusurdur.
Çünkü, ikisi de görmeyi zayıflatırlar. Onyedi yaşında olan kızın hayzâan
kesilmesi ve müstehâza kanı da kusurdur. Çünkü bu ikisinden her biri, onun
içinde bulunan hastahkdan olur.
Ayb-ı kadîm (satıcı
yanında iken olan eski kusur) göriildükden sonra bir başka kuşûr da satın alanın
yanında sonradan meydana gelse, müşteri kadîm kusur sebebiyle noksanını
satıcıdan geri .alır. Bu, köleye bir defa kusursuz olduğu hâlde, bir defa da
kusurlu iken kıymet biçmekle olur.
Şayet iki kıymetin
arasında, olan fark, kıymetin on da biri olursa, müşteri semenin ondabirini geri alır. Eğer kıymetin yirmidebiri olursa,
semenin yirmidebirini alır. Ya da; mefoîi, satıcının rızâsiyle satıcıya geri
verir. Ancak müşterinin geri vermesine ve satıcının almasına bir engel
bulunursa, meselâ müşteri bir giyecek satın alıp onu kesdikde kusuru ortaya
çıksa, satıcının onu kesilmiş olduğu hâlde alması caizdir. Müşteri eğer o
giyeceği sattı ise, satıcıdan bir şey isteyemez. Çünkü satıcı, «Ben kusurlu
olarak onu alırım.» diyebilir. İmdi müşteri o giyeceği satmasiyîe mebî'i habs
etmiş olur. Şu hâlde, kusur nedeniyle eksilmiş olanı isteyemez.
Yin© bir câriye gibi
ki, müşteri O'nu satın alıp, kusurlarından temizlenmeden cima etse, —câriye
gerek bakire olsun ve gerekse dul olsun — ya da ..şehvetle öpse veya şehvetle
dokunsa, sonra O'nda bir kusur bulsa, o vakit eksik semenle rücû' eder.~
Cariyeyi, satıcıya ancak satıcının rızâsiyle geri verebilir. Çünkü satıcının, o
kusurla, «Ben onu alırım.» demesi caizdir. Zîrâ, burada almaya engel yoktur.
Nitekim, yakında zikredilecek olan mes'elede mâni* vardır.
Bundan sonra musannif,
satıcının rızâsiyle geri vermeye engel olan şeyi şu sözüyle zikretmiştir: Eğer
müşteri kesilmiş giyeceği dikti ise veya siyah renkden başka renkle boyadı ise
—bu kayda sebeb, satılan şeyde (mebî'de) ziyâdelik ittifâkî olsun diyedir.
Çünkü siyaha bo-yarsa, tmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre de cevâb, yine böyledir.
Zîrâ Onlara göre, siyahlık, kırmızılık ve sanlık gibi ziyâdelikdir. İmâm A'-2am'
(Rh.A.) a göre, siyah boya noksanlıktır. — ya da kavutu yağ ile karıştırsa,
hâsılı müşteri mülkünü satıcının mülkü ile karıştırsa, sonra o satılan şeyin
eski kusuru (yâni satıcı yanında olan ayb-ı kadîmi) zahir olsa, satıcı, o
satılan şeyi almaz. Müşteri, kusur sebebiyle eksilen farkı alır. Müşterinin
mülkü satılan şeyle karışmış olduğu için —ki giyeceği dikmek, boyamak ve kavutu yağlamaktır
— satıcı, «Ben, kusurla geri alırım.» diyemez.
İmâdiyye'de
zikredilmiştir ki; geri vermek şeriat yönünden mümkün değildir. Çijnkü müşteri
satılan şeyi (mebî'i) geri verip satıcı onu kabul eder. Ancak faiz meydana
geldiği için şeriat onu geri vermekten, feshdeh meneder. Nitekim müşteri,
dikilmiş giyeceği ve bunun benzerini, kusurunu gördükden sonra satsa veya satın
alınan köle ölse veya kusurunu görmezden önce köleyi meccânen âzâd etse veya
müşteri müdebber etse veya müşteri satılmış olan cariyeye çocuk doğurt-sa,
müşteri bu suretlerde satıcıdan kusur nedeniyle eksileni alır (noksan ile rücû
eder). Gördükden sonra satışda rücû'una sebeb, satıştan önce geri çevirmek
imkânsız olduğu içindir. İmdi müşteri o malı satmakla habs etmiş olmaz. Hattâ
satiş, dikmeden önce olsa, habs etmiş
sayılır. Kölenin ölmesinde müşterinin rücû'una sebeb ise, mülk ölümle son
bulduğu içindir. Geri vermenin imkânsız olması, ölüm nedeniyle hükmen sabit
olur. Yoksa, müşterinin fiili ile olmaz. Şu hâlde rücû' (yâni satıcı elinde iken
olan kusur nedeniyle kıymetten eksilmiş olanı satıcıdan müşterinin alması)
imkânsız olmaz. Âzâdda rücû' edebilmesinin sebebine gelince: Bunda kıyâs,
noksan i!e rücû etmemek (yâni satıcı elinde iken kölede olan kusur nedeniyle
kıymetinden eksileni satıcıdan alamamak) idi. İmâm Şafiî' (Rh.A.) nin kavli de
budur. Çünkü köleyi geri vermenin imkânsızlığı, müşterinin fiili iledir. Köleyi
âzâd etmek, Öldürmek gibidir. İstihsâna göre, müşteri rücû «der. Çünkü âzâd,
mülkü tamamlamakdır. Giyeceği dikmezden önce satmak, bunun, aksinedir. Çünkü bu
satış, satıcının mülkünü başkası adına kesmektir. Yoksa, ondan değildir. Çünkü
kölede mülk meveûddur. Bundan dolayı, ikinci müşteri ona mâlik olup, ikinci
satıcı mülkünde bırakan olur. Şu hâlde, noksan ile rücû' edemez. Âzâd mülkü
tamamlamaktır, dememize sebeb; çünkü insanda mülk, delilin âzâdlığın sonuna
kadar zıddiyeti üzerine sabit olmuştur. Bir şey, müddetinin geçmesiyle sona
erer. Sona eren şey, hadd-i zâtında karar kılmıştır. Bundan dolayı velâ, âzâd
ile sabit olur, Âzâd ise, mülkün eserlerindendir. Velânın bakî olması, mülkün
aslının bekası gibidir. Şu hâlde âzâd, öldürmek (kati) gibi olmaz. Belki, ölüm
(mevt) gibi olur. Tedbîr ve çocuk doğurtmak (istî-lâd) da rücûuna sebeb ise;
bunlar mülkü ortadan kaldırmadıkları içindir. Lâkin /bunların ikisinde de mahal
bir mülkden bir mülke nakli kabul etmekten çıkar. Böyle olunca hakîkaten veya
hükmen satın almakla elde edilmiş olan mülk kalkmakla beraber geri vermek
imkânsız olur. Şu hâlde, kusur nedeniyle kıymetten eksileni satıcıdan alır.
Çünkü o, bu mülke, yâni satılan şeye selâmet, niteliği ile müstehık olmuştu.
Nitekim satıcının yanında kusûrlanmış. olduğu gibi.
Müşteri muhayyer satın
aldığı köleyi mala karşılık âzâd etse veya kitabete kesse veya Öldürse veya
satın aldığı yiyeceğin hepsini veya ba'zısım yese veya satm aldığı giysiyi
giyip, giysi delinse, satıcıya rücû edemez. Âzâdda rücû edememesi; kölenin
bedelini habs ettiği içindir. Bedelin habsi ise; mübdelin habsi gibidir.
İmâm A'zam' (Rh.A.) dan
rivayet edilmiştir ki: Müşteri, âzâdda, kusur nedeniyle eksilen farkı satıcıdan
alır (noksan ile rücû eder). Çünkü her ne kadar ivazla olsa da, âzâd mülkü
tamamlamak içindir. Kitabette rücû edememesi; kitabet kendisinde ivaz hâsıl
olmakla mala karşılık âzâd gibi olduğu içindir. Eğer mükâteb âciz olursa, uygun
olan, engel ortadan kalktığı için, onu kusurla geri vermektir. Bu, şuna benzer
ki: Fukahâ': «Şayet satılan
köle kaçsa, ondan sonra kusuru.ortaya çıksa, müşteri noksanla rücû edemez.»
demişlerdir, çünkü rücû,. geri vermenin halefidir. Mademki köle diridir, halef
ile amel' olunmaz. Çünkü kölenin geri dönmesi muhtemeldir. Binâenaleyh, geri
verilmesi mümkün olur. Şayet köle geri dönse, engel ortadan, kalkmakla geri
verir. Fakat öldürmekde ve öldürmenin sonrasında olanlarda; asi olan, müşterinin
ödeyeceği bir fiille ise; geri vermenin imkânsızlığıdır. Bir şeyle rücû edemez.
Çünkü fiil, şayet mazmun (ödenecek) olursa, ma'-nen satılan şeyi tutmuş olur.
Halbuki tutmuş olmamak, noksanla rü-cû'un şartındandır. Geri vermek, kendinden
olmayan bir fiil ile im-kânsızlaşmca; meselâ, mal kendiliğinden helak olunca
veya müşteriden ödemesi îcâb etmeyen .bir fiille telef olunca, yâni, elde
tutmak olmadığı için döner. Sonra, öldürmek mazmun (ödenir) fiildir: Çünkü, o
fiili başkasının mülkünde yapsa öder. Burada ödemekten beri olmaya sebeb, onda
mülkü olduğu içindir. Ondan zararı ödemenin düşmesi, mülk sebebiyledir. İmdi
mülk ile Jvaz,almış gibi olur. Yemek* ve giymek ise ihtilaflıdır. İmâm A'zam'
(Rh.A.) a göre( rücû edemez. İmâ-meyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, rücû eder. Çünkü
müşteri satılan şeyde (mebî'de) âdeten yapılanı yapmış ve.onun için satın
almıştır. Binâenaleyh âzâd etmek gibi, rücûdan-menedilmez. İmâm A'zam' (Rh.A.)
in delili şudur: Geri vermek, müşteriden sâdır olan mazmun bir fiille imkânsız
olmuştur. Şu hâlde, rücû edemez. Yakmak ve Öldürmek gibi.
Müşteri karpuz ve
yumurta gibi bir şey satın alıp kırsa ve onu bozulmuş, fakat kısmen faydalanılır
bulsa, — velev ki hayvanlara nis-betle olsun — noksanım ğ>eri almak hakkı
vardır. Yâni müşteri o malı geri veremez. Çünkü kırmak, sonradan meydana, gelmiş
bir kusurdur. Lâkin, imkân ölçüsünde zararı savmak için değerinden kusur
nedeniyle eksileni geri alır (yâni noksan-ile rücû eder). Aksi takdirde, yâni
hiç faydalanılniazşa, semenin hepsini geri alır. Yâni müşteri için, seme** nin
hepsini geri almak hakkı vardır. Çünkü kendisiyle faydalanılmayan . bozuk şey
(meselâ.çürük yumurta gibi), mal değildir. Şu hâlde satış (bey1) bâtıldır.
Ba'zı I arının dediği
gibi: Cevizde kabuğunun İyi olması mu*teber değildir. Çünkü cevizin mal olması,
Özü bakımındandır. Bir kimse satın aldığı şeyi sattıkda, kusur bulunduğu için
kâdinm kazası' ile kendisine geri verilse, o şeyi birinci satıcıya red, eder.
Yani bir kimse, bir köle satar, müşteri de başkasına sattıkdan sonra, birinci
müşteriye kusur nedeniyle geri verilse, bu mes'ele şu iki durumdan hâlî
değildir: Geri verilmiş mebî'i, yâ kâdîmn kazâsiyle kabul eder, ya da kendisi
kabul eder. Şayet kâdîmn kazâsiyle kabul etti ise, bu da şu iki dunundan hâlî
değildir: Ya ikrâriyledir, şu nıa'nâya' ki; ikinci müşteri ikinci satıcınm
kusuru ikrar ettiğini iddia edip, ikinci satıcı inkâr eder, ikinci müşteri onu
açık delîl (beyyine) île isbât eder. Bu te'vile ihtiyaç duyulmasına sebeb:
Çünkü ikinci, satıcının ikrarım ikrar ettiği zaman geri vermek kadının hükmüne
muhtaç olmaz. Belki, kusuru ikrar et? tiği için ona geri verilir. İkinci
satıcının,.birinci satıcıya onu* geri vermesi caiz değildir. Çünkü geri vermek,
satışı bozmak (ikâle) dır.
Geri verilen mebî'in kabulü, yâhûd açık delîl {beyyine) ile olur, ya da yeminden
çekinme siyi e olur. Bu ikisinden her birinde, o kimsenin malı birinci satıcıya
geri verme hakkı vardır. Çünkü birinci müşteriye geri vermek, asilden f eshdir.
İmdi bu durumda, ikinci satış yok (ma'dûm) gibi olmuştur. Birinci satış kâimdir.
İkinci müşterinin da'vâ etmek ve malı kusur nedeniyle geri vermek hakkı vardır.
Olmuş olacağı; müşteri kusurun kâim -olmasını inkâr etmiştir. Bu durumda,
çelişme lâzım gelir. Lâkin müşteri, şer'an kâdînm hükmüyle yalanlamıştır. Böyle
olunca, çelişme ortadan kalkmıştır. Bir şey satın alıp, satıcının kendisinin
mülkünü sattığını ikrar eden, sonra müstehıkı çıkan kimse gibi olmuştur. Onun-
ikrara, semeni satıcıdan alma hakkını yok etmez. Eğer İkincisi olursa, —ki o da
geri vermenin, müşterinin nzâsiyle olmasıdır— müşterinin, o malı birinci
satıcıya geri verme hakkı yoktur. Çünkü bu geri verme, ikâledir. İkâle ise,
üçüncü şahıs hakkında yeni satıştır. Birinci satıcı, o ikisinin üçüncüsüdür. Bu
söz, ikinci müşteri teslim aldık dan sonra birinci müşteriye geri verdiği
surettedir. Şayet teslim almazdan, (kabzdan) önce geri yermiş olsa, ifc&si
arasında fark kalmaz. Gerek kadının hükmü île ve gerekse başkası ile geri
versin müsavidir. Çünkü kusurla geri vermek, teslim almazdan Önce asıldan tümü
hakkında feshdir. İmdi görme veya şart muhayyerliği İle geri vermek gibi olur.
Bundan sonra müşteri hükümsüz, fazla parmak. gibi benzeri meydana gelmeyen bir
kusurla satıcıya geri verse, birinci satıcıyı da'vâ etme hakkı yoktur. Sahîh
söz budur.
Müşteri satın aldığı
şeyi teslim alıp kusur iddia etse, kusur da'vâ ettikden sonra satılan şeyin
semenini yermeye zorlanmaz. Çünkü semeni geri verse, caizdir ki, kusur ortaya
çıkıp hüküm bozula. îşte, kâ-dî, hükmünü bozulmakdan korumak için zorlamak
(cebr) ile hüküm vermez. Belki, kusurun
sübûtu üzere delil getirir. Eğer mümkün ise,. kusurlu olan mebîi, geri verir.
Değil ise, kusur nedeniyle eksileni ahr (yâni noksan ile rüçû eder). Nitekim,,
daha önce geçti.
Ya da, müşterinin
şahidi yok ise, müşteri "kusuru olmadığına sâtıcıya yemin teklif eder ve
yeminden sonra semeni verir. Eğer müşterinin şahidi olup ve lâkin gâib -ise,
satıcısı yemin ettiği takdirde, ona yine semeni verir. Çünkü beklemekde,
satıcıya zarar vardır. Halbuki vçrmekde, müşteriye çok zarar yoktur. Zîrâ
müşteri, her ne vakit delil getirirse satılan şeyi red eder ve semenini alır.
Eğer satıcı yeminden kaçınırsa, malın kusurlu sayılması lâzım gelir. Çünkü
kaçınmak, kusurun lâzım çelmesinde hüccettir. Hidâye'de vâki' olan ibare şudur:
«Eğer bir kimse bir köle satın alıp, onu teslim aldıkda kusur iddia etse;
satıcı yemîn edinceye veya müşteri delîl getirinceye kadar semeni geri vermeğe
zorlanmaz.» Sarihler, mezkûr ibarenin tevcihinde nice özentiler göstermişlerdir.
Gerçek olan şudur ki, Hidâye'nin ibaresi leff ve takdiri neşr kabîlindendir, Bunun takdiri şudur: Müşteri,
se-meni geri vermeye zorlanamaz. Satıcı yemin edinceye veya müşteri de-IÜ
getirinceye kadar müşterinin malı satıcıya geri çevirme hakkı yoktur. Bu, bir
fâldedir ki Keşf'ul-Keşşâf sahibi onu:
«Rabbinin bir takım
mu'cizeleri geldiği gün, insan daha önce inanmamış s a veya îmâniyle bir iyilik
kazanmamışsa, îmânı ona fayda vermez.»
kavl-i şerifinin tahkikinde ifâde etmiştir. Şübhesiz bu âyet-i kerîme, leff ve
takdirî neşr kabîlindendir. Ma'nâ şudur:
«Önceden îmân etmedi
veya îmânında hayr kazanmadı İse, o gün hiçbir kimseye îmânı (ve ameli) fayda
vermeyecektir.»
Müşteri bir köle satın
alıp, kaçtığını iddia etse ve köle satıcının yamada kaçmadığına dâir satıcıya
yemin ettirmek istese, müddei kölenin kendi yanında kaçtığını isbât edinceye
kadar, satıcıya yemîn verilmez. Çünkü söz, her ne kadar satıcının ise de, lâkin
onun inkârı, kusur ancak müşterinin elinde ortaya çıktıktan sonra nıu'teber
olur. Bunu bilmek ise; açık beyyine ile olur.
İsbât ettikden sonra,
satıcı, bey-i betât
üzere tahlif olunur (yemîn etmesi istenir). Bununla beraber, o başkasının
fiilidir.
Şems-'ül-Eimme
el-Hulvânî (Rh.A.) demiştir ki: Başkasının fiiline tahlif (yemin ettirmek),
bütün mes'elelerde yeknesak olarak, ilim üzerine ise de, ancak kaçak köle
da'vâsmda olduğu vakitte betâ'tedir. Çünkü satıcı, satılan şeyi (mebî'i)
selîmen (sağlam olarak) teslim ettiğini iddia eder. îmdi istihlâf, ıbinefsîhî
ödediği şeye râci olur ve tahlîfde: «Billahi asla kaçmadı.» veya «Müşterinin -bu
da'vâsından senin üzerinde müşteri için geri vermek hakkı yoktur.» yâhûd
«Müşteriye köleyi teslim ettikde, bu kusur onda yoktu.» diye yemîn ettirilir.
«Billahi, köle senin yanında iken asla kaçmadı.» dedirtilmez. Çünkü bu ibare
kitaplarda mevcûd ise de, müteahhirûn (yâni sonraki âlimler) şöyle demişlerdir:
Bu tahlîfde (yemîn ettirmede) müşteri için faydalı olmayı terk vardır. Zîrâ
satıcının köleyi satıp başkası yanında iken kaçması ve bununla ona red edilmesi
ihtimâli vardır ki; bu sözde mezkûr ihtimâlden gaflet vardır. «Billahi, köleyi
sattığında, bu kusur onda yoktu.» diye de yemîn ettirilmez. Çünkü bu yeminde de
zikredilen gibi müşteri için faydalı olmayı terk vardır. Çünkü kusur ba'zari,
satışdan sonra, teslimden önce meydâna gelir. Bu ise, geri çevirmeyi
gerektirir.
Yine «Billahi,
sattığında ve teslim ettiğinde bu kusur onda yoktu.» diye yemîn ettirilmez.
Çünkü bu yemin, onun iki şarta tealluku kuruntusunu verir. İki hâlden birinde
—ki teslîm' hâlidir.— bulununca onu satıcı yeminle te'vîl eder. Şayet, müşteri
yanında iken kölenin kaçtığını isbât edemezse, İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre,
kölenin satıcısına yemin ettirilir. Yâni satıcıya, kölenin müşteri yanında
kaçtığını bilmediğine dâir-yemîn ettirilir. Çünkü da'vâ sahihtir. Hattâ onun
üzerine dclîl (beyyine) getirmesi terettüb eder. Keza, yemin de Öyledir.
İmâm A'zam' (Rh.A.) in
sözü üzerinde Fukahâ' ihtilâf etmişlerdir.
İmâm A'zam' (Rh.A.) m
ba'zı Fukahâ'nm sözüne karşılık delili'şudur: Da'vâ, ancak hasımla sahîh olur.
Müşteri ise, ancak kusurun bulunmasından sonra hasım olur.
Şayet satıcı.yeminden
kaçınsa, İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre; müşteri, malı satıcıya geri vermek
talebi ile, ikinci kez yemin ettirilir.
Çünkü O'nun yeminden
kaçınması ile kusur müşteri katında sabit olmuştur. Şayet müşteri, malı
satıcıya bu kusurla geri çevirmek istese, satıcıya betât üzere yemîn ettirilir.
Nitekim daha önce.geçtiği gibi, «Billahi, senin üzerinde müşterinin geri çevirme
hakkı yoktur.» diye yemin ettirilir, yemîn ederse geri verilmez. Eğer yeminden
kaçınırsa, geri verilir. Bundan sonra, eğer da'vâ, büyük kölenin kaçması
hususunda olursa «Billahi, adamlık çağına ulaştığı günden beri kaçmadı.» diye
yemîn ettirilir. Çünkü küçüklük hâlindeki kaçma, bulûğdan sonra onun geri
verilmesini gerektirmez. Hidâye'de de böyle denmiştir.
Ben derim ki: Uygun
olan, döşeğe İşemede ve çalmada <İa hüküm, zikredilen gibi olmasıdır. Çünkü bu
ikisi, kölenin kaçması ile illette ortakdırlar. Buna, Gâyet'ül-Beyân'da:
«Çünkü, haletin birleşmesi üç, kusurda şarttır.» sözüyle işaret edilmiştir.
Satıcı ile müşteri, teslîm almalarından sonra
satılan şeyin miktarında ihtilâf etseler, yâni müşteri bir köle satın alıp,
müşteri satılan şeyi ve satıcı semeni teslîm al dik dan sonra müşteri kölede bir
kusur bulsa, bunun üzerine satıcı: «Ben, bunu sana bir diğeri ile beraber
sattım.» dese ve müşteri: «Sâdece bunu sattın,» dese, satıcının da'vâsının
faydası, geri verdiği takdirde kıymetini tahsis faydasını çekmektir. Bundan
dolayı musannif «teslîm alsalar (tekâbazâ)». demiştir.
Ya da iki köle satın
almakla, tesHm alınanı şeyin miktarında ihtilâf etseler, satıcı; «Kölenin
ikisini de teslîm aldın.» deyip ve müşteri; «Yalnız birini teslîm aldım.» dese,
söz b,er iki durumda da müşterinintür. Çünkü müşteri, teslîm alıcı (kâbız) dır
ve söz teslim alıcınındır. Nite kim, gasbda olduğu gibi. Müşteri ,,şaj:ka-ı
vâhidede, jyâni bir pazarlıkla iki köleyi satın alsa ve ikisinden birini teslim
aldıkda onda veya diğer kölede kusur bulsa, ya ikisini de alır veya ikisini de
geri verir. Şayet başlangıçta ikisini de teslim alsa, ancak kusurlu olanı geri
verir. Çünkü pazarlığın tamâmı, tamâm teslim almakla olur ve teslim almazdan
önce tefriki caiz olmaz. Çünkü bu, ibtidâen hisse ile satmak olur. Bu ise, caiz
değildir. Kabzdan sonra caizdir. Çünkü o, bekâen hisse ile satmak olur. Bu ise,
caizdir. Nitekim bu, Fıkıh.Usûlü kitaplarında anlatılmıştır.
Müşteri, keylî veya
veziri olan bir şey satın alıp, ba'zısında kusur bulsa, hepsini geri verir veya
hepsini alır. Çünkü ölçülen (mekîl) ve tartılan (mevzun) şey, şây^. bir
cinstense, bir tek şey gibi olur. Ba'zı Fukahâ' demişlerdir ki: Bu ikisi de, bir
tek kabın içinde olduğuna gö-. redir. Eğer iki kabın içinde olurlarsa, iki köle
menzilesinde olurlar. Kendisinde kusur olan kab geri verilir. Diğeri verilmez.
Ölçülen (mekîlj ve
tartılan (mevzun) şeyin ba'zısmâ bir kimse müstehık çıksa, müşteri teslim
aldikdan sonra geri kalanın geri verilmesinde muhayyer kılınmaz. Çünkü bir
kısmına hak sahibi çıkması ona zarar vermez ve hak sahibi çıkması pazarlığın
tamâmını nıenetmez. Çünkü pazarlığın tamâmı, âkidin rızâsiyledir, mâlikin
rızâsiyle değildir. "Şayet istihkak (hak istemek) teslim almazdan Önce olsa,
tamâm olmazdan önce pazarlık ayrıldığı için, müşteri, geri kalanı geri
verebilir.
...
Giyside, müşteri
muhayyer kılınır. Çünkü giyside bölme (teb'îz), kusurdur. Halbuki, satış
vaktinde o kusur vardı ve istihkakla meydana çıkmış, olur.
Müşteri bir câriye
satın alıp, kusurlarından temize çıkmadan onu cima etse veya şehvetle Öpse veya
şehvetle dokunsa, ondan sonra onda bir kusur bulsa, mutlak surette, yâni gerek
bakire olsun ve gerekse dul olsun, gerek cima onun değerini eksiltsin ve gerekse
eksiltmesin geri veremez. Zîrâ bunlardan her biri, sonradan meydana gelmiş
kusurdur. Kusur nedeniyle, semenden eksileni satıcıdan alır. Geri vermesi ise,
mümteni'dir. Ancak eğer satıcı cariyeyi almaya razı olursa,- geri verebilir.
Çünkü geri almakdan kaçınmak, satıcının hakkıdır. Şayet satıcı razı olursa
imtina' ortadan kalkar.
Yeni kusur ortadan
kalktığı vakit eskisi reddi îcâb*der. Yâni, müşteri bir say satın alsa, onunla
beraber bir kusur meydana gelse, bundan sonra eski kusurunu (ayb-ı kadîmi)
görse, müşteri onu geri veremez. Çünkü onun yanında kusur meydana gelmesi geri
vermeye engeldir. Sonradan meydana gelen kusur ortadan kalkınca, mâniin
ortadan kalkmasiyle memnu' avdet ettiği için geri vermek caiz olur.
Gaibin sattığı şeyin
kâdî katında kusuru zahir oldukda, kâdî onu bir âdil
kişinin yanına koysa, o şey helak oldukda müşteri hesabına helak olur. Ancak,
eğer kâdî satıcıya geri verilmesine dâir hüküm vermiş ise, satıcı hesabına
helak olur. Yâni müşteri bir adamdan bir câriye satın alıp satıcı gâib olsa,
müşteri cariyenin kusurunu gördükde kâ-dîye durumu bildirse ve satın aldığını ve
kusurunu kadının huzurunda isbât etse; kâdî o cariyeyi alıp bir âdil kişinin
eline bırakdıkda, o âdil kişinin elinde câriye ölse, satıcı hâzır oldukda,
müşterinin semeni geri istemek hakkı yoktur. Çünkü satıcıya geri çevirmek,
satıcının gaybeti bulunduğu için, yerinde sabit olmamıştır. Şu hâlde, helak,
müşteri hesabına olur.
.
Huîâsa'da şöyle
denilmiştir: Ben derim ki, uygun olan bunun Itâdî satıcıya geri verilmesine dâir
hüküm vermeyip belki cariyeyi aldığı ve onu bir âdil kişiye bıraktığı surete
mahsûs olmasıdır. Şayet kâdî satıcıya geri verilmesine dâir hüküm yermişse,
uygun olan, satıcının malından helak olup müşterinin semeni geri almasıdır.
Zîrâ bu bâbda yapılan iş, nihayet bu kazanın gâib kimse üzerine, bir hasım
bulunmaksızın hüküm verilmesidir. Lâkin bizim Ashabımızdan gelen iki rivayetin
eahâr olanına göre, bu hüküm geçerli olur.
Kusurlu ş'eye
(muayyebe) ilâç verip tedâvî etmek; satışa arz etmek, onu giydirmek, hizmet
ettirmek ve ihtiyâcı için ona binmek rızâdır. Çünkü zikredilenlerden her biri,
onun kalmasını istemenin delilidir. Eğer binmesi, geri vermek için, ise rızâ
olmaz. Çünkü binmek, geri vermeye vesiledir. Suvarmak ve yem satın almak gibi
binmek, zaruretten dolayı olursa, rızâ sayılmaz. Zîrâ bunların ikisi de,
zaruretten olursa, rızâ olmaz. Meselâ; -hayvan sürülemez, sahibine rârn olmaz
yâ-hûd alaf bir denkde bulunursa, her ikisi de rızâ olmaz. Şayet zaruret
bulunmasa, suvarmak ve yem satın almak da rızâ olur.
Teslim alman mebî'in
elini kesse veya satıcı yanında iken hâsıl olan bir sebeble öldürüİse, aynı bakî
kaldığı için eli kesilmiş olan köle geri verilir. Eli kesilmiş olan kölenin ve
öldürülmüş olan kölenin semenleri alınır. Yâni müşteri bir hırsız köle satm
alsa da, bunu bilmese ve müşterinin yanında eli kesilse, onu reddederek semenini
alabilir.
îmâaneyn (Rh. Aleyhimâ)
demişlerdir ki: Müşteri, o köleyi eli ke-. silmiş olarak geri -vermez. Belki
hırsız olduğu (hâldeki kıymeti ile hırsız olmadığı hâldeki kıymertân arasındaki
farkı satıcıdan alır. Bu hilafa göre, şayet köle müşterinin elinde, satıcının
elinde (yed'Me) bulunmuş olan bir sebeble öldürülse, intdi o el kesme ve
öldürme, îınâm A'zam' (Rh.A.) a göre,' istihkak menzilesindedir. İmâmeyn' (Rlı.
Aley-himâ) e göre, kusur (ayb) menzîlesindedir. fmâmeyn1 (Rh. Aleyhimâ) in
delili şudur: Satıcının elinde mevcûd olan, kesmek *veyâ öldürmenin sebebidir
ve o sebeb maliyete aykırı değildir. İmdi onda akd geçerli olur. Lâkin köle
kusûrlanmışdır. İmdi,, geri vermek imkânsız olduğu için müşteri, eksileni
satıcıdan alır.
İmâm A'zam' (Rh.A.) in
delili şudur: Vücûbun sebebi olan kesmek ve öldürmek satıcının elinde meydana
gelmiştir. Vücûb ise, vücûda vardırır. Bu dıurumda vücûd geçmiş olan sebebe
muzâf kılınır. Bizim; «Halbuki müşteri onun hırsız veya kaatil olduğunu bilmese»
sözümüz, İmâmeyn' {Rh. Aleyhimâ) in mezhebine göre fayda ifâde eder. Çünkü
küsuru bilmek, kusura rızâdır. İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre; sahih olan, fayda
etmemesidir. Çünkü istihkakı bilmek, rücûu menetmez. Nitekim, yakında istihkak
konularında gelecektir.
Satıcı, satılan şeyi
her kusurdan beri olnıaH şartiyle satsa, fakat kusurları, sayısınca beyân
etmese, bu durumda satış sahih olur. İmâm Şafiî (Rh.A.); «Sahih olmaz.»
demiştir. Onun mezhebine göre, bilinmeyen haklardan ibra sahih olmaz. Çünkü
ibrada, temlik ma'nâsı vardır. Hattâ, geri vermek sahih olur. Bilinmeyenin
temliki ise, sahîh olmaz. Bizim için delil şudur: Düşürmekde (ıskatta)
bilmenıezlik, her ne kadar temliki kapsarsa da çekişmeye vardırmaz. Çünkü
teslime hacet yoktur. Şu hâlde bilmemezlik ibrayı bozmaz. Bu ibrada İmâm Ebu
Yûsuf (Rh.A.) a göre; gerek akd hâlindeki kusur, gerekse akdden sonra teslim
almazdan önce meydana gelen yeni kusur dâhildir., İmânı Muhammed (Rh.A.);
«AMdden sonra meydana gelen kusur dâhil değildir.» demiştir. İmâm Züfer'
(Rh.A.) in de kavli budur.
Kölenin müşterisi olan
kimse; köleyi pazarlaşan. (müsâveme eden) kimseye; «Bu köleyi satın aJ, koısûnu
yofctyır.» dese, bunun sureti şudur: Zeyd, Bekir'den bir köle satın alıp, onu
B.işr'e satmak istese ve Bişr'le pazarlık ederken, «Bu köleyi satın al, kusuru
yoktur.» dese ve köleyi Bişr'e satmasa, imdi Zeyd satın aldıkdan sonca oada
küsur bulsa» uygun olan; satıcıya geri çevirmesinin caiz olmaması İdi. Çünkü
kusuru olmadığını ikrar etmişti. Lâkin, satıcısına geri çevirir. Eeyd'in «Kusuru
yoktur.» diye daha önceki ikrarı geri vermeyi ibtâl etmez. Çünkü Zeyd'in sözü,
terviçten mecazdır. Kölenin her (hangi bir ayb-dan hâlî olmadığı zahir olmakla,
kadı, Zeyd'in sözünün zahiri, onun muradı olmadığına yakın iıâsdl eder. Eğer
Zeyd, kusuru ta'yîn eder ve «Şaşı ve çolaik değildir.» derse, onu iyice bildiği
için, satıcıya geri veremez. Ancak eğer benzeri meydana gelmez bir kusur olursa,
g«ri verebilir. Meselâ; «Bu kölenin fasla parmağı yoktur.» dese, ondan sonra
bir fazla parmağı bulunsa, müşterinin geri verme hakkı
vardır.
^ü ikrarında yalanı
kesinlikle bilinmiştir. Meselâ;-başkasına; «Ben, »enin elini kesdim.» deyip, eli
sağlam olması gibi.
Kölesini başkasına
satan biri, müşteriye; «Benim bu kölem ka-çakdır. O'nu benden satın al.»
dedikdc, müşteri de satın alıp bir başka kimseye satsa, ikinci müşteri köleyi
kaçak bulsa, ikrar eden birinci satıcı yanında iken kaçtığına delil
getirmedikçe; birinci satıcının daha Önce geçen ikrâriyle geri verilmez. Çünkü
ikinci satıcının yaptığı, birinci satıcının ikrarı katında susmasıdır. Birinci
satıcının ikrarı, birinci müşteriye hüccet olamaz, ki o da ikinci satıcıdır.
Bir kölenin veya bir
cariyenin müşterisi; satıcı bu köleyi veya bu cariyeyi âzâd etti veya müdebber
ettâ veya şu cariyeden satıcının çocuğu oklu v&yp. bu kölenin aslı hürdür,
deyip satıcı inkâr etse; müd-deS isbâttan âciz olmakla inkâr eden satıcıya,
yemîn ettirilip müşteri üzere âzâd ile veya- tedbîr ile veya istîlad ile
hükmedilir. Çünkü müşteri bu zikredilen §eyi ikrar etmiştir.
Eğer kusuru bilinirse,
müşteri kusurla satıcjya rücû eder. Çünkü rücûu (dönmeyi) bozan, satılan şeyi
mülkünden başkasına, ya yeniden satmakla veya ikrâriyle gidermektir. Halbuki,
giderme yoktur. Hattâ, eğer; «Bu fülânın mülküdür.» diye sattı, dese, ve o fülân
onu tasdik edip alsa, noksanla rücû edemez. Çünkü ızâhirde, ikrâriyle mülkünden
çıkarmıştır. Sanki O'na hîbe etmiştir. el-Câmiü'1-Kebîr'de de böyle denmiştir.
İmânı (Pâdişâh) veya O'nun
emini, nnuhrez olan ganimeti satsa — hattâ muhrez olmasa, satılması câias
olmazdı.. Çünkü muhrez olmayan ganimet mülk olmaz. Nitekim Kitâb'üs-Siyer'de
geçmiştir. — ve müşteri satılan şeyde kusur bulsa, îmânı (Pâdişâh) ve eminine
ge-'ri veremez. Çünkü emkı, .da'vâ edilemez. Beliki İmâm, müşteri için hasm nasb
eder ve o hasma yemin ettirilmez. Çünkü yeminin faydası,-ondan kaçınmak (nukûl)
dır. Onun kaçınması ve İkrarı
ise sahih olmaz. O satılan şeyin üaerine kusur isbât edip, reddedince satılır ve
semeni verilir ve eksiği yâhûd fazlası yerine geri döner. Yâni, sonuncu semen;
birinci semenden eksik olursa, satılan, şey beşte dörtten (erbaatü ahmâs'dan)
ise, ondan noksanı verilir. Eğer beştebir. (humus) den ise, yâni Beyt'ül-mârin
hissesinden ise, ondan verilir. Keza ziyâde satış nedense ona ,va'aedüir. Çünkü
ganimet, garâmete göre-. dir. Yâni ni'metten yarartaan, külfetini de yüklenir!
Her ne kadar bu bâbda
fâsid bey' zikredildiği gibi, bâtıl,
mevkuf ve
mekruh satış varsa da, fâsid satışın sebebleri çeşitli olmakla çok vaki1 olduğu
için, fâsid lâkabı verilmiştir.
Bâtıl satış, aslen ve
vasfen sahih olmayan satış dır ve
hiçbir vechle mülk İfâde etmez. Hattâ müşteri bir köleyi meyte ile
satın alıp teslim alsa ve âzâd etse, âzâd edilmiş olmaz.
Fâsid satış ise, aslen
sahih olup vasfen sahih: olmayan satıştır. Teslim almaya bitiştiği zaman, mülk
ifâde eder. Müşteri, Hamr (şarâb) ile bir köle satın alıp,- teslim aJsa ve hemen
âzâd etse, âzâd edilmiş olur.
Mevkuf satış, asliyle
ve vastıyle sahih olur ve çekimserlik yoluyla MAL OLMAYAN ŞEY HÜKMÜNDE OLANLAR : Bu hükümde olanların satışı da
bâtıldır. Yâni ümm-ü veled, mükâteb ve müdebber gibi şeylerdir. Çünkü, bunların
da satılması bâtıldır. Lâkin, hürrün satılmasının bâtıl olması gibi değildir.
Çünkü hürrün satılması ibtidâen ve ba-kâen bâtıldır. Zîrâ, satışa asla mahal
değildir. Onda hürriyetin hakikati sabit olmuştur. Bunların satışı ise, bakâen
hürriyet hakkı için bâtıldır. İbtidâen bâtıl değildir. Çünkü, hakikatlan yoktur.
Bundan dolayı, kendiliklerinden satışları caizdir. Söylenen şu söz bâtıldır:
«Eğer onların satışı bâtıl olsa, hürrün satılması gibi olurdu. Satışta onlara
eklenen kölenin satılmasının bâtıl olması, hürre eklenen gibi olması lâzım
gelirdi.» Şunun için ki, onlar kısmen satışa mahal oldukları için ibtidâen
satışda dâhildirler, Sonra haklarının taallukundan dolayı satıştan hâriç
kalmışlardır. İmdi köle, semenden hissesiyle bakî kalır. Hisseyi satış, bekâen
caizdir. Nitekim, daha önce geçti. Hür, bunun aksinedir. Çünkü mahalliyet
bulunmadığı için. hür satışa dâhil olmayınca, ibtidâen hisseli satış lâzım
gelir. Bu ise, bâtıldır. Nitekim, daha önce geçti ve yakında yine gelecektir.
Şarâb (hamr), domuz ve
kendi eceliyle ölmeyen hayvan gibi, mü-tekavvim (kıymeti hâiz) olmayan malın
semenle; yâni dirhemler, dinarlar ve râyic paralar ile satılması da bâtıldır.
Eceliyle ölmeyen diye kaydianması; şarâb ve domuz gibi mal olması içindir..
Hattâ eceliyle ölürfee, Ztmrnîlerce de mal olmaz.
Bunları semenle
satmanın bâtıl olması satış, satılan şeyin tarafında hüküm ifâde etmediği
içindir. Çünkü mebî', satışda asıldır. Zîrâ satış, onun varlığına bağlıdır.
Semen, bunun aksinedir. Asi, temellüke mahal değildir. Satış da öyledir. Çünkü
satılan şeyin semeninin zimmette sabit olması, ancak başka malın temellükü
karşılığında satıcının temellükü hükmü ile olur. Temellük bulunmayınca, o başka
mal zimmette sabit olmaz ve onda mülk sabit olmaz. Çünkü ma'dûmda mülkün siibûtu
imkânsızdır. Şayet semenden başka bir malla karşılık verilse, satış fâsid olur.
Hattâ satıcı, her ne kadar hamr (şarâb) ve domuzun aynına mâlik olmazsa da ona
karşılık olana mâlik olur. Nitekim, yakında açıklaması gelecektir.
Yine, hür kadına
eklenen kölenin satılması ve kendi eceliyle Ölen hayvana eklenen boğazlanmış
hayvanın satılması da, her ne kadar hepsinin semeni tesmiye olunsa da bâtıldır.
Bu kayda sebeb, hür gibi olsun diyedir. Kölenin ve boğazlanmış hayvanın
satılmasının bâtıl olmasına sebeb; Çünkü hür, as!â satımda dâhil değildir. Kira,
mal değildir. Hürrü, köleye eklemekle kölenin kabulü için şart kılmıştır. Ma!
olmayanı, satılan şeyin kabulü için şart kılmak ise, satışı ibtâl eder.
Köleyi, mütlebbere veya
bankasının kölesine eklemekle salmak ve mülkü vakfa eklemekle satmak şahindir.
Çünkü bu eklenen şeyler, ba'zısma göre, satışa mahaldir. İmdi onların butlanı
başkalarına geçmez. Akd hâlinde cevaz vereni bulunmayan şeyhi satılması -ki
küçük çocuğun veya vasisinin onun malını gabn-ı fahiş ile satması böyledir. —
bâtıldır. (Gabn-ı fahiş ile olmazsa sahih olur.)
İmâdiyye'dc denmiştir
ki: Onların, yâni babanın, dedenin ve bu ikisinin vasilerinin ve kâdîmn,
kıymetinin misli ile satmaları ve kiraya vermeleri veya benzerinde insanların
aldandıkian kadarından daha azla satmaları ve cevaz vermeleri caizdir. Eğer
insanların aldan-madıkları miktar olursa, caiz değildir; bulûğdan sonra izin
vermeye (icazete) mütevakkıf olmaz. Çünkü bu akdin, akd hâlinde mucîzi (cevaz
vereni) yoktur.
Semeni ortadan .
kaldırılan satış da sahih değildir. Çünkü semeni nefy edince, rüknü nefy etmiş
olur. Bu takdirde, satış olmaz. Ba'zı Fukahâ'; «Mün'akid olur.» demiştir. Çünkü,
onun nefyi sahih olmaz. Çünkü, o akdi nefy etmiştir. Nefyi sahih olmayınca,
sanki'o semeni söylemeyip sükût etmiş gibi olur. Malı satsa ve semeni söylemeyip
sükût etse, satış mün'akid olur ve teslim almakla mülk sabit olur. Nitekim,
yakında açıklanacaktır.
Bâtıl satışın hükmü,
satılan şeyin bununla müşteri için mülk olmamasıdır. Çünkü, bâtıl üzerine hüküm
terettüb etmez. Fâsid satış bunun aksinedir. Nitekim, daha önce geçti.
Satılan şey (mebî')
müşteri yanında helak olsa, müşteri Ödemez.
Çünkü teslim alman şey,
onun yanında emânettir. Zîrâ akd, bâtıl olunca, mâlikin izniyle sâdece teslim
almak bakî kalır. Bu ise, zaran ödemeyi gerektirmez. Ancak tecâvüzle olursa,
gerektirir. Ba'zı Fukahâ1; . «Öder, çünkü o sevm-i şirâ
üzere teslim alman mal gibi olur.» demişlerdir. Sevin-i şirâ, semeni
söylemektir ki; mal sahibi; «Bu semeni al
git!», «Eğer bu semenle razı olursan.»-. «Zikredilen semen üzere satın aldın.»
der. Şayet semeni söylemez de, o da tesmiyesiz alıp giderse, satılan şey onun
yanında helak olduğu takdirde, ödemez. Fakîh Ebû'1-Leys (Rh.A.) bunu nassân
beyân etmiştir. Fetva da bunun üzerinedir, diyenler olmuştur. İnâye'de de böyle
denmiştir.
Bundan sonra musannif,
bâtıl satışı açıklamayı bitirince,
lâsld. satışı açıklamaya bağlayıp şöyle demiş'tir:
Semen söyleruneyip,
sükût edilen satış fâsiddir. Zîrâ satış, sükûtla bâtıl olmaz. Belki mün'akid
olup ve teslim almakla mülk sabit olur. Çünkü satışın mutlakı değiş-tokuşu
(muâvezeyi) gerektirir. Şayet semeni söylemeyip susarsa, onun maksadı
kıymettir. Sanki kıymetiyle. satmış gibi olur. Bu durumda satış fâsid olur,
bâtıl olmaz.
Yine, bir malı, hamr
(şarâb) ile satmak ve şarâbı anal ile satmak da fâsiddir. Çünkü malın müşterisi,
onu şarâb ile temellük etmeyi kasd eder. Bunda şarâba değil, mala saygı gösterme
(i'zâz) vardır. İmdi şarâbın zikredilmesi, şarâbın kendisi hakkında değil,-
malın temellükünde mu'teber olarak kalır. Hattâ tesmiye fâsid olur ve şarâbın
değil, malın kıymeti vâcib olur. Keza, şarâbı mal ile satsa, bu takdirde malın
satın alınması mu'teber olur. Şarâbın satın alınması mu'teber olmaz. Çünkü bu
mukâbazadır. (Çünkü iki
taraftan teslim almadır.)
Yine, malın; ümm-ü
veled, mükâteb ve müdebber ile satılması da fâsiddir. Hattâ mükâbaza eyleseler,
müşteri malla, mala mâ lik olur; Çünkü onlar, akdde dâhil olurlar. Hattâ
onlardan birine eklenip, onunla beraber satılan şeyde akd bâtıl olmaz. Eğer
onlar hür gibi olsalar, satış bâtıl olurdu.
Avlanmış olmayan
balığın satılması da fâsiddir. Çünkü bu, mâlik olmadığı şeyi satmaktır. Ya da
avlanıp bir hazîrede su içinde, yani su toplanmış bir yerde olursa ve balık
oradan ancak bir vâsıta ile alınabilirse, bunun da su içinde satılması
fâsiddir. Çünkü, teslimine kadir olunan şeyden değildir. Eğer balığın vasıtasız
yakalanması mümkün ise, satılması sahih olur. Çünkü, bu takdirde o balık teslim
edilebilir. Ancak balık nazireye kendi girip ve girdiği yer kapatılmış
olmazsa, mülk bulunmadığı için satılması fâsid olur.
Havada uçan kuşun
satılması da fâsiddir. Çünkü havada uçan kuş, yakalanıp elde edilmezden önce
memlûk değildir. Bu takdirde fesâd, butlâri ma'nâsma gelir. Yakalandıktan sonra
ise, teslimi kudret dâhilinde değildir.
'
Musannif burada; «Geri
dönmeyen kuş» demiştir. Çünkü, Zoylai (Rh.A.) de şöyle demiştir: Şayet kuş
havada uçup geri dönmezse satılması caiz olmaz. Ama kuşun, satıcının yanında
yuvası olup, havaya o yuvadan uçar sonra yine geri dönerse, onun satılması caiz
olur.
Güvercinin dönüşü
bilinirse ve teslimi de mümkün olursa, satılması caizdir. Çünkü güvercin,
teslim edilebilen maldır,
Hamlin satılması da
fâsiddir. Nitâc'ın «atılması bâtıl ve hamlin satılması fâsiddir. Çünkü
birincinin yokluğu (ademi), kesindir. İkincinin yokluğu, şübheliclir. Yine
cariyeyi satıp, hamli (yâni karnındaki dölü) satmamak da fâsid satıştır.
Nitekim, daha önce anlatıldı ki; ayrı olarak tek başına satış akdi yapılması
sahih olmayan şeyin akdden istisnası da sahih olmaz. Hami de böyledir. Çünkü
hami, hayvanın, etrafı (yâni el, ayak gibi uzuvları) menzîlesindedir. Çünkü
hamlin cariyeye hilkat yönüyle ittisali vardır. Asim satılması, o hamli de
kapsar. İmdi istisna, mucibin aksine olur. Şu hâlde sahih olmayıp, fâsid bir
şart olur ve satış, o fâsid şart ile fâsid olur.
Koyunun memesinde olan
sütün satılması da fâsiddir. Çünkü, memede şişlik ve kabarma ihtimâli bulunduğu
için bu meçhul alış-ve-' riştir.
Sadefde olan incinin
satılması da fâsiddir. Çünkü, mechûl alış-ve-riştir. Koyunun'sırtında olan
yününün satılması da fâsiddir. Çünkü, Re-sûlüllah (S.A.V.) onu yasaklamıştır.
Şayet tavandan bir
merteği (veya çatıdan bir ağacı) ve, giysiden bir zira' satsa, yâni ham bezi
değil, gömlek gibi bölmek zarar veren bir giyeceği satsa, satış caiz olmaz.
Musannif, evvelâ kesmeyi zikretmiştir. ÇünKü onun teslim edilmesi ancak akdin
icâbetmediği bir zararla mümkün olur ve böylesi de lâzım olmaz. Bu durumda
rücû' hâsıl olur ve çekişme meydana gelir. Bölünmesi zarar vermeyen şey, bunun
aksinedir. Meselâ; gümüş külçesinden on dirhemin ve ham bezden bir zirâ'm
satılması gibi. Engel bulunmadığı için bunun satılması caizdir. Bu takrir ile,
«Bu, zarara razı olunmuştur (bu zarar merdiyyun bindir). Binâenaleyh müfsid
olmaması gerekir.» sözü defedilmiş olur. Şayet mertek (yâni çatıdaki ağaç)
belirli olmasa, zarar lâzım geldiği için ekiz olmaz. Yine, bu satışda
bilinmemezlik (cehalet) bulunduğu için caiz olmaz. Şayet satıcı, müşteri satışı
fesli etmezden önce, ham bezden zirâ'ı kesse veya ağacı (merteği) çatıdan
koparsa, satış sahihe döner. Çünkü, tekarrür etmezden önce müfsid ortadan
kalkmıştır.
Yine; avcının, bir
atışım satmak da fâsiddir. Bu, balık avcısının, ağı bir kere suya atmasiyle çıkacak balığı satmasıdır. Bu satış
fâsiddir. Çünkü, meçhuldür.
Müzâbene de fâsiddir.
Müzâbene: Hu rina ağaçlan üzerinde olan yaş hurma meyvelerinin (semer'in),
kesilmiş olan kuru hurma (temr) ile satılmasıdır. O, hurmanın takdir yönünden
keylî (yâni miktarım tahmin ederek ölçülmesi) gibi fâsiddir.'Çünkü bu,
yasaklanmıştır. Bir de, ribâ şübhesi vardır.
Mülâmcse (dokunma),
iııünâbeze (atma) ve ilkâ-ı hacer (taş koyma) : Bunlar satış çeşitleridir ki,
Câhiliyyet zamanında olurdu. Meselâ iki adam birbirleriyle bir kumaş (veya
ticâret malı) üzerine pazarlık ederler ve müşteri o kumaşa dokunurdu, yâhûd
satıcı, müşterinin üzerine onu atardı veya müşteri malın üzerine bir taşcağız
koyarsa, satış lâzım gelirdi. Banlardan birincisi mülâmese, ikincisi rnünâbezel
üçüncüsü ise ilkâ-l hacerdir. Halbuki Resûliillah (S.A.V.), ilk ikisinden
menetmişür. Nassın delâleti ile üçüncüsü de onlara katılmıştır.
Kele'în satılması da
fâsiddir. Kele': Arzın çimenidir (ot). Kele'in kiraya verilmesi de, satılması
gibi fâsiddir. Satılmasının fâsicl olması, malı olmayan şey üzerine yapıldığı
içindir. Çünkü ot, sâdece satıcının arzında bitmekle ondan insanların ortaklığı
kalkmaz ve onun mülkü olmaz. İhraz bulunmadıkça aslı mubah olarak kalır.
Rcsıilüllah (S.A.V.): ulnsanlar üç şeyde
ortakdırlar: Suda, otta ve ateşte.»'buyurmuştur. Kiraya verilmesinin fâsid
olması ise; icâresi aıynm istihlâki üzere vârid'olduğu içindir. Halbuki icâre
mahalli bir takım menfaatlerdir, aynlar değildir. Boyacıyı ve süt anayı
kirâlamakda, boya ve süt -lâzım gelmez. Çünkü burada ayn, icâreye müstehık olan
amelin ikâmesi için bir âlettir. Otun satılmasında çâre şudur: Arzdan bir yeri,
onda çadır kurmak veya davarına ağıl yapmak için kira ile tutmaktır. Bu
takdirde kiralama (icâre) sahih olur. Mer'a sahibi, otîakdan yararlanmasını
mubah kılar. Bu durumda ikisinin de maksûdu hâsıl olur. Kâfî'de de böyle
denmiştir.
Arının satılması da
fâsiddir. Çünkü arının satılması, İmâm A'-zam (Rh.A.) ve Ebû Yûsuf (Rh.A.) a
göre fâsiddir. İmâm Muham-med1 (Rh.A.) e göre; şayet muhrez olursa, sahilidir.
Çünkü an, her ne kadar katır ve eşek gibi yenmezse de, hakîkaten ve şer'an
kendisinden faydalanılan bir hayvandır. İmânı A'zam ile Ebû Yûsuf
(Rh.Aley-himâ) un delili şudur: Arı hevâmdandır (böceklerdendir). Şu hâlde
satılması caiz değildir,. Eşek arıları gibi. Yararlanma arıyla değildir, belki
andan çıkan şeyledir. İmdi ondan bal çıkmazdan önce kendisinden yararlanılan
hayvan değildir. Ancak, iğinde balı olan kovanları ile beraber olursa, bu
takdirde o kovanlara tebaiyetle satılması caiz olur. Kudûrî (Rh.A.), bunu
şerhinde zikretmiştir. 'İmâm Kerhî (Rh.A.); «Kovansız caiz olmadığı gibi;
kovanları ile beraber de caiz olmaz. Çünkü bir şeyin, başka şeye tâbi olarak
satışda dâhil olması, şayet o şey başkasının hukukumdan olursadır. Şirb ve yol
gibi. An ise balın hukukundan değildir.-» demiştir. Kâfi'de böyle
zikredilmiştir.
İpek böceğinin ve
yumurtasının satılması da fâsiddir. Çünkü, ikisinin de satılması İmâm A'zanl'
(Rh.A.) a göre, caiz değildir. Ebû Yûsuf (Rh.A.) kurdunda İmâm A'zaın' (Rh.A.)
la; yumurtasında İmâm Muhammed (Rh.A.) ile beraberdir. Ba'zıları yumurtasında
dahî İmâm A'zarn (Rh.A.-) ile beraber olduğunu söylerler. İmâm A'zam' (Rh.A.) m
delili şudur: İpek böceği hevâmdanchr ve yumurtası kendisinden faydalanılan
şeyden değildir. Domuzlan böcekleri ve
kelerlere ve onların yumurtasına benzer. İmâm Muhammed' (Rh.A.) in delili ise
şudur: İpek böceği, kendisinden yararlanılan bir hayvandır ve yumurtası da
ilerde yararlanılır hâle gelir. Şu hâlde eşeğin sıpası ve atın tayı gibi olur.
Çünkü insanlar, onunla iş görürler. İmdi, ona zaruret mess edip san'at işlemek
gibi olur. Bununla fetva verilir. Kâfi'de de böyle denmiştir.
Kaçak kölenin satılması
da fâsiddir. Çünkü Rcsûlüllah (S.A.V.), onun satılmasını yasak etmiştir. Bir de
kaçak 'köle, teslim edilebilen şey değildir. Ancak, kaçak köleyi, yanında
sandığı kimseye satarsa olur. Çünkü satılması yasak olan, mutlak kaçak olandır.
O da, akdi yapan iki kimsenin hakkında ikaçak olmasıdır. Bu ise, müşteri
hakkında kaçak değildir. Eğer müşteri; «Kaçak köle, fülânm yanındadır. O'nu
bana sat.» dese, caiz olmaz. Çünkü köle, iki âkid hakkında kaçaktır. Şayet kaçak
-köleyi sattıkdan sonra, köle kaçmakdan geri dönse, akd tamâm olmaz. Ba'zısı;
«Tamâm olur.» demiştir.
Kadının sütünü satmak; gerek hür, gerek câriye olsun, fâsiddir.
Çünkü kadının sütü,
insanın cüz'üdür. İnsan ise, bütün cüzleriyle mü-kerrerndir. Satılmakla
ibtizâlden masundur. İmâm Ebû Yûsuf (Rh. A.)
dan, cariyenin sütünün satılmasına cevaz* verdiği ııakl edilmiştir.
Çünkü, cariyenin
kendisi üzere akdin iradı caiz olur( yâni alınıp satilması caiz olur,) Keza
cüzleri üzere de caiz olur.
Biz deriz ki; cariyenin
kendisi Kölelik (rıkk) için mahaldir. Çünkü o, köleliğin zıddı olan kuvvetin
mahalline ımıhtasdır. O da, diri olmaktır. Sütte ise, hayat yoktur.
O kadının sütü kapta
olduğu hâlde — ve kap gerek kadeh, gerekse kadehden başkası olsun— satılması
fâsiddir. Bu (kap) kaydı; «Ka-dınm sütünün satılması, diğer hayvanât sütleri
gibi, memede olduğu hâlde caiz olmayıp, kapta olduğu hâlde caiz olur.» vehmini
def etmek içindir.
Domuzun kılını satmak
da fâsiddir. Çünkü domuzun kılı, aynı ne-cesdir. Satılması caiz olmaz. Ayakkabı
dikmek ve benzeri şeyler için, zaruretten dolayı domuzun kılından faydalanmak
caizdir. Çünkü ayakkabı yapıcısı ve tamircileri, terlikleri ve mestleri
dikmekte ona muh-tâc olurlar. Zîrâ onlar, ancak onunla dikilir. Aslı mubah
bulunduğu için, satın alınmasında zaruret yoktur.
Şayet domuzun kılı az
bir suya düşse, İmâm Ebıi Yûsuf (Rh.A.) a göre, o suyu ifsâd eder. İmâm
Muhammed' (Rh.A.) e göre, ifsâd etmez. Çünkü onunla faydalanmanın mutlak olması,
onun temizliğine delildir. Ebû Yûsuf (Rh.A.) un delili şudur: Mutlak
zikredilmesi zarûret-den. dolayıdır. Zaruret ise, ancak kullanma hâlinde zahir
olur. Domuzun kılının suya düşme hâli, kullanma hâline aykırıdır.
İnsanın kılının
satılması da fâsiddir. Çünkü, insan mükerremdir. Mübtezel değildir. Şu hâlde
insanın cüzlerinden bir şeyin hakir, önemsiz ve hor olması caiz olmaz. İnsanın
kılının satılması caiz olmadığı gibi, onunla faydalanmak da caiz olmaz.
Ölmüş hayvanın
derisinin, dibâğat olunmadan önce, satılması da fâsiddir. Çünkü, kendisinden
faydanılan şeyden değildir. Zîrâ, Resû-Iüllah (S.A.V.) :
«Siz ölmüş hayvanın
derisinden faydalanmayın.» buyurmuştur. O da, onun dibâğat olunmayan ham
derişidir.
Ölü hayvanın derisi,
dibâğat oluııdukdan sonra satılır ve faydalanılır. Çünkü o ham deri, dibâğatla
temiz olur. Ölü hayvanın kemiği, siniri, yünü, tiftiği ve boynuzu gibi, ki
bunlardan her biri satılır ve onunla faydalanılır. Çünkü bunlar, aslî
yaradılışdan temiz olup, onlara hayât girmemiştir. Nitekim «Taharet Bölümü» nde
geçti.
Fil, yırtıcı hayvan
gibidir. Hattâ kemiğinin satılması ve kemiğinden faydalanmak caiz olur. -İmâm
Mnhammed' (Rh.A.) e göre, aynı necesdir.
Yine, kabı ile tartılıp
ve ondan her kabın (zarfın) karsılığında şu kadar ntl çıkartılmak üzere,
zeytinyağının satılması da fâsiddir. Kabın ağırlığı çıkartılmak şartiylc
satılırsa, satış sahih olur. Çünkü birinci şartı, akd iktizâ etmez. İkinci
şartı, iktizâ eder. Çünkü akdin muktezâsı, kabın ağırlığı, zeytinyağından
çıkmasıdır. Şayet şu kadar ntl çıkarılsa, kabdan daha çok veya daha az olmaya
muhtemel olur. Ancak zeytinyağının ağırlığı (tartısı) şu kadar ntl olduğu
bilinirse, bu takdirde satış caiz oluv. Çünkü bu, akdin muktezâsıdır.
Satıcı ile müşteri
tulumda ihtilâf etseler, yâni, bir kimse tulum île yağ satın alıp, kabı satıcıya
geri verdikde, müşteri tartıp o tulumdan kab on ntl gelse, ve satıcı, «Kap,
başka kaptır ve kap beş ntldır.» dese, söz müşterinindir. Çünkü bu ihtilâf, ya
teslim alman tulumun ta'yîninde veya yağın miktarında i'tibâra alınır. Eğer
birincisi i'tibâ-ra alınırsa, müşteri teslim alıcıdır. Bu durumda söz, teslim
alanın sözüdür. Zararı ödeyici (zâmin) olduğu hâlde, gâsıb gibi olur veya emin
olduğu hâlde mûda' gibi olur. Eğer ikincisi i'tibâra alınırsa,'bu ihtilâf
gerçekde yağda ihtilâftır. Söz, müşterinin olur. Çünkü müşteri, fazlayı inkâr
etmektedir. Söz ise, yeminiyle beraber münkirindir.
Satıcının saltığı şeyi,
birinci semenin ödenmesinden (nakdinden) önce, sattığı semenden daha azı ile
satın alması fâsiddir. Bunun sureti şudur: Bir kimse, bir pâriyeyi bin akçaya
peşin veya veresiye satın alıp ve O'nu teslim aldıkdan sonra yine satıcıya
beşyüz akçaya ,
birinci semeni peşin vermezden önce satsa, ikinci satış fâsid olur İmâm Şafiî
(Rh.A.) «Caiz olur. Çünkü cariyede mülk, teslim almakla tamâm olur. Satıcıya
satmakla, başkasına satmak müsavidir. Nitekim, şayet birinci semenin misli,
yâhûd fazlasiyle veya malla satsa onun gibi olur.» demiştir.
Bizim delilimiz şudur:
Semen, satıcının garantisinde değildir. Satıcıya, satılan şey (mebî') ulaşıp,
takas vâki' olsa, onun için beşyüz akça karşılıksız (ivazsız) kalır. Bu ise,
ribâdır. Şu hâlde, caiz olmaz. Malla satsa, bunun aksinedir. Çünkü fazlalık,
ancak bir cinsten olduğu vakit zahir olur. Cariyeyi mala ekleyip peşin semenden
önce, mecmuunu birinci semen ile satsa, bu yukarıdakinin aksinedir. Bunun sureti şudur: Müşteri, beşyüz akçaya bir. câriye salın alır. Ondan sonra, ona
bir diğer câriye ekleyip birinci semenin peşin ödenmesinden önce satıcıya
beşyüz akçaya satarsa; bu satış, satıcıdan satın aldığı cariyede fâsiddir,
satıcıdan satın almadığı cariyede şahindir. Çünkü, semenin ba'zısını ondan satın
almadığı câriye karşılığında kılmak gerekir. Müşteri o diğer cariyeye,
sattığından daha az ile müşteri olur. Bu ise, fâsiddir. Halbuki bu ma'nâ, diğer
cariyede yoktur ve fesadı şayi' olmaz. Zîrâ fesâd, ribâ şübhesi i'tibâıiyledir.
Eğer ona eklenen cariyeye i'tibâr olunsa, şübhenin şübhesi i'übârı olur. Bu
ise, mu'teber değildir.
Yolun, sınırlanarak,
yâni uzunluğu ve genişliği belirtilerek satılması sahilidir. Sınırlanmadan
satılması da sahilidir. Birincinin satılmasının sahîh olması, açık ve
besbellidir. Sınırlanmadan satılmasının sahih oiması ise, şundan dolayıdır ki
yolun genişliği ve uzunluğu beyân orunmamışsa, yolun genişliği, evin (dâr'ın) en
büyük kapısının genişliği ile takdir edilir. Nilıâye'dc de böyle denmiştir. İki
takdire göre. de; yol ma'lûm bir ayn olur. Şu hâlde, satılması sahih olur.
Yolun hibe edilmesi de
sahîh olur. Tatârhâniyye'de denmiştir ki: Yol, üç çeşittir: Birincisi; en büyük
yola (tarik-i a'zam'a) ulaşan yoldur. İkincisi; ilerisi, çıkmaz sokağa ulaşan
yoldur. Üçüncüsü de; insanın kendi mülkündeki özel yolu (tarîk-i hâss) dur,
İmdi, insanın mülkünde olan özel yol, zikretmeksizin, nass cihetiyle veya
hukuku zikretmekle yâhûd merâfıkı (evin iç ve dış müştemilâtını) zikretmekle
satışda dâhil olmaz. Diğer iki yol, satışda zikretmeksizin dâhil olurlar.
.
Sel akan yerin
(jnesîlin) satılması ve hibe edilmesi
sahih olmaz. Çünkü, bu meçhuldür. Zîrâ, orada suyun ne kadar yer kaplayacağı
bilinmez.
Arza tebâiyetle geçme
(mürur) hakkının
satılması bi'1-icmâ sahilidir Arza tebaiyetsiz, yalnız satılması ise, bir
rivayette sahîhdir. O da, İbn Semâa' (Rh.A.) nın rivayetidir. Ziyâdât'ın
rivayetinde caiz olmaz. Ebû'I-Leys (Rh.A.), bunu hukûkdan bir hak olmakla sahîh
görmüştür. Hukukun, ayrı olarak satılması ise, caiz olmaz. Keza şirb hakkının
satılması da, arza tebâiyetle sahîhdif. Yalnız satılması da, bir rivayette
sahîhdir. O da, Beî'h Meşâyihinin seçtikleri rivayettir. Çünkü şirb hakkı,-
sudan nasib almaktır. Diğer bir rivayette, sahih değildir.
Buhara. Şeyhlerinin
seçtikleri ile budur. «Bilmemezlik bulunduğu için sahîh olmaz.» demişlerdir.
Tesbîl (sebil yapma
hakkı) hakkının satılması ve hîbe edilmesi de
sahîh olmaz. Çünkü'
tesbîl hakkı, eğer sath üzerinde olursa teallî hakkı olur. Teallî hakkının
satılması bâtıl olduğu daha önce geçti. Eğer tesbîl hakkı yerde olursa, yerinin
biünmemesiyle meçhul olur. İki rivayetin birine göre, geçme (rnurûr) hakkı ile
teallî hakkı arasındaki farkın vcehi şudur: Tealiî hakkı, b&kî kalmaz bir aıyn'a
bağlı olur. O da binadır. Şu hâlde o, menfaatlere benzer. Geçme hakkı ise, baki
kalan bir ayn'a bağlı olur. O da, arzdır. İmdi o, a'yâna benzer.
Nîrûza kadar, diye
satmak sahîh değildir. Nirûz, Nevruzun
muarrebidir. Bu da, İlkbahar'm ilk günüdür.
.
Mihrecâıı'a
kadar, diye satmak da- sahih delildir. O da, Sonbahar mevsimidir. Caiz
olmamasına seheb: Çünkü, Sultânın Nirûzu ile dehâkînin
Nîrûssu arasında ve Mecûsilerin Nînızu arasında fark vardır. Kifâye'de de böyle
denmiştir.
Yine, Hıristiyanların
orucuna veya Yahudilerin fıtrına kadar, diye satmak da caiz olmaz. Yâni, şayet
Nasârânın orucunun ve Yahudilerin fıtrinin belli gününü satıcı ve müşteri
bilmezlerse, müddet bilinmediği için satış caiz olmaz. Bilirlerse, caizdir.
Hıristiyanlar
oruçlarına başladıkdan sonra (ıtırlarına kadar, diye satmak, zikredilenin
aksinedir, ki bu satış sahih olur. Çünkü onun müddeti, Temurtâşî' (Rh.A.) nin
dediğine göre, belli günler olup, elli günden ibarettir.
Hacılar gelinceye veya
hasada kadar, diye satmak da caiz olmaz. Hasâd, (hâ) nın fetihiyle ve kesriyle
ekinin biçilmesidir. Harmana kadar (yâni hayvanların harmanda ekini
çiğnemelerine kadar), bağ bozumuna kadar-yâni hurmanın ve üzümün kesilmesine
kadar ve yine koyun kırkımına (yününün kesilmesine) kadar, diye satmak da caiz
olmaz. Caiz olmamasına sebeb: Çünkü bunlar ba'zan önce gelir, ba'zan da gecikir. Bu zikredilen vakitlere kadar kefü olunur.
Çünkü az bil-memezlik (cehalet), kefalette muhtemeldir. Bu bilnıemezlik
(cehalet) azdır. Çünkü Sahabe —Allah
onların hepsinden razı okun— bunun,
satışın caiz olmasını men edip etmediğinde ihtilâf etmişlerdir.
Eğer hulul etmezden
önce eceli (müddeti) düşürürce, satış sahih olur. Çünkü, mukarrer olmazdan Önce
müfsid ortadan kalkmıştır. E-ger mutlak olarak satıp ondan sonra bu vakitlere
kadar semeni ertelerse, satış sahih olur. Çünkü bu te'cil, borcun
ertelenmesidir. Borçlarda ise, bilmemezlik muhtemeldir.
Akdin gerektirmediği
şart ile de satış sahih olmaz. Halbuki onda, satıcı ve müşterinin ikisinden
birine fayda vardır. Ya da satılan şey için onun müstehık olduğu bir fayda
vardır. Yâni satılan şey insan olmakla sabit bir hak olursa (Meselâ; bir
köleyi, müşteri mülkünden çıkarmamak şartiyle satmak gibi veya bir cariyeyi
çocuk doğurtmamak şar-tiyle veya mükâteb veya müdebber eylememek şartiyle satmak
gibi) bunlarjn her biri satışı ifsâd eder. Bu zikredilen şartlar ile satışın
fâ-sid olmasına sebeb şudur: Çünkü iki müteâkid (yâni satıcı ve müşteri)
satılan şey ile semen arasında mukabele kasd etseler, şart ivazdan hâlî kalır ve
onda satış, şart ile vâcib olur. Muâveze akdi ile ivazdan hâlî olan hak edilmiş
fazlalık ribâ olur. Ve ribâ şart olan her akd; fâsid akid olur. Meselâ
satıcının, giyeceği ve diktirip kaftan yapmak şartiyle satması gibi. İmdi bu,
akdin gerektirmediği bir şarttır. Bunda satıcı ve müşterinin ikisinden birine
fayda vardır. Ya da, satılan deriyi ayakkabı yapmak şartiyle satmak gibi. Ya
da, ayakkabı (veya nalın) üzerine tasma yapmak şartiyle satmak gibi. Şirâk:
Ayağın sırtı' üzerine gelen, deriden yapılmış sının (seyr) dır.
Muğrib'ül-Lûğa'da böyle zikredilmiştir. Ayaikkabıda satış, istihsânen
sahîiıdir. Çünkü, bu hususta teamül vardır. İmdi giyeceğin boyanması gibi olur.
Ya da, satıcının; satılan şeyi —ki o mebî' köledir— bir ay kullanmak şartiyle
satması gibi. Bu, akdin gerektirmediği şartın benzeridir, ki bunda satıcı için
fayda vardır. Bir ay demesine sebeb, daha önce geçen, şu şeyden dolayıdır:
Muhayyerlik şayet üç gün olsa, onda hizmet ettirmek şartı caiz olurdu.
Ya da, müşteri satılanı
(mebî'i) müdebber veya mükâteb eylemek veya çocuk doğurtmak veya gerek erkek
köle (abd) olsun ve gerekse câriye (eme) olsun kınm mülkünden çıkarmamak
şartiyle satması caiz değildir. Bu misâl, akdin gerektirmediği şarta ve
kendisinde satılan şey için fayda olduğuna misâldir, ki satılan şey o faydaya
müstehık olur. Çünkü kınn'a, elden ele geçmesi (tedavülü) hoş
gelir. Bu durumda, ivazdan hâlî faizlalık bulunup satış fâsid olur.
Musannif mezkûr asla şu
fer'i eklemiştir: Binâenaleyh satış, ak-din iktizâ ettiği şartla sahih olur.
Mesela, satılan şey müşterinin mülkü olmak şartiyle satmak gibi. Ya da, akdin
iktizâ etmediği ve kendisinde biline fayda bulunmayan şartla satmak gibi.
Meselâ, sattığı hayvanı müşterinin satmaması partiyle satmak gibi. çünkü
hayvan, fayda için ehil değildir.
Müslümanın, Zimmîye
içkinin ve domuzun satılmasını ve satın alınmasını emretmesi caizdir. İhramda
olan kimsenin, kendisinden başka kimseye kendi avını satmasını emretmesi de
caizdir. İmâmeyn, (Rh. Aleyhimâ), «Caiz olmaz.» demişlerdir. Çünkü müvekkil
kendisi satmaya velî olamaz. Şu hâlde, başkasını velî edemez. Meselâ;
Müslümanm, bir Mecûsîyi, bir Mecûsi kadını tezvîc için vekil etmesi caiz
olmadığı gibi. Çünkü vekil için sabit olan şey, müvekkile intikâl edip sanki o
kendisi yapmış gibi olur.
İ 111x1111 A'zanV
(Rh.A.) m delili şudur: Bu bâbda mu'teber olan iki ehliyettir. Biri vekilin
ehliyetidir, ki emredildiği şeyde tasarruf ehliyetidir. Bu tasarrulda, Nasmnî
için ehliyet vardır, iki ehliyetten biri de, müvekkilin ehliyetidir. O da,
müvekkil için hükmün sübûtunun ehliyetidir. Akd için hüküm yönünden melzûmun,
lâzımdan ayrılması lazım gelmesin diye müvekkil için bu ehliyet vardır.
Görülmez mi ki,
Müslüman için jırfrâs yoluyla içkinin (hamım) mülkü sabit olur. Yâni,- Nasrânî
olan murisi Müslüman olup öldükde, içki ve domuzunu bıraksa ve yine Müşlümanın,
Nasrânî olan me'zûn .kölesi, şâjyet içki ve domuz satın alsa, o içkide mülk
Müslüman efendi için itUfâkan sabit olur. İki ehliyet sabit olunca akd, İslâm
sebebiyle mümteni' olmaz.,Çünkü tslâm celbeder, defetmez. Bundan sonra,
mü-vekkelün bih (mal) eğer şarâb ise, onu sirke yapar. Eğer domuz ise, ormana
salıverir. Fukahâ', «Bu vekâlet, en şiddetli kerahetle mekruhtur.» demişlerdir.
Müşteri, satılan şeyi,
satıcının açıkça veya delâlete ti mâsiyle teslim aldığında ona mâlik olur.
Meselâ, satıcının huzurunda, akd meclisinde malı teslim alır ve satıcı o teslim
almayı menetmezse, satılan şeye mâlik olur. İmâm Şafiî (Rh.A.): «Her ne kadar
müşteri o satılan şeyi teslim alsa da, mâlik olmaz. Çünkü o haramdır, onunla
mülkün ni'metine nail olamaz.» demiştir. Bir de: «Nehy ile meşrûiyyetdn
arasında birbirine karşıtlık bulunduğu için nehy, meşrûiyyeti nesh eder. Bundan
dolayı teslim almazdan önce mülkü ifâde etmez. Satılan şeyi (mebî'i) meyte veya
içkiyi (hamn) dirhemlerle satmış gibi olur.» demiştir.
Bizim delilimi/ şudur:
Satışın rüknü ehlinden sâdır, mahallinde vâki olmuştur. İmdi satış müıı'akld
oldu, demek vâcib olur. Ehliyette ve mahalliyyette şübhe yoktur. Onun rüknü,
malı malla değiş-tokuş (mübadele) dur. Bu ise, meydana gelmiştir. Şer'î
fiillerden nehy, meş-rûiyyetin tekarrürünü gerektirir. Çünkü nehy, menhiyyün
annin (yasak edilen şeyin) tasavvurunu gerektirir. Çünkü tasavvur olunmayan
şeyden nehy, hükümsüzdür. Bunun tahkiki, Mir'âL'ui-UsiH'de benini zikrettiğim
şeydir ki emr ve nehyin medarı makdûriyettir (kudret bulunmaktır). Hissî
fiillerden nehy, o fiillerin hissen makdûr olmasını gerektirir. Aklî umurdan
nehy, aklen makdûr olmasını gerektirir. Şer'î fiillerden nehy ise, şer'an makdûr
olmasını gerektirir. Aksi hâlde sırf faydasız olur. Zira uçmak, hissî
umurdandır. Şayet bir şahısa ((Uçma!» dersen, uçmaya kudreti bulunmadığı için,
her ikiden kimse yadırgar. Keza, a'mâya, «Bakma!» demek de, böyledir.
Bey' (alım-satım),
şeı*'î fiillerdendir. Şayet satışdan nehy olunsa, şer'an makdûr olması vâcib
olur. Bizim âlimlerimizin: «Şer'î fiilden nehy, aslının meşru olmasını,.vasfının
meşru olmamasını gerektirir.)» dediklerinin ma'nâsı budur. Zîrâ, birincisi,
şer'an makdûriyyete nazırdır. İkincisi, nehye nazırdır. Satışın kendisi
meşrudur. Müşteri, mülk ni'metine bununla nail olur. Hürmet, ancak ârizî bir
şeyden'dolayıdır. Teslimden önce mülkün sabit olmaması, mücavir olan fesadı
kabulden kaçınmak içindir. Çünkü fesadın, geri aimak (istirdâd) ile savulması
vâcibdir. İmdi mütâlebeden çekinmekle savulması evleviıyyette kalır. Çünkü def,
ref'den (yâni gelmeden karşılamak, geldikden sonra karşılamaktan) daha
kolaydır.
Olü, mal değildir,
imdi,, rükn yoktur. Eğer içki (hamr), ölçülen ve tartılan şeyler gibi semen
karşılığında satılmış olursa, onun ve eh i daha önce geçti. Teslim alman şey,
müşteri elinde helak olursa, hakîkaten o şeyin misli müşteriye lâzım gelir.
Eğer helak olan şey misli ise; hem sûreten ve hem ma'nen misli lâzım gelen odur.
Ya da, sâdece ma'nen misli lâzım gelir. Eğer helak olan şey kıymeti olan şeyden
(kıyemî) ise, kıymettir. Çünkü o, gasb gibi, teslim almak (kabz) ile mazmundur.
Her ne kadar müşterinin elinde kıymeti artıp müşteri onu itlaf etse de, kıymeti
teslim alma gününde mu'teber olur. Çünkü o, teslim almakla onun garantisine
dâhil olmuştur. Binâenaleyh, gas-bedilen şey gibi mu'teber değildir. Kâfî'de de
böyle denmiştir.
Satan ile satın alanın
(mütebâyiân'm) her biri üzerine, teslimden Önce fesadı ortadan kaldırmak için
satışın feshi vâcib olur. Musannifin, «Her biri üzerine» deyip «Her biri için»
dememesi; feshin vâ-çib olduğuna işaret içindir. (İçin) ma'nâsına gelen (lam)
ise, cevazı ifâde eder.
Keza, satılan şey
müşterinin elinde okluğu müddetçe, teslimden sonra da feshi vâcib olur Musannif;
«Fesâd, akdin kendisinde (sulbünde) olursa; meselâ; bir dirhemi, iki dirheme
satmak gibi- Yine zâid şart ile olursa, şart kendisine âid olan kimse için fesh
hakkı vardır.-) dememiştir. Çünkü Sadr'uş-Şeıîa (Rh.A.), «Zahire» den ve Hulâsa
sahibi, «Tecrîd» den naıkletmişlerdir ki, bu kavi; İmânı Muhamıutd1 (RH.' A.)
indir. İmâın A'zam ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) a göre ise; iki âkidden her
biri için fesh hakkı vardır. Çünkü fesh, şeriatın hakkıdır. İki âkiddçn birinin
hakkı için değildir. Çünkü iki âkid, akde razıdırlar. Eğer müşteri, teslim
aldığı malı fâsid satışla satar veya hibe ve teslim ederse veya âzâd eylerse, o
müşterinin satışı, hibesi' ve azadı geçerli olur. Çünkü müşteri ona mâlik
olunca, onda tasarrufa da mâlik olur. Artık onda fesh tasavvur edilemez. Çünkü
ikinci tasarrufla ona kul halckı taalluk etmiştir. Birinci yatışın feshi,
şeriatın hakkı içindi. Kulun hakkı, şeriatın hakkından önce gelir. Çünkü kul
muhtâedır. Birinci müşterinin, satılan şeyin kıymetini ödemesi, gerekir. Nitekim
daha önce sebebi geçti ki, o, gasb gibi, teslim almakla ödenir. Kitabet ve
relin, satış gibidir. Çünkü kitabet ve rehn lâzımdırlar. Bu durumda ayn'ı geri
vermekden aczi sabit olur. Şu hâlde müşterinin, kıymeti ödemesi gerekir. Ancak
şu kadar fark vardır ki: Mükâtebin âciz olmasiy-le, geri alma (istirdâd) hakkı
avdet eder. Rehni çözmek (fekk-i rehn) ise .; hak, kıymete dönüşmezden
önce engel ortadan kalktığı içindir. Kâfî'de de böyle denmiştir.
Fâsid satışın feshinde,
kâdî'mn hükmü şart kılınmamıştır. Çünkü şer'an vâcib bir şey, hükme muhtaç
olmaz. Satıcı ile alıcıdan birinin ölmesiyle fesh hakkı bâtıl olmaz. Fetva,
bununla verilir. Hulâsa'tla da böyle denmiştir. Bu kitabda çokça açukîama
vardır. İsteyen kimse Hulâsa'ya baksın.
Satılan şeyin (mebi'in)
satıcısı, semenini müşteriye geri vermedikçe, fesliden sonra satılan şeyi
alamaz. Çünkü satılan şey, semenin karşılığıdır. İmdi satılan şey, rehn gibi
semen için mahbûs olur. Eğer satıcı ölürse, satılan şeyin semenini alıncaya
kadar müşteri o satın aldığı şeye daha haklıdır. Çünkü müşteri, satıcının
hayâtında ona takaddüm ederdi. Keza- ölümünden sonra vârisleri ve alacaklıları
üzerine de takaddüm eder. Zîrâ müşteri, rehin alan gibidir. (Şayet râhin ölse,
vârisleri ve alacaklıları üzerine tekaddüm eder.) Bundan sonra, eğer semenin
dirhemleri mevcûd ise, müşteri ayniyle onları alır. Çünkü dirhemler — esah olan
kavle göre — fâsid satışda teayyün
ederler. Semenin dirhemleri helak olmuş ise, mislini alır. Çünkü dirhemler,
mislidirler.
Semende hâsıl olan
fayda ve kâr (ribh) ,
satıcıya helâl olur. Satılan şeyde müşteri için helâl olmaz. Bunun sureti şudur:
Bir kimse fâsid satış ile bir câriye satın alsa ve satıcı ve müşteri karşılıklı,
semeni ve cariyeyi teslim - alsalar, sonra müşteri cariyeyi satarak kâr (ribh)
etse, müşteri o kân tasadduk eder. Satıcı için semende "kazandığı kâr helâl
olur. Hidâye'de denmiştir ki: Fark 'şudur; câriye aynen belli (müteayyin) olan
şeydendir. O cariyeye akd müteallik olur. Bu durumda kâra haram karışır.
Dirhemler ve dinarlar akdlerde müteayyin olmazlar. İmdi ikinci akd, ayn'ma
taalluk etmez. Şu hâlde, onlara haram karışmaz. Tasadduk da îcâb etmez.
Sadr'uş-Şerîa (Rh.A.)
demiştir ki: Geçen mes'elede Hidâye'de zikredilmiştir ki, şayet semenin
dirhemleri mevcûd olursa, müşteri onun aynını alır. Çünkü dirhemler, fâsid
satışda ta'yîn ile müteayyin olur. Esah olan kavi de budur. Çünkü fâsid satış,
gasb menzîlesindedir. Bu söz, dirhemler ve dinarların ta'yîn edilmediğine dâir
söylediğiniz şeye aykırı olur, denilirse, biz deriz ki: İkisi arasını bulmak
(tevfîk) mümkündür. Şu yönden ki, bu akd için iki şübhe vardır. Biri gasb,
diğeri de satış şübhesidir. Şayet dirhemler nîevcûd olursa, fâsid akdin ortadan
kaldırılmasına çalışmak yönünden gasb şübhesine i'tibâr edilir. Eğer dirhemler
mevcûd olmayıp onunla bir şey satın.aldı ise, bedeline fesâd sirayet etmesin
diye, satış şübhesine i'tibâr edilir.. Çünkü yukarıda zikrettik ki, şübhenin
şübhesinden dolayı satış şübhesine i'tibâr edilir.
Ben derim kî:
Zikredilen şey; Hidâye'nin iki sözünün arasını bulmayı ifâde etmediği insaflı
düşünce sahibine gizli değildir. Ancak, mes'eleye delil olmayı ifâde eder.
Hidâye'ye vârid olan i'tirâz, Sadr'uş-Şerîa' (Rh.A.) ya vârid değildir. Doğrusu;
İnâye'de söylenen şu sözdür: Hidâye sahibinin sözü ancak sahih rivayete göre
doğru olur. O sahîh rivayet de şudur: Dirhemler esah kavle göre değil, zâten
teayyün etmezler. Esah kavi, yukarıda geçtiği üzere; dirhemler fâsid satışda
müteayyin olurlar.
Biline ki, malda haranı
iki çeşittir. Bir çeşidi, zahiren mülk olmadığı için haramdır. Bir çeşidi de,
mülkde fesâddan dolayı haramdır. Mal da, iki çeşittir. Bir çeşidi, müteayyin
olandır. Eşya gibi. Bir çeşidi de, müteayyin olmayandır. Paralar gibi. İmdi
mülkün yokluğu sebebiyle olan haram, iki çeşitte ele etki yapar. Yâni müteayyin
olanda ve olmayanda te'sîr eder. Eimânet
konulan kimse ve gâsıb gibi, ki şayet bunlar eşyada veya parada tasarruf edip
kâr ve kazanç (ribh) elde etseler, İmâm A'zanı ve İmâm Muhammed' (Rh. Aleyhimâ)
e göre, kân tasadduk ederler. Çünkü afcid zahiren teaytyün eden şeyde,
başkasının malına taalluk etmiştir. Bu durumda haramın hakikati (hakikat-ı hubs)
meydana gelir. Teayyün etmeyende ise; haram, şübhesi karışır. Çünkü satılan
şeyin selâmeti onunla olduğundan aıkid ona taalluk eder veya semenin taikdîr
edilmesi bakımından haram şüfohesi karışır. İmdi bir bakımdan, başkasının
mülkü, kâr ve kazanca (ribha) vesile olur. Bu durumda, onda haram şübhesi hâsıl
olur. Mülkün fesadından dolayı haram, müteayyin olan şeyde amel eder,
mıüteayyin olmayan şeyde amel etmez. Çünkü mülkün fesadı, mülkün yokluğundan
daha ehvendir. Binâenaleyh, müteaıyyin olan şeyde haramın hakikati, burada
şübheye dönüşür ve mu'teber olur. Orada teayyün etmeyendeki şübhe burada
§übhenin şübhesine dönüşür ve mülkün fesadında mu'teber olmaz.
Nitekim müddeî, bir
kimseden bir mal iddia edip, o kimse malı verdikden sonra; o mal müddeâ aleyh
üzerinde olmadığına birbirlerini tasdik ederlerse, müddeînin o ımalda hâsıl
ettiği kâr ve kazancı helâl olur. Mes'elenin sureti şudur: Bir adam, foir
adamdan mal iddia eder de, o da verirse, sonra dâvâlının bu malı borçlu
olmadığına birbirlerini tasdik ederlerse, kazanç helâldir. Çünkü burada haram,
mülkün fesadından dolayıdır. Zîrâ borç, ikrar ile vâcib olur. Bundan sonra,
birbirlerini doğrulamakla istihkak olunmuştur. Müstehıkkın bedeli memlûktur.
İmdi, müteayyin olmayan şeyde amel etmez,
Bir kimse fâsid satış
ile satm aldığı darda bina yapsa veya fâsid satış ile satm aldığı arazîye ağaç
dikse, müşterinin, dâr ve arazînin kıymetlerini ödemesi gerekir. îmâmeyn (Bh.
Aleyhimâ), «Bina yıkılıp dâr sahibine geri verilir. Keza, dikilen ağaçlar
sökülüp arazî sahibine geri verilir.» demişlerdir. Çünikü şefî'in
hakkı, satıcının hakkından daha zayıftır. Zîrâ şefî'in hakkı, hükme veya rızâya
muhtaçtır. Geciktirmekle bâtıl olur ve mîrâs olmaz. Satıcının hakkı bunun
aksinedir. Daha zayıf (ed'af), olan hiçbir şeyle bâtıl olmazsa, daha kuvvetli
(akvâ) olan evleviyyetle bâtıl olmaz. Şefî'in hakkı, bina veya ağaç dikmekle
bâtıl olmaz. İmdi satıcının hakkı da, onun gibidir. İmâm A'zam' (Rh.A.) in
delili şudur: Bina yapmak veya ağaç diikmek müşteri için satıcı tarafından
sebefoiyyet vermek (teslît) ile hâsıl olmuşlardır ve bunun gibi olan her şey
ile geri alma hakkı kesilmiş olur. Müşteriden hâsıl olan satış gibi. Şefi',
bunun aksinedir. Çünkü şefî'den sebebiyyet «yıoktur. Bundan dolayı, eğer müşteri
o malı başkasına hibe etse, şefî'in hakkı bâtıl olmaz. Keza başkasına satsa,
şefi' şuf'a ile alır. Her ne kadar fâsid satışda şuf'a olmasa da, ikinci satışda
semenle veya birinci satımda kıymetle alır. Çünkü satıcının hakkı burada
kesilmiş idi. Bu îzâha göre; şefî'den teslît olmadığı için şefî'in hakkı
satıcının hakkından daha kuvvetli olur. Çünkü, satıcıdan teslît vardır.
Bundan sonra musannif
fâsid satışın beyânını ve ahkâmını bitirince, mevkutun beyânına ve ahkâmına
başlayıp şöyle demiştir: Başkasının inalını satmak, onun iznine bağlıdır
(mevkûfdur). Mahcur olan kölenin ve mahcur olan küçük çocuğun satışları, kölenin
efendisinin iznine ve küçük çocuğun babasının veya vasisinin iznine bağlı
(mevkuf) dır.
Satıcının kendi malını
aklı bozuk olup reşîd
olmayan kimseye satması kâdî'nın iznine bağlıdır. Merhûnun, kiraya verilenin ve
başkasının tarlasındaki yerin satılması rehn alanın, kiracının ve ekicinin
iznine ıbağlıdır. Şayet kiralamayı, karşılıklı fesli ederlerse, satıcının,
satılan şeyi müşteriye teslim etmesi gerekir. Keza râhin malı edâ etse veya
rehin olarak alan (mürtehiri) onu ibra edip, rehni geri verse, satış tamâm olur.
Bir Işeyi rakamlyle
satmak, eğer satıcı o rakamı bilip ve müşteri bilmezse tevekkül olunur (çekimser
kalınır). Eğer. satış meclisinde müşteri bilirse, o satış geçerli olur. Eğer
müşteri bilmezden'önce ay-nhrlarsa, satış bâtıl olur.
Satılmış olan şeyi
müşteriden başkasına satmak mevkûfdur. Yâni
bir şeyi iZeyd'e satıp ondan sonra Bekr'e satsa, ikinci satış geçerli olmaz.
Hattâ birinci satışda bozuşsalar, ikinci satış geçerli olmaz. Lâkin ikinci
satış, eğer satıcı birinci müşterinin teslim almasından sonra sattı ise,
birinci müşterinin iznine bağlıdır (tevakkuf eder). Müşterinin teslim almasından
önce ise, menkûlde müşterinin iznine bağlı değildir. Akarda ise; yakında
zikredilecek olan ma'rûf hilafa göredir.
İmâm A'zaim' (Rh.A.) a
göre, mürtedin satışı da mevkûfdur. Nitekim (Mürted Babı) nda geçti. Satıcı
bilip müşteri bilmezse, fülân kimsenin sattığı şeyle satmak mevkûfdur. Eğer
satış meclisinde müşteri
bilirse sahîhdir, aksi
hâlde bâtıldır. İnsanların sattığı şeyin benzeri (misli) ile satmak veya fülâh
kimsenin aldığı şeyin benzeri ile satmak mevkûfdur. Şâfî Şerhi'nde, «Şübhesiz,
bu satış caiz olmaz.» diye zikredilmiştir. İmâm Serahsî' (Rh.A.) niri
nüshasında zikredilmiştir ki: Bu mes'ele, müşteri bilmediği vakittedir. Eğer
müşteri meclisde onu bilirse, İmâm A'zam' (Rh.A.) dan bu mes'clede iki rivayet
vardır. Bir şeyi kıymetiyle satmak bilmemezlikden dolayı caiz olmaz. Eğer
meclisde ta'yîn edilmiş olursa, caiz olur. Kendisinde meclis muhayyerliği olan
satış da mevkûfdur. Alım-satımlar (Büyü' Bölümü) nün baştara-fında geçti.
Gâsıbın satışı da
mâlikinin iznine bağlıdır. Eğer gâsıb onun, mâlikin olduğunu ikrar ederse,
satış tamâm olur. Eğer gâsıb inkâr ederse, kendisinden gasb olunan kimsenin
beyyine getirmesi gerekir. Delil (beyyine) bulundukda satış tamâm olur. Eğer
delil yok ise satılan şeyi helak oluncaya kadar teslim etmedi ise, satış
bozulmuş olur.
Mevkuf satışın hükmüne
gelince: Mevkuf satışın icazeti kabul etmesi ancak, satıcı, müşteri ve satılan
şey mcvcûd olduğu vakittedir. Satılan şeyin mevcûd olmasından murâd, başka şey
sayılacak kadar değişmiş olmamasıdır. Çünkü satıcı, başkasının giyeceğini izni
olmaksızın satsa, satın alan kimse de onu boyasa ve giyeceğin sahibi satışa
izin verse, o satış caiz olur. Şayet satın alan kimse o giyeceği kesip dikse,
ondan sonr,a giyeceğin sahibi izin verse, caiz olmaz. Çünkü o giyecek (sevb),
başka şey olmuştur. Keza semen mal olursa, semenin de bulunması şart
kılınmıştır. Yâni satılan şeyin bulunması şart kılındığı gibi, şayet semen eşya
olursa, semenin de .bulunması şaft -kılınmıştır. Mal sahibinin de bulunması
şarttır. Yâni zikredilen mebî' ve se-rnenin mevcûd olması şart kılındığı gibi,
satılmış olan malın sahibinin de mevcûd olması şarttır. Hattâ bir kimse
başkasının malını satsa, malın sahibi satışa izin vermezden önce ölse ve vârisi
ona izin verse, satış caiz olmaz.
Yine mevkuf satışın
hükmü; mal sahibinin semeni alması veya T semeni müşteriden istemesi, mevkuf
satış için izin sayılmamasıdır. Mal sahibinin satana «İyi yaptın!» demesinde
ihtilâf edilmiştir. Ba'zılan; «İzindir.» Ba'zıları da; «Değildir.» demişlerdir.
Mal sahibinin: «Ben, bu satışa izin vermem!» demesi, mevkuf satış için reddir.
Müste'cir, bunun aksinedir. Zîrâ o;
«Çırağın (ecîrin) satışına izin vermem.» dese, ondan sonra izin verse, satış caiz olur. Bu
zikredilenlerin hepsi Hulâsamdan alınmıştır.
Bundan sonra musannif,
mevkuf satışı ve hükümlerini bitirince, mekruh satışı açıklamaya başlayıp şöyle
demiştir: Cıım'anın birinci ezanında alun-satim (bey') mekrûhdur. Çünkü bunda,
vâcib olan sa'yi terk vardır. Şayet satan ile satın alan otursalar veya ayakta
durup alışveriş yapsalar sa'yi terk
etmiş olurlar. Fakat yürürlerken ahş-ve-rlş yaparlarsa bunda kerahet yoktur.
Necş de mekrûhdur.
Necş; kendisi satın almak istemeyip, başkasını istek tendi rm ek için, semende
artırma yapmaktır. Çünkü, Resûlüllah (S.A.V.) :
»Satın almak
istemediğiniz hâlde semende artırma yapmayınız!» buyurmuştur.
Satan kiınse ile satm
alan kimse belli bir semene razı oldukdan sonra, başkasının pazarlığı üzerine
pazarlık etmek mekrûhdur. Çünkü, Resûlüllah (S.A.V.) :
«Kimse kardeşinin
pazarlığı üzerine pazarlık etmesin ve-kardeşinin evlenmek için istediği kızı
istemesin.» buyurmuştur.
Resûlüllah (S.A.V.);
bunu yapmayı olumsuzluk kipi (nefy sigası) ile menetmiştir. Çünkü olumsuzluk
kipi ile yasaklamak eblağdır (daha beliğdir.)
Fakat müşteri bir şeyi
satın almak için pazarlık etse ve satıcı ile müşterinin ikisinden biri
arkadaşına meyi etmese, başka kimse için o şeyi pazarlık edip satın almakda
mahzur yoktur. Çünkü o satış, fiatı artıran kimseye satmaktır. Bundan dolayı
musannif, «Artıran kimseye satmak) yâni artırma ile ahm-satım bunun aksinedir.»
demiştir. Çünkü bu, caizdir. Zîrâ, hakkında eser vâriddir. O eser; «Artıran
kimseye satmak» kaidesinde olduğu gibi, lııtbe (dünürlük) mes'elesinde de nehy
bununla yorumlanmıştır.
Mal getirenlere karşı
gidip celb eylemek de mekrûhdur. Yâni şehir halkından ba'zısı, şehirin dışından
şehre getirilen yiyeceğe karşı çıkıp almak, eğer şehir halkına Karar verirse
mekrûhdur. Bunu yapmak yasak edildiği ve bunda hâzır olanlara sıkıntı ve zarar
olduğu için mekruh olmuştur. Eğer şehir, halkına zararlı olmazsa, bunda mahzur
yoktur. Ancak karşılayan kimse, gelenlerden fiatı gizleyip kıymetinden daha azı
ile satın alırsa mekruh olur.
Şehirde oturan kimsenin
,Bedevinin malını kıtlık zamanında satması mekrûhdur. Çünkü, Resûlüllah
(S.A.V.) :
«Şehirde oturan kimse,
Bedevi (nin malını onun) için satmasın.» buyurmuştur. Bu, şehir halkı kıtlık
zamanında olursa, mekruh olur.
Bu satış, mukîmin,
Bedevilere yüksek fiat sağlamak amaciyle onların mallarını satmasıdır ve
mekrûhdur. Çünkü bunu yapmak, halka zarar vermektir. Eğer kıtlık zamanında değil
ise, zarar vermek bulunmadığı için mahzur yoktur. Ba'zı Fukahâ' demişlerdir iki:
Bu mes'elenin sureti, Bedevinin şehre yiyecek getirmesi, şehirde oturan
kimsenin de ona vekil olup yiyecekleri yüksek fiatla satmasıdır. Bu satış
yasaklanmıştır. Çünkü mukîm şayet onu toıraksa, Bedevi kendisi satar ve fiat
ucuz olur.
Küçük çocuğu, O'nım
zî-rahm-i mahreminden ayırıp satmak
da mekrûhdur. Çünkü, Resûlüllah (S.A.V.) :
«Bir kimse, anayı
çocuğundan ayırırsa, Allah onu kıyamet gününde sevdiği kimselerden ayırır.»
buyurmuştur.
Resûlüllah (S.A.V.),
Hz. Ali' (R.A.) ye iki küçük oğlan köle (gu-lâm) hîbe etmiş; sonra Hz. Ali'
(R.A.) ye; «O oğlanları ne yaptın?» diye sormuş. O da; «Birini sattım!» demiş.
Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.); «Yetiş, yetiş!» Bir rivayette; «Geri al, geri
al!» buyurmuştur. Bir de: Küçük çocuk, küçük çocuğa ve büyüğe alışmış olduğu
için ayırıp satmak mekrûhdur. Büyük, 'küçüğe infâk eder ve karabet
yakınlığından meydana gelen şefkat i'tibâriyle büyük, küçüğün ihtiyâçlarını
giderdiği için bunları birbirinden ayırıp satmak mekruh sayılmıştır. İkisinden
birinin satılmasında alışıklığı (isti'nâsı) kesmek ve ona bakiiş-görüşten
menetmek vardır. Yine bunda, küçük çocuklara karşı merhameti terletmek vardır.
Merhametin terki üzerine. Resûlüllah' (S.A.V.) in:
«Küçüklerimize acımayan
kimse, bizden değildir.», hadisiyle teh-dîd (vaîd)
vârid olmuştur.
Kölelerin ikisi de
büyük okluğu takdirde, hüküm küçüğün aksinedir. Çünkü burada onlar için
merhameti terk yoktur. Karı-koca da bunun aksinedir. Çünkü nass, nikâh için
mahrem olan karabetle ma1-lûldür. Hattâ onda, (süt 'kardeşi ve süt annesi gibi)
yakın olmayan mahrem ve mahkem olmayan yakını dâhil olmaz.
Satıcının mülkünde,
İkisinin bir arada bulunması gerekir. Hattâ iki küçüğün biri satıcının ve biri
başkasının olsa, ikisinden birini sat-m&kda mahzur yoktur. Şayet ayırma
müstehıkkın hakkiyle olursa, onu satmakda mahzur yoktur. İkisinden birini
cinayet sebebiyle vermek veya borç sebebiyle satmak veya kusur sebebiyle geri
vermek gibi. Çünkü dikkat edilecek cihet, başkasından zararı defetmektir.
Başkasına zarar vermek değildir.
Mekruh satışın hükmüne
gelince: Mekruh satış, fâsid olmaa;. Çünkü neîiy, satışa mücavir olan ma'nâ
i'tibâriyledir. Yoksa satışın men'i hususunda değildir. Şartlarının sıhhatinde
de değildir. Böyle nehy, fesadı gerektirmez, belki kerahet gerektirir.
Mekruh satışın feshi de
vâcib olmaz. Çünkü feshin, fâsid satışda vâcib olması hürmeti savmak içindir.
Mekruh satışda ise, hürmet yoktur.
Müşteri, satılan şeyi
(mebî'i) teslim almazdan Önce mâlik olur. Nitekim daha, önce geçti ki, fâsid
satışda teslîmlden önce mülkün sabit olmaması mücavir olan fesadın
yerleşmesinden sakınmak içindir. Burada ise, fesâd yoktur. Şu hâlde, teslimden
önce mebî'a müşteri mâlik olur..Şayet teslim alman niebî', müşteri elinde helak
olursa; semen vâcib olur,.kıymet vâcib olmaz. Çünkü mislin veya kıymetin, fâsid
satışda vâcib olması, gasb hükmünde olduğu içindir. Bu ise, öyle değildir.
ikâle, lügat yönünden
düşürmek ve ortadan kaldırmak demektir. Şer'an; satışı kaldırmak, yâni
bozmaktır.
İkâle iki lafızla sahîh
olur. O iki lafzın biri, gelecek zaman (mÜF-takbei) dır. Kudûrî Şerhinde;
«İkâle, iki lafızla sabit olur. Biri kendisiyle geçmiş zaman (mâzî) ifâde
edilir. Diğeri ile gelecek zaman ifâde edilir.» denmiştir. Bir adamın, «Bana
ikâle eyle!» demesi gibi. Onun arkadaşı da, «İkâle ettim!» der.
İmâm Muhammed (Rh.A.)
demiştir ki: «İkâle etmek, satış (bey1) gibidir. Ancak iki lafızla sahîh olur. O
iki lafızla geçmiş ifâde edilir. Adamın; (îkâle ettim!) deyip, arkadaşının da;
(Kabul ettim!) demeleri gibi.» Fetâvâ'da İmâm Muhammed' (Rh.A.) in kavli tercih
edilmiştir. Hulasa'da da böyle denmiştir.
İkâle, meclisde
diğerinin kabulüne bağlı (mütevakkıf) olur. Tec-rîd'de zikredilmiştir ki:
İkâlenin kabulü, meclise bağlı olur.
İkâ-lenin kabulü nassan sözle meclisde sahîh olduğu gibi. Delâleten fiil ile
kabulü de sahîh olur. Nitekim, satıcı, satılan kumaşı müşterinin sözünün
peşisıra gömlek kesmesi gibi.
İkâle, akdin
mûceblerüıden olan şeyde feshdir. Yâni şart bulunmaksızın akdin kendisiyle
sabit olan şeyde feshdir.
Zeylaî (Rh.A.) demiştir
ki: «Ulemânın; "İkâle, alıcı ile satıcı hakkında feshdir.,, sözleri
ale'l-ıtlaık değildir. Çünkü ikâle, ancak şart bulunmaksımın, akdin
mûceblerinden olan şeyde fesh olur. Amma akdin mûcebatindan olmayan şeylerde;
belki fazla bir şart ile vâcib olsa, onda ikâle, zikredilen gibi, iki âkid.
hakkında yeni satış (bey'-i cedid) i'tibâr olunur. Nitekim 'bir kimse va'deli
borç (deyn-i müeccel) ile
yâni müşterinin satıcıya sabit borcu ile o borcun va'desi dolmazdan önce bir ayn
satın alsa; ondan sonra satıcı ile müşteri ikâle edişseler, borç hâle geri
döner. Sanki müşteri, o malı satıcıya satmış gibi olur.
Yine, satıcı ile
müşteri ikâle edişdikden sonra bir adam, o satılan şeyin (mebi'in) mülkü
olduğunu iddia ettikde; müşteri ona şâhidlik etse, O'nuıı şâhidiiği kabul
edilmez. Sanki müşteri, o şeyi kendisi satıp ondan sonra satılan şeyin
.başkasının malı olduğuna şâhidlik etmiş gibi olur, İkâle fesh olmuş olsa,
şâhidlik kabul edilirdi. Görülmez mi ki; müşteri satılan şeyi (mebî'i) bir
kusurla kâdi'mn hükmüyle geri verse ve bir adam da satılan şeyin kendisinin
olduğunu iddia edip müşteri şâhidlik etse, şâhidiiği kabul edilir. Çünkü fesh
ile eski (kadîm) mülkü geri dönmüştür. Bu durumda, müşteri yönünden ikâle
edilmiş olmaz. Çünkü bu, her bakımdan fesh olmuştur.
Musannif, onun fesh
olduğuna dâir birçok fer'i mes'eleler (bölümler) ayırıp onlardan birincisini şu
sözüyle zikretmiştir: Satılan malın (mebîanm) doğurmasından sonra ikâJe bâtıl
olur. Çünkü, doğurmakla meydana gelen fazlalık nedeniyle fesh imkânsız olmuştur.
Şayet hâlis satış (Bey'-i mahz) olsaydı, caiz olurdu, fukahâ' demişlerdir ki: Bu
ikâlenin bâtıl olması teslîm edildikden sonra doğurursadır. Şayet teslimden
önce doğurursa; İmâm A'Sam'
(Eh.A.) a göre, ikâle
sahilidir.
Musannif, ikinci bölümü
şu sözüyle zikretmiştir: İkâle, birinci semenin nüsü ile sahih olur. Ancak
mütevelli veya vasî kıymetinden daha çokla bir şey satın almış ise, o vakit
ikâle caiz olmaz. Her ne kadar, birinci semenin misli ile satsa da vakf tarafına
ve küçük çocuğun hakkına riâyeten caiz olmaz. Her ne kadar birinci semenin
cinsinden başkasına şart etse de veya birinci semenden daha çoğa veya daha aza
şart etse de, 'birinci semenin misli ile ikâle sahih olur. Birinci semenden
daha çoğu ile sahih olması, ikâle fesh olduğu içindir. Fesh ise, ancak birinci
semen üzere olur. İkinci ile sahih olması, (yâni birinci semenden üaıha az
olanın nedeni ise), şart fâsid olduğu içindir. İkâle ise, fâsid şartla fâsid
olmaz. Yakında anlatılacaktır. Ancak satılan şeyin müşteri katında kusuru ortaya
çıkarsa, bu takdirde ikâle birinci semenden daha azı ile caiz olur. Çünkü,
semenin eksilmesi, satılan şeyden kusur nedeniyle yok olana karşılık olur.
Musannif üçüncü bölümü
şu sözüyle zikretmiştir: İkâle, şartla fa-sid olmaz. Çünkü satışın şartla
fesadı, ribâ lâzım gelmemesi içindir. Nitekim daha önce geçti. Feshde ise, ribâ
yoktur.
Musannif, dördüncü
bölümü şu sözüyle zikretmiştir: Satıcının, mebî'i teslim almazdan önce satması
caizdir. Yâni satıcı İle müşteri sa-tışda bozuşup (ikâle edip) ve satılan şeyi
müşteri geri Vermese, hattâ satıcı, 'mebî'i müşteriye ikinci kez satsa caiz
olur. İkâle, satış olsa, fâsid olurdu. Çünkü, teslim almazdan önce satmıştır.
Eğer müşteriden başkasına satsa, caiz olmaz. Çünkü ikâle satıcıyla müşteriden
başkası hakkında yeni satışdır.
Musannif, beşinci
bölümü şu sözüyle zikretmiştir:ÖIçü ve tartı ile satılan şeyi tekrar ölçüp
tartmadan satmak caizdir. Yâni, satılan şey, ölçülür (mekîl) veya tartılır
(mevzun) olsa, satıcı ondan ölçüyle veya tartıyla satıp sonra ısatışı bozsalar,
ve satılan şeyin ölçüsünü ve tartısını yenilemeden müşteri mebî'i geri verse,
caiz olur. İkâle, satış olsa, caiz olmazdı.
Altıncı bölümü musannif
şu sözüyle zikretmiştir: İkâleden sonra teslim almazdan önce satılan malı
müşteriye hîbe etmek caizdir. Yâni, satıcı, satılan şeyi (mebî'i) ikâleden sonra
ve teslim almazdan önce müşteriye hîbe etse, caiz olur. Satış olsa, caiz
olmazdı. Çünkü satış, satılan şeyin teslim almazdan Önce satana hîbe edilmesiyle
bozulur. Satıcı ile müşterinin üçüncüsü hakkında ikâle, satıştır. Nihâye'de
şöyle denmiştir: Burada hılâf; fesh ikâle lafzı ile zikredildiği zamandır.
Şayet müfâsehe (iki taraftan fesh, bozuşma) veya mütâreke (iki tarafın
terketmesi) lafziyle zikredilse, lûgavî ma'nâsım işletmek için itti-fâkan satış
sayılmaz.
Musannif, ikâlenin
satış olduğuna dâir de birçok fer'i mes'eleler zikretmiştir. Birincisi şudur:
Satılan şeyde (melbî'de) şuf'ayı teslim, Ikâlede şuf'amn alınmasına aykırı
değildir. Yâni, satılan şey akar olsa ve şefi' şuf'ayı teslîm etse; ondan sonra
satışı bozsalar (ikâle etseler), şefî' için şuf'a ile hükmedilir. Çünkü o,
şefî' hakkında yeni satış (bey'-i cedîıd) olmuştur. Sanki satıcı onu, müşteriden
satın almış gibi olur.
Musannif, ikinci fer'î
mes'eleyi şu sözüyle zikretmiştir: Kusuru İkâleden sonra öğrense, ikinci satıcı
birinci satıcıya, kusur sebebiyle malı geri veremez. Yâni, müşteri mebî'i
başkasına satsa, ondan sonra satışı bozsalar (ikâle etseler), bundan sonra
müşteri mebî'in, birinci satıcının elinde iken meveûd olan kusuruna muttali olup
onu birinci satıcıya geri vermek istese, o malı geri vermesi caiz olmaz. Çünkü
bu muamele, birinci satıcı hakkında satıştır. Sanki, ikinci satıcı me-bî'i
ikinci müşteriden satın almış gibi olur.
Musannif, üçüncü fer'î
mes'eleyi şu sözüyle zikretmiştir: Kendisine Uîbe edilen kimse o malı başkasına
satıp îkâle yaptıktan sonra, hibe eden kimsenin geri dönme hakkı yoktur. Yâni,
kendisine hibe edilen kdmse (mevhûbun leh), hibe edilen şeyi başkasına satsa;
ondan sonra satışı bozsaîar, hibe edenin, hibesinde geri dönme hakkı yoktur.
Çünkü kendisine hîbe edilen kimse (mevhûbun leh), hibe eden kimse (vâîıiıb)
hakkında müşteri gibidir..
Musannif, dördüncü
.fer'î mes'eleyi şu sözüyle zikretmiştir: Müşteri, semeni ödemeden önce ınebi'i
başkasına satsa, satıcının müşteriden semenden daha azı ile satın alması caiz
olur. Yâni, müşteri bir şey satın alıp onu 'teslim alsa ve semeni ödemezden önce
başkasına satsa, ondan sonra satışı bozsaîar ve o şey müşteriye geri dönse; imdi
birinci satıcıdan semenini ödemeden önce birinci semenden daha azı ile satın
alsa, caiz olur. Mebî', birinci satıcı hakkında ikinci müşteriden yeni satın
alım (şirâ-yı cedîd) ile mülk edinilmiş gibi olur.
Musannif, beşinci fer'î
mes'eleyi şu sözüyle zikretmiştir: Şayet müşteri ticâret malıyla, üzerinden bir
yıl geçtikden sonra, hizmet etmek İçin bir köle satın alsa ve onda bir kusur
bulup kâdî'nın hükmü olmadan satıcıya geri verse ve o malı geri alsa; imdi o mal
müşterinin elinde helak olsa, ondan zekât düşmez. Çünkü o, üçüncü kimse
hakkında yeni satıştır. Halbuki fakirdir. Zîrâ, kâdî'nın hükmü olmaksızın geri
vermeik ikâledir.
Satılan şeyin (mebî'in)
helak olması, ikâleyi meneder. Semenin helak olması menetme-/ .
Çünkü ikâle, satışı kaldırmıştır. Onda asi.olan, satılan §ey (mebî') <iir, semen
değildir. Bundan dolayı, şayet teslimden önce rnebî' helak olsa, satış bâtıl
olur. Semenin helak olması, bunun aksinedir. Çünkü, bütüne kıyâsen, satılan
şeyin ba'zısının helak olması onun miktâriyle ikâleyi meneder. Şayet karşılıklı
teslim alsalar (mukâbaza etseler), ikisinden birinin helak olmasından sonra
ikâle caiz olur. İkisinden birinin helak olmasıyla bâtıl olmaz. Çünkü ikisinden
her .biri, satılan şey (mebî') dir. Binâenaleyh, satış (bey1) bakîdir.
Birincisi, yâni
murabaha: Mâlik olduğu şeyi salmaktır.
Musannif; «Gasbedilen
mal, gâsıbın elinde zayi olup, kıymetini ödedikden sonra, gâsıto o zâyî olan
-malı buldukdaf gâsıbın o malı — her ne kadar onda satın alma .yok ise de —
ödediği şey üzere mu-râbahaten ve tevliyet en satması caiz olduğunu kapsasın
diye «Satın alman şeyi (müşterâyı) satmaktır.» demiştir.
Murabaha: Mâlikin
kendisine kaça mâl olduysa, onun misliyle sat maşıdır. Musannif; «Birinci semen
ile» dememiştir, Çünkü mâlikin müşteri olan kimseden aldığı semen, müşterinin
birinci semeni değildir. Belki, birinci semenin mislidir. Musannif; «Kendisine
kaça mâl olduysa, onun misli ile. satmasıdır.» demiştir. Çünkü, ileride
gelecektir ki, mâlikin semene çamaşırcının (kassâr'm) ücretini ve benzerini
eklemesi caizdir. O mâlik; «Bana şu kadara mâl oldu.» der. Bundan dolayı
musannif; «Kendisine kaça imâl olduysa, onun misli ile.» demiştir.
Her ne kadar fazlalık,
sattığı şeyin cinsinden olmasa da, mâlikin üzerine kâim olandan fazlası ile
satmaktır.
İkincisi, yâni tevliye,
mâlik olduğu şeyi, kendine mâl olan fiyatla, /.i yâ d esiz satmaktır.
Üçüncüsü, yâni vadîa;
mâlikin, kendine mâl olduğu Hattan daha aza satmasıdır. Bu zikredilen üç nevi
satışın şartı; murâbalıa ve benzeri ile sattığı malı birinci müşterinin
satıcıdan mevzûnât
(tartılabilen şeyler), mekîlât (ölçülebilen şeyler) ve adedivyût-i
müteknribe'-den
inişli olan şeyle satın almasıdır.
Ya da müşteri için
memlûk, birinci satıcıdan memlûk olan şeyle satın alınmasıdır. Halbuki ribh,
ma'lûm olan inişli dir.
Yâni zikredilen bu satışlar, ancaik satıcının sabıkan satın aldığı mebî'in
ivazı, kıyemî olursa sahih olmaz. Çünkü
satın aldığı mebî'in dayanağı, hıyanetten ve hıyanet şüphesinden sakınmak
üzeredir, Kıyemiyâtta hıyanetten sakınmak mümkün olursa, hıyanetin şübhesinden
sakınmak mümkün olmaz. Çünkü müşteri o malı ancak ona verdiği kıymetle satın
alır. Zîrâ, o mala verdiği semenin aynını vermek mümkün değildir. Müşteri ona
mâlik değildir. O aynın mislini de vermek mümkün değildir. Çünkü maksâd, onun
yokluğudur. İmdi biz'zarûre kıymet belli olur. Halbuki o kıymet,
bilinmemektedir. Müşteri kıymeti zanla ve tahminle ibilir. Bu takdirde onda
hıyanet şübhesi hâsıl olur. Ancak müşteri sebeblerden bir sebeble, yâni satın
almak ve benzeri ile birinci satıcıdan o bedele mürâibahaten mâlik olan kimse
olursa, «übhe hâsıl olmaz. Bu suretle, o kimse belli bir kârla (ma'lûm ribh)
dirhemler mukabilinde yâıhûd ölçülen (mekîl) veya tartılan (mevzun) ve
nitelenen (mevsûf) şeylerden 'bir şeyle onu satın alır. Çünkü üzerine aldığını
ifâya muktedirdir. Amma onu, ondabir kazançla satın alsa, bu satın alma caiz
olmaz. Çünkü semıâye ve onun kıymetinin bir kısmı ile satın almıştır. Çünkü
onun kıymetinin bir kısmı zevât'ül-emsâlden değildir. İmdi satıcı malı, o
kıyemî semenle satmış olur. Meselâ giysi gibi M, giysinin onbir cüzüne kâfi
gelir, ama onbirincl cüz ancak kıymetle bilinir. Halbuki o kıymet meçhuldür. Şu
hâlde caiz olmaz.
Satıcının, çamaşırcı
ücretini satılan şeye eklemesi caizdir. Sabğ (boyamak) fetha ile masdardır.
Kesre ile sıbğ ise, boyadır. Boya ücretini; tırâz, yâni «Giyeceğin çizgisi»
için verdiği ücreti, bükme ücretini, yükün kirasını ve satılan şeyin (mebî'in)
yiyecek ve giyecek ücretini, davarı sürme ücretini ve satılan şeyin akdinde
simsarın şart kılınan ücretini eklemesi caizdir. Zîrâ simsarın
ücreti, eğer akde meşrut ise eklenir.
Meşrut değil ise, tnıeşâyihin (bilginlerin) çoğu eklenmemesini kabul
etmişlerdir. Dellâl'm ycreti bunun aksinedir.
Çünkü dellâlın ücreti
ittifakla, satılan şeye eklenmez. Bunlar satılan şeyin semenine eklenir.
Semenine eklenmesine sebeb; çünkü semen satılan şeyin aynında ziyâde olur.
Boyamak ve .benzerleri gibi. Ya da, yükleyip götürmek ve sevk etmek gibi
kıymetinde ziyâde olur. Çünkü kıymet, yerin değişmesiyle değişir. İmdi, onun
ücreti sermâyeye katılır. Eğer müşteri, bükmek ve 'benzerleri gibi şeyleri
kendi eliyle yaparsa, eklenmez. Kısacası, satılan şeyi veya kıymetini arttıran
her şey eklenir, Eğer satılan şeyde veya kıymetinde ziyâde olmazsa eklenmez.
Zeylaî (Rh.A.) de böyle demiştir.
Satıcı mala, tabibin
ücretini ckleyemcz. Çünkü bu, aynda ve kıymetinde bir şey ziyâde etmez.
Muallimin ücretini de satılan şeye «kleyemez. Çünkü muallimin ücreti, satılan
şeyin maliyetine bir şey eklemez. Zîrâ öğrenme, satılan şeyin zihninde hâsıl
olmuş ve onu meşgul etmiştir. Olsa olsa, öğretmek şart edilebilir. Bu ise, zam
için yetmez.
Dellâlın ve çobanın
ücretleri ile satıcının kendi nafakası, satılan şeye eklenmez. Çünkü bunlar
satılan şeyde bir şey artırmaz. Meşrut olan simsarın ücreti ve mebfin nafakası
bunun aksinedir. Nitekim, yukarda geçti. Kaçak köleyi tutup getirene verilen
ücret (cu'l) ve satılan şeyi içinde koruduğu evin kirası da eklenmez. Çünkü bu
ikisi bir şey artırmaz. Mebî'in kirası bunun aksinedir. Zîrâ, mebî'in kıymetinde
artış ifâde ettiği için bu eklenir. Satıcı, satış vaktinde ve eklenmesi caiz
olanı eklediği vakitte; «Bana bu kadara mâl oldu.» der. Yalandan sakınmak için,
«Bu miktara satın aldım.» demez.
Satıcı murabahada
hıyanet etse; yâni, delil veya ikrarı yahu d ikrardan dönmekle hıyaneti
'meydana çıksa, müşteri, İmâm A'zam' (Rh. A.) a göre, muhayyer kılınır. Dilerse
satılan şeyi semeni ile alır veya geri verir. Eğer satıcının hıyaneti tevliyede
zahir olursa, semenden aşağı düşer. Zîrâ tevliyede semenden aşağı düşmezse,
tevliye kalmaz. Çünkü, birinci sekmen üzere ziyâde olur. Bu takdirde murabaha
olur ve tasarruf bununla değişmiş olur. Murabahada aşağı düşmezse, hâli üzere
kalır. Her ne kadar kâr ve kazanç (ribh) müşterinin zannettiği şeyden fazla ise
de, tasarruf değişmez. Rızâ ortadan kalkmakla muhayyerlik de sabit olur. Şayet
müşteri murâibahada satılan şeyi geri vermezden önce helak olsa veya müşteri
satılan şeyi (mebî'i) helak etse veya müşteriye geri vermeye, bir engel meydana
çıksa, müşteriye semen-i müsemmâ {konan fiyat) nın hepsi lâzım gelir ve
muhayyerliği de düşer Çünkü, sâdece ihbardır. Semenden bir şeye karşılık olmaz.
Görme ve şart muhayyerliği gibi. Kusur muhayyerliği, bunun aksinedir. Çünkü
müşteri için kusur muhayyerliğinden hak edilmiş olan, yok olan cüzdür. Teslim
etmekden âciz kaldıkda, o yok olan cüz'e karşılık olan şey düşer.
Satıcı, mebî'i kârla
sat tıkılan sonra ikinci kez onu satın alsa, eğer müşteri murâbahaten satış
isterse, o satışdan önce olan kârın hepsi çıkarılır. Eğer kâr semeni kaplarsa,
kârla satmaz. Bunun sureti şudur: Bir kimse, bir giyeceği yirmi akçaya saUn alıp
ondan sonra kârla onu otuz akçaya satsa; sonra onu yirmi akçaya satın alsa, o
satıcı, o giysiyi kârla on akçaya satar. Bu giysi, bana on akçaya mâl oldu,
der. Şayet yirmi akçaya satın alıp kâr.la 'kırk akçaya satsa, bundan sonra o
giysiyi yirmi akçaya satın alsa, onu asla kârla satamaz. Çünkü birinci kârın,
ikinci aıkd ile hâsıl olması şübhesi sabittir. Zîrâ birinci kâr yok olmak üaere
iken kusura'vâkıf olmakla, birinci kâr (ribh), İkinci akd ile kuvvet bulmuştur.
Murabahanın satışında şübhe ihtiyaten hakikat gibidir,. Birinci satıcı
murâbahaten müşterinin müşterisinden satın almakla üçüncü şahıs araya girerse,
bu yukarıda geçenin aksine olur. Çünkü te'kîd başkası ile hâsıl olmuştur.
Borcu rakabesini
kuşatmış olan nıe'zûn kölenin efendisi, ondan satın aldığı şeyi kârla satması
caizdir. Musannifin, «Borcu rakabesini kuşatmış olan rne'zûn köle» diye kayd
etmesi; köle üzerinde borç olmasa ve efendisine bir şey satsa, sahih olmayacağı
içindir. Çünkü efendisine satışdan önce, kendinin olmayan bir, şey vermiş olur.
Raka-besinin veya tasarrufun mülkünü vermiş olmaz. Me'zûn kölenin satın aldığı
şey üzere murâbahaten satış caiz olur. Bunun sureti şudur: Bir kimsenin
ticârette me'zun kölesi ıbir giyeceği on akçaya satın alsa ve o kölenin
rakabesini kuşatan borcu olsa ve o giyeceği efendisine onbeş akçaya satsa,
efendi o satılan şeyi (mebî'i) murâbahaten on akçaya satar. Aksi de böyledir.
Aksi şudur: Efendi on akçaya bir giyecek satın alıp borçlu olan me'zûn kölesine
onbeş akçaya satsa; o köle, o giyeceği murâbahaten on akçaya satar. Çünkü bu
akdde, her ne kadar hadd-i zâtında sahih ise de, yokluk şübhesi (şübhe-i adem)
vardır. Zîrâ köle kendi mülküdür. Onun elinde olan şey, kendi, hakkı olmaktan
hâli değildir. İmdi murabaha hakkında yok'i'tibâr edilir. Çünkü murabaha emânet
üzerine kurulmuştur. İ'tibâr birinci satış için bakî kalır. İmdi sanki köle,
birinci fasılda efendisi için on akçaya satın alıp ve ikinci fasılda efendisi
için satmış gibi olur ve birinci semen mu'teberdİr. Mal sahibinin, yarını
hisseyle mmlûrilû ohm
kimsenin evvelâ satın aldığı şeyi murabaha ten (kârla) sa tıpası caiz olur.
Mudâri-binden ikinci kez satın aldığı şeyin kârının yarısını da murabaha ile
satabilir. Yâni -yarıya ortak olan 'kimsenin elinde on dirhem olsa, mu-dârib on
dirheme bir giyecek satın alsa ve mal sahibine onbeş dirheme satsa, mal sahibi
o giyeceği murabaha ten onikibuçuk dirheme satabilir,. Çünikü bu satış her ne
kadar bize göre kâr bulunmadığı zaman, cevazına hükmolunmuş ise de, —nitekim
burada da öyledir. Çünkü kâr ancak yabancıya satıldığı zaman hâsıl olur — onda
yokluk şübhe-si (şübhe-i adem) vardır. Zira, mudârib birinci satışda mal
sahibinin bir bakıma vekilidir.İmdi ikinci satış, kârın yarısı hakkında yok
(adem) sayılır. Kusurlu olduğunu bildirmeksizin ve dul cariyeyi kıymetini
eksiltmemek şartiyle c-imâ ettikten sonra beyân ötmeden murabaha ile satmak
caizdir. Yâni, bir kimse bir câriye satın alsa ve müşteri katında o câriye
semavî bir âfet ile knsûrlansa veya müşteri o dul cariyeyi cima etse ve cima
O'nun kıymetini eksiltmese, müşteri o cariyeyi kârla (murâbahaten) satabilir. O
kusuru ve iasarrui'u açıklaması gerekmez. Çünikü O'nun yanında, birinci semenin
karşılık olduğu bir şey habsedilnıiş değildir. Zîrâ semen evsâfa karşılık olmaz.
Ancak itlafla maksûd olursa karşılık olur. Nitekim daha önce defalarca geyti.
Bundan dolayı musannif; «Gimâ, onun kıymetini eksiltmemek şartıyla.» demiştir.
Zeylaî (Rh.A,) demiştir
ki: Fuikahâ'nın «Beyân etmeksizin o cariyeyi kârla satabilir.» sözüyle murâd;
müşteri onu sağlam (kusursuz) olarak şu mikdâr parayla satın alır da ondan
sonra O'nun yanında, ona kusur isabet ederse, demektir. Kusurun kendisini
açıklamak ise, mutlaka lâzımdır. Kusuru ve fiyatı açıklar, onu sağlam olarak
aldığını, sonra kendi yanında ikusûrlandığını beyâna hacet yoktur.
Farenin kemirdiği şeyle
ateşte yanan şey gibi ki; kemirmekle veya yakılmakla zayi' olan şeyin
karşısına, her ne kadar kızın kızlığı (bekâreti) gibi semenden ona bir şey
karşılık olursa da, müşteri katında habs olunmaz. Kusûrlandığını beyân ederek
murabaha ile satmak caizdir. Meselâ; kendisi cariyenin gözünü çıkarmakla. veya
yabancı çıkarıp diyetini almakla, kusûrlandığım beyân eder. Çünkü bu kusur,
itlafla maksûd olmuştur. Bu durumda, semenden bir şey ona karşılık olur.
Bakirenin cima
edildiğini beyân etmekle murâbahaten (kârla) satmak da caiz olur. Çünkü kızlık,
cariyenin vücûdundan ona semen karşılık olan bir cüzdür. O da, onu habs
etmiştir. Giyeceğin yayılması ve dürülmesi, ile kırılması gibi. Zira kırılması,
itlaf ile maksûd olmuştur.
Bir kimse, veresiye
satın aldığı şeyi, beyân etmeksizin kârla (mu-râbahaten) satsa, müşterisi
muhayyer bırakılır. Yâni, bin akçaya veresiye satın alıp, yüz akça kârla
sattıkda, veresiye satın aklığını açıklamağa, sonra müşteri öğrense, müşteri
muhayyer kılınır. Dilerse kabul eder,, dilemezse kabul etmez. Çünkü veresiyede
müddet (ecel) satılan şeye (mebî'e) benzer. Hattâ müddetten dolayı satılan
malın semeninde artırma yapılır. Kazanç üzerine kurulmuş ahş-veriş (murabaha)
de şübhe hakikate (katılmıştır. İmdi, sanki satıcı iki şeyi satın alıp birisini
ikisinin semenine kâr katarak satmış gibi olur. .Bu surette müşteri için,
satıcının hıyanetini öğrendikde, muhayyerlik sabit olur. Şayet müşteri satıcının
hıyanetini satılan şeyi (mebî'i) itlaf ettikden sonra öğrense, müşterinin,
satılan şeyin semeninin hepsini ödemesi gerekir. O da, binyüz dirhemdir. Çünkü
müddete semenden bir şey karşılık olamaz.
TevIİye de, zikredilen
murabaha gibidir. Yâni müşteri, jnebî'i satın aldığı semenin misli ile satıp
açııklamasa, müşteri muhayyer kılınır. Çünkü tevliyede hıyanet, murabahada
hıyanet .gibidir. Zîrâ tev-liye, biTinci semen üzere binadır. Şayet müşteri
satıcının hıyanetini, satılan şeyi kullanıp tükettikten sonra öğrense,
müşterinin peşin bin dirhem ödemesi gerekir. Nitekim sebebi daha önce geçti ki,
müddete (ecel) semenden bir şey karşılık olamaz.
Bir kimse, bir adama,
kendisine mâl olan fiyatla tevliyeten satsa ve müşterisi ona inal olan nıikdâıı
bilmese, semen bilinmediği için satış fâsid olur. Eğer müşteri satış meclisinde
satıcıya kaça mâl olduğunu bilirse, yerleşmeden müfsld ortadan, kalktığı için
satış (bey*) saihîh olur. Müşteri muhayyer kılınır. Dilerse kabul eder, dilerse
geri verir. Çünfkü mâl olan milkdârı bilmediği için,'bilmezden önce rızâ tamâm
olmaz ve görme muhayyerliğinde (hıyâr-ı ru'yette) muhayyer olduğu gibi, burada
da muhayyer bırakılır.
Akarın (bağ ve tarla
gibi malların) teslim alınmazdan önce .satılması sahilidir. Menkûlün satılması
sahîh değildir. Bu, İmâm A'zam (Rh.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göredir. İmâm
Muhammed* (Rh.A.) e göre, caiz değildir. Çünkü, Resûlüilah (S.A.V.) :
«Bİr şey satın aldığın
zaman, teslim almadan onu satma!» buyurmuştur.
Bir de: Teslim almazdan
önce, teslim etmeye kadir değildir. Binâenaleyh, menkûl gibi, onun da satılması
caiz değildir. İmânı A'zam ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh. Aleythimâ) un delili şudur:
Satışın (bey'in) rüknü ehlinden sâdır ve mahallinde vâki olmuştur. Hadis-i
şerif, helak ihtimâliyle malûldür. Helak ise, akarda seyrektir* Hattâ, akarın
tesliminden önce helâikı tasavvur olunsa —meselâ, satılan akarın nehir
kenarında olması ve benzen gibi— Fukahâ,; «Satılması caiz olmaz.» demişlerdir.
Bu takdirde, menkûle kıyâs edilmez. Burada Hidâ-ye sarihlerinin ve başkalarının
sözleri birbirini tutmamaktadır. Ezhar olan, Usûl-ü.Fıkh kurallarına uygun düşen
înâye'de zikredilen şu sözdür: Asi olan, menkûlün ve menkûl olmayanın, teslim
alınmazdan önce satılması caiz olmasıdır. Çünkü, Allah Teâlâ
(C.C.) :
«Allah, alış-verişi
helâl kıldı.» buyurmuştur. Lâkin bu
satışdan, bitişik ve müstakil bir delîl ile ribâ tahsis edilmiştir. O da, Allah
Teâlâ1-(C.Ç.) nın:
«Fûlzi haram kıldı.»
âyet-i kelimesidir. Mahsûs olun amnını, haber-i vâhid ile tahsisi caiz olur. O
haber de rivayet edilen hadistir, ki Resûlüllah (S.A.V.)
teslim alınmayan şeyin satılmasını yasaklamıştır.
Bundan sonra hadîs, ya
infisah gararı (hatan) ile ma'lûl olmakdan, ya da olmamakdan hâli değildir. Eğer
infisah gararı (garar-ı infisah) ile ma'lûl olursa, matlûb sabit olup akarı
kapsamaz. Eğer infisah gararı ile ma'lûl olmazsa, teslim almazdan önce
satılmasının yasak edildiğine delâlet eden hadîs ile Sünen'de Ebû Hüreyre*
(R.A.) den rivayet olunup, A'rec' (R.A.) e isnâd edilen hadîs arasında çatışma
vâki olur ki; Nebî-i Ekrem (S.A.V.), garar'm
satılmasını yasak etmiştir. Yine, gararın satılması ile cevazın delilleri
arasında çelişme ve çatışma vâki olur. Bu çatışma (tearuz), terki gerektirir.
Bu hadisi onunla ma'lûl kılmak, onu yürürlüğe koymaktır. Çünkü, bu takdirde
tevfîk (arabulma) sabit olmuştui). İ'mâl ise, ihmâlden hayırlıdır. İ'mâl,
çaresiz ibellidir. İmdi bir akde muhtas olur, ki o akd teslimden önce ivazın
helaki ile münfesih olur.
Bir kimse keyli olan
şeyi Ölçerek satın alsa, götürü (cüzâien) almasa — nitekim daha önce geçti ki
cüzâf 'küzâf'm muarrebi, yâni A-rabcalaşmış şeklidir— o satın aldığı şeyi
ölçmedikçe satması ve yemesi caiz olmaz. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.), üzerinden
iki ölçek geçmedikçe, yâni satıcının ve müşterinin ölçeklerinden geçmedikçe,
yiyeceğin satılmasını yasak etmiştir. Bir de: Meşruttan fazla olması ihtimâli
bulunduğu için satması ve yemesi caiz değildir. Bu fazlalık, satıcıya âid olur.
Şayet götürü olarak satsa, bunun aksinedir. Çünkü, bu takdirde fazlalık
müşterinin olur. Keza, giyeceği arşınla ölçerek satsa, bunun aksinedir. Zîrâ,
fazlalık satıcınındır. Çünkü arşın (zer') giyecek-de bir vasıfdır. Miktar
(kadr), bunun aksinedir. Nitekim, daha önce geçti.
Musannif, satın almayı
(şirâyı) zikretmiştir. Çünkü, mâlik ölçülen (mekıl) ve tartılan (mevzun) şeye
hibe veya vasiyyet ile mâlik olsa, teslim almazdan ve ölçmezdeıı önce onda
tasarrufu caiz olur. Ölçülen şey (mekîl) in, mebî' olmasını kayd etmiştir.
Çünkü, ölçülen şey (mekîl) şayet semen olsa, mutlaka onda tasarruf caiz olur.
Nihâ-ye'de de böyle denmiştir.
Ancak satıcı ölçülen
şeyi (mekili) sattikdan sonra müşterinin yanında ölçekden geçirirse caiz olur,,
Çünkü satılan şey (mebî'), bir tek_ ölçek (keyl) ile ma'lûm olur. Şu hâlde
teslimin ma'nâsı gerçekleşmiş olur. Hadîsin yortunu, iki pazarlığın bir araya
gelmesidir. Nitekim yakında «Selem Babı» nda açıklaması gelecektir. İnşâallâhu Teâlâ.
Şayet satıcı, şatişdan
önce ölçse, her ne kadar müşterinin huzurunda olsa da, i'tibâr edilmez. Çünkü
o, satıcı ile müşterinin ölçeği (sa'ı) değildir. Bu ise, şarttır. Keza satışdan
sonra, müşteri yok iken (g&ybetinde) ölçse, (yine i'tibâr edilmez. Çün'kü ölçmek
(keyl), teslim bâbındandır. Zîrâ satılan şey, bununla ma'lûm olur. Teslim ise,
ancak müşterinin huzurunda olur. Tartılan (mevzun) ve sayılan (ma'dûd) şeyler de
zikredilen gibidir. Yâni, ikinci kez saymadıkça veya tartma-dıkca satılmaz ye
yenilmez.
Eğer satışdan sonra,
müşteri huzurunda tartarsa ve sayarsa yeter. Arşınla ölçülen şeylerde, bu
söylenenler şart değildir. Velev ki, arşınla Ölçmek şartıyla satın almış ojsun.
Nitekim, sebebi daha önce defalarca geçti ki, arşınla ölçmeik giyecek için bir
vasıftır; semenden ona bir kargılık yoktur. Bu takdirde, o müşteri için olur.
Zeylaî (Rh.A.) şöyle demiştir: Bu, her arşın için semen belirtilmediğine
göredir. Eğer belirtilirse (tesmiye edilirse), bu takdirde arşınla ölçmedikçe,
onun o şeyde tasarruf etmesi helâl olmaz.
Teslim almazdan önce
semende tasarruf caizdir. Gerek nukûd (paralar.) gibi, ta'yîn kabul etmeyen
(müteayyin) şeylerden olsun veya ölçülen (mekîl) ve tartılanlan (mevzun) gibi
ta'yîn kabul edenlerden olsun, müsavidir. Hattâ bir kaç dirheme deve satsa veya
buğdaydan bir kür (altmış ölçek) ile satsa, ikisinin de yerine başka şey alması
caiz olur. Çünkü, cevaz veren şey vardır. O da, mülkdür. Yine, engel ortadan
kalktığı için caizdir. O da, helâkla infisah gararı (hatan) dır. Nitekim sebebi
daiıa önce geçti ki; satışda asıl olan, satılan şey (mebî') dir. Onun helaki
ile satış münfesih olur. Semen, bunun aksinedir. Sermen nukûddan olursa,
zahirdir. Ölçülen1 (mekîl) den veya tartılan (mevzun) dan olursa, bir bakımdan
satılan şey (mebî') ve bir bakımdan semen olduğu için teslim almazdan önce onda
tasarruf caiz olur. Bundan dolayı nıukâyaza
suretinde ikisinden birinin helaki ile ikâle bâtıl olmaz. Nitekim, daha Önce
geçti. Eğer satılan şey mevcûd ise, müşterinin semende ziyâdesi (artırması) caiz
olur. Çünkü satılan şey mevcûd değil ise, onda ivazlaşmak sahih olmaz. Çünkü
ivazlaşmak, mevcûdda olur. Bir şey önce sabit, sonra müstenid olur. Halbuki
faz-lalrk sabit değildir. Çünkü, ona karşılık olan şey yoktur. Şu hâlde
müstenid olmaz. Yâni, İsnâd ile akdin aslına katılmış olmaz.
Satıcının, seımenden
inmesi caizdir. Çünkü öyle bir hâldedir, ki karşılığı olan şeyden çıkarmak
mümkün olur. Çünkü bu, ıskattır. Iskat ise, semenin karşılığı olan şeyin
sübûtunu gerektirmez. İmdi, hâlen semeni indirmek sabit olur ve istinâd yoluyla
akdin aslına katılır.
Satıcının, satılan
şeyde (mebî'de) ziyâdesi (artırma yapması) caizdir.. Çünkü satıcı, kendi
hakkında ve mülkünde tasarrut etmiştir. Satıcı ve.müşterinin istihkakı küll'e
müteallik olur. Yâni semenin ve satılan şeyin, hepsine tealluik eder. O hâlde;
artırma ve indirme akdin aslına katılırlar. Çünkü satıcı ve müşteri indirmek ve
artırmak ile akdi bir meşru' vasıftan diğerine değiştirmiş olurlar. Bu; ya kâr
etmesi, veya zarar etmesi yâhûd kâr ve zararın denk gelmesidir. Satıcı ve
müşterinin satışı ortadan kaldırma velayetleri vardır. Onlar için vasfdan vasfa
değiştirme velayeti olması ise evleviyyette kalır.
Sadr'uş-Şerîa (Rh.A.)
demiştir ki: Şöyle de denilebilir; Satıcı şayet' satılan şeye veya semene
müstehık" olmayı hak etse, istihkak, me-zîd (ziyâde) den ve mezîdün aleyh
(üzerine ziyâde olunan) den ona karşılık (mukabil) olan şeyin hepsine müteallik
olur. Ziyâde, ibtidâen sıla olmaz. Nitekim, İmâm Züfcr (Rh.A.) ve İmâm Şafiî'
(Rh.A.J niıı mezhebi budur.
Ben derim ki: Bu,
mümkün d.eğildir,. Çünkü bu, istihkakın medarı da'vâ ve delile (tbeyyineye)
dayanır. İmdi, eğer müstehık, mücerred mezîdün aleyhi iddia edip, isbât ederse,
onu alır ve eğer mezidün aleyhi fazlalık ile beraber iddia edip, isbât ederse
onu alır. Keza yalnız fazlaîığı iddia ederse, onu alır. Ondan sonra istihkakın
hükmü tevliyede ve murabahada zahir olur. Eğer artırırsa, hepsi üzere
murâ-bahaten ve tevliyeten satar. Eğer semenden düşürürce, geri kalan üzere
murâ-bahaten ve tevliyeten satar. Çünkü satıcı semenin bir kısmını müşteriden
inerse ve müşteri de başkasına; «Bunu, sana tevliyeten sattım.» derse,, tevliyet
akdi, semenden indirdikten sonra geri kalan şey üzere vâkî olur. İmdi indirmek,
akdden sonra akdin aslına mülhak olur. Akdin başlangıcında semen bu mikdâr
olur. Keza, müşteri semenin aslı üzere artırsa veya satıcı satılan şeyin aslı
üzere artırsa, hüküm zikredilen gibidir. Şefi' her iki surette bu malı en az
kıymeti ile alır. Yâni her ne kadar asla ilhakın muktezâsı.ziyâde suretinde tümü
ile almak ise de, şefî1 semen üzere
ziyâdede ve semenden indirmede daha azı İle alır. Çünkü şefi'in hakkı birinci
akde müteallik olur. Ziyâdede şefi' için ibtâl vardır. Satıcı ve müşterinin
ibtâli yoktur.
Bir adam, bir
başkasına; «Köleni Zeyd'e bin akçaya sat, bin akçadan başka, semenden şu
miktara ben kefilim.» dese, kölenin efendisi {yâni satıcı) o bin akçayı Zeyd'den
ye fazlasını, kefilden alır. Eğer adam, «semenden» demedi İse; bin akçayı
Zeyd'in ödemesi gerekir. Söyleyene ıbir şey lâzım gelmez. Bunun aslı şudur;
Fazlalık semende ve müsemmende bize göre caizdir ve akdin aslına katılır. Sanki
akd başlangıçta asi ve ziyâde üzere vârid olur. Nitekim, daha önce geçti. Kaide
şudur ki: Semen karşılığında mal bulunmaksızın meşru değildir. Bundan dolayı
yabancıya vâcib kılınması sahih değildir. Çünkü yabancı, icâbın izâsında mal
elde etmez. Semenin fuzûli olmasına gelince, ona hacet yoktur, hattâ ziyâde
müşteriden sahih olduğu gibi yabancıdan da sahilidir. Nitekim, müşteriden sahih
olduğu gibi. Çünkü müşteri ve yabancı için fazlalık karşılığında bir şey teslim
edilmez. O fazlalık hulu'
bedeli gibi olur. Çünkü hulu' bedeli kadından başkası üzere sahih olur. Zîrâ,
kadına ve kadından başkasına bir şey yoktur. Çünkü budu' ,
nikâh bağından çıkması hâlinde kıymeti hâiz değildir. Lâkin tesmiye ve suret
yönünden mukabele ziyâdenin şartın-dandır. Yâni ziyâdenin tesmiyesi lâzımdır, ki
hattâ mukabele vâsıtasiy-le semenin vücûbunun misli (kadarı) vâcib olsun. Şayet
«semenden» dese, yüz akçayı sûreten satılan şeyin karşısına koymuş olur.
Ziyâdenin şartı mevcûddur. İmdi, ziyâdede sahih olur. Şayet «semenden) demezse,
sûreten ve ma'nen mukabele bulunmaz. Şu hâlde ziyâdenin, şartı yoktur ve sahih
olmaz. Yabancının, evini başkasına satması sebebiyle ib-tidâen malı iltizâm
etmesi bâıkî kalır iki, rüşvettir. Rüşvet ise, haramdır.
Her ne kadar aslında
müddeti dolmuş olsa da, borçların ertelenmesi sahihdir. Çünkü borç, alacaklının
hakkıdır. İmdi, borçluya kolaylık olsun diye onu erteleyebilir. Nitekim,
borçlunun zimmetini ibra da edebilir.
Ertelemek; belli bir
vakte yâhûd az bir cehaletle bilinmeyen bir vakte kadar olur. Hasâd vaktine
ertelemesi gibi. Asın cehaletle bilinmeyen bir vakte ertelemek sahih değildir.
Rüzgârın esmesine kadar ertelemek gibi. Ödünç
(karz) olan borcım
ertelenmesi sahih değildir.
Çünkü ödünç;
dirhemlerle dirhemleri satmak olur. Zira ödünç (karz), her ne kadar başlangıçta
ödünç verme (iare) ve bağış (sıla) ise de, sonunda değiş-tökuş (muâveze) dur.
Ancak ödüncün ertelenmesi va-siyyet edilmiş ise, sahih olur. Çünkü vasiyyet eden
kimse, malından bin dirhemi fülâna bir yıla kadar ödünç vermeye vasiyyet etse,
malının üçtebirinden ödünç vermek gerekir. Yıldan önce vârisleri onu isteyemez.
Çünkü o ödünç bağışı, vasiyyettiı;. Vasiyyette, vasiyet edenin menfaatine
müsamaha gösterilir. Bundan dolayı hizmeti ve meskeni (yâni bir evde oturmayı)
vasiyyel. etmek caiz görülmüş ve uyulması lâzım gelmiştir.
Ya da, ödünç alan
kimse, ödünç veren kimseyi borcu ile başkasına havale edip, o başkası da, o
borcu belli müddet ertelerse, bu erteleme sahîh olur. Hattâ ödünç veren, o
borcu ödünç alandan almak istese, istemek hakkı yoktur. Çünkü havale, bir
rivayette, borcun berâc-lini düşürücüdür. Diğer bir rivayette, hakkım isteme
(mutâlebe) be-râetini düşürücüdür. İmâdiyye'de de böyle denmiştir.
Ribâ ,
lügat yönünden, mutlaka fazlalıktır. Şer'an; ikisi bir cinsdcn olan iki şeyin
.birinin, diğeri üzerine fazlalığıdır. Arpanın iki Çiçeğinin, fouğdaym bir
ölçeği üzere şer'î ölçü (nıi'yâr-ı şer'i) ile fazlalığı ribâ olmaz. Çünkü
ikisi, bir cinsden değildir. Şer'î ölçü; keyl (kile) ve-vezn (tartı) dir.
Herevî giyecekten on
arşının, yine herevî giyecekten beş arşın üzerine fazlalığı, şer'î ölçü
bulunmadığı için ribâ olmaz. Şer'î mi'yâr ivazdan hâlî olacaktır,. Bu kayd,
buğdaydan bir kürr (bir ton civarında, bir
ölçek) ile arpadan bir kürrü, buğdaydan iki kürr ile arpadan iki kürre satmaktan
sakınmadır. Çünkü ikincisi, birincisinden fazladır. Lâkin cinsi, cinsin hilâfına
sarfetmek suretiyle ivazdan hâli değildir.
Ribâ olmak için; bir
cinsden olan iki şeyin birinin fazlalığı, dc-ğiş-tokuşda iki âkidin biri için
şart kılımı'. Hattâ başkası için şart olsa, ribâ olmaz. Muâvazada şart
koşulduğu İçin, ivazdan hâl! olan fazlalık, hibede ribâ olmaz.
Ribânuı illeti (nedeni)
cins ile beraber miktardır. Yâni ölçülen şeylerde ıke>yî(kile) ve tartılan
şeylerde vezn (tartı) dir,. Çünkü ribâ-da asri olan, meşhur hatiîsdir. O meşhur
hadîş-i şerif, Resûlüllah
(S.'A.V.).ıh:
«Buğday, buğday ile
misli misline, yeden biyeddir (peşindir) ve fazlası ribâdır.» kavl-i şerifidir.
Yâni, «siz, buğdayı misli misline satın.» demeiktir. Ya da «Buğdayı, buğday ile
satmak mislen binüslldir.»
demektir,. Haber, emir
ma'nâsınadır. Emir, vücûb ioin olup ve satış mubah olunca, vücûb benzerliğe
(mümâselete) riâyet edilmesine sarf olur. Nitekim Allah Teâlâ' (C.C.)
«Eğer yolçulukda olup
kâtib bulamazsaıuz teslim alınan rehinler yeter.» âyet-i kerîmesirıde, îcâ'b
kabza sarf olunduğu gibi. İmdi kabz (teslim) almak), rehn, için şarttır. İki şey
arasında benzeyiş, suret ile ma'nâmn ıberâber, itibâra alınmasfyle" olur.
Miktar, yâni ölçü ve tartı, sureti müsâvîleştirir. Cinsijyet ise, ma'nâyı
müsâvîleştirir. Bu takdirde ribâ olan fazlalığa bakılır, vasf mu'teber olmaz.
Çünkü, Resûlüllah (S.A.V:)
«Onun (buğdayın)
iyisi ve kötünü
müsavidir.» buyurmuştur.
Şayet ıııiktâr ve cins ikisi de bulunsalar, fazlalık haranı olur. Meselâ;
buğdaydan bir-ölçeği, buğdaydan iki ölçeğe satmak gibi.
Nesâ; —ki geri
bırakmak, ertelemek (veresiye) ma'nâsınadsr. -her ne kadar eşit (tesâvî ile)
olsa bile, o da haramdır. Buğdaydan bir ölçeği, buğdaydan bir ölçeğe ikisinden
birini veya ikisini de veresiye vermek gibi. Eğer miktar ve cinsin ikisi de
bulunmazsa, ikisi de helâl olur. Yâni fazlalık (fazi) da ve veresiye (nesâ)
vermek de helâl olur. Eğer ikisinden biri bulunursa, yalnız fazlalık (fazl)
helâl olur. Nitekim bir ölçek buğdayı, iki ölçek arpaya peşin satsa, helâl
olur. Çünkü illetin iki cüz'ünün biri — ki o keyldir — bunda mevcuttur. Diğer
cüz' mevcûd değildir. O da, cinsdir. Eğer giyecekten beş arşını, giyecekten
altı arşına peşin satsa, zikredilen gibi helâl olur. Çünkü her ne 'kadar miktar
yok ise de, cinsiyet mevcûddur. Her ne kadar eşitlikle olsa da zikredilen iki
surette nesâ helâl olmaz. İmdi, fazlalığın (ri-be'1-fazl'in) ribâ olmasının
harâmlığı, iki vasıf iledir. Yâni, miktar ve cins iledir. Nesâ'mn ribâ olması
(yâni ribe'n-nesie'nin), ikiden biriyledir. Zîrâ illetin cüz'ü, hükmü icâb
etmez. Lâkin, şübhe verir. Her ne kadar şübhe, hakikatten daha aşağı ise de,
ribâ babında hakikata katılmıştır (mülhaktır). Şu hâlde iki tarafa i'tibâr
edilmesi gerekir. İmdi nesîe'de, iki bedelin biri yoktur. Yok olanın satılması
ise, caiz değildir. Bu ma'nâ zikredilen şüpheyi tercih ettirmiştir. Şu hâlde,
helâl olmaz. Nesîe'den başkasında şübhe i'tibâra alınmamıştır. Nitekim sebebi
zikredildi ki; şüıbhe hakikatten daha aşağıdır. Herevi giysiyi, herevî giysiye
selem vermek (yâni peşin ile veresiye mal almak) gibi. Çünkü bu selem, cins bir
olduğu için caiz değildir.
Buğdayı, arpaya selem
vermek de caiz değildir. Çünkü, miktar mevcûddur. İyi ile kötü eşittir. Çünkü,
ResûlüUah (S.A.V.) :
«(Buğdayın ve arpanın
ikisinde de) iyisi ve kötüsü eşittir.» buyurmuştur. Bir de: Bunun i'tibâra
alınmasında alış-veriş kapılarım kapamak vardır.
Bundan sonra musannif,
«Eğer miktar ve cins ikisi de bulunsalar. fazlalık ve veresiyecilik Jıarâm
olur.» sözünün üzerine şu ler'i mes'ele-yi getirmiştir: Keylî olan şeyi keylî
ile ve vezni olan şeyi vezni ile cinsi cinsine fazlalıkla satmak haramdır.
Gerekse kireç ve demir gibi yenir olmasın.
Çünkü 'kireç, ölçülen şeylerden (mekîlâttan); demir tart.ılan-lardan
(mevzûnâttan) dır. Yiyecek bize, hattâ İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre, nuı'teber
değildir.
Veresiye, yâni
ertelemekle satmak, fazlası olduğu hâlde haramdır. Bununla fer'î mes'ele tamâm
olur. Ancak iki ivaz vezıı sıfatında müttefik olmazlarsa, haram değildir. Bu,
«Vezni olan şeyi cinsi ile satmak haramdır.» sözünden istisnadır. Meselâ;
ikisinden biri, diğerinin tartıldığı şeyden başkası ile tartılmakla satmak
haranı değildir. Nu-kûd (paralar) ile za'ferân ,
pamuk ile demir gibi, ki vezıı zahiren ikisini bir araya getirir. Lâkin ikisi,
yâni nukûd ile za'ferân veznin sıfatında, ma'nâsmda ve hükmünde ayrılırlar.
Birincisinde, yâni
tartının (veznin) sıfatında ayrılmaları, za'ferân batmanlar ile
tartılıp, nukûd, sancat ile
tartıldığı içindir. İkincisine, yâni ma'nâda ayrı olmalarına gelince; za'ferân
para karşılığında satılan (müsemmen) şeydir. Ta'yin ile belli olur. Nukûd ise,
para (semen) dır. Ta'yîn ile belli (müteayyin) olmaz. Üçüncüye, yâni hükmünde
muhtelif olmalarına gelince; «-Ben bu za'ferânı, bu işaret olunan nukûüile satın
aldım.» demekle za'ferânı şayet nukûd ile mu-vâzeneten satsa, meselâ; o işaret
olunan nukûd on dirhem olsa ve satan da onu teslim alsa, onda tartmadan önce
tasarruf sahih olur. Şayet za1-f erânı iki batman olmak üzere satsa ve müşteri
de onu kabul etse, tartma tekrârlanmadıkca müşteri için onda, tasarruf hakiki
yoktur. Za'ferân ve nukûd; tartının (veznin) sıfatında, ma'nâsında ve hükmünde
muhtelif olsa, her bakımdan miktar onları bir araya getirmez. İmdi onda şübhe,
şübhenin şübhesine iner. Zîrâ iki tartılan şey bir Ginsten olsalar, menetmek
şüıbhe için olur. Tartılanda iki tartılan şey bir cinsten olmasalar, zikredilen
men', vezn şübhesi olur, vvezn yalnız başına şüb-hedir. İmdi ittifakın yokluğu;
şübhenin, şübhesi olur. Bu ise, mu'te-ber değildir.
Kcylinin ve vezninin
(yâni ölçülen ve tartılan şeyin) satılması, lazlaliksız eşit oldukları hâlde
helâldir. Yine, keylî ve vezninin satılması miktârsız helâldir. Yarım sâ'dan
aşağısının satılması gibi. Çünkü ölçülen şeylerin (mekîlâtın) miktarında muUeber
olan, yarım sâ'dır. Daha aşağısında, mu'teber değildir. Zira şeriatta, yarım
sâ'dan aşağısında takdir yoktur. Yarım sn'dan aşağısının satılması gibi, şer'i
miktardan aşağısı ile satış helâldir. Buğdaydan iki avucu, bir avuca satmak
gibi. Çünkü iki el dolusunu, bir el dolusuna satmak caizdir. Her ne kadar
fazlalık bulunsa da, şer'î miktar bulunmadığı için caizdir. Ancak veresiye
olursa, müstesnadır. Yâni, şer'î miktardan daha az ile satışın helâl olması,
ancak peşin olursadır. Veresiye olursa, helâl değildir. Çünkü veresiyeciliği
haram kılan* illetten bir cüz1 -ki cins-dir— mevcûddur. Hattâ, cins de
bulunmasa, mutlaka satış helâl olur. Velev ki, eşitlikle olsun. Çünkü illetin
her iki cüz'ü yoktur. Meselâ; buğdaydan bir avucu, iki avuç arpaya satmak gibi.
Keza, birbirine yakın olan her adedinin hükmü de zikredilen gibidir. Çünkü
birbirine yakın olan adedîyi, cinsi ile fazla olduğu hâlde; eğer ikisi de
mevcûd olurlarsa, ölçü (mi'yâr) bulunmadığı için, hâlde satışı caizdir. Eğer
ikisinden biri veresiye olursa, caiz olmaz. Zira cins ayrı olursa,
veresiyeciliği haram kılar. Sarfm gayride mu'teber olan ta'yindir. Karşılıklı
.teslim almak (tekâbüz) değildir. Hattâ buğdayı, buğday ile ikisini ayniyle
satıp, teslim almazdan önce ayrılsalar, caiz olur. İmâm Şafiî (Rh.A.); «Sarfta
olduğu gibi, yiyeceği yiyecek ile satmakda, ayrılmazdan önce karşılıklı teslim
almalarına (tekâbüze) l'tibâr edilir.» demiştir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.);
ma'rûf olan hadîs-i şerifde «yeden biyedin (peşin)» buyurmuştur. Bizim için
delil şudur: Şübhesiz bu satış belli (müteayyin) dir. Onda teslim almak şart
değildir. Giyecek gibi. «Yeden biyedin» sözünün ma'nâsı: «Aynen biaynin» (malı
mala - peşin) demektir. Bunu, Ubâde'ubnü's-Sâmit (R.A.) rivayet etmiştir.
Buğday, arpa, hurma ve
tuz keylîdir. Altın ve gümüş veznidir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) içersinde
keylen tefâdüiün (fazlalığın) haram olduğunu belirttiği (tansîs ettiği) her şey
keylîdir. Her ne kadar insanlar onda kile ile Ölçmeyi terk etseler de, o şey
ebeden keylîdir. Buğday, arpa, hurma ve tuz gibi. Resûlüllah' (S.A.V.) m
içersinde veznen fazlalığın haranı olduğunu belirttiği (tansîs ettiği) her şey
de, ebeden veznidir. Velev ki, insanlar onda vezni (tartmayı) terk etmiş
olsunlar. Altın ve gümüş gibi. Keylî ve vezni olan şey insanların örfü ile
değiştirilmezler. Çünkü nass, örf den daha kuvvetlidir. Daha kuvvetli olan ise,
daha aşağı olan ile terk olunmaz. Zikredilenlerden başkası, yâni altı şeyden
başkası bunun aksinedir. Çünkü üzerine nass olmayan şey, insanların âdetlerine
bırakılmıştır. Zîrâ, Resûlüllah
(SAV.):
«Müminlerin güzel
gördükleri şey. Allah Tcâla katında güzeldir.»
buyurmuştur.
Buğdayı, buğday ile
veznen eşit satmak caiz değildir. Altını; al-tınla, ölçekle eşit satmak dâ caiz
değildir. Nitekim, götürü satmak caiz olmadığı gibi. Velev ki, bunu âdet
edinsinler. Çünkü ölçüsünün (mi'yârının)
üzerine fazlalık ihtimâli vardır. Ancak, buğdayda ve buğdayın benzerinde veznen
selem caizdir. Çünkü selem, ma'Iümda mevcûdduı-. .
Bir telsin
yâni bir. marıkırm iki inanlara ayrılan ile satılması, İmâm A'zam ve İmâm Ebû
Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) a göre caizdir. İmâm Muhammed (Rh.A.), «Caiz olmaz.»
demiştir. Çünkü değer (semeniyyet), bütün insanların ıstılâhiyle sabit olur.
Satıcı ile müşterinin ıstıl.âhiyle bâtıl olmaz. Semen olmaları üzere kalınca,
teayyün etmezler. İmdi bu satış; 'bir dirhemi, iki dirheme satmak gibi olur.
İmâm A'zam (Rh.A.) ile
İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) un delili şudur:
Satıcı ile müşteri
hakkında, tasarruflarını tashih için, semeniyyet onların ıstılâhiyle sabit
olur. Çünkü onların üzerine başkasının velayeti yoktur. Binâenaleyh, onlann
ıstılahları ile bâtıl olur. Semeniyyet bâtıl olunca, ta'yîn ile teayyün eder
(belirîi olur). Paralar, bunun hılâfına-dır. Çünkü onlar semeniyyet için
lyaradılmışlardır.
Ya!ş hurmayı, yaş hurma
ile ve yaşı kuru ile satmak caizdir. Kuru hurııfayı koruk ile satmak caizdir.
Kuru üzümü yaş üzümle satmak da caizdir. Buğdayı yaş veya ıslak olarak misli ile
yâhûd kuru buğdayla satmak caizdir. Kuru hurmanın veya kuru üzümün hoşafını
misli ile satmak caizdir.
Yine, unu, misli ile
satmak caizdir. Muhammed b. FazT (Rh.A.) dan nakl edilmiştir ki: Unun, unla
satılmasının caiz olması, ancak ikisi de dolmuş ve eşit olürsadır. Eğer dolmuş
ve eşit olmazsa caiz olmaz. «Eşit olmak (onütesâviyen)» sözü, sayılan şeylerde
satışın caiz olması için kayddır. Yâni zikredilen şeylerin satılmalarının caiz
olması, eşit (mütesâvî) oldukları hâldedir. Caiz olmanın vechi şudur: Caiz
olmak; eğer cinsin, cinsi ile satılması olursa, sıfat ayrılığı olmaksızın
müsâviyen caizdir. Keza, sıfatın ayrı olmasiyle de caizdir. Çünkü ResûlüUah
(S.A.V.) :
«Onun. iyisi ve kötüsü
eşittir.» buyurmuştur. Efftti-
cinsi, cinsrieu başkasına satarsa, nasıl olursa olsun,
caiz olur. Zirk,
Itesûlüllah (S.A.V.) :
«Şayet iki nev'i ayıı
olurlarsa, siz onu nasıl isterseniz (dilediğiniz gibi) satın.» buyurmuştur.
Etin, hayvan ile
satılması caizdir. Çünkü tartılani (mevzunu), tartılmayan ile satmak caizdir.
Muhtelif olan etlerin ve sütlerin satılması da caizdir. Yâni koyun etini, sığır
eti ile ve sığır etini koyun eti ile satmak caizdir. Sütleri de böyledir. Yâni
koyun sütünü, sığır sütü ile ve sığır sütünü'koyun sütü ile satmak caizdir.
Bezi, pamuk ve iplik
ile satmak caizdir. Yaramaz ve âdi hurmanın sirkesini, üzüm sirkesiyle satmak
caizdir. İç yağım, kuyruk yağı ile yâhûd et İle satmak caizdir. Ekmeği, buğdayla
ve unla mütefadil Obiri diğerinden fazla) olarak satmak caizdir. Et nıes'ele
sinden buraya kadar sayılan şeylerde satış caiz olmak için mütefadil (biri
diğerinden fazla olması) kaydı mu'töberdir. Mütefâdilen (yâni biri diğerinden
fazla olarak) satmanın câisg olmasının vechl, cinslerinin ayrı ayıı olmasıdır.
Ekmeği buğday ve un ile
satmak mütefâdilen caiz olduğu gibi, veresiye satmak da caizdir. İnsanların
ihtiyâcından dolayı t'etvâ bununla verilir. Lâkin teslim alma vaktinde
ihtiyatlı olmak vâcib olup, teslim almazdan Önce kendisinde selem yapılan şeyde
değiştirme olmasın diye malı belirtilen cinsden teslim alır.
Buğdayı un,, kavut veya
kepek ile satmak caiz değildir. Çünkü buğdayın onlar ile satılması mutlaka,
yâni fazlasiyle ve eşit olarak caiz olmaz. Çünkü bir bakıma mücâneset (bir
cinsten olmak) bakîdir. Zira bunlar, buğdayın cüzlerindendir ve bunlarda ölçek
keyldir. Lâkin bunlar keylde bir araya "geldikleri (içtimâ ettikleri) ve
buğdayın dâ-neleri arasında boşluk olduğu için onlar ile buğday arasında keyl
eşit değildir. Şu hâlde, her ne kadar
keyleı\ bi keylm (ölçeği - ölçeğine) olsa da alım
satım caiz olmaz.
Yine unun, kavutla
(kavrulmuş unla) satılması mutlaka, yâni fazla ve eşit olarak caiz değildir.
Çünkü unun, pişmiş un ile satılması caiz değildir. Kavutun, buğdayla da
satılması caiz olmaz. Keza bir vech-den mücâneset bulunduğu için, cüzlerinin
satılması da caiz delildir.
Zeytini, zeytinyağı ve
susamı, sıtsamyuğı ile satmak, zeytinyağı, zeytinde olan yağdan ve susaınyağı,
susamda olan yağdan fa/la olmadıkça caiz olmaz. Çünkü bu takdirde, yağ misline
ve fazlalık tortusuna karşılık olup ribâ lâzım gelmez. Eğer zeytinin içindeki
yağın miktarı bilinmezse, ribâ ihtimâlinden dolayı caiz olmaz. Daha önce
geçtiği gibi burada şübhe, hakikat gibidir.
Ekmek, tartı ile borç
(veya ödünç) alınır, sayı ile borç (veya ödünç) alınması caiz değildir. Bu, İmâm
Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göredir. Çünkü ekmeğin her biri sayı ile ağırlıkça farklı
olur. Tartı, ile farklı olmaz. Fetva, bununla verilir. Zeylaî (Rıh.A.)
de böyle demiştir.
Mangırlar, sayı ve
tartı ile örfe göre borç alınır. Zîrâ, onun hak-kmda nass yoktur. Gümüş
(dirhemler) ve altm (dinarlar), ancak tartı ile borç alınır, çünkü ikisi de,
nass ile sabit olup, tartılan şeylerden (mevzûnâttan) dir. Ke^â üçteikisi hâlis
olan dirhemler ve dinarlar tartı ile İstikraz olunur. Çünkü hüküm galibindir.
Üçtebiri hâlis olan dirhem, eğer insanlar sayı ile iş görürlerse, sayı ile borç
alınır. İnsanlar tartı ile iş görürlerse, tartı ile borç alınır. Çünkü,
hakkında nass vârid olan şeyden değildir. Daha önce geçtiği veehle örfe
bırakılır.
Kiyenü olan şey borç
alınmaz. Çünkü istikraz, misliye mahsûstur. Misli; buğday, arpa, susam, hurüna,
üzüm ve bunların benzerleri gibi ölçülen ve tartılan her şeydir. Tecrîd'de;
«Aşırı fark ile farklı olmayan, -yumurta ve ceviz gibi adediyâtta borç almak
(istikraz) caiz olur.» denmiştir. Kâfî'de şöyle denmiştir: Zîrâ, borç (karz),
ödünç (ariyet) almaktır. ,Ayniyle intifa' mutlak olduğu için meşru olmuştur. Şu
kadar var ki; ölçülen (nıekîl), tartılan (mevzun) ve birbirine yakın (müte-.
kârib) olan adedî ile faydalanmak, ancak ayrılarını (kendilerini) tüketmekle
mümkün olur ve menfaat onların zâtına âiddir. Bu takdirde misli, zimmette ayn
yerine geçmiştir. Sanki aynla intifa' edip, o aynı geri vermiştir. Zimmette
mislin vâcib olması mümjkün olsun diye, bu ancak anisliyâtta hâsıl olur. Yoksa,
hayvan ve yiyeceklerde hâsal olmaz. Çünkü, hayvan ve yiyeceklerin misli yoktur.
Efendi ile, me'zûn olup
borçlu olmayan kölesinin arasında
ribâ yoktur. Çünkü köle ve elinde olan şey, bu takdirde efendisinin mülkü olur. İmdi aralarında satış yoktur, ki ribâ meyüana gelsin. Hattâ köle
borçlu olursa, satış tahakkuk ettiği için ribâ da tahakkuk eder.
Müslüman ile harbî
arasında dâr-ı harbde ribâ yoktur.
Çünkü, Resûlüllah (3.A.V.) :
«Müslüman ile harbî
arasında dâr-ı harbde ribâ olmaz.» buyurmuştur. Keza, Müslüman ile harbî, dâr-ı
harbde fâsid satış ile alış veriş etseler, câizdîr. Bunu Zeylaî (Rh.A.)
zikretmiştir. Çünkü onların dâr-ı harbde mallan Müslüman için mubahtır. Emân
akdi ile harbî ma'sûm olmaz. Lâıkin, onlara haksızlık yapılmayıp ve ellerinde
olan şeye, rızâları olmaksızın, taarruz edilmemesi iltizâm edilmiştir.
Müslüman, onların mallarını rızâları ile alınca, haksızlık etmeksizin mubah
mal almış olur. Dâr-ı harbde îmâna gelen harbî ile müste'men Müslüman arasında
da, îmiârn, A'zam' (Rh.A.) a göre, ribâ yoktur. Çünkü dâr-ı harbde îmâna gelen
harbînin malı için ismet (dokunulmazlık) yoktur. İmdi onun malı, harbînin malı
gibi olmuştur. Harbînin rızâsiy-le malını almak, müste'men Müslümana caizdir.
İmâmeyn (Rh. Aley-himâ); «Dâr-ı harbde imâna gelen harbî ile müste'men Müslüman
arasında olan şey, iki Müslüman arasında câri olan ribâdır. İki Müslüman
arasında olan ribâ ise haramdır.» demişlerdir. Kâfî'de de böyle denemiştir.
İstihkak Babı
Sair metinlerde
zikredildiği gibi Musannif, haklan (hukuku) zik-retmemiştir. Çünkü haklar,
«Alı§~verişler Bölümü» nün bastaraflann-da zikredilmiştir.
İstihkak iki
çeşittir: Birincisi, mülkü bâtıl kılar. Yâni, mülkü bütünüyle ortadan kaldırır.
Öyle ki, onun üzerinde bir kimse için temellük hakkı kalmaz. Aslî hürriyet; âzâd
ve azadın çeşitleri olan tedbîr, kitabet ve istîlad gibi.
İstihkakın ikinci
çeşidi; mülkü bir şahıslan, bir şahsa nakleder. Mülke istihkak ğiıbi. Meselâ
Zeyd, Bekr'in üzerine; «ıBekr'in elinde olan köle benim mülkümdür.» diye iddia
edip delil getirmekle mülke müs-tehik olur.
İstihkakın her iki
çeşidi bir cihetten birleşir. Bir cihetten, birbirinden ayrılırlar. Üzerine hak
iddia edilen şey ile o şeyi kendi tarafından temellük edip satıcılara tnüstehik
yapmakta birleşirler. Hattâ satıcılardan biri, mutlak mülkle hak edilen bir mal
üzerine da'vâ açıp beytyine getirse, beyyinesi kabul edilmez.
Ayrıldıkları cihet de
şudur: Birinci çeşit, satıcılar arasında câri olan akdlerin münfesih olmasını
îcâb eder. Akdlerin her birinin münfesih olmasında, kadının hükmüne ihtiyâç
yoktur. Bu, bü'ittifak böyledir.
Musannif buna şu
sözüyle tefri' yapnnıştır: Satıcıların her biri için, o malın satıcısı üzere
rücû etmek hakkı vardır. Velev ki, kendisine rücû hâsıl olmasın. Her ne kadar
kendisine kefîl olunan (mekfûlün anh) üzere hüıkmolunmasa da, o satıcı da kefile
rücû eder. Çünkü ba'zısının dönmesinin, kadının hükmüne bağlı olması,
ancak akdin eseri bakî olduğu vakitte olur. O eser de nıülkdür. Nitekim, ikinci
çe-şidde olduğu gibi. Akdin eseri bakî kalmayınca kadının hükmüne ihtiyâç
duyulmaz. Keza hürrün bedeli mülk değildir. İmdi bir mülkde, iki semen bir araya
gelmez. Mülkle istihkak, bunun aksinedir. Nitekim, yakında zikredilecektir.
Aslî hürriyetle hüküm,
tütün insanlar için hükümdür. Hattâ hiç-bİT ferdin mülk da'vâsi dinlenmez. Keza,
âzâd ve âzâdm çeşitleri ile hüküm de böyledir. Çünkü hürriyet, Allah Teâlâ'
(C.C.) mn hakkıdır. Hattâ hür insanın, kendi nzâsı ile köle yapılması caiz
olmaz. İnsanların hepsi, Allah Teâlâ1 (C.C.) mn haklanın isbâtta, Hak Teâlâ'
(C.C.) dan niyabetle dadacıdırlar. Çünkü insanlar, O'nun kullan ve yeryüzünde
halîfeleridir. İmdi insanlardan bir ferdin hâzır olması, hepsinin hâzır olması
gibidir. Mülik bunun aksinedir, ki mülk hassaten kulun hakkıdır. İmdi hâzır,
gâifoden hasım nasb olunmaz, çünkü hâzırın hasım nasb olunmasını îcâb eden şey
yoktur. Ancak bir hâzır, o mülkü gâib yönünden kabul etmiş olursa, gâib kimseden
hasım nasb olunup, o gaibin, hâzır gibi üzerine hütkmolunur. Çünkü mülkün
birleşmesi sebebiyle hükmün eseri ona geçmiştir. Bir olayda, bir kimsenin
aleyhine hüküm verilse, bu cihetle o kimsenin lehine hüküm verilmiş olmaz.
Târihi! olan mülkde
ise, hüküm o târihten f t ibaren herkes üzerinedir. O târihdcn önce hüküm
yoktur. Yâni Zeyd, Bekr'e; «Sen, benim kölemsin; ben, sana mâlik olalı ıbugün
beş yıl oldu.» dese, Bekr de; «Ben, Bişr'in kölesi idim, Bi§r bana mâlik olalı
bugün -altı yıl oldu. Mezkûr Bişr, beni âzâd etti.» deyip, müddeâsını Zeyd'e
karşı isbât etse, Zeyd'in da'vâsı savulmuş olur, yâni düşer.
Bundan sonra Amr,
Bekr'e; «Sen .benim kölemsin; ben, sana mâlik olalı yedi yıl oldu. Şimdi de
sen, benim mülkümsün.» deyip, Bekr'e arşı müddeâsını isbât etse, Amr'm şâhidleri
kabul edilir ve Bekr'in hürriyetine dâir hüküm fesh olup, Aıur'ın mülkü sayılır.
Şu da bunun üzerine
delâlet eder ki: Kâdîhân (Rh.A.), «Ziyâdât Şerhi» nde, Alışverişler (Büyü')
Bölümünün başında mes'eleyi hak-kiyle tahkik ettikden sonra şöyle demiştir:
Böylece, bu babın mes'ele-leri iki kısım olmuştur. Birincisi, mutlak mülkde
âzâddır. Bu, aslın hürriyeti menzîlesindedir. Bunun üzerine verilen hüküm, bütün
insanlar üzerine hükümdür. İkincisi, tarihli olan mülkde âzâd ile hükümdür. Bu
da, târih vaktinden i'tibâren bütün insanlar üzerine hükümdür. O tâlinden önce
hüküm olmaz. Bu; hatırında olsun. Zîrâ meşhur olan kitablarda bu fayda yoktur.
İstihkakın ikinci
çeşidi, akdlerin münfesih olmasını îcâb etmez.
Yâni zahir rivayette,
satıcılar arasında câri olan akdlerin münfesih olmasını gerektirmez. Çünkü
ikinci çeşit, mülkün bâtıl olmasını îcâb etmez.
İstihkâkdan ikinci
nev'î ile hüküm, zi'l-yed üzere: hükümdür. Hattâ iddia olunan mal, zi'1-yedin
elinden alınır. Yine zi'1-yedin mülkü, vasıtasız veya vasıtalı olarak
kendisinden aldığı kimse üzerine hükümdür. Mahkûmun aleyh oldukları için
onlardan mülk da'vâsı dinlenmez. Bu söz; «Bu ikinci nev'î ile hüküm, zi'l-yed
üzere hükümdür... ilâh» sözü üzere tefrî'dir. Belki, üretmek (nütâc) da'vâsı
dinlenir. Meselâ; satıcılardan biri üzerine semen ile rücû olunduğu vakitte;
«Ben, semeni vermem, çünkü müstehık yalancıdır. Zira satılan mal benim mülkümde
üredi veya vasıtasız veya vasıtalı satıcının mülkünde üre-di.» demesiyle,
satıcının da'vâsı dinlenir. Eğer isbât ederse, hüküm bâtıl olur.
Ya da, «Ben, semeni
yermem, çünkü ben mebî'i müstehıkrîan satın aldım.» demesiyle mülkü müstehikdan
almış olursa, bunun da da'vâsı dinlenir. Şayet müşterilerden biri satıcısı
üzere semenle rücû etmek (yâni semeni geri almak) istese, tekrar delîl
(beyyine) getirmesine hacet olmaz. Bu söz de; yukarda geçen «İkinci1 nevî ile
hüküm, zi'l-yed üzere hükümdür.» sözüne tefrî'dir. Lâkin müşterilerden bir ferd,
kendi üzerine rücû edilmedikçe, satıcı üzere rücû edemez. Hattâ sonuncu müşteri
onun üzerine rücû etmedikçe, ortadaki .müşteri İçin satıcıya rücû caiz olmaz.
Hüküm giyen kimsenin,
(mahkûmun aleyh) kefîl üzerine, mek-fûlün anh aleyhine hüküm verilmezden önce
rücûu sahih olmaz. Zîrâ kendisine kefîl olunan (mekfûlün anh) asıldır ve hüküm,
kefile ondan geçer. Asıl üzere, rücûdan Önce kefîl üzere rücû edilmemesine
se-beb, bir şahsın mülkünde iki semen bir araya gelmesin diyedir. Çünkü
mtistehıfckın bedeli memlûktur. Bundan sonra rücû, yâni müşterinin semeni
satıcıdan istemesi ancak istihkak, beyyine ile sabit olduğu vakitte olur. Çünkü
bilirsin ki, delîl geçici (müteaddî) hüccettir. Ama müşterinin ikrâriyle sabit
olur veya yeminden kaçmmasiyle veya müşterinin husûmete vekilinin ikrâriyle
yâhûd vekilin yeminden kaçmmasiyle sabit olursa, istihkakın sübûtu, semenle
rücû gerektirmez. Çünkü müşterinin ikrarı, başkası hakkında hüccet olmaz.
Ebû Bekr b. Hâmid
el-Buhârî' (Rh.A.) nin «Ziyâdât» mda zikredilmiştir ki; bir kimse, bir ev (dâr)
satın alıp, bir adam o eve müşterinin ikrarı ile veya yeminden kaçmmasiyle
müstehık çıksa; müşteri, semeni satıcıdan geri alamaz. Şayet müşteri; ev,
müstehıkkın mülküdür, diye satıcıdan semeni geri almak için beyyine getirse,
beyyinesi dinlenmez. Amma, satılan şey (ınebi1) müstehıkkm mülküdür, diye
satıcının ikrarı üzerine delil getirirse, kabul edilir. Semen, satıcıdan alınır.
Müşteri, satıcının ikrarına müstehıkkııı mülkü olduğuna dâir delîl getiremezse,
ancak, bu malın da'vâcının mülkü olmadığına Allah' (C.C.) a yemin etmesini
isterse, buna hakkı vardır. Çünkü yeminden kaçınması mümkün olup, kaçmmasiyle
ikrar etmiş gibi olur ve bundan sonra ondan' semen geri alınır. İınâdiyye'de de
böyle denmiştir. Bu'mes'elenin bellenmesi gerekir. İnsanlar, bundan gafildirler.
Musannif «Bundan sonra
rücû, ancak istihkak delîl ile sabit olduğu vakitte olur.» sözü üzerine lefrî
ederek şöyle demiştir: Satılan bir câriye müşteri yanında çocuk doğursa ve bu,
müşterinin istîlâdı (çocuk istemesi) ile olmasa ve o satılan cariyeye delille
hak sahibi çıksa, çocuğu cariyeye tâbi olur. Yâni müstehık, satılan cariyeyi ve
çocuğunu alır.
Eğer müşteri o satılan
cariyeyi bir adam için ikrar ederse, çocuğu, satılan cariyeye tâbi olmaz. Belki
kendisi için ikrar edilen kimse fmu-karrun leh), satılan cariyeyi alır, çocuğunu
alamaz. Aradaki fark şudur: Delîl, mülkü asıldan isbât eder. Çocuk, satılan
cariyeye o gün bitişik idi. Binâenaleyh, istihkak, delîl ile ikisinde de sabit
olur. İkrar ise, kasır (kısa) 'hüccettir. Haıber verilen şeyde, haberin
sıhhatinin zaruretinden dolayı onunla miüllc sabit olur ve zaruretle sabit olan
şey zaruret miktarı takdir olunur. Çelişme (tenakuz), mülk da'vâsını meneder.
Çünkü anüddeî, o da'vâda müttehem olur. Hürriyet da'vâsın-da menettmez. Aslî
hürriyette menetmediğinin sebebi, uruk
hâli gizli olduğu içindir. Zîrâ çocuk, küçük olduğu hâlde dâr-ı harbden
getirilir; babasının ve anasının hürriyeti ma'lûnı olmaz. Köle (rıkk) olduğunu
ikrar eder. Ondan sonra anasının ve babasının hür olduğunu öğrenir ve hürriyet
iddia eder. Tarîkında gizlilik olan şeyde çelişme (tenakuz), da'vânın sıhhatini
menetmez.
Ânzî hürriyete gelince;
efendi kölenin haberi yok iken, onu tek başına âzad ve müdefober. ettiği
içindir. Bunda da gizlilik câri olur ve bunda çelişme (tenakuz) bağışlanır.
Şayet mükâteb, kitabetten önce efendisinin âzâd ettiğine dâir beyyine getirse,
kabul edilir. Çünkü efendisi, köleyi hür kılmakda bağımsızdır.
Çelişme, talâk da'vâsmı da nıcııetmez: Çünkü
kadın, şayet muhâ-laa olunsa, bundan sonra kadın muhâlaadan Önce kocasının
kendisini boşadiğına dâir delil getirse, dinlenir. Her ne kadar boşamasında
gizlilik bulunması nedeniyle çelişme olsa da koca bununla müstakil olduğu
için, kadının delili dinlenir. Kocanın, kadını boşayıp, kadının onu bilmemesi
caizdir.
Neşet» da'vâsmı da
çelişme nıenelmez. Nitekim, bir kimse oğlu için; «Bu, benim oğlum değildir.»
deyip ondan sonra, «Bu benim oğ-lumdur.» dese, da'vâsı dinlenir. Keza bir kimse;
«Ben, iülâna vâris değilim.» deyip, ondan sonra «Vârisim.» diye iddia etse ve
irs yönünü de açıklasa, da'vâsı sahih olur.
Musannif bunu tefri'
edip şöyle demiştir: Bir adam başkasına; «Beni satın al, çünikü taı köleyim!»
dese,,o adam da, onu satın aldık-dan sonra, hür olduğunu iddia edip hürriyetini
isbât etse, eğer o köleyi satanın yerini bilmezse, köle semeni öder. Çünkü köle
olduğunu ikrar eden kimse, satıcıdan semenin alınması imkânsız olduğu zaman
kendisinin veya semenin selâmetine kefil oîur. Bu durumda, müşteri aldatılmış
olur ve değiş-tokuş (muâveze) da aldatma ise, imkân ölçüsünde zararın savulması
için, ödemenin sebebidir. Kölenin hürriyeti ve ödemeye ehliyeti zahir olup
satıcıdan semenin alınması da imkânsız kalınca, kölenin ödemesi gerektiğine
hükmedilir. Satıcısını bulduğu .zaman, köle de satıcıdan alır. Çünkü köle,
satıcının borcunu ödemiştir. Bu hususta, köle mecburdur. Binâenaleyh, teberru'
etmiş sayılmaz. Nasıl ki; rehni emânet veren kimse onun için borcu ödediği
vakitte müteberri' olma/yap ödediği şeyi borçludan aldığı gibi. Şayet köle,
«Beni satın al!» demez yâhûd «Beni satın al!» deyip, «Ben köleyim!» derse, köle
üzerine bir şey lâzım gelmez. Eğer köle, satıcının yerini bilirse, ödemez. Rehn,
bunun aksinedir. Çünkü, «Beni reihn koy, zîrâ ben köleyim!» dese, köleye
ödetilmez. Zîrâ ödemek, değiş-tokuş (muâveze) akdine muhtasdır. Rehin, böyle
değildir. Belki, ona karşılık ivazsız habs olunur. Bu asıl üzerine ayırma
yoluyla, bu mes'elenin zikredilmesinde fayda, işin başlangıcından işkâlı savmak
içindir. Meşhur kitaplarda zikredilmiştir ki, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre,
kölenin hürriyetinde da'vâ şarttır ve çelişme da'vâyı ifsâd eder.
Kaybolma târihi
ıııu'tebcr değildir, belki mülkün târihi mu'teberdir. Şayet müstehik; «Benden
kaybolalı, bugün bir yıl oldu.» dese; yâni bir adam, diğerinin elinde olan bir
hayvana müstehik çıksa ve da'vâ Birasında müstehik, «Bu hayvan, benden
kaybolalı bugün bir yıl oldu.» dese, fcâdî hayvanın, müstehik çıkana âid
olduğuna dâir hüküm vermezden önce ona müstehik olan satıcıya olayı bildirse,
bunun üzerine satıcı da; «Bu hayvan, benim mülküm olalı bugün iki yıl olduğuna-
delilim vardır.» dese, husûmet savulmuş olmaz. Belki kâdî, hayvanın, müstehık
olan satıcının olduğuna hükmeder. Zîrâ müstehık olduğunu iddia eden kimse,
mülkün târihini zikretmemiştir. Belki, hayvanın kaybolma târihini zikretmiştir.
Bu durumda, onun mülk da'vâsi tarihsiz kalır. Satıcı ise, mülk için târih
zikretmiştir. Satıcının daı-vâsı, müşterinin da'vâsıdır. Zîrâ müşteri, mülkü
satıcıdan almıştır. Sanki müşteri, satıcısının mülkünü iki yıl târihle iddia
etmiştir. Ancak şu kadar fark var ki; târih, ayrılma târihinde mu'teber olmaz.
Nitekim, yakında açıklaması gelecektir. İmdi târih zikredilmesine i'tibâr
kalmayıp, da'vâ mutlak mülkde kalır. Şu hâlde, hayvanın satıcıya âid olduğuna
hükmedilir.
İstihkakı bilmek,
rücû'un sıhhatini menetmez. Yâni bir kimse, bir adamdan, bir şey satın alıp onun
satıcının mülkü olmadığını, belki başkasının olduğunu bilse; imdi o başkası
müstehık çıkıp, satın alınan şeyi müşterinin elinden alsa, müşteri, satıcıdan
semeni geri alır ve müşterinin, mala başkasının müstehık olduğunu bilmesi
rücû'unun sıhhatini menetmez.
Şayet müşteri satın
aldığı cariyeye, satıcının onu gasb ettiğini bildiği hâlde, çocuk doğurtsa, o
çocuk köle olur ve semeni satıcıdan geri alır. Yâni bir kimse gasbedilmiş. bir
cariyeyi satın alıp, onu satıcının gasb ettiğini bilse ve cariyeden bir çocuğu
doğsa, çocuk köle olur. Çünkü müşteri, hâlin hakikatim bilmekle satıcının
aldatması yok olmuştur. Lâkin müşteri, semeni satıcıdan geri alır. Şayet
satıcı, müşterinin, satılan şey müstehıikkın mülkü olduğunu ikrar ettiğine delîl
(beyyine) getirse, semeni geri alma hakkı bâtıl olmaz. İnıâdiyye'de de böyle
denmiştir.
İstihkak siciline ;
«Sicil, şu vech üzere yazıldı.» diye şehâdet etmekle hükmedilmez, belki o
sicilin mazmunu üzere şehâdet edilmesiyle hüküm verilir. Yâni, bir Buihârâlı,
müşteri elinde bulunan bir . hayvana müstehık çıksa ve müstehıkkun aleyh kadıdan
sicili alsa ve hayvanın satıcısını Semeiikand'da bulup ondan semeni almak istese
ve Buhârâ kâdîsımn sicilini gösterip ve o sicilin Buhara kadısının yazısı
olduğuna dâir delîl (beyyine) gösterse, Semerkand kadısının o delil ile amel
edip, mtistehıkkun aleyhe semenin geri verilmesine dâir hüküm,vermesi —
şâhidler: «Buhârâ kâdîsı, Buhârâ'da müstehıkkun aleyh üzere bu satıcıdan satın
aldığı hayvan ile hüküm verdi ve hayvanı bu müstehıkkun aleyhin elinden
çıkardı.» diye şehâdet etmedikçe— caiz değildir. Çünkü yazı, yazıya benzer. Şu
hâlde, sicilin kendisine i'timâd edilmez. Belki, kâdînın hükmüne ve müstehıkkun
aleyhin mâlikiyetinin kaldırıldığına şâhkuerin şehâdeti şart kılınmıştır.
İmâdiyye'de de böyle denmiştir.
Keza, şahadet naklinden
ve vekâletten başkasında da hüküm böyledir. Şahadet nakli ve vekâletten
başkasiyle murâd, tutanaklar (mahzarlar) ,
siciller ve vesikalar (saklar) dır.
Zîrâ, onlardan her birinde yazılan şeyin mazmunu üzerine şehâdet edilmesi vâcib
olur. Çünkü onlardan her birinden maksad; hasım üzerine hüccet olmasıdır.
Hüccet ise, anc.ak bununla, yâni şahadetle olur. Şahadetin ve vekâletin nakli
bunun aksinedir. Çünkü bu ikincisinden jnaksad, kâdî için ilmin hâsıl olmasıdır.
Bundan dolayı şâhidlik yolunun kâfirlerden ibaret olması, her ne kadar hasım
kâfir olsa da caiz olmaz.
Müşteri satılan şeyin
(mebî'in) hepsini teslim aldıkda, ba'zisma m üs t e hık çıkı İsa, o ba'zin
miktarında satış bâtıl olur. Eğer ba'zın istihkakı geri kalanda kusur îrâs
ederse veya müstehak bir şey hükmünde iki şey olursa —meselâ, kını ile kılıç ve
yay ile.kirişi gibi— müşteri o geri kalanda muhayyer kılınır. Bu zahirdir. Eğer
ba'zın istihkakı geri kalanda kusur îrâs etmezse ve iki şey olup bir tek şey
gibi olmazsa, satın alınan şeyin geri kalanı semenden hissesi ile alınması
gerekir. Bunun açıklaması şudur: Satış, mü&tehakkın ba'zı miktarında bâtıl
olursa, bakılır; eğer müstehak çıkılan şeye istihkak, geri kalanda kusur îrâs
ederse —nitekim ma'kûdun aleyh, ev, tarla, bağ, köle ve bunların benzerleri gibi
teb'îzinde (bölünmesinde) zarar yukû bulan bir şey olursa— müşteri geri kalanda
muıhayyerclir. Dilerse semenden hissesi ile razı olur. Dilerse geri verir.
Keza, ma'kûdun aleyh iki şey olup hükümde bir şey gibi olsa, ikisinden birine
müstehık çı-kılsa, müşteri geri kalanda muhayyerdir. Eğer istihkak, müstehak
çıkılan şeyin geri kalanında kusur îrâs etmezse, —nitekim ma'kûdun aleyh iki
giyecek olup veya iki köle olup, birine müstehık çıkılsa veya buğday yığını veya
veznî olan şeyin yükü ise, — onun teb'îzinde (bölünmesinde) zarar yıdktur.
Satın alman şeyin geri kalanı semenden hissesi ile alınması gerekir ve müşteri
için muhayyerlik yoktur, Tahâ--vî Şerhinde de böyle denmiştir.
Ya da müşteri satılan
şeyin (mebî'in) ba'zısını teslim aldıkda, tesHm alınana veya teslim almandan
başkasına nıüstehık olsun, hepsini teslim alma suretinde, müstehak olan miktarda
satış bâtıl olduğu gibi, ba'zısım teslim aldığı vakitte dahî teslim alman şeyde
satış bâtıl olur.
Müşteri, o ba'zisına
müstehlik çıkılan malın geri kalanında muhayyer kılınır. Gerek o ba'zın
istihkakı geri kalanda kusur îrâs etsin, gerekse /etmesin müsavidir. Çünkü tamâm
olmazdan önce, istihkak sebebiyle müşteri üzerine satış pazarlığı (saika)
ayrılmıştır.
Bir kiiin.se, bir evde
meçhul bir hak iddia edip bir miktar üzere; meselâ, yüz dirheme anlaşsa (sulh
olsa) ve o evin bir kısmına
müs-tehık çıkılsa, evin sahibi anlaşma (sulh) bedelinden bir şeyi o müd-deîden
alamaz. Çünkü onun da'vâsı — her ne kadar az olsa da — geri kalanda olması
caizdir. Ya da, o evin hepsine müstehık çıksa, ivazın hepsini geri verir. Çünkü,
o müddeînin mâlik olmadığı ivazı almış olduğu anlaşılmıştır. Şu hâlde, ivazın
hepsi geri verilir.
Eğ«r müddeî evin
hepsini iddia edip; meselâ, yüz dirheme sulh olsa ve o evin bir kısmına müstehık
çıkılsa, evin sahibi o hisse miktarını miiddeîden alır. Zîrâ sulh, yüz dirhem
üzere evin hepsi için vâki' olmuştur. İmdi o evden bir şeye müstehık çıkınca,
müddeînin o miktara mâlik olmadığı anlaşılır. Şu hâlde ivazdan hissesi miktarı
hesabiyle geri verir.
Bir kimse dinarlara
karşılık dirhemler üzerine sulh olup, o dirhemleri teslim alsa; birbirlerinden
ayrıldıktan sonra o dirhemlere müstehık çıksa, dinarları geri alır. Çünkü bu
sulh, sarf
ma'nâsındadır.
Bedele müstehık
çıkınca, sulh bâtıl olur. Şu hâlde, dinarlara rücû vâ-ctb olur.
Gâsıbdan satın alınan
kölenin âzâd edilmesi, mâlikinin gâsıba kölenin »atılmasına izin vermesiyle,
müşterinin köleyi âzâd etmesi caiz olur. Yâni fbir adam, bir köle gasb edip
satsa, sonra müşteri onu âzâd etse, sahibi de gâsıbm satışına cevaz verse, İmâm
A'zam (Rh.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre, caiz olur. îmânı Muhammed'
(Rh.A.) e göre, caiz olmaz. Çünkü, mülksüz âzâd olmaz. Zîrâ, Resûlüllah
(S.A.V.):
«Ademoğlunun mâlik
olmadığı kölede, âzâd caiz olmaz.» buyurmuştur.
Mevkuf, mülk ifâde
etmez. Eğer ifâde et.se, izin verme (icazet) vaktine müstenid olduğu hâlde
sabit olur. Bu ise, bir bakımdan sabit ve bir bakımdan sabit değildir. Âzâd için
musahhih olan mülk, hadîs-i şerifden dolayı kâmil mülkdür. İmânı A'zam iie İmâm
Ebû Yusuf (Rh. Aleyhimâ) un delîH şudur: Mülk, mülkü ifâde için konulan mutlak
tasarruf ile mevkuf olduğu hâlde sabit olur. İmdi âzâd, o tasarruf üzere tertîb
edilmiş olduğu hâlde mütevakkıf olup, o tasarrufun nefâzı ile nafiz (geçerli) olur. Râhinden satın
alınan kölenin âzâd edil-.mesi gibi olur. Vârisin, borca batmış olan terekeden
bir köleyi âzâd etmesi gibi, ki o vakitte âzâd salhîlı olur. Ondan sonra borcu
ödeditede, nafiz olur.
Gâsıbdan satın alınan
kölenin satılması, mâlik gâsıbın satmasına izin verse de, caiz olmaz. Çünkü,
izin vermekle mal satıcı için sabit olur. O satıcı da birinci müşteri olup,
mülk-ü bât (kesin mülk) ile sabit olur. Mülk-ü bât, başkasının mevkuf olan mülkü
üzerine ânz olunca, onu ibtâl eder. Çünkü mülk-ü bât ile mülk-ü mevkufun bir
yerde, bir araya gelmeleri imkânsızdır.
Bir kimse başkasının
kölesini, emri olmaksızın satsa ve müşteri, satıcının veya kölenin efendisinin
satışı emretmediğini ikrarda bulunduğuna delil getirse ve satılan şeyin geri
verilmesini istese, kabul edilmez. Çünkü, da'vâda çelişme vardır. Zîrâ satıcı
ile efendinin, kölenin satışına girişmeleri, satışın sıhhat ve geçerliliğini
ikrardır. Zîrâ Müslüman olan âkilin hâlinden zahir olan, sahih ve geçerli olan
akde mübaşerettir. Delü ise, sahih da'vâ üzere mebnîdir. Da'vâ bâtıl olunca,
delîl kabul edilmez. Şayet satıcı, kölenin mâlikinin emri bulunmadığını, kâdî
huzurunda ikrar ederse; eğer müşteri isterse, satış bâtıl olur. Zîrâ çelişme,
ikrarın sıhhatini menetmez. Çünkü satıcı, o ikrarda müt-tehem değildir. Zîrâ bir
kimse, bir şeyi ikrar edip ondan sonra inkâr etse, ikrarı fiahîh olur. Da'vâ,
bunun aksinedir. Çünkü da'vâda mütte-hem (itham altında) dır. İmdi müşteri için
satıcının ikrarı üzere müsâade etmek hakkı vardır. Bu durumda, ikisi arasında
ittifak gerçekleşmiş olur. Bundan dolayı, müşterinin isteği şart kılınmıştır.
Bir kimse başkasının
evini emri olmaksızın satsa, gasb ettiğini de i'tirâf etse ve müşteri inkâr
etse, satıcı ödemez, Kenz'de denmiştir ki: Bir kimse başkasının evini satıp,
müşteri de o evi kentli binasına katsa, satıcı ödemez.
Zeylaî (Rlı.A.) şöyle
demiştir: Mes'elenin ma'nâsı şudur: Şayet bir kimse, başka bir kimsenin evini
izni olmaksızın satsa, ondan sonra satıcı gasb ettiğini i'tirâf edip müşteri
inkâr etse, satıcı evi ödemez. Çünkü satıcının iikrân, müşteri üzere tasdik
edilmez. Evi alabilmesi için delil (beyyine)' göstermesi gerekir. Müstehık —ki
evin sahibidir — delîl getiremeyince; telef, delîl getirmekden aczine muzâf
olur. Yoksa satıcının akdine muzâf olmaz. Çünkü, gasıbın satışı caiz değildir.
Bu izahla ma'lûm olur ki; «Müşteri, o evi kendi binasına katsa...» sözü
tesadüfen söylenmiştir. Zîrâ binaya katmanın bu husûsda te'sîrj yoktur. Bundan
dolayı, burada bu ibare terk edilmiştir.