BABANIN
ERKEK ÇOCUĞUNA BAKMA YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜN ŞARTLARI
a) Erkek çocuk büluğ çağına gelmemiş olmalıdır.
Ancak çocuk büluğ çağına geldiği halde sakat, kötürüm, felçli ve müzmin
şekilde hasta olur ve kazanmaktan aciz bulunursa yine babanın nafaka
yükümlülüğü devam eder.
b) Fakir olmalıdır. Çocuğun kendine ait malı
varsa, masraflar ondan yapılabilir.
c) Baba, çocuklarına bakmaya muktedir olmalıdır.
Bu, babanın ya zengin ya da çalışabilecek durumda olmasıyla gerçekleşir.
d) Babanın ve çocuğun hür olmaları gerekir.
Babanın kız çocuğuna bakma
yükümlülüğünün şartları
a) Kızda büluğ ve yaş aranmaz. Evleninceye kadar
kız çocuklarının geçimi babaya aittir. Evlendikten sonra bu yükümlülük
kocasına geçer. Kocası ölür veya boşanırlarsa kadın yine babasının evine
döner. Kadın çalışıp kazanmaya zorlanamaz. Fakat Islâmî ölçüler içinde
bir iş veya meslekte çalışıp kazanmak isterse bu da câizdir.
b) Fakir olmalıdır. Eğer kızın malı varsa, geçimi
ondan sağlanır.
c) Baba, çalışıp kazanmaya muktedir veya zengin
olmalıdır.
d) Babanın ve kızın hür olmaları gerekir.
Bir kimsenin yakınlarının geçimini
sağlarken öncelik vereceği kimseler hadis-i şerifte şöyle
belirlenmiştir: Ebû Hûreyre (r.a) nakleder: "Bir adam Resûlullah
(s.a.s)'a gelerek şöyle dedi: Ey Allah'ın elçisi! Benim yanımda bir
dinar para var, nereye sarfedeyim? Hz. Peygamber; "Kendi ihtiyacın için
sarfet" buyurdu. Adam: "Yanımda başka bir dinar daha var" dedi. Hz.
Peygamber; Eşine sarfet" buyurdu. Adam dedi: "Başka bir dinar daha
var". Hz. Peygamber; "Çocuklarına sarfet" buyurdu. Adam:
"Bir dinar daha var" dedi. Hz.
Peygamber, onu da hizmetçisine harcamasını söyledi. Son bir dinar daha
olduğunu söyleyince de; "Sen onu nereye harcayacağını daha iyi bilirsin"
buyurarak, bu konuda onu serbest bıraktı" (Ahmed b. Hanbel, II, 251,
471; Nesâî, Zekât, 54).
BAŞLIK PARASI ALMAK YA DA BUNUN YERİNE EŞYA VERMENİN HÜKMÜ NEDİR?
Bu, İslâm'da rüşvet sayılmış, bir
anlamıyla "mukerrem" olan insanı mal gibi satmak olarak görülmüş ve
haram olduğu söylenmiştir. Ancak bunun nikâhın gereği olan "mehir"le
karıştırmamak gerekir. "Mehir" bir garanti ve değer belgesi olarak
evlenecek kadına verilen ya da bu maksatla velileri tarafından
alınıp yine ona harcanan para ya da eşyadır. "Başlık" ise kadının
Babası, ağabeyisi vs. tarafından alınıp kendine harcadığı para ya da
eşyadır. Haram olan bu ikincisidir. Bazı kaynaklarda kız tarafına
verilen para, gönül rızasıyla da olsa haramdır, denilmektedir.
BAŞLIK PARASI
Bir kızı evlendirmek ya da nikâhdan
sonra teslim etmek için, onun anne-Babasından, ya da akrabasından
birinin: "ağırlık", "başlık", "kaftanlık", "abilik", "dayılık" gibi
adlarla para, ya da başka birşey alması, rüşvet türünden olduğu için
haramdır: Bu aynı zamanda şerefli yaratılan bir insanı, meta' gibi
parayla satmak anlamına da geldiğinden, çok çirkin bir şeydir. Bir
babanın kızına, onu parayla satmasından daha büyük hakareti
düşünülebilir mi?
Işin garibi, Anadolumuzun birçok
yöresinde bu uygulama vardır ve adına da açıktan açıga "satmak" tâbir
olunur. Imam-Hatip Okulu'nun iki yılını okuduğum Yozgat'ta, sınıf
arkadaşımın; "ablamı bu sene sattık" sözünü çok ilginç bulmuştum ve hâlâ
unutamıyorum.
Işin bir diğer kötü yönü daha
vardır: Islâm'ı her fırsatta lekelemek isteyen egemen güçler,
Anadolu'daki bu uygulamayı, ustaca ifadelerle Islâm'danmış gibi gösterir
ve İslâm'dan çok kendilerine yakın olan bu cahillerin suçunu İslâm'a
malederler. Bu uyguIamayı yapanlar, bir de buna sebep oldukları için
sorumludurlar.
Ancak dügün hazırlıkları ve
işlerinin yürümesi için, anlaşma ile, hizmet bedeli olarak verilen şey
başlık değildir, damat onu geri alamaz. Halbuki başlıkparası olarak
verdiği eşya ve parayı geri almak hakkıdır. Peşin değil de, sonradan
vereceğini söylemişse, hiç vermemek de hakkıdır. Vermezse hiçbir şey
gerekmez.
Başlıkparasını, yerinde
anlatacağımız mihirle de karıştırmamak gerekir.
BAŞÖRTÜSÜNÜN KEYFİYETİ
Başörtüsü nasıl olmalıdır? Çene
altının da mahremi olmayan erkeklere gösterilmemesi mi gerekir?
Başörtüsünün niteliği (keyfiyeti)
meselesi çok önemlidir. Müslüman kadınlar, hattâ erkekler bunu çok iyi
bilmeli ve bilinçli (şuurlu) bir şekilde uygulamalı ve
uygulatmalıdırlar.
Kur'ân-ı Kerim, lüzumsuz
tekrarların bulunmadığı mûcize bir kitaptır. Bir âyet-i kerîmede :
"Mü'min kadınlara söyle... başörtülerini yakaları üzerine sarkıtsınlar."
(Nûr 24/31) buyururlar. Daha sonra gelen bir âyet-i kerimede ise: "...
Müslümanların kadınlarına söyle, cilbâblarını üzerine
sarkıtıversinler..." (Ahzâb 33/59) denir. Müfessirlere göre sonra gelen
"cilbâb âyeti" başını örtme konusunda kadına ilave bir görev daha
getirmiştir: Kadın dışarı çıktığında, yani namahremlerinin göreceği
yerde, birinci başörtüsünün üzerine bir de "cilbâb" atacaktır. "Cilbâb"
genellikle vücudu baştan ayağa örten ve giyilmekten ziyade bürünülen dış
örtü olarak anlaşılmış ve uygulanmıştır. Ama vücudun üst kısmı, omuzları
ve göğüsleri örten geniş başörtü de cilbâb sayılabilir, diyenler de
vardır. (106"Cilbâb" hakkında geniş bilgi için bk. Faruk Beşer, Islâmda
Kılık Kıyafet ve Örtünme 93-123) Bir diğer âyette de kadınların "Önceki
cahilliyyede olduğu gibi süslenip çıkmamaları" (Ahzâb 33/33) istenir.
Buna göre kadın, kaynı gibi yakınları dahil, namahremlerinin yanına,
belki de süslü olabilecek birinci küçük başörtüsünün üzerinden, en az
göğüslerini örtecek kadar geniş, sade ve tercihen koyu renkli bir
başörtüsü ile çıkacaktır. Rengin koyu olması, süsü azaltması içindir.
Yoksa renkte bir sınırlama yoktur: Ama cazip bir şekilde süslü olması
mahzurludur.
Çenenin altının mahremliğine
gelince, en müsamahalı Hanefi görüşüne göre kadın, fitnenin de (cinsel
duygular) bulunmaması halinde yabancı erkeklere, sadece elini ve yüzünü
gösterebilir. Yüz ise fıkıh kitaplarımızda alındaki tüy bitiminden çene
altına ve bir kulaktan diğerine kadar olan bir yer diye tarif edilir.
(107 Ibn Âbidîn I/b5-66 (M.A).) Buna göre alt çene aşağı yukarı
sallandığında sallanan kısmı yüzden olmuş olur. Ya da dışardan
parmağımızla nefes borunuzu bulabileceğiniz yere kadar yüz sayılır. Ve
kadın onun dışında kalan boğaz kısmını yabancı erkeklere gösteremez.
BAZI KİMSELER FAZLA ÇOCUK
YAPMAMAK İÇİN TEDBİR ALIP BiRTAKIM ÇARELERE BAŞ
VURUYORLAR. FAZLA ÇOCUK YAPMAMAK İÇİN TEDBİR ALIP DOĞUM KONTROLÜ YAPMAK
CAİZ MİDİR?
Doğum kontrolü mes'elesi ülkemizi
ve İslam alemini aşan bir meseledir. Her yerde ondan söz edilmektedir.
İslam aleminde münakaşası yapıldığı gibi, hiristiyanlık aleminde
de münakaşası yapılmaktadır. Asrımızda Mevdudi, Seyyid Kutub, Ahmed
al-Şarbasi ve Sa'id al-Buti gibi zevat bu konuyu ele alarak durumu
açıklamışlardır. (Allah onlardan razı olsun). Bunların bir kısmı
Türkçeye tercüme edilmiştir. Bunun için bu konuda fazla bir şey söylemek
icab etmez. Yalnız bazı kimseler bu hususta kanaatimi sordukları
için kısa da olsa bir şeyler söylemeye mecbur kaldım. Evlenmek,
Peygamber (sav)'in sünnetlerinden biridir. Onunla ilgili çok hadis varid
olmuştur.Ez cümle şöyle buyuruyor: "Nikah benim sünnetimdir" (İbn Mace).
Evlenmenin birçok hikmetleri vardır.
1- Fıtratın ihtiyacını karşılamaktır.
Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Huzur bulasınız diye cinsinizden sizin
için eşler yaratması Allah'ın büyük ayetlerinden biridir" (er-Rum).
2- Neslin devamı ve beşeriyeten
çoğalmasıdır. Peygamber şöyle buyurur: "Evleniniz. Çünkü ben sizin
çoğalmanızla iftihar ediyorum" (Buhari, Müslim).
3- Şerefi muhafaza edip ahlaksızlığa
düşmekten korumaktır. Peygamber (sav) şöyle buyuruyor: "Ey gençler
evlenmeye gücü yeten evlensin. Çünkü o, gözü –harama bakmaktan- korur,
zinadan da muhafaza eder (Müslim).
Durum böyle olmakla beraber iradesi
kuvvetli olup gayr-i meşru hayata yaklaşmayacağını bilen kimsenin
evlenmeyebileceği gibi, evlenen kimse de azl gibi bir yol ile çocuk
yapmamak için tedbir alabilir. Cabir bin Abdullah (ra) dan şöyle rivayet
edilmiştir:"Kur'an-ı Kerim nazil olurken biz azl ederdik. Bu durum
Peygambere (sav) ulaştığı halde bizi men etmedi" (İbn Mace).
Azl'ın manası: meniyi dışarıya
akıtmaktır. Azl ile ilgili çok hadis vardır. Bir kısmı onu hoş görmemiş
ise de, kesin olarak yasaklayan bir hüküm de getirmemiştir. Bunun için
Cumhur-u ulemaya göre, kadının rızasıyla azl mübah kabul edilmiştir.
Hatta Şafii ulemasının birçokları kadının rızasını almak söz konusu
değildir, diyorlar. Fakat tamamaıyla tenasül cihazının görevine son
vermek için ilaç kullanmak veya ameliyata başvurmak kesinlikle haramdır.
Bu husus için asla cevaz olmamıştır.
Sa'd bin Ebi vakkas'dan rivayet
edilmiştir: "Peygamber (sav), Allah'a kulluk etmek maksadıyla daimi
surette evlenmeyi terketmek isteyen Osman bin Ma'zun'un dileğini
reddetti.İzin verseydi biz de kendimizi iğdiş edecektik."
Meni rahimde yerleştikten sonra
nutfe ve alaka –kann pıhtısı- halinde iken herhangi bir ilaç ile onu
düşürmenin caiz olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır.
Hanefi ulemasından meşayıh-i
maveraünnehir, Cevahir al-Ahlati ve al-Nehr ile Şafii ulemasından Abu
İshak el-Merzedi ve Remli'nin sözünden anlaşıldığına göre ma'zeret
olmasa da caizdir (al-Fetava'l-Hindiyye, Şebramilisi). Gazali, İbn
Hacer, la-Bahr ve Hanefi mezhebinde racıh kavle göre ma'zeret olmazsa
caiz değildir (İbn Abidin).
Ama meşru bir ma'zerete binaen onu
aldırtmak veya ilaç ile onu düşürmekte beis yoktur. Meşru mazerete
birkaç misal:
1- Hamile kadının hastalığını artıracak veya
helakine vesile olacak hastalığın bulunması.
2- Çevrenin çok bozuk olup, fitne ve fesadın
azgın halde olması, yani doğacak çocuğun ahlakını bozacak mahiyette
olması,
3- Fakr ve zaruretin hüküm sürmesi, ibn
Vehban şöyle diyor: Hamile kadının hamlı alınmadığı takdirde, emzikli
çocuğunun sütü bozulup babasının da fakir oluşu yüzünden kendisine süt
verecek bir kadın bulamamış olması bir mazerettir (İbn Abidin).
BİR ÇİFTİN NİKAHI KIYILMIŞ, YALNIZ ZİFAF VAKİ OLMADAN EVVEL HERHANGİ
BİR SEBEBLE BİR TALAK İLE BOŞANMALARI HALİNDE DURUMLARI NASILDIR?
Zifaf vaki olmadan evvel bir talak
ile boşanan çiftin arasında dinen beynunet vaki olur. Ricatın yapılması
da mümkün değildir. Yani zifafdan önce olduğundan iddet söz konusu
değildir ve artık yabancı bir kadındır.Ancak üç talak ile boşanma vuku
bulmadığından her iki taraf arzu ederlerse yeni bir nikah ile birbiriyle
biraraya gelebilirler. Bu durumda sadece iki talakları olacaktır.
BİR GRUP GENÇ KIZ, TURİSTİK BİR GAYE İLE, MESELA KIBRIS'A GİDEBİLİRLER
Mİ? İÇLERİNDEN BİRİNİN YANINDA MAHREMİNİN BULUNMASI DİĞERLERİ
İÇİN DE YETERLİ OLMAZ MI?
Konu, kadının yanında mahremi
yokken sefer süresi kadar yolculuğa çıkıp çıkamayacağı ile ilgilidir.
Kur'an-ı Kerim'de bu konuda bir açıklık yoktur. Hadislerde ise bol ve
detaylı bilgi mevcuttur. Mesele Islam fıkhına da bu hadislerle yansır.
Rasulüllah Efendimiz (s.a.s.) "Allah'a ve Âhiret gününe inanan bir
kadının, yanında mahremi olmaksızın üç gecelik bir yola sefere çıkması
helâl değildir." buyurmuşlardır.(Müslim, hacc 74)
Bu süre bazı rivayetlerde: "Iki
gün, bir gece, üç günün üzerinde, bir gün, bir gün bir gece, iki gece,
bir berid (yarım gün)" şeklinde değişik zikredilir.(bk. Azîm-âbâdi,
Avnü'1-Ma'bûd V/149; Halil Ahmed, Bezlü'1-mechûd VNI(302; Sübkî,
el-Menhel X/267) Hanefiler "üç günlük yol" diye sınırlayan rivâyeti
almışlar ve sefer süresi olarak da bunu görmüşlerdir. Bu durumda
Hanefilere göre, kadın küffar diyarından Islam ülkesine hicret etmek
hariç, ne maksatla olursa olsun, sefer müddeti bir yola; yanında mahremi
olmaksızın gidemez. Hac ve Umre dışındaki her türlü "sefer" için bütün
alimler aynı görüştedirler.(bk. Davudoğlu VN/83) Aralarındaki ihtilaf
sadece "sefer" müddetinin ne kadar olduğu konusundadır.
Hac konusuna gelince: "Beytullah'ı
haccetmek, ona yol bulabilenler için, insanlar üzerinde Allah'ın bir
hakkıdır" (3/97) ayetine dayanarak Şafiîler ve Mâlikîler, birden çok
güvenilir kadın arkadaş bulan kadın da ona "yol bulmuş" demektir.
Öyleyse böyle olan kadına da hacc farz olur ve mahremi olmasa dahi
gitmesi gerekir demişlerdir. Onlara göre umrede vacip olduğu için, aynı
durumdaki kadın umreye de gitmek zorundadır. Farz olan haccını ve
umresini yapmış olan kadın ise, ne hacca ne de başka bir "sefere"
mahremsiz gidemez. Nevevi ye göre Şafiîlerde de sahih olan görüş budur.
Durum böyle olmakla beraber bazı
Şâfiî âlimler; kadının mahremsiz sefere çıkmamasının sebebi (illeti)
emniyetsizliktir. Emniyet kadınlarla dahi elde edilirse, kadın yanında
mahremi yokken de onlarla yolculuğa çıkabılir, demişlerdir. Ancak söz
konusu Hadislerden böyle bir sonuca varmak hiç mümkün değildir. Diğer
mezhepler (cumhur) bunu böyle kabul etmedikleri gibi; Şâfiî mezhebindeki
sahih görüşe göre de bu böyle değildir. Yani:
I- Kadın farz olan haccına Şâfiî
mezhebine göre, yanında mahremi yokken güvenilir kadınlarla gidebilir.
Hanefi bir kadının bu konuda Şâfiî mezhebini taklid ederek mahremsiz
hacca ya da umreye gitmesi hoş değildir, çünkü bunda bir zaruret yoktur.
Ama taklid eder ve giderse haccı olmuş olur.
2- Bir defa haccetmiş olan bir
kadının yanında mahremi yokken, sefer müddeti yoldan, artık hiç bir
mezhebe göre haccetmesi mümkün değildir. Giderse günah işlemiş olur.
Umre de aynıdır.
3- Hac ve umre dışında bir maksatla kadın, hiç bir
mezhebe göre mahremsiz olarak "sefere" çıkamaz. Beraberinde güvenilir
kadın arkadaşlarının bulunması bir şey ifade etmez. Bundan da sadece
"dar-i harpteki" bir kadının "dâr-ı Islâma" hicreti istisna edilir. O,
mahremi bulunmasa dahi, orada durmaz ve Islâm ülkesine göç eder.
Hal
böyle olunca, turistik vb. gayelerle, genç ya da yaşlı kadınların, sefer
müddeti yolculuğa çıkması meşru olmaz. Sebep olanlar, mes'ûl olur. Ancak
"seferi", mesafe değil de "mu'tat vasıta" ile süre olarak izah
eden Elmalılı ve başkalarına göre , otobüsle onsekizsaatlık yolun
altında kalan mesafeler sefer sayılmayacağından, Şâfiîlerdeki bu zayıf
fetvadan belki sadece oralarda yararlanılabilir. Meselâ -hoş olmamakla
beraber- Bursa'dan Istanbul'a bir kadın grubu: Burası Hanefilerdeki bazı
izahlara göre sefer değildir, "sefer" diyenler olsa bile bazı Şâfiîler
kadının güvenilir kadınlarla da "sefere" çıkabileceğini söylemişler.
Öyleyse biz de gidebiliriz, derlerse, zayıf da olsa bir ipe tutunmuş
olurlar. (Allahu a'lem)( Konu ile ilgili daha geniş bilgi için bk.
Hattâb es-Sübkî el-Menhel X/264-68· Davudoğlu VN/81-84; Halil Ahmed, age
VNI/302-305; Azımâbâdî, age V/148-154; el-Menbecî, el-Lübâb I/436-38;
Sevkânî, es-Seyl N/161; Vehbe ez-Zuhaylî NI/36) Ama iyi olanı yapmış
olmazlar.
Sözkonusu hadîslerde, öyle ya da böyle ayırmaksızın herhangi bir kadının
(mutlak olarak) mahremsiz yolculuğa çıkmaması istenir, ama Kâdi Iyâz ve
bazılarından nakledildiğine göre bu yasak, genç kadınlar içindir.
Kendilerine karşı arzu duyulmayacak yaşlı kadınlar ise, kocaları ve
mahremleri yokken de her türlü sefere çıkabilirler. (Azımâbâdî, age
V/153: Halbuki yine "Kâdî Iyâz'in beyanına göre, ulema kadının hacla
umreden başka seferlere mahremsiz çıkamayacağına ittifak etmişlerdir."
(Davudoğlu VN/38)) Hattâ bu hükmün dayanağının (illetinin) "emniyet"
olduğunu, bu temin edildikten sonra, ne ile temin edilmiş olursa olsun,
kadının mahremsiz de yolculuk yapabileceğini söyleyen eski ve yeni
görüşler de vardır.(Bu görüşler ve kime ait oldukları konusunda bk..
el-Bâcî, el-Müntekâ NI/82; Azimabâdi, age V/150) Ancak ne sözkonusu
Hadislerde hükmün dayanagının (illetinin) emniyet olduğuna bir işaret
vardır, ne de, öyle kabul edilse dahi, bugünkü şartlarda yolculuk yapan
kadının mahremsiz emniyette olacağı söylenebilir. Nevevi'nin de dediği
gibi "her düşene bir kapan bulunur."(bk . Davudoğlu VN/83) Dolayısı ile
kadının yaşlı olması da bu hükmü değiştirmez .Bu tür görüş sahipleri,
bir de Rasulüllah'ın (s.a.s.) vefatından sonra, onun hanımlarının Osmân
b. Affân ve Abdunahman b. Avf gibi sahâbîlerle hacca gittiklerini delil
gösterirler ama, bu da hükmü değiştirmez; çünkü Rasulüllah'ın hanımları
"mü'minlerin anneleri" olmakla, onlar onların mahremi olmuş olurlar.
(Es-Sübkî age X/268; Davudoğlu VN/84)
Bu
konudaki "mahrem" den maksat ise: "mubah olan bir yolla nikâhı kendisine
ebediyyen haram olan erkek"tir. "Ebediyyen haram olma" şartıyla kadının,
meselâ kızkardeşinin kocası, kendisinin mahremi olmadığı anlaşılır.
"Mubah bir yolla nikâhının haram olması" şartı ise, mesela zina yoluyla
doğacak hürmet-i musâharenin, yolculuk için mahremlik oluşturmayacağını
anlatır.(bk. Halîl Ahmed age VNI/302; Alî Kârî age. 37 )
BİR KADINA AŞIK OLUPTA İFFETİNİ KORUYAN VE BU AŞK ÜZERE ÖLEN SEHİD
OLARAK ÖLÜR." DİYE BİR SÖZ NAKLEDİLİYOR. BU SÂHÎH HADÎS MİDİR YOKSA
UYDURMA BİR SÖZ MÜDÜR?
Bazı zayıf kaynaklarda, bu şekilde,
bazılarında da biraz farklı olarak: "Her kim âşık olur ve askını gizler
de iffet ve sabır gösterirse, Allah onu bağışlar ve Cennete
koyar"(Hadîsin bütün kaynakları için bk. Muhammed Abdülkâdir Atâ,
el-Gummâ'ale-llümmâz üzerine tahkîk 216) şeklinde rivayet edilen ve
hadis zannedilen bir söz vardır. Ancak bu hem rivâyet, hem de dirâyet
(yani manası) yönünden sağlam görülmemiş ve Rasûlüllah'a
yakıştırılamamıştır. Çünkü erkeğin bir kadına, ya da kadının bir erkeğe
âşık olması mecaz anlamda bir aşktır ve bir bakıma marazî bir haldır.
Zîrâ bu, kalbi Allah'tan boşaltıp, sevdiğine kaptırma, teslim etme ve
ona kayıtsız şartsız boyun eğme (ta'abbüd) anlamını taşır. Hal böyle
iken nasıl olur da Allah'ın hükmünü yüceltmek için savaşırken şehid
olanlara denk olabilir! Kaldı ki, aşkın helâl olanı bulunduğu gibi,
haram olanı da olur. Böyle olunca, Rasulüllah Efendimizin ayırım
yapmadan, her âşık olup askını gizleyen ve iffetli olanı şehîd sayması
nasıl düşünülebilir.(Ibn Kayyim, Zâdü'1 me'âd IV/2,76) Ayrıcâ
Rasulüllah'tan bize sahîh olarak ulaşan hiç bir hadîste "aşk" sözü
geçmemektedir.Sahîh hadîs kitaplarının dışında kalan çok değişik
kaynaklarda Süveyd b. Saîd'den rivâyet edilen bu sözü Ibnü'I-Cevzî
uydurma hadîsler (mevzûât) arasında zikreder,(bk. Ebu'1-Hasen el-Kinânî,
Tenzûhu's-Seri'a N/364) Ibnü'1-Kayyim de aslâ hadîs olamayacağını
anlatır:(Ibnü'1-Kayyim agk.) Genellikle "mevzûât" kitaplarında bulunan
bu söz için en iyimser olanlar, bunu en fazla"'zayıf hadîs" derecesine
çıkarabilmişlerdir.. Hattâ meşhur Muhaddis Yahyâ b. Ma'în, bunu rivâyet
eden Süveyd için: "Eğer atım ve okum olsaydı, gider onunla çarpışırdım"
bile demiştir. (Aclûnî, Kesfu'1-hafâ N/363)
Sonra çeşitli hadîslerde dünya ve
âhiret şehitleri sayılmış ve âşık, bunlardan birisi olarak
zikredilmemiştir.
BIR KADINI YALNIZ OLARAK HİCAZA VEYA MESELA ANKARA DAN İSTANBUL'A
GİTMESI CAİZ MİDİR?
Bir kadın Hicaz'a veya mesela
Ankara'dan İstanbul'a gibi uzak bir yere tek baçına gitmesi caiz
olmadığı gibi, kocası veya mahremi olmadan birkaç kadınla birlikte olsa
da gitmesi caiz değildir. Şafii mezhebine göre emniyette olursa ilk hac
ile mecburi iş için bir kadının kocası ve mahremi olmadan iki veya daha
fazla kadın ile birlikte gitmesinde beis yoktur.
BİR KİMSE BALDIZIYLA VEYA KARDEŞİNİN HANIMI İLE YOLCULUK YAPAR VEYA
YALNIZ KALABİLİR Mİ?
Mahremi olmayan bir kadınla baldızı
veya kardeşinin hanımı veya kayın biraderin hanımıyla yalnız kalmaları
veya yolculuk yapmaları caiz değildir.Peygamber (s.a.v)buyuruyor
ki:''Kadınların yanlarına –yalnız iken-girmekten sakının .Bunun üzerine
birisi: Kadının kayın biraderi de böyle midir? Dedi.
Peygamberimiz(s.a.v) o, ölümdür(yani onunla bir arada bulunmak daha
tehlikelidir)'' buyurdu(Buhari ,Müslim)
BİR KİMSE HANIMINI BOŞARSA KÜÇÜK ÇOCUKLARI KIME BIRAKILACAKTIR?
Boşanmak suretiyle birbirinden
ayrılmış olan çiftin küçük çocukları aşağıda zikredilecek şartları haiz
anneye bırakılır.
1- Mürted olmaması.
2- Fuhuş veya hırsızlık gibi büyük günahları
işleyen bir kadın olmaması.
3- Emin olması.
4- Mahrem olmayan kimse ile evli olmaması.
Yukarıda kaydettiğimiz manilerden
biri varsa, isterse anneanneye bırakılır. O da olmazsa babaanneye, sonra
ana-baba bir kızkardeşe, yoksa anne bir kızkardeşe, sonra teyzeye, sonra
da halaya bırakılır. Tabii bunlar arzu ettikleri takdirde böyledir.
Erkek çocuk yedi yaşına girinceye kadar bu durum devam eder. Ama anne
vveya nine olmazsa dokuz yaşına gelinceye kadar bu durum devam eder. Bu
açıklama Hanefi mezhebine göredir.
Şafii mezhebine göre ise; aşağıda
zikredilen şartlar dahilinde erkek olsun çocuk anneye bırakılır:
1- Annenin müslüman olması. Hıristiyan,
Yahudi veya mürted olursa kendisine bırakılmaz.
2- Akıllı olması.
3- Emin olması. Fasıka olduğu takdirde
kendisine bırakılmaz.
4- Mahrem olmayan kimse ile evli olmaması.
5- Çocuğun mümeyyiz olmaması. Aksi takdirde
çocuk muhayyer bırakılır (el-Envar).
BİR KİMSE NİŞANLANDIĞI KIZLA OTURUP KALKABİLİR Mİ? NİŞAN NİKAH YERİNE
GEÇER MI?
Nişan birbiriyle evlenmeye namzet
olan kimseler için va'd bir sözden ibaretdir.Nikah değildir. Nikahlılar
için mübah olan şey asla nişanlılar için mübah olamaz. Nişanlılar nikah
olmayınca yabancıdırlar. Peygamber (sav) şöyle buyurur:''Bir erkekle bir
kadın yalnız olarak bir araya gelirlerse mutlaka onların üçüncüsü
şeytandır.'' Böylece yalnız olarak bir araya gelmeleri haram olmuş
oluyor. Nice nişanlılar nişanları bozularak ayrı ayrı kimselere
varmışlardır. Bunun için nişanlıların ciddi davranmaları ve İslam'ın
yasakladığı hududu aşmamaları gerekir.
BİR KİMSE ŞEHVET İLE KAYIN VALİDESİNİN ELİNİ TUTARSA EŞİ ONA
EBEDİYEN HARAM OLUR DİYE SÖYLENİYOR. BUNUN ASLI VAR MIDIR?
Bir kimse kayın validesinin elini
tutar veya sıkarsa ve bu sebeple ikisinin veya birisinin şehvet hissi
doğarsa Hanefi mezhebine göre zevcesi kendisine ebediyen haram olup,
nikahı gider (Mecma'u'l-Enhur). Şafii mezheine göre ise büyük bir vebal
terettüp etmekle berabe nikaha bir halel gelmez.
BOŞADIĞI EŞİNE DÖNMEK
Bir hanımı, boşanmak istemediği
halde, eşi boşarsa ve koca tekrar eşine dönmek isterse bu, dinen câiz
olur mu?
Islâm fıkhına göre eşler
birbirlerine üç bağ ile bağlıdırlar. Koca, karı-kocalık ilişkisi içinde
yaşadığı eşiyle bu bağların üçünü birden koparırsa normal şartlarda
artık ona dönemez: Birini ya da ikisini koparırsa bakılır: eğer "ric'î"
talâkla (yani talâk ve boşama sözü ederek) boşamışsa, iddet süresi
içerisinde, kadın istemese dahi, istediği zaman dönebilir. "Bâin"
talâkla (yani ayrılık ifade eden sözlerle) boşamışsa, ya da "ric'î"
talâkla boşayıp ta, kadının iddeti dolmuşsa, artık kadın kâbul
etmedikçe, koca kendi istediğinde ve yeni bir nikâh yapmadan dönemez.
Sizin boşanmanızın ne tür bir boşanma olduğunu bilmeden size özel bir
şey söyleyemeyeceğiz.
BOŞAMA (TALAK)
Islâm'da boşama hakkının erkeğin
elinde olması, erkeğin, kadın istediği anda boşayabilmesi demek olacağı,
bu yüzden boşanma olaylarının çoğalmasıyla kadınların gadre ugrayacağı
iddia edilerek, IsIâm'daki "talak=boşama" müessesesi tenkit edilir.
Konunun Islâmî yönüne değinmeden,
diyalektik açıklamasını vermeye çalışalım:
Önemli olan boşama yetkisini kadına
ya da erkeğe vermek mi, yoksa boşanma olaylarını olabildiğince
azaltarak, bundan doğacak maddî ve manevî zararların maksimum düzeyde
önüne geçmek mi? Elbette ikincisi denilecektir. Öyleyse Islâmî olan ve
olmayan toplumlar arasında, boşanma olayları konusunda karşılaştırnmalı
bir istatistik yapıp, bunun hangisinde daha zararlı boyutlara vardığına
bakmak, daha gerçekçi bir yol olmaz mi? Biz hemen şuracıkta, İslam'ın bu
öğretisini haksızlık gören batı ülkelerinin en gelişmişi olan
Amerika'da, seksenli yıllardaki boşanma oranını söyleyiverelim, yüzde
kırk sekiz. Ve hemen ekleyiverelim: Günümüzde olduğu gibi, tarih boyunca
İslam'ın hayattan olabildiğince uzaklaştırıldığı dönemlerde bile, Islâm
toplumlannda bu oran, bunun yarısına dahi çıkmamıştır. Öyleyse niçin
sistemlerin sonuçlarına değil de, prensiplerine bakılıyor?,
Şimdi islâm'a dönelim: Erkeğin daha
önce sözünü ettiğimiz konumundan ve tüm malî sorumlulukların onun
omuzlarında olduğundan ötürü Islâm'da boşama yetkisi ona verilmiştir.
Erkek yerine kadına verilmesi gerektiğini söyleyen zaten olmadığına
göre, tek ihtimal, bu hakkı ikisinin beraberce kullanmaları ihtimalı
kalıyor. O takdirde:
1- Kadın güçlü olan duygusal davranışların etkisiyle
boşanma olayını daha çok gündeme getirecek ve ailenin huzurunu
bozacaktır.
2- Iki taraftan da gelebileceği için boşanma isteği en
az (çünkü kadın daha duygusaldır) iki katına çıkacak veya karşı tarafın
da bunu kabul etmesiyle boşanma olayları da yine en az iki kat daha
artacak, (Nitekim Amerika'daki istatistikler bunu gösteriyor) ya da
kabul etmemesiyle düşmanlık, sürtüşme ve geçimsizlik daha da
çoğalacaktır.
3- Böyleec ya, evleri kendilerine zindan haline
getirilen eşler başka ilişkilerle hayat sürdürmeye devam edecekler ve
artık birbirlerinin, sevecekleri eşle huzur dolu bir yuva kurmalarına
engel olacaklar, ya da bir taraf boşanmada aşırı istekli olan diğer
tarafın bu arzusunu istismar edip, ondan ancak çok büyük meblâglar
alarak boşanmayı kabul edecek ve diğerini zarara sokacaktır.
4- Bu arada boşanmak isteyen eşlerin ömürleri mahkeme
kapılarında geçecek ve herkesin huzurunda birbirinin kirli çamaşırlarını
ortaya dökerek, ondan sonraki hayatlarını da lekeleyecek ve
karartacaklardır.
Halbuki Islâmî boşama tarzı,
özellikle aile hayatının da Islâmî olduğu bir toplumda, hem işleyişi,
hem de sonuçları açısından son derece fitrî ve makul görünmektedir:
(1) Bir defa boşama,
helâl olmakla beraber, "Allah katında helâlların en çirkinidir" (Ebû
Dâvûd, talak 3; ibn Mâce, talak 1 .) ve en son başvurulacak bir çâredir.
"Allah sık sık eş değiştiren çeşnici erkeklere ve çeşnici kadınlara
lânet eder." (el-Hindî, Kenzu'l-Ummâl IX/661; Suyûtî, e!-Câmi'us-sağîr
H. No. 3288 (Taberânî'den)) Yani boşama, büyük ölçüde dinî engelle karşı
karşıyadır.
(2) Sünnetin
öğrettiği boşama biçimi hiçbir sistemde bulunmayan birleştirici ve
yapıcı özellikler taşır:
a) Kadın erkeği âdetli halinde boşayamayacak,
âdeti bittikten sonra hiç cinsel ilişkide bulunmadığı temizlik süresinde
boşayacaktır. Böylece cinsel ilişkiye acıktığı bir anda onu gözden
çıkaramayacak ve boşaması zorlaşacaktır.
b) Islâm'da kadınla erkek birbirine üç bağla bağlı
bulunduklarından, birinci boşamada kadının erkekle bütün ilişkileri
kesilmeyecek, kadın "iddet" dönemine girecektir. Böylece erkek
yalnızlığın tadını birazcık tadacak, karısını arzulayacak ve boşadığı
andaki duygularından sıyrılmış olarak düşünme imkânı bulacak ve köklü
bir sebep yoksa, yeni bir nikâha bile gerek kalmadan karısına
dönecektir. Aynı imkân ikinci boşamasında da tanınacak, üçüncü defa
boşaması ise böyle önemli bir kurumu hafife alma anlamı taşıyacağından,
artık o kadına dönmesine izin verilmeyecek ve erkek bir bakıma
cezalandırılmış olacaktır.
(3) Boşamada sünnete
uymaz ve yasaklanan bid'at türü bir boşama ile karısıyla kendi
arasındaki bütün bağları bir anda koparırsa, bu boşama da geçerlidir.
Ancak erkek bir suç işlemiştir ve cezasını görmelidir. Bir defa yaptığı
iş bir günahtır ve manevî sorumluluğu vardır. Karısına artık istese de
dönemeyecektir. Onun "iddeti" süresince her türlü nafakasını sağlayacak
ve malî bir cezaya çarptırılacaktır. Ve görüldüğü gibi, bu sistemde
gadre ugrayan kadın değil, aslında erkektir. Bu yüzden, işin manevî
sorumluluğu bir tarafa, bu riskleri göze alamayınca erkek kolay kolay
boşama yoluna gidemeyecektir. Bu, işin işleyiş biçimine değil, sonucuna
bakmakla kolayca anlaşılabilir.
Diğer yönden boşanmak için ciddi
sebepler varsa, kadın-erkek bir sürü engelle karşılaşmadan, mahkemelere
düşüp, milletin huzurunda birbirlerini rezil etmeden kolayca
ayrılabilecekler ve özledikleri yuvayı kurmak için şanslarını yeniden
deneyebileceklerdir.
Boşama uygulaması bu söylediğimiz
biçimde olmaz ve kadının hakları çiğnenirse, mahkemeleri yanında bulacak
ve "haklı, hakkını alıncaya kadar güçlü" olacaktır.
BOŞAMA YETKİSİNİ KARIYA VERMEK
Islâmda boşanma hakkı erkeğe
verilmiştir. Kadın ancak mahkeme kararı ile boşanma isteyebilir ve meşru
sebepler varsa boşanır.
Ancak erkek kendi iradesi ile
kendisinin olan boşama hakkına karısına verebilir ve buna da Islâm
hukukunda "tefvîzu't-talâk" adı verilir. Koca talakı karısına nikâh
esnasında "tefviz" edebileceği gibi sonradan da edebilir ve bu bir
"tevkîl=vekîl kılma" değil, "temlîk=mülküne verme, ona mülk kılma" olur.
Çünkü vekil başkası adına çalışan kimsedir. Kendisini boşama yetkisi
alan kadın ise, kendisi adına iş göreceğinden vekil olamaz, nikâhına
doğrudan sahip olur. Bu durumda:
1. Kadın nikâh esnasında
"boşama yetkisine bana vermen şartı ile seninle evlenmeyi kabul ederim"
der, koca da kabul ederse koca bu hakkını artık geri alamaz, kadın
istediği zaman kendisini boşar ve bu bir "bâin" talâk olur. ,
2. Nikâhtan sonra herhangi bir
zaman koca karısına: Kendini boşama konusunda muhayyersin, ya da bu
konuda yetki senin elindedir, veya dilersen boşanabilirsin, demesi ve
karının da o mecliste bunu kabul etmesi halinde durum yine aynıdır.
Cumhur (fıkıhçılar çoğunluğu) karının, kabul ettiğini bildirmeksizin o
meclisten kalktıktan sonra artık kabul hakkının kalmayacağını söylerler.
Çünkü bu bir "temlik" tir ve gerçekleşebilmesi için o mecliste kabul
görmesi gerekir. Ancak bunu söyledikten sonra koca da bundan cayamaz.
Çünkü bunda yemin, yani talâkı, karının boşamasına bağlama, ta'lik
anlamı vardır. (Merginânî, Hidâye I/244) Ancak Ibn Hümâm, bu ifadelerle
boşama yetkisi kendisine verilen kadının, bunu o mecliste de, o meclisin
dışında da (yani sonradan da) kabul yetkisi vardır, der: Çünkü
Rasûlullah Aişe validemize, böyle bir durum söz konusu olduğunda:
"Annene babana sormadan acele karar verme" (Ibn Hümam, Fethu'I-Kadir
N/410) diye buyurmuşlardır. Kocanın: "Istediğin zaman kendini
boşayabilirsin" gibi bir ifade kullanması halinde karı, kendisini
istediği zaman boşayabilir. (Merginânî,.)
BOŞAMADA PİŞMANLIK
Evli bir çift mahkeme kararı ile
ayrılıyorlar. Sonra kadın pişman olup tekrar kocasına dönmek istiyor, bu
mümkün müdür?
Isâmda boşama yetkisi erkeğe
aittir. Boşamanın mahkemede olması da şart değildir. Karı-koca
birbirlerine üç bağla bağlıdırlar. Haram ve çirkin bir davranış olmakla
beraber, erkek bu bağların üçünü birden koparmışsa artık karısına
istediği anda dönemeyecektir. Sözünü ettiğiniz olayda, henüz mahkemeye
gidilmemişken, ya da mahkemede erkek karısını üç "talak"la boşamışsa,
karısının ya da kendisinin pişman olması artık fayda vermez ve
birbirlerinden kesinkes ayrılmış olurlar. Eğer koca karısının, bütün
bağlarını koparmayı kastederek üç talakla boşanmamışsa tekrar
birbirlerine dönebilirler. Boşama şekli "ric'î" (cayılabilir) ise nikâh
yapmalarına bile gerek yoktur.
BOŞANMANIN ÜÇ TALAKLA OLMASI
Boşama
için üç talak şart mıdır? Bir erkek kagıda, "üçten dokuza kadar benden
boşsun" yazdığında karısını boşamış olur mu? Bu hüküm Islam'a göre
boşanmayı bilmeyen erkekler için geçerli midir? Yani kendisi yazdığının
ne manaya geldiğini bilmiyorsa ve birileri böy1e yazmasını söylediği
için yazmışsa yine karısını boşamış olur mu?...
Boşama
için üç talak şart değildir. Nikâhlı olan karı-koca birbirlerine üç
itibârî bağla bağlıdırlar. Sünnet olan boşama, erkeğin bu bağları belli
şartlarla ve tek tek koparmasıdır. Tâ ki, düşünmeye ve başka ihtimallere
fırsat bırakılmış olsun. Ancak erkek bu üç bağı birden koparırsa, çirkin
bir bid'at olmakla beraber bu da gerçekleşir.
Yazı
ile boşanmaya gelince bu; ya tam bir vesîka gibi başlıklı, imzalı olur,
ya da alelâde bir yere yazılmakla olur. Bu alelâde yazılan, eğer havaya,
suya ve benzeri şeylere yazılır ve yazıldığı yerde okunmaz durumda
olursa; boşamak niyeti olsa da olmasa da karısını boşamış olmaz.Yine
alelâde olmak üzere, rastgele bir duvara, bir kitabın ya da defterin
kenarına, sıradan bir kâgıda okunacak şekilde boşadığını yazarsa, boşama
niyeti olması halinde karısı boş olur, boşama niyeti olmaması halinde
ise boş olmaz. Ama başta söylediğimiz gibi, bir evrak niteliğinde
isimli, imzalı, mühürlü vs. bir kâğıda karısını boşadıgını yazarsa,
niyeti olsun olmasın, karısını boşamış olur. (bk. Fetâvâ-yi Hindiye
I/378-79) Buralardan da anlaşılıyor ki, erkeğe, kendisinin ne olduğunu
bilmediği bazı cümleler yazdırılsa, bunlar da boşamayı ifade eden cümle
olsa karısı boş olmaz; çünkü yazdığı kağıt bir tutanak değildir ve böyle
bir niyeti yoktur. Ancak bu, "diyâneten", yani Allah indinde böyledir.
Ama faraza, bir Islâm mahkemesi olsa ve bunu mahkemeye ispat etseler,
mahkeme niyeti bilemeyeceğinden boşanmalarına karar verir.
BÜLÛĞ, BÜLÛĞA ERME
Yetişmek, ulaşmak, ulaştırmak, kararlaştırılan bir iş,
yer ve zamanın nihayetine ermek. İnsan hayatının devrelerinden olan
çocukluk çağının sona erip, olgunluk (erginlik) çağının başladığı nokta.
Yaş ile ilgili olarak bülûğ çağına erme ifadesi Kur'an'da bir çok yerde
geçmektedir.
İnsanın dünya hayatı merhalelerinden bahseden bir ayette
Allah Teâlâ şöyle buyurur "..Dilediğimizi belirtilmiş bir süreye kadar
rahimlerde tutuyoruz, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyoruz. Sonra
gücünüze ermeniz için (sizi büyütüyoruz). içinizden kimi (çocukken)
öldürülüyor, kimi de ömrün en kötü çağına (ihtiyarlığa) itiliyor ki
bilirken birşey bilmez hale gelsin... " (el-Hâc, 22/5).
Ayette bildirildiği gibi, insan tabii ecelin daha evvel
gelmemesi halinde çocukluk, olgunluk ve ihtiyarlık çağlarını geçirir.
Yine Kur'an, henüz ergenlik çağına gelmemiş çocukların soyunma ve yatma
vakti olan üç vakitte yatak odalarına izinsiz girmemelerini (en-Nûr,
24/58), bildirerek çocukluk çağından bahseder. (Bülûğ çağı için bk.
Kur'an, 6/152,12/22,18/82, 28/14, 37/102, 40/67, 46/15)
İnsanın bir emir veya yasakla sorumlu tutulabilmesi için, öncelikle
akıllı ve çocukluk devresinden kurtulup bâliğ olması şarttır. İslâm'da "ef'âl-i
mükellefîn*, sorumluluk durumunda olan kimselerin yapmaları veya
yapmamaları gereken bir takım emir ve yasaklar vardır. Bunlar; farz,
vacip, sünnet, müstehab helâl, mübah, mekruh, haramdır. Müslümanlar da
bunlardan bir kısmını yapmakla,bir kısmını da yapmamakla yükümlüdürler.
Bu yükümlülükler, büluğ çağı dediğimiz yaşa gelince başlar. Bu nedenle
İslâm'ın bülûğ çağı ile çok yakından ilgisi vardır. Bülûğ çağının
başlangıcı, kızlarda dokuz: erkek çocuklarda oniki yaşın bitimidir. Son
sınırı ise soğuk iklimlerde veya anormal hallerde erkeklerde onsekiz;
kızlarda da onyedi yaştır. Artık erkek onsekiz, kız da onyedi yaşına
gelince bülûğa ermiş sayılırlar. Ancak kız veya erkek, bülûğa erme
sınırının son yaşlarına gelmeden, uykuda veya uyanıkken ihtilam olurlar,
menileri gelir veya kadın ve erkek evlenmeleri halinde biri hamile
kalmaya, diğeri de hamile bırakmaya müsait duruma gelirlerse, artık
bülûğa ermiş sayılırlar. (Mecelle, mad. 985) Yukarıda saydığımız bülûğa
erme sıfatları genellikle kızlarda dokuz, erkeklerde oniki yaşlarında
meydana gelir. İklimin sıcak olduğu bölgelerde yetişme daha erken
olacağından, bu özellikler daha erken yaşlarda da görülebilir. Bu
özelliklerin görüldüğü andan itibaren de İslâmî sorumluluklar başlar. Bu
yaşa gelmeyenlere İslâmî sorumluluk yüklenmemiştir.
(Tecrid-i Sarîh, I, 80). İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre, gerek
erkek, ve gerek kızlar için bülûğ yaşının son sınırı onbeş yaştır.
(Mecelle, mad. 987) Hanefî mezhebinde fetva da buna göre verilmiştir.
Şâfiî ve Hanbelî mezhebinde bülûğ yaşının son sınırı onbeş, Mâlikî
mezhebinde onsekiz yaş olarak belirlenmiştir.
Bazı insanlarda erkek ve kadın tenasül uzuvları aynı
nisbette vardır. Bunlara "hünsa-i müşkil" denir. Bunlarda bülûğ yaşının
son sınırı onbeş yaştır. Bülûğ yaşının son sınırına gelmeden evvel kız
ve erkekte meydana gelen ihtilam olma, meni gelme ve hayız olma halleri,
bülûğa ermenin alâmetleridir. Bülûğ çağına eren kız ve erkek gusül,
abdest, namaz, oruç, malî imkânlar müsait ise hac* ve zekât*, erkekler
için cuma* ve bayram namazları* gibi vecibeleri, kendi malında tasarruf
hakkı ve diğer dinî sorumlulukları yerine getirmek zorundadırlar. Bu
yaşa gelen çocuklar, ebeveynlerinin ve büyük kardeşlerinin soyunma
odalarına giremezler, ayn cinsten kardeşler bir yatakta yatamazlar, ayrı
cinsten nikâhlanmaları yasak olmayan kimselerle yalnız başlarına
kalamazlar. Hz. Peygamber (s.a.s.):
"Çocuklarınız yedi yaşına gelince onlara namazı
emrediniz; on yaşına geldikleri halde kılmazlarsa -incitmeyecek şekilde-
dövünüz." (Ebû Davûd, Salât; 26) buyurmuştur. Bülûğ yaşının başlangıcına
geldiği halde henüz bâliğ olmayan şahsa hakikaten veya hükmen bâliğ
oluncaya kadar erkek ise "mürahik* ", kız ise "mürahika" denir.
(Mecelle, mad. 986).
|