Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Reddül Muhtar,İbn-i Abidin

CİNÂYETLER BAHSİ

METİN

Konunun rehinden sonraya alınmasının sebebi şudur: Rehin, malı korumak içindir. Cinayetin

hükmü de canı korumak içindir. Mal, cana bir vesile olduğu için rehin cinayetten önce gelmiştir.

Cinâyet: Sözlükte yapılan bir kötülüğün adıdır. Istılâhta ise mala ve cana karşı işlenen haram bir

fiilin adıdır. Fakihler gasp ve hırsızlığa mala karşı işlenen, cinayeti de cana ve organlara karşı

işlenen fiillere tahsis etmişlerdir.

Kendisine; kısas, diyet, kefaret, uhrevî mesuliyet veya mirastan mahrumiyet hükmü taalluk eden

öldürmeler beş çeşittir. Aslında öldürme çeşitleri çoktur; recm (zina suçundan dolayı taşlanarak

öldürme), asmak, harbîyi öldürmek gibi olanlar bu beş çeşidin dışındadır. Beş çeşit olan öldürme

şunlardır:

Birincisi Taammüden öldürmedir: Bir adamın herhangi bir yerine yaralayıcı bir âletle kasten vurup

öldürmektir. Silâh, demirden olan ağırlıklar (Cevhere), inceltilmiş sopa, cam, öldürecek yere

batırılan iğne (Bûrhân), inceltilmiş kamış kabuğu ve ateş, taammüden öldürmede kullanılan

yaralayıcı aletlerdir. Ateş de deriyi yarar ve boğazlama işini gerçekleştirirse böyledir. Eğer hayvanın

boğazlanma yerine ateş konulsa ve damarları yaksa, kan çıkarsa o hayvanın eti yenir. Kan akmazsa

yenmez. Kifâye'de de böyle denilmektedir.

Ben derim ki: Vehbâniye Şerhi'nde «Güç sarfedilerek kesilenleri ye, böyle olmayanları yeme»

denilmektedir. Burhan'da da: «Ağırlık ölçümünde kullanılan kilolar gibi, keskinleştirilmemiş olan

demirle öldürme konusunda iki rivayet vardır: Zahir olana göre o amden öldürmedir. Müctebâ'da,

içerisinde ateş olmasa bile fırında kızartmanın kısası gerektirdiği belirtilmektedir» denilmektedir.

Musannıf'ın Muînü'l-Müftî adındaki eserinde: «İğne öldürücü bir yere batırılırsa kısas gerekir, başka

bir yere isabet ederse kısas gerekmez» denilmektedir. Burası iyi zaptedilsin. Ebû Yûsuf,

Muhammed ve diğer üç mezhep imamına göre; bünyenin dayanamayacağı büyük bir tahta gibi bir

şeyle vurmak taammüden öldürmedir.

İZAH

«Cinayetin hükmü ilh...» Kısas veya diyet, kefâret ve mirastan mahrumiyettir. T.

«Mal cana vesiledir ilh...» Cana taallûk ettiği ve önemine binaen, Cinayetler bahsinin Rehin

bahsinden daha önce gelmesi gerektiği tarzındaki sözlere cevaptır. T.

Ben derim ki: Rehin, kendisinden önceki konuyla münasebeti hakkında söylenilenler burada böyle

bir izahın yapılmasına ihtiyaç hissettirmez.

«Cana ve organlara karşı işlenen yasak fiillere cinayet denilir ilh...»

Yani bu konuda fakihler cinâyeti bu manada almışlardır. Yoksa hacdaki cinayetler insanın canına

da, organına da bağlı değildir. Ama fakihler bunlara da cinayet derler. Şurunbulâliye.

«Aslında öldürme çeşitleri ilh...» Buradaki öldürme ile anılan öldürmeler kastedilmese bile, öldürme

çeşitlerini beşle sınırlandırmak doğru değildir.

Burada maksat, harâm olan öldürmedir. Dolayısıyla kısas ve recm gibi şeran caiz olan öldürmelere

şamil olmaz.

«Kasten vurmaktır ilh...» Bu ifade ile, insanın uzuvlarından herhangi birisini yaralama tarzındaki

cinayet (Cinâyet-u ma dûne'n-nefs) tarifin dışında bırakılmıştır. Şâ'dî.

Musannıf tarifinde: «Bir kimseyi taammüden öldürmektir» demedi. Çünkü az sonra Şârihin de

zikredeceği gibi: Bir kimse birisinin eline vurmak istese ve âlet boynuna isabet etse; bu da amden

öldürmektir. Ama başka birisinin boynuna gelse, hataen öldürmektir. Onun için Müctebâ'da:

«Amden olduğu için öldürmeyi kastetmiş olması şart değildir» denilmektedir. Şârih'de:

«Vücûdunun her hangi bir yerine» sözüyle buna işaret etmiştir. Musannıf: «Kasten vurması»

sözüyle hataen öldürmeyi, «Yaralayıcı bir aletle» sözüyle de diğer öldürme çeşitlerini tarifin dışında

bırakmıştır.

«Yaralayıcı bir âletle ilh...» Bir vuruşun kasten olduğu, ancak bir deliller anlaşılabileceği için amden

öldürmede âletin yaralayıcı olması şart kılınmıştır. Katilin öldürücü bir âlet kullanması ise, kasten

öldürmenin delilidir. Burada delil, medlul (amden öldürme) makamına geçmiştir. Çünkü şer'î

meselelerdeki zannî bilgilerde deliller, medlûlleri yerine kaim olurlar. Minah.

Bu durumda, şâhitler öldürmenin taammüden olduğunu söylemeseler bile kısas gerekir. İtkânî



bunu açıkça ylemiştir. Ve yine böyle bir aletle öldürmüşse katilin : «Ben onu öldürmeyi

kastetmemiştim demesi kabul edilmez. Ama taammüden öldürmeyi ikrar etse ve: «Ben başkasını

öldürmek istemiştim» dese bu, hataen öldürme sayılır. Çünkü hataen öldürme daha aşağıdır. Bu

meselenin tamamı Remlî haşiyesinde vardır. Onu inşallah «Öldürmeye şahitlik» Bâbı'nda

zikredeceğiz.

«Cevhere ilh...» Onun ibaresi şu şekildedir: «Taammüden öldürme: kişinin birisini kılıç, bıçak,

mızrak, hançer, ok, iğne ve tığ gibi demirden olan bütün âletlerle kasten öldürmesidir. Aletin kılıç

gibi kesici veya demirci çekici ve demir parçası gibi ezici olması arasında fark yoktur. Aynı şekilde

âletin ekseriyetle öldürücü olup olmaması da fark etmez. Zâhir-i rivâyete göre demirden olan âletin

yaralayıcı olması şart değildir. Çünkü demir öldürmek için yapılmıştır. Allah-u Teâlâ: «...Biz pek sert

olan ve insanlara birçok faydası bulunan demiri varettik» buyurmuştur. Tunç, kurşun, altın ve

gümüş gibi demire benzeyen bütün madenlerin hükmü de aynıdır. Maddenin ezici veya ufalayıcı

olması arasında fark yoktur. Hatta bir kimse kurşun ve tunç çubukla vurduğu zamanda olduğu gibi,

bu madenlerden yapılan bir ağırlıkla birini öldürse yine kısas gerekir.»

Tahâvî, İmâm Ebû Hanife'nin demir ve benzeri madenlerde de yaralayıcı olma özeliğine itibar

ettiğini rivâyet etmiştir. Sadr.

Eş-Şehid: Bu görüşün daha sahih olduğunu söyler. İleride geleceği üzere Hidâye ve diğer bazı

kitaplarda bunu tercih etmişlerdir.

Ben derim ki: Her hâlükârda kurşunla öldürmek amden öldürmektir. Çünkü o demir cinsindendir ve

yaralayıcıdır. Bu şekildeki ölüme kısas uygulanır. Ama yaralamadığı zaman, Tahtâvî'nin Şelebî'den

naklettiği üzere Tahâvî'nin rivayetine göre kısası gerektirmez.

«İnceltilmiş odun» Yani yontulmak suretiyle keskin bir hale getirilen sopa. Bundan maksat

bazılarının zannettiği gibi bir tarafında demir olan sopa değildir.

«Öldürecek yere batırılan iğne» İhtiyar'da şöyle denilmektedir. «Bir adama iğne ve benzeri bir şeyi

kasten batırıp da onu öldüren kimse hakkında Ebû Yûsuf, Ebû Hanife'den kısasın gerekmediğini

rivayet etmiştir. Çuvaldız ve benzeri şeylerle öldürmede kısas gerekir. Çünkü âdeten iğne ile,

öldürmek kastedilemez, çuvaldızla kastedilir. Diğer bir rivâyete göre ise iğneyi öldürücü bir yere

batırır ve adam ölürse batıran öldürülür. Başka bir yere batırırsa öldürülmez.»

Bezzâziye'nin bir yerinde: «Bir kimse birisine iğne batırsa ve adam ölse kısas uygulanır. Çünkü

itibar demiredir»; bir başka yerinde ise: «Ancak öldürücü bir yere batırdığı zaman gerekir; ısırmak

da aynıdır» denilmektedir.

Vehbâniyye Şerhi'nde, Zâhir rivâyete göre, iğne iIe öldürmede kısasın olduğu ifade edilmiş,

Kuhistânî'de de fetvânın buna göre olduğuna işaret edilmiştir. Bâniyye'de ise iğneden dolayı

kısasın olmadığı kesin bir dille belirtilmiştir.

Ben derim ki: Rivâyetlerin arasını birleştirmek için kısas gerektiren öldürmenin iğneyi öldürücü bir

yere batırmakla kayıtlı olduğunu söylemek mümkündür.

«Çünkü ateş deriyi yarar ilh...» Bu, ateşle öldürmenin taammüden öldürme olduğunu beyândır.

«Burhan'da ilh...» Müellif bu üç nakli: «Güç ile boğazlananı ye aksi halde yeme» sözündeki genel

hükmü nakzetmek için nakletmiştir. O açıktır. Çünkü boğazlamakta şart olan damarları kesmek ve

kanı akıtmaktır. Bu da terazide kullanılan ağırlık ölçüsüyle, kızarmış fırınla ve iğneyle

gerçekleşemez. Bu yüzden daha önce söylediği halde iğne meselesini burada yine tekrarladı. Anla.

«Zâhir olana göre bu amden öldürmedir ilh...» Demirle öldürmede âletin yaralayıcı oluşunun şart

sayılmadığına binaen böyle demiştir.

«İçerisinde ateş olmasa bile ilh...» Yani sahih olana göre. Kuhistâni. Yine orada şöyle denmektedir:

Eğer bir kimse birisini iple bağlasa, sonra da içerisinde kaynar su bulunan bir kazana atsa ve adam

anında ölse veya içerisinde sıcak su bulunan bir kazana atsa ve cesedini pişirse, adam bir müddet

sonra ölse bunu yapan öldürülür. Zâhiriyye'de de böyle denilmektedir.

METİN

Amden öldürmenin hükmü günahkâr olmaktır (yani uhrevî mesûliyettir). şüphesiz bunun haramlılığı

küfrü gerektiren bir sözü söylemenin haramlığından daha şiddetlidir. Çünkü mükreh (zorlanan)ın,

küfrü gerektiren bir söz söylemesi caizdir, birisini öldürmesi ise caiz değildir. Yine amden

öldürmenin diğer bir hükmü de aynı ile kısastır. Karşılıklı rıza olmadan ceza malla ödenemez.

Taammüden öldürmenin, diyet miktarı veya daha fazla bir mal karşılığında sulh olunarak



cezalandırılması câizdir. İbn-i Kemal Hakâîk'ten naklen : «Amden öldürmede kefâret yoktur. Çünkü

o büyük bir günâhtır. Kefârette ise ibâdet manası vardır. Dolaysıyla o, kefâretle karşılanamaz»

demektedir.

Ben derim ki: Hâniye'de: «Bir kimse kölesini veya başkasının kölesi olan oğlunu amden öldürürse

kendisine kefâret gerekir.» denilmektedir.

İZAH

«Küfrü gerektiren bir söz söylemenin haramlığından daha şiddetlidir.» Yani sûreten küfür olan

sözden daha şiddetlidir. Çünkü kişi ikrâh-ı mülci' ile zorlansa, kalbi iman ile dolu olduğu halde

canını kurtarmak için küfür kelimesini söyleyebilir. Ama bir başkasını öldürmesi için ölümle tehdit

edilse onu öldüremez. Çünkü canlar eşittir. Musannıf bu sözüyle kalben küfrü, hükmün dışında

bırakmıştır. Zira o çok dana şiddetlidir. Ve hiçbir halde câiz değildir.

Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Bil ki, haksız yere birisini öldürmek, Allah'ı inkârdan sonraki en

yük günahlardandır. Katilin tevbesi kabul edilir. Eğer bir adam bir müslümanı öldürür ve tevbe

etmeden ölürse kesinlikle cehenneme gideceği söylenemez. Diğer günah işleyenler gibi Allah'ın

dilemesine bağlıdır. Eğer cehenneme girerse orada ebediyen kalmaz.»

Müslümanı kasten öldürenin ebediyen cehennemde olacağını bildiren âyet ise, ya onu mümin

olduğu için öldürmek veya öldürmeyi helâl sayarak öldürmekle tevil edilir, ya da «ebediyen

kalmak»tan maksat uzun müddet kalmaktır. Şârih aşağıdaki faslın sonunda; Vehbâniye'den naklen:

kendisini kısas için teslim etmedikçe katilin tövbesinin sahih olmadığını söyleyecektir.

«Onun hükmü kısastır ilh...» Kısas, kâtilde ve maktûlde bazı şartların tahakkuku ile gerekli olur.

Gelecek olan fasılda bunlar anlatılacaktır.

«Amden öldürmenin cezası malla ödenmez ilh...» Yani öldürülenin akrabasının, kâtilin rızası

olmadan diyet alma cihetine gitmeleri caiz olmaz. Bu, İmâm Şâfiî'nin de bir görüşüdür. Diğer

görüşüne göre ise vâcip olan, diyet veya kısastan birisidir, muayyen birisi değildir. Görüşlerin

delilleri mufassal eserlerde vardır.

«Karşılıklı rızâ ile sulh caizdir ilh...» Yani bize göre amden öldürmede kısas gerekli olduğu zaman

bu cezâ ancak sulh yoluyla mala dönüştürülebilir.

«Diyet miktarıyla veya daha fazlasıyla ilh...» Musannıf bunu mutlak olarak zikretti. Dolayısıyla sulh

olunan bedelin diyetin cinsinden veya başka cinsten, peşin ve vâdeli olması caizdir. Cevhere'de de

yle denilmektedir. Cevhere sahibi Şâfiî'nin farklı görüşüne de işaret etmiştir. Şâfiî'nin ikinci

görüşüne göre: Diyetin cinsinden olan bir malla fakat daha fazlasına sulh etseler caiz olmaz. Çünkü

bu ribâdır. Birinci görüşüne göre ise sahihtir. Konunun tamamı Kifâye'dedir.

«Çünkü o büyük günahtır. ilh...» Bu Rasulullah'ın şu sahih hadisiyle sabittir: «yük günahların en

yüğü Allah'a ortak koşmak, adam öldürmek, anaya babaya isyan etmek, yalan söylemek veya

yalancı şahitlik yapmaktır.» Hadisi Buhâri rivayet etmiştir.

«Kefârette ibâdet manası vardır. ilh...» Oruç ve köle azadetmek, kefâret olarak yapılan şeylerdir.

Dolayısıyla kefârette hem ibadet, hem de ceza manası vardır. Onun için sebebin de, yasak ve

mubaha muhtemel olması gerekir. Ta ki hataen öldürmede olduğu gibi ibâdet mubâha, cezâda

yasağa karşılık olsun.

Şüphesiz hataen öldürmede ibaha manâsı vardır. Amden öldürme ise zinâ, hırsızlık ve ribâ gibi sırf

yük günahtır. Taammüden öldürme, hataen öldürmeye kıyaslanamaz. Çünkü kefâretlerin

miktarları bellidir. Kıyasla sabit olmazlar. Çünkü hataen öldürmenin günahı daha azdır. Konunun

tamamı mufassal kitaplarda vardır.

«Ama Hâniyye'de ilh...» Meâkıl bölümünün sonunda.

Ben derim ki: Ama Hâniyye'deki ifade. Nihâye, İnâye, Mirâc gibi şerhlerdeki ifadeye muhaliftir.

Çünkü oralarda; «Oğlunu amden öldüren baba ve dar-ı harpte müslüman olup ta henüz dâr-ı

İslâm'a göç etmeyen birisini amden öldüren müslüman gibi kendilerine kısas gerekmeyenlere veya

amden adam öldürüp de kısas gerekenlere kefâret yoktur.» denilmektedir. Düşün.

METİN

İkincisi: Amde benzer öldürmedir. Bir kimsenin, başka birini sayılanların dışında, -büyük taş, büyük

sopa bile olsa- yaralayıcı olmayan bir âletle, kasten vurarak öldürmesidir. Bu İmâm-ı Azam'a

göredir. Diğer İmâmlara göre büyük taş ve büyük sopa ile öldürme amden öldürmedir. Bunun

hükmü günâh, kefâret ve âkile üzerine diyet-i muğallaza dır. Bununla ilgili açıklama ilerde



gelecektir. Öldürme âletine bakarak bu, hataen öldürmeye benzediği için kısas yoktur. Ancak bir

kimse aynı fiili tekrarlarsa devlet başkanının onu siyaseten öldürmeye yetkisi vardır. İhtiyâr.

Diyet-i Muğallaza: Amde benzeyen bir şekilde öldürmeden dolayı ödenmesi gereken diyettir.

Diyetler deve cinsinde verildiğinde nazar-ı itibara alınır.

Organlardan birine karşı yapılan amde benzeyen cinayet kastî sayılır, kısası gerektirir. Cana karşı

işlenen cinayetin dışında amde benzeyen cinayet söz konusu değildir.

İZAH

«Amde benzeyen iLh...» Buna «hataya benzeyen» de denilir. Çünkü bunda, failin kasten vurmasına

itibarla kastilik manası; öldürmeyi istememesi itibariyle de hata manası vardır. Zira âlet öldürücü

bir âlet değildir. Bu Dürer ve Kuhistânî'den nakledilmiştir. İtkânî buna Hatau'l-Amd da denildiğini

ilâve etmiştir.

«Büyük taş ve sopa ilh...» Eğer bunlar küçük iseler, ittifakla amde benzeyen öldürmedir.

«Diğer İmâmların hilâfına; ilh...» Ebû Yûsuf, Muhammed ve diğer üç mezhep İmâmı

kastedilmektedir. Bunlara göre büyük taş ve sopa ile öldürmek amden öldürmedir.

Kuhistânî şöyle der: Musannıfın zikrettiği günâh, kefâret ve kısas gibi hükümler, hem amden, hem

de amde benzeyen öldürmede İmâm Ebû Hanife'ye göre lâzım olduğu gibi, Ebû Yûsuf ve

Muhammed'e göre de lâzımdır. Ancak onlara göre amden öldürme; çoğunlukla öldüren bir âletle

kasten vurmak, amde benzeyen ise, çoğunlukla öldürücü olmayan bir âletle vurmak sonucu olan

ölümdür.

Az bir suda boğarak öldürmek tüm İmâmlara göre amden öldürme de amde benzeyen öldürme de

sayılmaz. Bir kimse bir kuyuya atılsa, dağdan veya damdan aşağı atılsa ve kurtuluş umudu olmasa

bu, İmâm Ebû Hanife'ye göre amde benzeyen, Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre ise amden öldürme

sayılır. Tetimme'de belirtildiğine göre; İmâm Ebû Hanîfe'nin kavli ile fetvâ verilir. Bu meselelerin

tamamı gelecek olan fasılda beyân edilecektir.

Mi'râc'da, Müctebâ'dan naklen; Ebû Hanîfe'ye göre amde benzeyende itlâfın değil, te'dibin

kastedilmiş olmasının şart olduğu bildirilmektedir.

«Amde benzeyen öldürmenin hükmü uhrevî mesuliyettir ilh...» Çünkü kişi kasten vurmuştur. Mekkî,

Burhan'dan naklen.

Zeylaî'nin sözünden anlaşıldığına göre; onun günâhı, öldürmekden dolayı değil, vurmaktan

dolayıdır. Zeylaî şöyle demektedir: «O öldürmek günâhını değil, vurmak günâhını işlemiştir. Çünkü

öldürmeyi değil, dövmeyi kastetmiştir. Kefâret ise, hataen vuku bulan öldürme sebebiyle gereklidir,

vurmak sebebiyle değil.»

Burhan'ın: «Kasten vurduğu için» tarzındaki ta'lili de buna delâlet eder. Şu var ki, Zeylaî'nîn

gerekçesi iddiası ile çelişki arzetmektedir. Eğer günâhın gerekçesinin kasıt olduğu söylenirse;

öldürmeyi kastederse öldürmenin günâhını, dövmeyi kastederse de dövmenin günâhını alması

gerekir. Böyle olursa bu sözün geçerliliği olur.

Diyet-i Muğallaza» Yâni yüz deve verir. Eğer diyeti deveden başka bir şeyle öderse mugallaza

olmaz. Kuhistânî. Diyet deveden ödenirse, iki, üç, dört ve beş yaşına basmış olan diş, develerden

1/4 er orayla ödenir.

«Âkile üzerine ilh..» Yani katilin yardımcıları üzerine Kuhistânî. Bu meseledeki temel prensip şudur:

Sonradan ârız olan (sulh v.s. gibi) bir manadan dolayı değil de, daha başlangıçtan itibâren, öldürme

sebebiyle vâcip olan her diyet, hataen öldürmeye kıyasla, âkileye aittir. Bu, üç senede ödenir.

Hidâye.

«Daha başlangıçtan itibâren» sözü ile, amden öldürmeden sonra sulh yoluyla vâcip olan diyet ve

babanın oğlunu kasten öldürmesi sebebiyle vâcip olan diyet hükmün dışında tutulmuştur. Kifâye.

Sözün özü; günâhı ve diyetteki tağliz (amde benzeyen öldürmedeki diyet)in dışındaki her konuda,

amde benzeyen öldürme, hataen öldürme gibidir.

Şu iyi bilinmelidir ki; taammüden (kasten) birisini öldürmekten veya bir organına karşı kasten

işlenen ciyetten dolayı ödenmesi gereken diyet, kâtil (ya da cânî)in malından ödenir. Bu

cinâyetlerin hatâen vukûu halinde ise, diyet âkile tarafından ödenir. Şibh-i amd (amde benzeyen)de

ise; eğer adam ölmüş ise diyet âkileye, bir uzvu telef olmuşsa câniye aittir. Fidye diyet miktarına

erişse bile hüküm aynıdır.



«Bunun tefsiri gelecektir. ilh...» Yani, kefâret, diyet ve diyeti muğallazanın tefsiri diyetler konusunda

âkilenin tefsiri de meâkil bahsinde gelecektir.

«Ancak bu tür cinâyeti tekrarlarsa ilh.. » Bu ifâdenin zâhirinden, -iki defa da olsa- tekrarlarsa, devlet

başkanının siyaseten öldürebileceği anlaşılmaktadır. Gelecek fasılda anlatacaklarımız da buna

delâlet etmektedir.

«Organlara karşı işlenen cinâyette şibh-i amd (amde benzeyen) yoktur ilh...» Çünkü bu, belirli bir

alete mahsus değildir. Dolayısıyla bu tür cinâyetlerde şibh-i amd tasavvur edilemez. Cana kıyma ise

bunun aksinedir. Konunun tümü Zeylaî'dedir.

METİN

Üçüncüsü, Hataen öldürmedir. Bu da iki çeşittir:

A - İşleyenin zannına göre hata: Birisini, av veya harbî ya da mürted zannederek silâh atması ve

onun müslüman bir insan olduğunun ortaya çıkması gibi.

B - Bizzat fiilin kendisindeki hata: Kişinin bir hedefe veya ava silâh atması, ama merminin bir

insana isabet etmesi, bir hedefe atması ve kurşun (ya da ok) un hedeften sekip ya da hedefi geçip

birisine isabet etmesi, bir adamı hedef aldığı halde okun (kurşunun) bir başkasını vurması, birisinin

eline vurmayı kastettiği halde başka birinin boynuna isabet etmesi -eğer elini kastettiği kişinin

boynuna isabet ederse taammüden öldürme sayılır-, bir adamı vurmak istemesi, ama okun önce

duvara değip dönmesi ve bir adama isabet etmesi hep hatâdır. Bu son durumda, atan duvara isabet

ettirmekle hatâ etmiştir. Okun duvardan dönme sebebi başkadır. Hüküm en son sebebine izâfe

edilir. İbn-i Kemâl Muhît'ten naklen. İbn-i Kemâl şöyle demektedir: «Birisinin elinden bir odun veya

kerpiç düşüp de birisini öldürse, bunda kasıt yoktur, fiilde hatâ tahakkuk etmiş olur.» Bu meselede

Sadruşşeria'nın sözü de aynıdır.

Vehbâniye'de nazım olarak şöyle der:

«Birisini kasteden kişi başkasını vurursa bu hatâdır, bunda kısas uygulanmaz.

«Uyuyan birisini kasteden kişi eğer kan akıtırsa, onu kan akar bir halde bırakırsa kısas uygulanır.»

İZAH

«Üçüncüsü hatadır.» İbn-i Kemâl «Cinâyet köleye bile işlense» demektedir. İbn-i Kemâl'in bunu

ylemesine sebep, köle denilince akla önce onun mal oluşunun gelişi sebebiyle, malların tazmini

gibi tazmin ettirileceği ve âkileye vacip olmayacağının zannedilmesidir.

«Hatâ iki çeşittir ilh...» Çünkü meselâ her hangi bir şeye silâh atmak, hem kalbin işine -o da kasıttır-

hem de yaralayan şeye -o atmaktır- şâmildir. Eğer hatâ birincisinde olursa bu birinci çeşit,

ikincisinde olursa ikinci çeşit olur. İnâye.

«Onu av zannederek atsa ilh...» Zan iddiasına itibar edilir mi, yoksa zannın tahakkuku mu gerekir ya

da ona şahitlik yeter mi meselesine dikkat etmek gerekir. T. Tahtâvî daha sonra bazı şeyler

nakletmektedir. Ama bunlar maksadı ifadeye kâfi gelmiyor. Biz onu inşaallah «öldürmeye şahitlik

etmek» bâbında açıklayacağız.

«Okun dönmesi başka bir sebeptir. ilh...» Bu sebep, atmaktan sonra okun duvara isabetidir.

«Bu konuda Sadruşşerîa'nın sözü de aynıdır..» Sadruşşerîa; fiildeki hatûda; fâilden, kastettiği fiilin

değil, başka bir fiilin sadır olmasını şart koştu.

Az önce geçen: «Kişi bir hedefe attığı zaman, hedefe değse sonra sekse veya hedefi aşıp bir adama

isâbet etse fiilde hatâ tahakkuk eder» tarzındaki hüküm, Sadruşşerîa'nın lehinedir. Çünkü her iki

surette de şart mevcut değildir.

Birisinin elinden kasıt olmadan bir odun veya kerpiç düşse de bir adamı öldürse fiilde hatâ

tahakkuk eder. Bunu İbn-i Kemâl ifade etmiştir. Tahtavî: «Ama az sonra bunun hatâ mecrâsına cârî

katil olduğu gelecektir» der.

«Eğer onu kan akarken bırakırsa ilh...» Uyku hâli ile kayıtlanmasının sebebine dikkat et! Daha önce

geçtiği üzere eğer iğne öldürücü bir yere batırılırsa kısas gerekir. Her halde bunun illeti kastedilen

yerin öldürücü olmayan bir yer oluşudur. Eğer uyanık iken kendi kanını akmaya terketse, ölümü

kana nispet edilir. Düşünülsün.

METİN

Dördüncüsü: Hatâ kabilinden sayılan öldürmedir. Uyuyan birisinin, birinin üzerine yuvarlanarak

öldürmesi bu çeşittendir. Böyle birisi hata eden kişi gibi mâzurdur. Bu şeklideki bir öldürmenin



hükmü; kefâret, âkilenin ödeyeceği diyet ve günah (yani uhrevî sorumluluk)tur. Ama bunun günâhı

kasten adam öldürmenin günahından daha aşağıdır. Kefâretin vâcip oluşu, uhrevî mesûliyetin

varlığını gösterir. Çünkü azimet terkedilmiştir.

İZAH

«Dördüncüsü hata kabilinden sayılan ilh...» Şer'an bunun hükmü, hatâen öldürmenin hükmüdür.

Ama aslında hataen öldürmeden daha aşağıdır. Çünkü uyuyan kişinin hiçbir kastı yoktur. Kefâretin

gerekli oluşu ise, birisini öldürmesi ihtimali olan bir yerde uyumuş olmasından dolayıdır. Hataen

öldürmedeki kefâret de, ölüme sebep olacak şeyden kaçınılmaması yüzündendir. Hatâ mecrâsına

cârî olan öldürme ile öldürenin mirastan mahrûm olmasına sebep de: Vârisin bizzat öldürmüş

olması ve aslında uyumadığı halde uyur görünür de bir an önce mirası elde etmek için kasten

öldürmüş olması ihtimalinin mevcudiyetidir.

Damdan birisinin üzerine düşüp onu öldüren, elindeki kerpiç veya odun düşüp de birisinin

ölümüne sebep olan, bindiği hayvan bir adamı çiğneyip de onu öldüren kimseler uyurken birini

öldüren gibidir. Çünkü bunların hepsinde istenmeden masum birisinin öldürülmesi söz konusudur.

Kifâye.

«Çünkü azimet terkedilmiştir..» Buradaki azimet, çok emin bir yerde uyumaya dikkat etmektir.

Kifâye'de şöyle denilmektedir: «Bu sorumluluk (günâh) öldürmenin günâhıdır. Çünkü çok emin bir

yerde uyumayı terketmek haddizatında günâh değildir. Ancak bunun sonucunda öldürme fiili

gerçekleşirse o zaman günâh olur. Dolayısıyla kefâret; kastî öldürme kadar günâh olmasa bile,

öldürmenin günâhından dolayıdır.»

METİN

Beşincisi de: -Tesebbüben (sebep olarak) öldürmedir. Devletin izni olmadan, kendisine ait olmayan

bir yere taş koyan veya kuyu kazan (ve böylece birinin ölümüne sebep olan) kişi, tesebbüben

öldürenin misâlidir. İbn-i Kemâl. Yol ortasına odun benzeri şeyler koymak da aynıdır. Ancak, yolda

kuyu olduğunu bilen birisi kuyunun üzerine yürürse durum farklıdır. Dürer.

Tesebbüben öldürmenin hükmü; âkilenin ödemesi gereken diyettir. Kefâret ve katillikten dolayı

uhrevî mesûliyet yoktur. Fakat mülkü olmayan bir yeri kazdığı veya oraya taş koyduğu için

günahkâr olur. Tesebbüben öldürmenin dışındaki öldürme çeşitlerinin hepsi, eğer katil mükellefse

-murisi öldürmesi halinde-mirastan mahrum olmasını gerektirir. İmâm Şafiî hükümleri itibariyle

tesebbüben öldürmeyi hataen öldürmeye ilhâk etti.

İZAH

«Kendisine ait olmayan bir yere taş koyan ilh...» Yani bir başkası yerini değiştirmediği zaman. Ama

birisi değiştirse ve onun sebebiyle bir adam ölse tazminat, yerini değiştirene aittir. Nitekim

Musannıf bu meseleyi ileride «Kişinin yolda ihdas ettiği şey» bölümünde anlatacaktır. «Kendisine

ait olmayan bir yer» kaydı hem kuyu kazma, hem de taş koyma için geçerlidir. Dürer. Eğer bunları

kendisine ait bir mülkte yaparsa hakkı tecâvüz söz konusu değildir. Dolayısıyla (birisinin ölümüne

sebep olmaktan dolayı) ne kefâret ne de diyet gerekmez. T.

«Benzeri şeylerde ilh...» Yani karpuz kabuğu gibi şeyler odunun benzeridir. Kâriu'l-Hidâye'nin

belirttiğine göre yola karpuz kabuğu atan, telef ettiği şeyi tazmin eder. Yola su dökmek de aynıdır.

Zehîra'da şöyle denilmektedir: «Bunu El-Kitâb (Kudûri Muhtasarı) da mutlak olarak söylemiştir.»

Bazı âlimler: «Dökülen suyun üzerine geceleyin ve orada su olduğunu bilmeyen birisi veya bir kör

bassa ve ölse suyu döken tazmin eder.» demişlerdir. Taş veya tahta üzerinden yürümek de aynıdır.

Alimlerden meseleye başka bir acıdan bakıp: «Eğer yolun bir kısmına su döker kuru olan kısımdan

yürüme imkânı olursa tazminat yoktur» diyenler de vardır. Sâhibinin izniyle birisinin dükkânının

önüne su dökse ve bir adamın ölümüne sebep olsa, tazminat dükkân sahibine aittir. Bu istihsana

dayanan bir hükümdür. Bu konunun tamamı Tatarhâniye'dedir.

FER'Î BİR MESELE:

Birisinin ayağı taşa takılarak başka birinin kazdığı kuyuya düşse, tazminat taşı koyana aittir. Eğer

taşı kimse koymamışsa kuyuyu kazan sorumlu olur. Aynı şekilde, yoldan geçen bir adam, birisinin

döktüğü sudan ayağı kayıp, kuyuya düşse tazminat, suyu dökene ödetilir. Yağmur suyu sebebiyle

ayağı kayarsa kuyuyu kazan sorumlu olur. Tatarhâniye.

Cevhere'de kuyuyu kazan: «Adam kendiliğinden düştü» derse, onun sözünün kabul edileceği

ylenmektedir.



«Eğer cinâyeti işleyen mükellefse» Ama çocuk veya deli ise Sirâcîyye Şerhi'nde belirtildiğine göre

mirasçı olur.

«Onu öldürmediği için» Yanı bizzat öldürmediği için. Tesebbüben öldürme, tazminatın gerekliliği

konusunda, kanı heder olmaktan korumak maksadıyla bizzat öldürmeye ilhak edildi. Bu ise kaideye

aykırıdır. Kefâret ve mirastan mahrumiyet konularında ise mesele aslı üzere kalmıştır. Kifâye.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

KISASI GEREKTİRİP GEREKTİRMEYEN HALLER

METİN

Öldürene nispetle, kanı ebediyen masûn olan birini kasten öldürmekten dolayı kısâs gerekir. Dürer.

Kanı masûn olan ecnebî birini kasten öldürmekten dolayı da kısas gerekir. Kanı masûn olan kişiden

maksat: Müslümandır. Kanı masûn olan ecnebîden maksat ise; İslâm Devletinin idaresinde yaşayan

gayr-ı müslimdir. Müste'men (emân alarak İslâm Ülkesine giren yabancı) ve harbî (düşman

ülkesinde yaşayan gayr-i müslim) böyle değildir.

Kısasın gerekmesi için katilin mükellef olması da şarttır. Çünkü çocuk ve delinin öldürmesi

taammüden sayılmaz. Bu meseleler «katilin yabancı birisini öldürmesi»nde söz etmeye sıra

geldiğinde iyice açıklanacaktır.

Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Bir kimse hakkında kısas kararı verilse, ama kısas için ölenin

yakınlarına teslim edilmeden önce katil delirse, kısas diyete dönüşür.

«Ara sıra delirip sonra aklı başına gelen bir kimse; aklı başında iken birini öldürse, o da öldürülür.

Eğer katil, öldürülmeden delirirse ve deliliği sürekli olursa kıssa düşer. Ama sürekli olmazsa yine

öldürülür.

«Bir kölenin sahibini kasten öldürmesi durumunda ne gibi bir hüküm uygulanacağı konusunda

rivâyet yoktur. Ebû Cafer: «yle bir köle öldürülür» demiştir. Vakfa ait bir köleyi kasten öldüren

kişiye kısas gerekmez. Kızı nikâhında iken kayınpederini öldüren kişiye de kısas gerekmez.»

Kısasın gerekmesi için ölenle öldüren arasında babalık-oğulluk, kölelik-efendilik ve ölenin: «beni

öldür» demesi gibi bir şüphenin bulunmaması gerekir.

İZAH

«Kanı masûn olan ilh...» Bu sözle, evlenmiş olan zinakâr, harbî ve mürtet (İslâm dininden başka bir

dine geçen) gibi kanı mubah olanlar hükmün dışında bırakılmıştır. Buradaki masûniyetten maksat,

tam masûniyettir. Küfür ülkesinde müslüman olan birisinin kanı, ebediyen masûn olmuştur. Ama

kendisini orada öldürene kısâs uygulanmaz. Çünkü tam masûniyet, hem tazminatı hem de uhrevî

mesuliyeti gerektiren masûniyettir. Kişi müslüman olmakla, kanı uhreyönden masûn olmuştur;

ama tazminat açısından masûn olamaz. Zira bu ancak İslâm Ülkesinde söz konusudur.

«Öldürene nispetle ilh...» Yâni kanının masûn oluşu mutlak manada kullanılmamıştır. Buna göre;

taammüden adam öldüren bir katili, maktule yabancı olan birisi taammüden öldürse (öldürdüğü

kâtil olduğu halde) kendisine kısas uygulanır. EIvânî'nin dediğine göre; bu hüküm, ilk kâtil

hakkındaki hükmün verilmesinden öncesine de sonrasına da şamildir. Çünkü ilk maktulün

yakınlarının katili affetmeleri muhtemeldir.

«Kanı ebediyen mâsun olan ilh...» Bu sözle, müstemen (emân ile İslâm ülkesine giren) hükmün

dışında bırakılmıştır. Müslüman birisinin, yine müslüman olan oğlunu öldürmesi halinde kendisine

kısasın uygulanmaması bu tarife zarar vermez. Çünkü bu durumda da aslında kısas vaciptir fakat

babalık şüphesi ile kısas, mala inkılap etmiştir. Bu da ârizîdir. Burada mevzubahis olan da asıldır.

Bundan dolayı, bu çocuk şehittir yıkanmaz. Aynı şekilde, vakfa âit bir köleyi taammüden öldürene

de kısas uygulanmaz. Çünkü asıl ceza kısas olmakla birlikte vakfın menfaatini gözetmek için kısas

mala inkılap eder. Tahtâvî Mekkî'den özetle.

«Hakkında kısasa hükmedilen kişi, maktulün velisine teslim edilmeden delirse kısas diyete

dönüşür.» Yani istihsanen kısas düşer. Eğer katil, maktulün yakınlarına teslim edildikten sonra

delirse, yine öldürülür. Çünkü kısasın gerekli oluşu, katilin, vücub hâli olan hüküm verme

esnasında muhatap olmasına bağlıdır. Vücub, katil; maktulün yakınlarına teslim ile tamamlanır.

Fakat ölünün yakınlarına teslim edilmeden delirirse, daha hüküm verilmeden önce delirmesi

halinde olduğu gibi, kısasın vücûbu tam gerçekleşmemiş olur. Velvâlciyye.

«Ebû Câfer; öldürülür, dedi.» Bu hüküm metinde açıkça geçti. Kölenin rahin ve mürtehine karşı da

işlediği cinayet muteberdir. Hamevî bu hükmü şöyle açıklar: «Çünkü kısas kişinin insan oluşu



cihetindendir. Köle ise bu açıdan efendisine yabancıdır.» Sâlhânî.

«Vakfa alt köleyi öldürene kısas uygulanmaz.» Aksine, cezası mala dönüşür. Çünkü bu, daha önce

de belirtildiği üzere vakıf için daha faydalıdır. Şurunbulâliyye'de bu konuda şöyle denilmektedir:

«Her halde vakıf köleyi öldürene kısas uygulanmayışının sebebi; kısasa hakkı olanın tayinindeki

şüphedir. Çünkü vakıf: İmâm-ı Azam'a göre bir malı vakfedenin mülki, Ebû Yûsuf ile Muhammed'e

göre ise Allah'ın mülki üzere bırakmaktır. Bu durumda katile uygulanacak cezayı talep edecek insan

yoktur. O lazım olan kıymettir.»

Ben derim ki: Bahır'ın Vakıf bahsinde şu ifadeler yer almıştır: «Vakıf kölenin katiline hataen

öldürmede olduğu gibi: kölenin kıymetini ödemesinin gerekliliği açıktır. Mütevelli onun kıymeti ile

bir köle alır ve o köle vakıf olur. Aynı şekilde birisi bir müdebberi (hürriyeti efendisinin ölümüne

bağlanan köle) hatâen öldürürse, efendisi onun kıymeti ile başka bir köle satın alır ve bu köle

müdebber olur. Zahîre müellifi bunu açık belirtmiştir.»

«Kayınpederini öldürenden kısas düşer» Çünkü hanımı, babasına karşı işlenen cinayette kısas

hakkına vâristir.

Ben derim ki: Kızına bu hak miras olarak değil; başlangıçta vardır. Nitekim Şârihin bunu, metindeki

«Vârislerin babaya karşı olan kısası düşer» sözünün yanında Sadruşşerîa'dan nakledecektir.

METİN

Hür birisi, hür olan bir adam ve vakfa ait olmayan bir köle karşılığında ( onları öldürmüşse)

öldürülür. İmâm Şâfiîye göre ise, köle karşılığında hür öldürülmez.

Bizim delilimiz; «şüphesiz cana karşı can...» meâlindeki âyettir. Çünkü bu âyet; «Hüre karşılık

hür..» meâlindeki âyeti neshetmiştir. Nitekim Süyûtî, Ed-Dürru'l-Mensûr adındaki eserinde Nehhâs

vasıtasıyla İbn-i Abbâs'tan şöyle nakletmiştir: «Hürün hür karşılığında husûsen zikredilmesi,

başkaları karşılığında öldürülmeyeceği manasına gelmez.» Eğer öyle olsaydı, kadını öldüren

erkeğin öldürülmemesi gerekirdi. Oysa bu görüşte olan kimse yoktur. «Köle hür karşılığında

öldürülmez» diyenler de vardır. Ama bu «evleviyetle» hükmüne girdiği söylenerek reddedilir.

İbare: «Hüre karşılık köle öldürülmez» şeklindedir. Ama bu yukarıda geçen cümlenin aynısıdır.

Tekrarında manâ yoktur. Zaten şerhte bu cümlenin: «Hür karşılığında köIe» şeklinde olduğu

belirtilmiştir.

Ebu'l-Feth El-Bestî nazım olarak şöyle der:

«Şu Ceylân yavrusunu benim kanıma karşılık, cezalandırın, o bana kasten gözlerinin okunu attı.»

«Ama onu öldürmeyin, çünkü ben onun kölesiyim, kölesi karşılığında öldürülen hiçbir hür

görmedim.»

Hanefîlerden birisi de bu sözlere aynı şekilde nazım olarak şöyle cevap vermiştir:

«Bakışıyla beni öldürmek isteyen ve Allah'ın taammüden öldüreni cezalandıracağından

korkmayandan kanımı alın.»

«Ben onun kölesi bile olsam hürün köle mukabilinde öldürüleceğinin bilinmesi için ona zorla kısas

uygulayın.»

Zımmî'yi öldüren bir müslüman öldürülmez. Şâfiî'ye göre ise öldürülür. Müstemene karşılık

müslüman ve zımmî öldürülmezler. Eşitlik bulunduğu için kıyasa göre müstemen kendi misli

karşılığında öldürülmelidir. Ama istihsâna göre kanını mubah kılacak bir sebebin varlığından

dolayı, müstemen de öldürülmez. Hidâye, Müctebâ, Dürer ve başka kitaplar.

Musannıf der ki: «Alimler bir kaç meselenin dışında genelde istihsanla amel edilmesi gerektiğini

belirttikleri için, burada da istihsânın hükmünü almak gerekir. Bu konu o meselelerden birisi

değildir. Molla Hüsrev metninde sadece kıyasa göre verilecek hükme işaret etmiştir.» Musannıf her

zamanki adetine göre hareket etmiştir.

Ben derim ki, Mültekâ da dâhil, metinlerin çoğu Molla Hüsrev'in dediğini (yani kıyası)

güçlendirmektedirler.

İZAH

«Sadece hürün zikredilmiş olması ilh...» Yâni âyette; «Cana karşılık can» ifadesinin şumûlünde

olduğu halde, sadece hür ile iktifâ edilmesi, hürün köle karşılığında öldürülemeyeceği manasına

gelmez. Bu: «Kadına karşılık kadın» kavl-i ilahisine benzer. Bu da kadına karşılık erkeğin

öldürülemeyeceğini ifade etmez. Zeylaî: «Kadına karşılık kadın» ifadesinden, cariyeye karşılık hür



kadının öldürülebileceğinin anlaşıldığını söyler.

«Hür karşılığında köle öldürülmez, denildi.» Bu Şâfiî'nin iddiasına cevaptır. Yani eğer: «Hüre

karşılık hür, köleye karşılık köle» meâlindeki âyetten, hükmün sadece zikredilenlere münhasır

olduğunu söyleyerek, köle karşılığında hürün öldürülmeyeceği kabul edilirse, hür karşılığında da

kölenin öldürülmemesi gerekir.

«Reddedilir ilh...» Yâni hür karşılığında kölenin öldürülmeyeceği rivâyeti kabul edilmez. Çünkü

âyetin zahirî hükmüne göre hüre mukabil hür öldürüldüğüne göre, köle haydi haydi öldürülebilir.

Çünkü köle daha aşağı seviyededir. Bu; ana babaya «üf» demenin caiz olmayışının, onları

dövmenin de caiz olmayacağına delâleti gibidir. Yukarıdaki görüş Sadruşşerîa'ya cevap da Molla

Hüsrev ve İbn-i Kemâl'e aittir.

«Onu öldürmeyiniz...» Şiirin bu bölümü önceki bölümle çelişki arz etmektedir. Çünkü daha önce

«kanımı alın» demişti; bu da ancak öldürmekle olabilir. Bunun diyete hamledilmesi mümkün

değildir. Çünkü efendi kölenin diyetini ödemez.

«Köle karşılığında öldürülen bir hür görmedim.» Bazı nüshalarda bu ibare: «Benim mezhebime

göre hür köle karşılığında öldürülmez» şeklindedir.

«Hürün köle karşılığında öldürüldüğü bilinsin diye ilh...» Bu beyit gerçek hükme uygun değildir.

Çünkü kişi kendi kölesi karşılığında öldürülmez. Eğer maksadı başkasının kölesi ise o zaman bu:

«Ben kölesi isem de» sözüne uygun düşmez. H.

Ben derim ki: Bu lâtif bir üslupla hükmü ortaya koymaktır. Bu gibi sözler böyle şeylerle incelenmez.

Öyle olsaydı, şair: «Beni öldürdü» değil de «Öldürmek istedi» dediği için itiraz edilirdi. Ve yine, «bir

bakışla öldürme» karşılığında kısas gerekmez. Çünkü buna taammüden öldürme denmez. Ben bu

hükmü, edebi yöne dikkat ederek, ta'n edilmeye imkân vermeden ve sevenin sevgilisindeki hakkını

da gözeterek şu beyitlerle ifadelendirdim:

«Vücut mızrağı ile amden benim ruhumu ikiye bölen ve benim için keskin bakışını sıyıranı bırakın.

«Her ne kadar şer'an köle karşılığında hür öldürülse de, kendi kölesini öldüren hüre kısas yoktur.»

«Zımmîye karşılık müslüman kısas edilir..» Kitap ve Sünnetin mutlak ifadeleri ile, İbn-i Selmânî ve

Muhammed b. El-Münkedir'in rivâyet ettikleri şu hadis buna delâlet etmektedir: «Rasûlullah

(s.a.v.)'e, kendileriyle muâhede yapılan zımmîlerden birisini öldüren bir müslüman getirildi.

Rasûlullah'ın emri ile adamın boynu vuruldu. Efendimiz: «Ben zimmetine vefa göstermeye en lâyık

olanım» buyurdu.»

Hz. Ali de şöyle der: «Zımmîler kanları bizim kanımız, malları da bizim malımız gibi olsun diye Cizye

verdiler.» demiştir. İşte bundan dolayı bir müslüman bir zımmînin malını çalsa kolu kesilir. Halbuki

mal, candan daha değersizdir.

Rasûlullah'ın : «Kâfire karşılık mümin öldürülmez. Ahit sahibi de ahdi içinde iken öldürülmez»

sözünden maksat: Bir mümin veya zımmînin harbî olan bir kâfir karşılığında öldürülmeyeceklerini

beyândır. Hadisteki: «Ahit sahibinden maksat» zımmîdir. Bu hadiste «zû ahd» ahit sahibinin, «zî

ahd» şeklindeki rivâyeti sahihse, -iki rivâyetin arasını uyuşturmak için- «zî ahd» şeklindeki

okuyuşun, yanındaki kelimeye uyması için olduğunu söyleriz. Yoksa manâ «Müslüman, kâfir ve

zımmî karşılığında öldürülmez» demek değildir. Bu meselenin tamamı Zeylaî'dedir.

«Müslüman ve Zımmî, müstemen karşılığında öldürülmezler.» Çünkü müstemenin dokunulmazlığı

ebedî değildir. Zira o memleketine dönüp, müslümanlara karşı muharip olmaya azimli demektir.

«İstihsâna göre olan hükmü almak gerekir. ilh...» Hindiye'de, Muhit' ten naklen bunun Zâhirî rivayet

olduğu ifade edilmektedir. Bu, istihsanda belirtilen hükmü teyit etmektedir. T.

«Metinlerin çoğu ilh...» Vikâye, Islah, Gurer gibi. Mesele; Kenz, Mecmâ', Mevâhib ve

Dürerü'l-Bihâr'da yer almamıştır. Hidâye'de ise şöyle denilmektedir: «Müstemen Müstemene

karşılık kıyasa göre öldürülür, istihsana göre ise öldürülmez.» Bunun benzeri, Tebyin ve

Cevhere'de de vardır. İhtiyâr'da da: «Öldürülmez, denildi. Bu istihsândır» denilmektedir.

METİN

Aklı başında olan kişi deliye; bülûğa eren çocuğa; sıhhatli olan gözü görmeyene, müzmin hasta ve

sakat olana, erkek de kadına karşılık kısasen öldürülür. Bunda icmâ vardır. Fürû (çocuklar), ne

kadar yukarıya çıkarsa çıksın ebeveynleri karşılığında kısasen öldürülürler. Ebeveyn ise çocuklara

mukabil öldürülmezler. Oğlunu boğazlayan kişinin öldürülmesi konusunda İmâm Mâlik farklı

görüştedir. Yâni, ne kadar yukarıda olursa olsun, anne cihetinden kadınlar bile olsa, usule (kişinin



sulblerinden geldiği kişiler) tüm fürûları mukabilinde can ve organ karşılığında kısas uygulanmaz.

Çünkü Rasûlullah (s.a.v.): «Oğlunu öldüren babaya kısas uygulanmaz» buyurmuştur. Buna sebep;

evlâdın babanın bir parçası oluşu özelliğidir. Dolayısıyla bu vasıf babadan yukarıdakiler (dede,

yük dede v.s.) için de geçerlidir. Çünkü onlar evlâdın dünyaya gelmesne sebeptirler. Evlat

onların yok olmasına sebep olmaz. Bu durumda evladın diyetinin baba tarafından üç sene

içerisinde ödenmesi gerekir. Öldürme taammüden vukû bulduğu için âkileye bir şey gerekmez.

İmâm Şâfiî, diyetin, sulh bedelinde olduğu gibi peşin olarak ödenileceğini söyler. Zeylaî, Cevhere.

Mesele Meâkıl bahsinde de gelecektir.

Mültekâ'da şöyle denilmektedir: «Oğlu babasıyla, köleyi efendisiyle, ya da biris,ni; hataen

öldürenle, birini çocuk, deli veya öldürmesi sebebiyle kendisine kısas gerekmeyen biri ile birlikte

öldüren kişiye kısas uygulanmaz. Çünkü kısas cezası bölünemez. Dolayısıyla Şâfiî'nin hilâfına, bize

göre bu durumdaki öldürmeye taammüden iştirak edene kısas uygulanmaz. Burhan.»

İZAH

«Bâliğ olan kişi çocuk karşılığında öldürülür. ilh...» Başı ana rahminden çıkıp da sesi duyulan bir

çocuğu öldüren kişinin diyet ödemesi gerekir. Ama, başı ile birlikte yarısı veya ayakları ile birlikte

yarısından çoğu çıkmışsa kısas lazımdır. Çocuğun uzuvlarından birisinin kesilmesi durumunda da

hüküm aynıdır. Müctebâ ve Müntekâ'dan naklen Tatarhâniye.

«Sıhhatli olan ilh...» İbn-i Kemâl; bunun yerine, «Sâlim olan» tabirini kullandı. Sonra da: «Sıhhatli

olan denilmedi. Çünkü gözü görmeyende bulunmayan, sıhhat değil, selâmettir. Bundan dolayı,

cuma bahsinde, sıhhatten sonra gözlerin selâmeti ayrıca zikredilmektedir.» dedi.

«Sakat olan (bir uzvu bulunmayan) ilh...» Çünkü biz organ ve vasıflardaki farklılığa itibar etseydik,

kısas uygulama imkânı kalmaz, bu da herkesin biri birini öldürmesi ve kandırması sonucunu

doğururdu. İhtiyâr. Hatta bir adad, elleri, ayakları, kulakları ve tenasül uzuvları kesik, gözleri

olmayan birisini taammüden öldürse kısas uygulanır. Cevhere, Hûcendî'den.

«Anne tarafından kadınlar bile olsa. ilh...» Önce geçen, mutlak ifadeyi tefsir için getirilmiştir. Ne

kadar yukarıda olurlarsa olsunlar, baba veya anne yönünden dede, torunu karşılığında kısasen

öldürülmez. Nineler için de hüküm aynıdır.

«Onların yok olmalarına sebep olamaz.» Yani onların tüm vücudunun yok olmalarına sebep

olamayacağı gibi, bir uzuvlarının yok olmasına da sebep olamaz. Hüküm organlara da şâmildir.

«Mültekâ'da şöyle denilmektedir. ilh...» Cevhere'de de şöyle denilmektedir: «Eğer iki kişi bir adamı

beraberce öldürseler ve bunlardan biri şayet onu tek başına öldürse idi kendisine kısâs gereken

birisi, diğeri de gerekmeyen birisi iseler, her ikisine de kısâs icap etmez, diyet gerekir. Mesela

yabancı ile baba, taammüden öldürenle hatâen öldüren, birisi kılıç diğeri sopa ile vuranın durumu

yledir. Ancak tek başına öldürmüş olsaydı kendisine kısâs uygulanmayacak olanın diyeti

âkilesine; diğerinin diyeti ise kendisine aittir. Bu konuda, oğulu, babasıyla birlikte öldürenin

durumu farklıdır. Çünkü bu durumda her ikisi de diyeti kendi mallarından ödemek zorundadırlar.

Zira baba oğlunu yalnız başına öldürse idi diyeti kendi malından ödenecekti.» Bu mesele sonraki

bâbın sonunda daha geniş olarak gelecektir.

METİN

Efendi; kendi kölesi, müdebberi, (hürriyetini ölümüne bağladığı köle), mükâtebi (belirli bir para

karşılığında azat etmeyi taahhüt ettiği köle) ve oğlunun kölesi karşılığında kısasen öldürülmez. Bu

son mesele, âlimlerin: «Babası aleyhine kısas hakkına sahip olanın, hakkı düşer» hükümlerinin

şumûlüne girer. Nitekim ileride gelecektir. Yine efendi; kısâs bölünmeyeceği için, bir kısmına sahip

olduğu köle karşılığında ve bir hür, rahin ve mürtehin beraberce istemedikçe rehin olan köleye

mukabil öldürülmez. İmam Muhammed: «Rahin ve mürtehin beraberce isteseler bile, rehin köleyi

öldüren öldürülmez.» demiştir. Cevhere.

Dürer'deki, Kâfî'ye nisbeten ifade edilen hüküm buna hamledilir. Ama Şurunbulâliye'de

Zahîriyye'den naklen Dürer'dekinin fıkha daha uygun olduğu beyan edilmektedir.

Eğer rahin ve mürtehin kısas veya diyet konusunda ihtilâfa düşseler (yani birisi kısas diğeridiyet

istese) kâtil kölenin kıymetini öder. Bu para kölenin yerine rehin olur. Bir kimse kiralanmış olan

köleyi öldürürse, kısâs yetkisi kiraya veren köle sahibine aittir. Satılmış olan bir kölenin

öldürülmesi durumunda ise; eğer köle halâ satıcının elinde ise, müşteri alım satıma icâzet verirse

kısas kendisinin hakkı; reddederse (akdi feshederse) satıcının hakkıdır. Cevhere'de; kâtile kısâs

gerektiği tarzında da bir görüşün olduğu belirtilmektedir.



Eğer geride anlaştıkları bedeli ödeyecek mal bırakmışsa ve kendisinin efendisinden başka vârisi

varsa, vârisler ittifakla kısas isteseler bile; mukâtebi, mukâtebin oğlunu ya da kölesini öldüren

kişiye kısas gerekmez. Çünkü Sahâbîler mükâtebe halinde ölenin hür olarak mı, yoksa köle olarak

mı öldüğünde ihtilâf etmişlerdir. Bu durumda onun velisinin kim olduğu tam belli değildir. öyle

olunca da kısas düşer. Ama eğer mükâtebin efendisinden başka varisi yoksa, ister geride mal

bıraksın, ister bırakrnasın ya da mal bırakmamışsa efendisinden başka varisi olsa bile. efendisi

kısas hakkına sahiptir. Çünkü veli sadece odur. Bu dört suretin ilkinde İmâm Muhammed'in ihtilâ

vardır.

İZAH

«Efendi kölesine karşılık öldürülmez ilh...» Çünkü kölesi malıdır. Dotayısıyla kendi aleyhine hak

istemesi söz konusu olamaz. Müdebber de köledir. Mükâteb, ödemediği para kaldığı müddetçe

köledir. Oğlunun kölesi de: «Sen ve malın babana aitsiniz» hadisi gereğince kendi malı

hükmündedir. Ama her halükârda kölesini öldüren efendiye kefâret gerekir. Cevhere'de de böyle

denilmektedir.

«Rehin olan köle karşılığında ilh...» Yani rehin olan bir köleyi öldüren kişi, rahin ve mürtehin birlikte

kısas isteyinceye kadar öldürülmez. Çünkü mürtehinin köle üzerinde mülkiyet hakkı yoktur.

Dolayısıyla kısasa yetkisi yoktur. Rahin kısasa yetkilidir, ama bu da mürtehinin hakkının iptaline

sebep olur. Bu yüzden mürtehinin hakkının kendi rızasıyla düşmesi için her ikisinin de birlikte

kısas istemeleri şarttır.

Burada şöyle bir itiraz yöneltilebilir: Rehin helâk olunca, mürtehin hakkını almış sayılır. O halde

hakkı düştükten sonra kısas için onun rızası için gereklidir.

Bu itiraza şu şekilde cevap verilir: Mürtehinin hakkını almış olması kesin değildir. Çünkü sulh

yoluyla veya kölenin hatâen öldürülmüş olması iddiası ile kısasın yapılmaması muhtemeldir. (O

zaman mürtehinin hakkı kölenin kıymetine veya diyete taalluk edeceğinden, onun ölümü ile hakkını

almış sayılmaz.)

«Dürer'deki fıkha daha uygundur ilh...» Çünkü geride hem borcuna kâfi mal, hem de miras bırakan

mükâtep meselesinde olduğu gibi, kısas isteme hakkının kime ait olacağı konusunda karşılık

vardır. Ama Zeylaî şöyle der: «Rehin olan köle meselesi ile mükâtep meselesi orasındaki fark

açıktır. Zira mürtehinin rehinde ne mülkiyet ne de velâ (velilik) hakkı olmadığı için kısas isteme

yetkisi yoktur. Dolayısıyla bu yetkiye sahip olana benzemez. İleride geleceği üzere mükâtep konusu

yle değildir.

«Kısas hakkı kiraya verene aittir. ilh...» Çünkü o, kölenın mâlikidir. Kiralayanın ne kölenin

kendisinde ne de bedelinde hiçbir hakkı kalmamıştır.

«Eğer alıcı alım satım akdine icazet verirse. ilh...» Yani meseleyi olduğu üzere kabul eder, akdi

feshedip de parasını geri isteme cihetine gitmezse bu durumda satım akdi mevkûf olmaz. Aksi

halde kölenin ölümünden sonra akde icâzet vermesi sahih olmazdı.

«Kısas yetkisi müşteriye aittir.» Çünkü kölenin sahibi odur. Zeylaî.

«Reddederse ilh...» Yani satım akdini feshedip, parasını geri alırsa; «kısas hakkı satıcıya ait olur.»

Çünkü satım ortadan kalkmış, köle sahibinin o olduğu açığa çıkmış olur. Zeylaî.

«Kıymetin gerekli olduğu da söylendi. ilh...» Bu görüş İmâm Ebû Yûsufa aittir. Bu görüşün

gerekçesi şudur: Yaralama anında satıcı için kısas yetkisi sabit değildi. Zira o zaman mal müşteriye

aitti. Cevhere.

«Velinin kim olduğu belli değildir. ilh...» Eğer: «Mükâtep hür olarak ölmüştür» dersek velisinin

varisleri olması gerekir. Köle olarak öldüğü kabul edilirse veli, efendi olur.

«Dört sûretin birincisinde ilh...» Bu bir kalem hatası olmalıdır. Musannıf bu sözünde İbn-i Kemâl'e

uymuştur. Halebî'nin dediğine göre bunun doğrusu: «Dört sûretten ikincisinde» olmalıdır. Bu sûret:

Mükâtebin, efendisinden başka vârisi olmadığı halde, anlaştığı bedeli karşılayacak mal bırakmış

olması halidir. Çünkü Hidâye'de belirtildiği üzere İmâm Muhammed'in ihtilâfı bundadır.

İmâm Muhammed'in görüşünün gerekçesi: Efendinin kısas isteme yetkisinin sebebinde karşılığın

olmasıdır. Çünkü eğer hür olarak ölmüşse onun velâ, köle olarak ölmüşse mülkiyet hakkı vardır.

İmâm Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf ise, her iki halde de kısas yetkisinin kesinlikle ve sadece efendiye

ait oluşunu delil getirmişlerdir.

Bilmiş ol ki: Dördüncü sûretteki -anlaştıkları bedeli karşılayacak mal bırakmadığı ve vârisinin



olduğu hal- kısası, Kifâye'de belirtildiğine göre Şeyhu'l-İslâm: Kıymetinin, anlaşılan bedeli

karşılamayacak durumda olması ile kayıtlamıştır. Buna göre, mükâtep kölenin kıymeti, efendisi ile

anlaştıkları bedeli karşılayacak durumda ise, kısâs uygulanmaz, katilin kendi malından mükâtep

kölenin kıymetini ödemesi gerekir. Çünkü her ne kadar taammüden öldürmenin cezası kısas ise de,

katil razı olmasa bile hak sahibinin hakkını gözeterek, cezanın mala tebdili caizdir. Nitekim birisinin

elini kesenin kolu çolak ise, eli kesilenin hakkını gözetmek için cani razı olmasa bile cezanın mal ile

ödenmesini isteme hakkı vardır. Çünkü kısasta hakkını tam olarak alma imkânı yoktur. Bu

meselede de durum aynıdır. Zira, mükâtebin kıymetini ödemek kendisi için daha faydalıdır. Çünkü

mükâtebe bedeli onun kıymetinden ödenirse hem mükâtep kölenin hem de çocuklarının hürriyeti ile

hükmedilir. Kısasta hükmedilmesi durumunda ise, kölenin ölümü ve ondan hiçbir yarar

sağlanmaması ile hükmedilmiş olur. Dolayısıyla kıymetinin ödettirilmesi daha uygundur.

Durru'l-Müntekâ ve Kuhistânî'de bu benimsenmiştir.

METİN

Kişinin babasının -yani usulü- aleyhine mirasçı olduğu kısas düşer. Çünkü fürû', usulüne ceza

uygulatamaz.

Bu meselenin sureti şöyledir: Meselâ, birisi kayınpederini öldürür. Maktûlün, katilin karısından

başka vârisi yoktur. Hanım da ölünce maktûlün katilden olan oğlu, babası aleyhine vacip olan kısas

varis olur. İşte bu durumda, az önce söylediğimiz gerekçeden dolayı kısas düşer. Meselenin

Sadruşşerîa tarafından yapılan tasvirinde ise oğul, kısas hakkına Ebû Hanife'ye göre daha baştan

sahip olmuştur, vâris olmamıştır. Şu var ki her iki surette de hüküm aynıdır. Cevhere'de: «Yara

veya vârisi yaralı, ölmeden önce caniyi affetseler, sebep tahakkuk ettiği için istihsânen af

geçerlidir. Çünkü onlar için af sebebi tahakkuk etmiştir» denilmektedir.

Bir müslüman başka bir müslümanı muharebe meydanında müşrik zannederek öldürse kısas

gerekmez, kefaret ve diyet icap eder. Çünkü bu öldürme hataen olmuştur. Ulemâ; bunun askerlerin

biri birine girmesi halinde olduğunu söylerler. Ama öldürülen, müşriklerin safında ise hiçbir şey

gerekmez. Çünkü onun masûniyeti kalmamıştır. Hz. Peygamber (S.A.V.): «Bir kavmin kalabalığını

artıran onlardandır» buyurmuştur.

Ben derim ki: Düşmanın kifâyetine bürünmese bile onların sayısını çoğaltan, onlardan olduğuna

göre, onların kılığına girenin durumu ne olur? Bunu Zâhidi söyledi. Musannıf der ki: Eğer bir cinnî,

yılan gibi katli caiz olan bir şeyin şekline girse, onu öldürmek için gayret etmek gerekir. Sonra onun

cinnî olduğu açığa çıkarsa hiçbir şey gerekmez. Allah en iyisini bilir.

İZAH

«Babası aleyhine vâris olduğu ilh...» Yani hak kazandığı. Kuhistânî.

Bu tefsir kısas hakkının miras olarak değil de daha başlangıçta sübûtuna da şâmildir. Şarihin az

önceki: «Kısâs hakkına malik olan ilh...» şeklindeki sözleri de bu izaha uygun düşmektedir. Bu izah

ile aşağıda gelecek olan itiraz cevaplandırılmış olmaktadır. Ama, evlâdın atasına karşı başlangıçta

sahip olduğu kısasın sübûtu meselesi daha önce: «Evlât atası karşılığında öldürülür, fakat aksi

olmaz (ata evlât karşılığında öldürülmez)» şeklinde geçmişti. Onun için burada. kısasa vâriş olma

meselesi söz konusu edildi. Düşün.

«Yani usulü ilh...» Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Eğer maktûlün vârisleri içersinde katilin oğlu,

torunu... v.s. bulunursa kısas bâtıl olur, diyet gerekir.»

«Sonra kadın ölse ilh...» Alimler bu cümleyi böyle mutlak olarak ifadelendirdiler. Aslında onun

ölümünün, katil olan kocasından ayrıldıktan sonra olması gerekir. İşte bu durumda katilin oğlunun

kısasa vâris olma gerekçesi açığa çıkmış olur. Öbür türlü olursa katil kendisi, karısından dolayı

kısas hakkının bir bölümüne vâris olmuş olur. Kısas, bu durumda da düşer.

Tatarhâniye'de şöyle bir tasavvur zikredilmektedir: Üç kardeşten birisi babalarını amden öldürse;

diğerlerinin katil kardeşlerini kısasen öldürme hakları vardır. Eğer diğer iki kardeşten birisi (kısas

yapılmadan) ölse, üçüncüsünün kısas uygulatma hakkı kalmaz. Çünkü katil, ölen kardeşin kısas

hakkının bir bölümüne vâris olmuştur, dolayısıyla kısas düşer. Diğer (üçüncü) kardeşin hakkı

diyete dönüşür. Dolayısıyla katilin diğer kardeşine diyetin dörtte üçünü ödemesi gerekir. Bu, kendi

malından ve üç sene içerisinde ödenir.

Kuhistânî'de de şöyle bir meseleye yer verilmiştir: Ana-baba bir iki kardeşten birisi kasten

babalarını, diğeri de annelerini öldürse birincisinin ikincisini annesine karşılık kısasen öldürme

hakkı vardır. Birincisinden ise kısas düşer. Çünkü o, annesinden kendi kanından parasına vâris



olmuştur. Dolayısıyla cezasından bu kadarı düşer. Kalanı da mala dönüşür. İkinci kardeşin

vârislerine bir diyetin 7/8 (sekizde yedisi)ni öder.

«Sadruş'şerîa'nın tesviri ise ilh...» Sadruşşerîa şöyle demiştir: «Yâni baba, bir adamı öldürse ve

katilin oğlu kısasa veli olsa, kısas düşer.» Bunun tasavvuru: Oğlunun annesini veya oğlunun anne

bir kardeşini öldürmesi şeklinde olur. Cevhere.

«Bunda kısas hakkının oğul için sübûtu miras yoluyla değil, başlangıçtadır. ilh...» Vârisin, mûrisin

ölümünden önce affetmesinin sahih oluşu buna delildir. Mûris kısâs hakkına ölümden sonra mâlik

olacağı için, o esnâda temlik (af) yetkisine sahip olamaz. Demek ki vâris (oğul) kısasa daha baştan

mâliktir. Cevhere.

Cevhere'de daha sonra, bazı âlimlere göre kısas hakkının miras yoluyla sabit olduğu beyân

edilmiştir.

Müctebâ'da ise şöyle bir ifade yer almaktadır: «Kısas hakkı önce maktûlün hakkıdır. Sonra hilâfet

ve veraset yoluyla bu hak varise geçer. Yaralının affetmesi ile kısas hakkının düşmesi buna delildir.

Çünkü eğer kısas hakkı önce onun için sabit olmasaydı, affetmesi ile kısas düşmezdi.» Düşün.

«Eğer yaralı affederse ilh...» Bununla hür olan yaralıyı kastetmiştir. Kısâs; kendisinin değil,

efendisinin hakkı olduğu için kölenin affetme yetkisi yoktur. Bedâyi'den naklen Şürünbulâliye.

Musannıf, affın yaradan mı, yara ve ondan meydana gelen şeylerden mi, yoksa cinayetten mi

olduğunu beyan etmemiştir. Ayrıca yine affın taammüden olandan mı hataen olandan mı olduğunu,

diyet düşer mi, düşmezse caninin kendi malına mı akileye mi ait olduğunu beyân etmemiştir.

Bunların tafsilâtı inşallah «iki fiil» faslında gelecektir.

«Onlar için sebep tahakkuk ettiği için ilh...» Yani affetme sebebi yaralı ölmeden önce, yaralı için

asâleten, vâris için niyâbeten tahakkuk eder. Düşün ve Minah'taki Cevhere'den menkul ibareye bak.

«Ben derim ki ilh...» Bu her ne kadar, musannıfın sözü gibi zannedilmekte ise de, aslında Zâhidî'nin

Müctebâ'daki sözüdür. Minah'taki buna muhaliftir.

BİR UYARI:

Mîrac'da şöyle denilmektedir: Düşmanın zorla getirdiği birisinin müslüman olduğunu bilse ve

durumunu bildiği halde taammüden silah atıp öldürse, kıyasa göre kısas gerekir, istihsâna göre

gerekmez. Çünkü hadise öldürmeyi mubah kılan bir yerde olduğu için, kısası düşürecek şüphe söz

konusudur. Bu durumda katile kendi malından diyet gerekir, kefâret gerekmez. Eğer ölenin velisi

katile: «Onun zorla getirildiğini bildiğin halde kasten vurdun» dese, katil de: «Hayır, benim

maksadım müşrikleri vurmaktı» dese katilin sözü kabul edilir. Çünkü, düşman safına silâh atmak

caiz olduğu için, onun iddiası asıldır.

«Onu öldürmek için gayret etmek gerekir. ilh...» Yani öldürmeye yeltenmenin câiz olması gerekir.

Eşbâh'ta Cinlerin ahkâmından bahisle şöyle denilmektedir:

İnsanlar gibi, Cinnîlerin de haksız yere öldürülmeleri câiz değildir. Zeylaî, ulemanın şöyle

dediklerini nakleder: Doğru bir şekilde yürüyen beyaz yılanın öldürülmesi caiz değildir. Çünkü o

Cinlerdendir. Rasûlullah (S.A.V.) : «Ala ve kuyruğu kısa olanı öldürün, beyaz yılanı ise öldürmeyin

çünkü o cinlerdendir.» buyurmuştur.

Tahtâvî bu konuda şunları söyler: «Her türlü yılanı öldürmek caizdir. Çünkü Hz. Peygamber (S.A.V.)

Cinlerden ümmetinin evlerine girmemeleri ve kendilerini açığa çıkarmamaları konusunda söz aldı.

Sözlerine muhalefet ettikleri zaman ahdi bozmuş olurlar. Dolayısıyla yılanları öldürmekte mahzur

yoktur. En iyisi onları korkutmak ve azarlamaktır. «Allah'ın izni ile dön» veya: «müslümanların

yolundan çekil» denilir. Buna rağmen kaçmazsa öldürülür. Korkutmak, namazın dışında söz

konusudur.»

METİN

Katil başka bir şeyle öldürmüş olsa bile kısas kılıçla tatbik edilir. İmâm Şafiî farklı görüştedir.

Dürer'de Kâfî'den naklen: «Kılıçtan maksat, silahtır» denilmektedir.

Ben derim ki: Muzmarât'ın Hac bahsinde bu şu sözlerle açıkça beyan edilmektedir:

«Aletin tahsîsi, başkalarının buna ilhâkına mânî değildir. Görülmüyor mu ki biz, mızrak ve hançeri,

Rasûlullah'ın: «Kısas ancak kılıçla uygulanır» hadisindeki, kılıçla ilhak ettik.» Sirâciyye'deki: «Kısas

hakkı olan kişi kısası kılıçla uygular. Eğer kuyuya atar, veya taşla ya da başka bir şekilde öldürürse

hakkını almış olur, ama tâzir edilir.» tarzındaki sözleri, kılıçtan maksadın, silâh olduğuna hamledilir.



En iyisini Allah bilir.

Bunağın elinin kesilmesi ve yakınının öldürülmesi durumunda babanın kısas hakkı vardır. Bu kalbi

ferahlatmak içindir. Baba kısas hakkına sahip olduğuna göre, sulh hakkına da evleviyetle sahiptir.

Karşılıksız olarak affetme yetkisi ise yoktur. Çünkü bu bunağın hakkını iptaldir ki, ona malik

değildir.

Babanın sulh yetkisi, diyet miktarı veya daha fazla bir meblağ ile kayıtlıdır. Diyetten az bir para

karşılığındaki sulh ise caiz değildir. (Diyet ödenmesi gerektiğinde) tam diyet gerekir. Çünkü bu,

bunak için daha kârlıdır.

Esah olan görüşe göre; saydığımız bütün bu hususlarda kadı baba gibidir. Yani bir kimse öldürülse

ve kendisinin velisi bulunmasa, hâkimin katili öldürme ve bir meblağ üzere anlaşma hakkı vardır.

Topluma zarar vereceği için affetme yetkisi yoktur. Kardeş olan vasî de öldürme halinde, sadece

diyet miktarı bir meblağ karşılığında sulh yapma hakkına sahiptir. Organların telefi durumunda ise

kısâs yetkisi vardır. Bu istihsânın gereğidir. Çünkü organlar konusunda mala ait hükümler

uygulanır.

Sözü geçen konularda bulûğa ermemiş çocuk da bunak gibidir. Sayılan hususlarda, çocuk

yümeden büyüklerin kısâs uygulama yetkisi vardır. Bu konuda Ebû Yûsuf ile Muhammed farklı

görüştedir. Bu meseledeki asıl prensip şudur: Sebebi tam olarak bulunduğunda parçalanmayan

şey, herkes için tam olarak sabit olur. Evlendirme velâyeti kâfire emân verme meselesi buna

misâldir.

Eğer büyük çocuğa yabancı ise, çocuk bulûğa erinceye kadar kısâs hakkına sahip olamaz. Bunda

icmâ vardır. Zeylaî.

İZAH

«İmâm Şâfiî farklı görüştedir. ilh...» Şâfiîye göre, kâtil nasıl öldürmüşse, o şekilde öldürülür. Sadece

livâta ve içki içirmekle öldürmesi halinde yukarıdaki hükümden istisnâ olarak kılıçla öldürülür.

«Başka bir şekilde. ilh...» Yani ateşe atmak, üzerine hayvan sürmek gibi silahsız olarak öldürürse.

«Bunağın babasına kısâs hakkı vardır. ilh...» Çünkü kısâs hakkı kalbin ferahlaması için meş

olduğundan dolayı nefis üzerindeki velâyettendir. Dolayısıyla nikâhlama konusunda olduğu gibi,

babanın buna yetkisi vardır. Ama evlendirmeye yetkili olan herkes, kısâsa yetkili değildir. Meselâ

kardeş kardeşi evlendirebilir. Ama kısâs uygulama hakkı yoktur. Çünkü kısâs kalbin rahatlaması

için meşrû kılınmıştır. Babanın çocuğuna karşı tam bir şefkati vardır. Çocuğuna gelen zararı kendi

zararı sayar. Bu yüzden babanın gönlünün huzura kavuşması sanki oğul için hasıl olmuş gibi

sayılır. Kardeş ise böyle değildir. Hidâye şerhlerinde de böyle denilmiştir.

İtkânî bunağa kendisinden daha yakın birisi bulunmadığı zaman kar-deşin kısâs yetkisine sahip

olduğunu söyleyerek Hidâye şârihlerine itiraz etmiştir. Eğer bunağın kardeşinden daha yakın

akrabası varsa kardeş onu evlendirme yetkisine de haiz değildir. Çünkü kan konusunda hakkı olan,

Allah'ın farz kıldığı şekilde ölünün malında hak sahibi olandır. Bu hususta karı ve koca dahil,

erkekler ve kadınlar eşittir. Kerhî bunu sarahaten ifade etmiştir.

Bu görüş tenkit edilir. Çünkü; meselâ bunağın oğlu öldürüldüğü zaman baba malında hak sahibi

olduğu için kanında da hak sahibidir. Ama bunağın babası olmayıp ta kardeşi veya amcası olsa,

bunak sağ iken kardeş veya amca bunağın oğlunun kanı konusunda nasıl hak sahibi olabilir? Zira

bunların bunak üzerinde asla velâyet hakları yoktur. Bunak üzerinde velâyet hakkı olan vasînin

kısâs yetkisi olmadığına göre; hiç velâyet hakkı olmayan kardeşin nasıl kısâs yetkisi olabilir ki?

Evet, eğer maktûl, bunağın kendisi olursa İtkânî'nin dediği doğru olur. Herhalde mesele biraz

karışmış gibi. Bundan dolayı Sa'diyye'de: «Söz; oğul gibi, bunağın velisinin öldürüldüğü ve

babasının sağ olduğu zamanla ilgilidir. Bunağın kendisi öldürüldüğü zamanki durumda değildir.»

denilmektedir.

«Bunağın velisi öldürülmüşse ilh...» Yani oğlu ve annesi gibi. Minah. Bazı nüshalarda : «Yakı

öldürülürse» denilmektedir ki o daha doğrudur. Nihâye'de veli yakın ile tefsir edilmiştir. Nihâye

sahibi daha sonra şöyle der: «Yani bunağın bir oğlu olsa ve öldürülse, babasının -ki o öldürülenin

dedesidir- kısâs isteme ve sulh yapma yetkisi vardır.»

«Eğer diyetten daha azıyla olursa, sulh caiz olmaz ilh...» İtkâni buna, İmâm Muhammed'in diyet

miktarıyla kayıtlamadığını, aksine mutlak bıraktığını söyleyerek itiraz etmiştir.

Kerhî'nin Muhtasar'ında şöyle denilmektedir: «Birisinin başka birisi üzerinde öldürme veya

yaralamadan dolayı kısâs hakkı olsa ve az olsun çok olsun mal karşılığında sulh yapsa caizdir.»



Şelebî Kariu'l-Hidâye'den naklen İtkânî'nin itirazının vehim olduğunu söyler. Ebûssuûd ise: «Kerhî

açıkça söylemişken bu nasıl vehim olabilir?» der.

Ben derim ki: Nihâye'de ve diğer Hidâye şerhlerinde: «Sulh caiz olmaz.» sözünün yerine «diyeti

azaltmak caiz değildir. Eğer az olursa tam diyet gerekir.» denilmiştir. Bu gösteriyor ki diyeti

azaltmak değil, sulh caizdir. Onun için tam diyet gerekir. Aksi halde kısâs icap eder. Bu izahla

alimlerin sözlerinin arası uyuşturulmuş olmaktadır. Kerhî'nin belirttiği ve İmâm Muhammed'in

sulhun sıhhati konusundaki sözünün ifade ettiği manadan maksat, diyetin tamamının gerekli

oluşudur. «Diyeti azaltmak caiz değildir.» diyenlerin maksadı da budur. Şârihin burada Minah'a

uyarak: «Sulh sahih değildir» demesinden maksat da: Noksan miktarla lâzım olmayışıdır. Ama

bunu Hidâye Şârihlerinin söyledikleriyle ifade etseydi, daha uygun olurdu. Bu izahla İmâm İtkânî'nin

itirazının yerinde olmadığı açığa çıkmış oldu. Bu açıklamanın kıymetini bil.

«Çünkü o bunak için daha faydalıdır. ilh...» Âlimlerin sözlerinde bu gerekçe: «Sulha maliktir»

cümlesinin yanında yer almıştır. Doğrusu buradaki gerekçenin: «Çünkü bunda onun hakkının iptal

edilmesi vardır.» şeklinde olmasıdır.

«Hâkimin sulh yetkisi vardır. ilh...». Baba konusunda geçene kıyasla hâkimin sulhunun da diyet

miktarı veya daha fazlasıyla kayıtlanması gerekir. Yani diyeti indirerek sulh yapması caiz olmaz.

«Kardeş olan vasî de sulh yapabillr. ilh...» Ama Rahmetî, «Vasînin kısâs hakkına malik olamamada

kardeşe benzediğini, sulh yapmada ise öyle olmadığını, çünkü kardeşin, kardeşin malı üzerinde

tasarruf yetkisinin bulunmadığını söyler.» Fakat bu uzak bir anlayıştır.

«Sadece öldürmeden dolayı sulh yapabilir. ilh...» Yani daha önce geçtiği gibi vasînin affetme ve

kısâs yetkisi yoktur. Çünkü onun nefsi üzerinde velâyet hakkı yoktur. Kısâs ise, cana velâyet

kabilindedir. İbn-i Kemâl.

Buradaki «öldürmeden dolayı» sözü hiç olmasaydı daha iyiydi. Çünkü vasînin organlara işlenen

cinayette de sulh yetkisi vardır. Öldürmeden dolayı sulhta ise rivâyetler ihtilâflıdır.

Hasılı, Gayetü'l-Beyân'da Pezdevî'den nakledildiği üzere; «Babanın hem cana hem de organlara

karşı işlenen cinayetlerde kısâs isteme, sulh yapma hakkına sahip olduğunda ve af etme yetkisinin

bulunmadığında rivâyetler müttefiktir. Yine ittifakla vasînin cana karşı işlenen cinayette kısâs

isteme yetkisi yoktur. Ama organlara karşı onlarla kısâs yetkisine mâliktir. Organlara karşı işlenen

cinayetlerde ise sulh yapabilir, ama affedemez. Vasînin cana karşı işlenen cinayette mal

karşılığında sulh yetkisi olup olmadığı konusunda ise rivâyetler farklıdır. Camiussağîr'in aynı

bahisteki ifadesine göre sahih; Sulh bahsindeki ifadesine göre ise sâhih değildir.» Remlî birinci

rivâyetin tercih edildiğini söyler.

«İstihsânen ilh...» Kıyasa göre mâlik olmaz. Çünkü maksatlar aynıdır. O da kalbin rahatlamasıdır.

Hidâye.

«Çünkü organlar konusunda mallarla ilgili hükümler uygulanır ilh...» Onun için Ebû Hanîfe organa

karşı işlenen cinayette davalının yeminden imtinası üzerine hüküm verilmesini caiz görmüştür.

İtkanî.

«Çocukta bunak gibidir ilh...» Yani küçük çocuğun bir yakını öldürüldüğü zaman, babasının ve

vasîsinin bunağın babası ve vasîsinin yaptıklarını yapabilme yetkileri vardır; çocuğun babasının

kısâs ve sulh yetkisi vardır. Ama affedemez. Vasîsinin ise sadece sulh yapma hakkı vardır. Kardeş

ve benzerlerinin ise bunlardan hiç birine yetkileri yoktur. Çünkü bunak meselesinde beyan ettiğimiz

gibi kardeşin kardeş üzerine velâyet hakkı yoktur. Hindiy'de Muhît'ten naklen şöyle denilmektedir:

«Kısâs hakkının tamamı küçük çocuğa ait olduğu zaman ağabeyinin bu hakkı kullanma yetkisi

olmadığından âlimler ittifak etmişlerdir.» Meselenin tamamı az ileride gelecektir.

EK:

Hânûtî, katil öldürdüğünü inkâr ettiği ve vasî öldürdüğünü ispat edemediği zaman küçük çocuğun

vasîsinin mala kıyasla diyet miktarından daha az bir mala sulh yapmasının sahih oluşuna fetvâ

vermiştir. Bu fetvâyı verirken de İmâdiye'deki şu ifadelere dayanmıştır: «Vasî, ölünün veya çocuğun

bir adamdaki haklarından dolayı sulh yaptığı zaman; eğer adam borcunu ikrâr ederse veya aleyhine

delil varsa ya da aleyhine hüküm verilmişse alacaktan daha azı üzere sulh caiz değildir. Eğer böyle

değilse caizdir.»

«Büyüklerin kısâs hakkı vardır. ilh...» Yani bir adam öldürülürse ve onun büyük ve küçük velileri

olsa İmâm-ı Azam'a göre büyük velinin katili öldürmeye hakkı vardır. Çünkü bu ortak bir haktır.

Mebsût'a göre eğeryük, baba ise icmâen kısas hakkını kullanabilir. Birbirine yabancı olan büyük



ve küçüğün ortak olduğu bir kölenin öldürülmesinde olduğu gibi, büyük olan yabancı ise bu yetkisi

yoktur. Bu sözde, bütün hak sahiplerinin küçük olmaları halinde kardeşin ve amcanın kısâs

yetkilerinin olmadığında işaret vardır. Nitekim Câmiussağîr'de de böyle denilmektedir.

Bu durumda bir görüşe göre küçüklerden birinin büyümesi beklenir. Diğer bir görüşe göre ise,

İhtiyâr'da belirtildiği üzere devlet başkanı kısası uygular. Kadı da devlet başkanı gibidir. Yine

yukarıdaki sözde: Hak sahiplerinin hepsiyük olduğunda bir kısmı olmadan diğerlerinin kısâsı

uygulamayacakları, bunun için birisini vekil edemeyeceklerine de işaret vardır. Çünkü vekil eder de

kendisi hazır olmazsa, onun kısâsı affetme ihtimali söz konusudur.

Kısas uygulamaya, Allah'ın takdir ettiği üzere (ferâiza göre) ölünün malında hak sahibi olanlar

yetkilidir. Hulasa'da belirtildiği üzere karı ve koca da bu hükmün şümulüne girer. Yine yukarıdaki

sözden anladığımıza göre bu hakların kullanılmasında hâkimin hükmünün bulunması şart değildir.

Eğer öldürme hataen olmuşsa büyüğün kendi hakkını alma yetkisi yoktur. Nitekim Câmi'de de

yledir. Kuhistâni.

Bezzâziye'de belirtildiğine göre; hâkimin hükmü olsun olmasın kısâs sahibinin kısâsı uygulama

yetkisi vardır.

«Bu konuda Ebû Yûsuf ile Muhammed farklı görüştedir ilh...» Bunlara göre büyük ortak küçüğün

babası değilse, büyüklerin kısâs uygulama hakları yoktur. Nihâye. Ebû Yûsuf ile Muhammed bu

görüşe; meseleyi, kısâs hakkının iki büyük arasında ortak olduğu ve birisinin hazır olmadığı

durumundaki hükme kıyasla varmışlardır.

«Bu konuda asıl ilh...» İmâm Ebû Hanife'nin görüşünün delilini belirtmek için söylenmiştir.

Hidâye'de şöyle denilmektedir: «Ebû Hanîfe'nin delili şudur: Kısâs hakkı bölünmeyen bir haktır.

Çünkü bölünmeyen bir sebeple sabit olmuştur, o da akrabalıktır. O esnada küçüğün affetme

ihtimali yoktur. Dolayısıyla evlendirme velâyetinde olduğu gibi kısâs hakkı her biri için tam olarak

sabit olmuştur. İkiyüğün ortaklığı ise yle değildir. Çünkü hazır olmayanın affetme ihtimali

vardır.»

Sâ'dî; Aralarında akrabalık bulunmadığı halde kısâs hakkının karı koca için de sabit olduğu

gerekçesi ile, kısâsa yetkili olma sebebinin akrabalık olduğu görüşüne itiraz etmiştir. Tûrî bu itiraza

«hükmün ekseriyete binaen verildiğini veya maksadın varis olmayı gerektiren akrabalık olduğunu»

yleyerek cevap vermiştir.

«Ancak büyük küçüğe yabancı ise kısâsa mâlik değildir ilh...» Nihâye'de şöyle denilir: «Yabancı

birisi ve küçük arasında ortak olan köle teommüden öldürülürse yaboncının, küçük bülûğo

ermeden kısası uygu-lama yetkisi yoktur. Bunda icmâ vardır. Ama küçüğün babası varsa o yabancı

ortakla birlikte kısası uygulayabilirler.» Nihâye sahibi daha sonra Mebsût'tan naklen şöyle der:

«Çünkü sebep mülktür. O da ortaklardan her birisi için tam olarak teşekkül etmez. Zira köleye sahip

olmanın bölünmeye ihtimali vardır. Üzerinde durduğumuz mesele ise böyle değildir. Çünkü bunda

sebep akrabalıktır. Ve akrabalığın bölünmeye ihtimali yoktur.»

Benzerini biraz önce, Kuhistanî kanalıyla Mebsut'tan naklettiğimiz bu tasvir ve tâlilin zâhirinden

anlaşıldığına göre, yabancıdan maksat, kısâs hakkına akrabalık sebebiyle değil, mülkiyet sebebiyle

ortak olandır.

Bir adam öldürülse ve kendisinin halasının yetişkin bir oğlu, dayısının da küçük bir oğlu olsa;

bunlar yabancı oldukları halde yetişkin olanın halasının oğlunun) kısâs isteme yetkisi vardır. Çünkü

sebep, maktûle olan akrabalıktır ve o bölünmez. Aynı şekilde bir adam öldürülse ve geride bir

hanımı bir de başka bir hanımından küçük oğlu bulunsa hanımının kısâs isteme hakkı vardır. Zira

âlimlerin «akrabalık»tan kastettikleri, karı-kocaya da şamildir. Meşhur Fetavâsında büyük âlim İbn

Eş-şilbî de: Geride bir koca bir de başka kocadan küçük oğlu bırakarak öldürülen bir kadının kısâs

hakkının, oğul büyümeden önce kocaya ait olduğuna fetvâ vermiştir. Allâme Hânûtî'nin

Fetevâ'sındaki şu fetvâ ise Eş-şilbî'nin Fetvâsı ile çelişkilldir: Bir adam öldürülse ve geride yetişkin

bir kızı, küçük bir oğlu, dört de hanımı bulunsa, oğlanın bulûğa ermesi beklenir. Çünkü

hanımlardan bazısı maktûle yabancıdır.

Hânûti bu fetvâyı Zeylâî'nin ibaresine dayanarak vermiştir. Bu konu düşünülsün.

METİN

Bir katili, maktûle yabancı olan birisİ taammüden öldürürse kendisine kısâs gerekir. Çünkü

maktûlün (birinci katil) kanı, kâtile göre mâsumdur. Hatâen öldürmesi halinde ise diyet kâtilin

âkilesine gerekir.



Katilin öldürülmesinden sonra ilk maktulün velisi: «Ona öldürmesini ben emrettim» dese fakat

sözünü ispat için delil gösteremese, sözü kabul edilmez, yabancı olan katil yine öldürülür. Şu

mesele ise, yukarıdaki meselenin hilâfınadır: Birisi, başka birinin bahçesine kuyu kazsa ve oraya

bir adam düşüp ölse, sonra da bahçe sahibi: «Ona kazmasını ben emretmiştim» dese iddiası kabul

edilir. Çünkü bahçe sahibi o esnada da kuyu kazmasını emretme imkânına sahiptir, dolayısıyla

sözü tasdik edilir. Önceki mesele ise böyle değildir. Çünkü katil öldüğü için mahal kalmamıştır ve

velinin o anda katili öldürme emrini verme imkânı yoktur. Bu, kaide gereğidir. Bu sözün zahirinden

anlaşılan şu ki; kâtil kendi eceliyle öldüğünde olduğu gibi, bu durumda da maktulün yakınlarının

kısâs hakkı sona erer.

Maktûlün velilerinden (yakın akraba) bazısı olmadığı halde, bazıları kısası uygulamasalar hiçbir

tazminat gerekmez. Muctebâ ve Dürer'de şöyle denilmektedir: «İki kişi arasında ortak bir kan kısas

hakkı) olsa ve ortaklardan birisi affetmesi ile kendi hakkının düşlüğünü biliyorsa, kendisine kısâs

uygulanır. Bilmiyorsa kendi malından diyet öder. Şu mesele ise yukarıdakinin aksinedir: Birisi

taammüden öldürülmesi için bir adamı tutsa, maktûlün velisi de o tutanı öldürse kendisine kısâs

uygulanır. Çünkü tutanın kısâsen öldürülemeyeceğini herkes bilir.

İZAH

«Kâtilin velisi ben emrettim dese ilh...» Bundan anlaşılıyor ki, kısasa hakkı olan akrabanın, hakkını

hem bizzat kullanması, hem de başka birine kullandırması caizdir. Bu, Bezzâziye'de açıkça

belirtilmiştir. Ama başka birinin, müvekkil hazır olmadan kısası tatbik etmesi caiz olmaz.

«Velinin sözü kabul edilmez ilh...» Çünkü bunda başka birisinin hakkını düşürme söz konusudur. O

da birinci katilin velileri (akrabaları)dır.

«Bu kaide gereğidir ilh...» Bu konudaki kâide şudur: «Bir şeyi haber veren kişi, haber verdiği anda

o şeyi yapabilecek durumda ise sözü tasdik edilir, yapabilecek durumda değilse tasdik edilmez.»

Meselâ, karısını bir veya iki talâkla boşayan kişi, iddet bitmeden hanımına rücû ettiğ,ni söylerse,

sözü kabul edilir. İddet bittikten sonra haber verirse, kadının yalanlanması durumunda delil

getiremezse sözü kabul edilmez. Üzerinde durduğumuz meselede kişi izni haber verdiği zaman

bahçesine kuyu kazması için birisine izin verme imkânına sahiptir, öldürmesi için izin vermesi ise

mümkün değildir. Çünkü ortada öldürülecek kişi (mahal) kalmamıştır ki; o da ikinci maktûldür.

«Sözün Zahiri ilh...» Yani metindeki: «Katili bir yabancı öldürse kısâs gerekir...» sözünün zahiri

kastedilmektedir. Bu durumda birinci maktûlün velisinin kısâs ve diyet gibi bütün hakları düşer.

Kâtilin kimse tarafından öldürülmeden kendiliğinden ölmesinde de hüküm aynıdır.

Yukarıdaki, sözün zahirlik yönü musannıfın o hükme hiçbir şekilde itirazda bulunmamasıdır. Çünkü

daha önce de belirtildiği gibi, taammüden öldürmenin hükmü kısastır. Karşılıklı rıza olmadan kısâs

cezasının malî cezaya dönüştürülmesi mümkün olmaz. Burada da böyle bir şey olmamıştır. Ben

Tatarhâniye'de bu mesele ile ilgili olarak şöyle denildiğini gördüm: «Kâtil haklı veya haksız olarak

öldürülürse, malı bir ceza olmadan kısâs hakkı düşer. Kendiliğinden ölmesi halinde de durum

aynıdır.»

«Velilerden bazısı kısâsı uygulasa ilh...» Yani bir grubun hakkı olarak sabit olan kısâsı bazıları

uygulasalar. Bu meselenin: «Katili bir yabancı öldürse» sözünden önce yer alması gerekirdi. Çünkü

burası, o sözden önceki konu ile bağlantılıdır. Şârihler bunu, İmâm Ebû Hanîfe'nin: «Kısâs her biri

için bütünü ile sabit olur» hükmünü teyit için zikrederek şöyle demişlerdir: «Buna delil, kısâs hakkı

olanlardan birisi diğerleri olmadan kısâsı uygulasa, onlara da katile de bir şey vermesi gerekmez.

Eğer onun için kısâs hakkının tamamı sabit olmasaydı, hakkı tümü ile kullandığı için diğerlerine

tazminat ödemesi gerekirdi.»

«İki kişi arasında ortak bir kan ilh...» Yani iki kişinin üçüncü bir şahıs aleyhine sabit olan kısâs

hakkı Dürer'in ibaresi de aynen buradaki gibidir. Müctebâ'daki ifadeler ise şu şeklidedir: «İki kişi

kısâs hakkına ortak olarak sahip olsalar ve bunlardan birisi katili affetse, diğeri öldürse; eğer

öldüren, diğer hak sahibinin affettiğini bilmiyorsa kıyasa göre onun da öldürülmesi gerekir.

İstihsâna göre ise öldürülmez. Ama eğer affı bilir fakat, o durumda öldürmesinin haram olduğunu

bilmez de: «Benim onu öldürmenin helâl olduğunu zannettim» dese öldürülmez; kendi malından

diyet ödemesi gerekir. Eğer katili öldürmesinin haram olduğunu biliyorsa; hâkim affeden ortağın

hissesindeki kısâs hakkının düştüğüne hükmetmiş olsun olmasın öldürülür. Bu şu meseleye

benzer: Birisi, bir adamı, bir başkası taammüden öldürünceye kadar tutsa, sonra da ölenin velisi

tutanı öldürse o da öldürülür. Hâkim, tutanın öldürülmeyeceğine hükmetmiş olsun olmasın

farketmez.»



«Çünkü tutana kısâs uygulanmayacağını herkes bilir.» Yani herkes bilir ki, onu öldürmek helâl

olmaz. Maktûlün velilerinden birisinin affettiği ise böyle değildir. Çünkü diğerlerinin hakkının düşüp

düşmediği açık değildir. Dürer de Muhît'ten nakledildiğine göre bu konu ihtilâflıdır. Bazı âlimlere

göre, velilerden birisinin affetmesi ile kısâs düşmez. Onun için, diğer velinin kısâs hakkının devam

ettiğini zannetmesinde şüphe vardır.

METİN

Bir kimse bir adamı yaralasa ve yaralı ölse; maktûlün velileri onun yara sebebiyle öldüğüne; vuran

da yaranın iyileştiğine ve adamın daha sonra öldüğüne delil getirseler, velinin delili üstün tutulur.

Muinu'l-Hukkâm El-Hâvî'ye nispet ederek.

Maktûlün velileri onu (meselâ) Zeyd'in yaralayıp öldürdüğüne delil getirseler, Zeyd de maktulün:

«Beni Zeyd yaralamadı ve öldürmedi» dediğine delil gösterse; Zeyd'in delili üstün tutulur. Müştemil

Mecmeu'I-Fetâvâ'ya nispet ederek.

Yaralı: «Beni falan öldürmedi» dese sonra da ölse, bu sebeple varislerinin yaralayanı dava etmeye

hakları yoktur. Bir görüşe göre de: yara, hâkim veya insanlar tarafından biliniyorsa davaları

dinlenir. Kınye.

Dürer'de, Mes'udiyye'den naklen şöyle denilmektedir: «Yaralı veya velileri yaralamadan sonra,

ölümden önce yaralayanı affederse, istihsânen bu af caizdir.»

Vehbâniyye'de de şu ifadeler yer almıştır: Yaralı: «Beni falan öldürdü» dese ve ölse, varisi ise onu

başka birinin öldürdüğüne delil getirse delil dinlenmez. Çünkü bu, varis bırakan (maktül)'ın hakkıdır

ve onları (şahitleri) yalanlamıştır. Yaralı: «Beni falan yaraladı» dese ve ölse, oğlu ise onu diğer

oğlunun hataen yaraladığına delil getirse, bu delil kabul edilir. Çünkü bu onun mirastan

mahrumiyetini gerektirir.

Birisi birine zehir verse ve adam ölse; eğer adam onun zehir olduğunu bilmeden yemiş ve ölmüşse

zehir verene kısas da diyet de gerekmez, ama hapsedilir ve tazir cezası verilir. Eğer zehiri ağzına

dökerse, âkilesinin diyet ödemesi gerekir. Zehiri içecek bir şey içerisinde verir ve adam onu içip

ölürse bunun hükmü önceki meselenin hükmü gibidir. (Yani kısas da diyette gerekmez hapis ve

tazir gerekir.) Çünkü ölen onu, kendi ihtiyarı ile içmiştir. Şu var ki, onun verilişinde kandırma söz

konusudur. Bundan dolayı da sadece tazir ve tövbe istiğfâr icap eder.

Adam birisini (toprak kazmakta kullanılan) bei ile vurarak öldürürse: Eğer belin demir tarafı

değmişse veya sırt tarafı rastlayıp da yaralamışsa, Musannıfın Müctebâ'dan nakline göre icmâen

kısâs uygulanır. Ama demir taraf isabet etmemişse ya da sırt tarafı denk gelip de yaralamamışsa

Tahâvî'nin rivâyetine göre kısâs uygulanmaz. Zahiri rivayete göre demir, bakır, altın ve benzeri

madenlerle vurulduğunda yara olmadan da kısâs uygulanır. Dürer'de bu nakil Kâdîhân'a nisbet

edilmiştir. Musannıfın Hulâsa'dan nakline göre ise: Kısasın gerekmesi için, İmâm Ebû Hanife'ye

göre, yaralamaya itibar edilir. İbn-i Kemâl de bu nakli esas almıştır.

Müctebâ'da : «Bir adam. birisine kınındaki kılıçla vursa ve kılıç kını yarıp adamı öldürse Ebû

Hanife'ye göre kısâs gerekmez» denilmektedir.

İZAH

«Maktûlün velisinin delili üstün tutulur ilh...» Bu, Kınye sahibinin: «Biri birine zıt iki beyyine»

bahsinde söylediğine uygundur. Bazıları, bunun gerekçesinin: Velilerin delilinin ispat edici, vuranın

delilinin ise nefyedici oluşunun olduğunu söylemişlerdir. Ama bu, hulâsa sahibinin, «Dâvâ

bahsi»nin sonundaki şu sözlerine aykırıdır: «Bir adam, birisinin câriyesinin karnına vurduğunu ve

bunun üzerine cariyenin öldüğünü iddia etse, vuran da bu iddiayı reddederek câriyenin, o

vurduktan sonra çarşıya çıktığını söylese, bu sözü kabul edilmez. Fakat, vurduktan sonra cariyenin

sıhhatli olduğunu ispat etse o zaman sözü kabul edilir. Vuran, cariyenin vurduktan sonra

iyileştiğine, sahibi de vurma ile öldüğüne delil getirseler iyileştiğini gösteren delil daha üstün

tutulur. Bezzâziye ve Müştemilü'l-Ahkâm'da da böyle denilmektedir. Ebussuud'un fetvâsı da bu

istikamettedir.» Şeyh Gâmin El-Bağdâdî Teâruzu'l-Beyyine'sinde aynısını söyler.

Musannıf burada söylediğini Bahr'e uyarak Şehâdetler Bahsi'nde Şehâdette İhtilâf konusunun

hemen başında da söylemiştir. Düşün.

«Zeyd'in delili daha makbuldür ilh...» Çünkü o, iddiayı ortadan kaldırmayı değil, hak sahibinin

sözünü ispat etmektedir.

«Vârislerinin dâvâ etme hakları yoktur ilh... Çünkü vâris önce ölünün hakkını iddia etmekte sonra

da ona miras yoluyla intikal etmektedir. Eğer muris (ölen) sağ olsaydı, sözleri arasında tenâkuz



olduğu için bu şekildeki iddiası kabul edilmezdi. Onun için davâ edenin iddiası da aynı şekilde

kabul edilmez. Velvâliciyye.

Muhît müellifi, bu hükmün yaralayanın yabancı birisi olması halinde olduğunu, vâris olması

durumunda ise sâhih olamayacağını söyler.

Ben derim ki: Görünen o ki; Muhît'ten, naklettiği, yaralama hadisesinin hataen olma

durumundadır. Çünkü bu, vârisini maldan ibrâ manasına gelir. Tahtavî.

Musannıfın sözlerinin taammüden öldürme ile kayıtlı olduğunu söyler. Ama aynı meselede öldürme

hataen vuku bulmuşsa, varislerin delili kabul edilir ve diyetin üçte biri düşülür. Ölenin: «Beni o

yaralamadı» sözü diyeti düşürmek maksadıyla söylenmiş kabul edilir. Bu da ancak üçte birde

geçerlidir.

«Vâris başka birinin öldürdüğüne delil getirse ilh...» İbarenin devamından, bu başka birinin,

vârislerden başka bir yabancı olduğu anlaşılmaktadır.

«Onları yalanlamıştır ilh...» Eşbâh Haşiyesi'nde Mecmûun-NevâziI'den nakledildiğine göre, buradaki

«onlar» dan maksat, şahitlerdir.

«Bir oğlu, diğer oğul aleyhine delil getirse ilh...» Eşbâh'ın ibaresi; «Oğlu, başka birisinin

yaraladığına delil getirse...» şeklindedir. Fakat, buradaki ifade doğrudur. Bundan dolayı Bîrî:

«Eşbah'taki ifade nakledilen görüşe aykırıdır.» demiştir.

«Çünkü onun mirastan mahrumiyetini gerektirir ilh...» Bu, yabancı birisi aleyhine beyyine ikame

edildiğinde kabul edilmeyip de, yaralının aleyhine gösterilen beyyinenin kabul edilişi arasındaki

farkı açıklamaktadır.

Zâhiriyye'de: «Bunun sebebi şudur: Beyyine, oğlun mirastan mahrum bırakılması üzerine kâim

olmuştur. Biz miras konusunda bunu kabul edince, diyeti de âkileye gerekli kıldık» denilmektedir.

«Eğer onu yerse ilh...» Yani kendi iradesi ile. Eğer, «onu içerse» denilse idi daha güzel olurdu.

«Onu ağzına dökerse ilh...» Yani zorla boğazına dökerse. Aynı şekilde, zehiri ona verir ve içmesi

için zorlar ve maktûl de içerse kısâs gerekmez. Âkile'nin diyet ödemesi icap eder. Tatarhâniyye.

Yine Tatarhâniyye sahibinin dediğine göre mesele Zahîre'de Asl'a nispetle hiçbir ihtilâf ve tafsilata

yer verilmeden mutlak olarak zikredilmiştir.

Meselenin hükmünün böyle oluşu; Ebû Hanife'nin genel prensibine ters düşme. Çünkü öldürme,

yaralayıcı olmayan bir şeyle olmuştur. Dolayısıyla onun görüşüne göre amde benzeyen hata ile

olmuştur. Meseleye Ebû Yûsuf ile Muhammed'in görüşleri açısından bakıldığında ise: Alimlerin

bazılarına göre; eğer zehir boğazına dökülür ve öldürecek miktarda olursa bu, taammüden

öldürme; öyle değilse amde benzer hata ile olmuş olur. Diğer bazı âlimlere göre ise mutlak olarak

(az olsun çok olsun, boğaza dökülsün kendi içsin) her üç İmâma göre de amde benzeyen hatadır.

Sâlhânî, hocası Ebussuud'un; «Yol kesme» konusunda: «Eğer zehirle öldürürse kısâs gerekir.

Çünkü zehir, ateş ve bıçağın yaptığını yapar» dediğini ve Semerkandî'nin de bu görüşü tercih

ettiğini nakleder. Yani boğazına akıttığında veya içmesi için zorladığında yledir. «Ona sadece

ta'zir ve tevbe-istiğfar gerekir ilh...» Çünkü o, bir adamın ölümüne sebep olduğu için günah

işlemiştir.

BİR UYARI:

Bir kimse, başka birini dua ile, gizli oklarla veya Enfâl Sûresini okuyarak öldürdüğünü iddia ederse

bir şey lâzım gelmez. Bu. düpedüz yalandır. Çünkü, gaybı bildiğini iddia etmek manasına gelir.

Halbuki Allah C.C.: "Gaybı Allah'tan başka hiç kimse bilemez» âyetiyle, insanların gaybı

bilemeyeceğini haber vermiştir. Onun adamı bunlardan biri ile öldürdüğüne delâlet eden hiçbir delil

yoktur. Yalan yere ikrardan dolayı da birşey lâzım gelmez. Bu; bir kimsenin, kendisinden daha yaşlı

birisinin kendi oğlu olduğunu ikrâr etmesine benzer.

Bir kimse, bir adamı Allah'ın kahredicilik vasfını taşıyan isimlerini okuyarak öldürdüğünü iddia etse,

bunun gerçekliği konusunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Esah olana göre bundan dolayı da bir şey

gerekmez. Çünkü Şeriat bunu ölüm âleti ve ölüm sebebi saymamıştır. Bu meseleleri Bîrî Havî'den

nakletmiştir. Kınye.

Burada müellif, birisi göz değmesi ile öldürdüğünü iddia eden kişi konusunda bir şey

ylememiştir. Düşün.

«Yahut belin sırtı ile öldürmüşse ilh..Ama belin sapı değerse bu, bir ağırlıkla öldürmeye benzer.



Bu mesele, konunun baş tarafında geçti. Mi'râc. Yâni bu amde benzeyen öldürmedir.

«İmâm Ebû Hanife'ye göre yaralamaya itibar edilir ilh...» Hidâye'de bu açıkça belirtilmiş, Şarihler ise

ona uymamışlardır. Fakat Hidâye'den nakletmek daha iyidir. Çünkü o daha kuvvetlidir.

«Kınındaki kılıçla vurursa, İmâm Ebû Hanife'ye göre kısos gerekmez.» Çünkü vuran, yaralayıcı bir

aletle vurmayı kastetmemiştir. Velvâliciyye.

Ben derim ki: Bu, taammüden öldürmenin daha önce geçen tarifine uygun düşmektedir. Zira

taammüden öldürmenin tahakkuku için yaralayıcı (organları kesici) bir âletle vurulmuş olması

gerekir. Bu tariften istifade ile denilebilir ki: Bu meselede eğer kılıçla kasten vurursa kısas gerekir.

Çünkü yaralama, yaralayıcı bir âletle kasten vurularak gerçekleşmiştir. Konunun bar tarafında,

Müctebâ'dan naklettiğimiz: «Taammüden öldürmede, öldürme kastının bulunması şart değildir.»

cümlesine gelince bundan anlaşılan şudur: Bir kimse keskin bir âletle kasten vurduğu zaman,

öldürme maksadının bulunması şart değildir. Şart olan, kasten vurmaktır, öldürmeyi kastetmek

değil. Ayrıca her keskin âletle öldürmek, taammüden öldürmek değildir. Çünkü bazen keskin âletle

hataen öldürme de olabilir. Onun için, taammüden öldürmede kesici âletle kasten vurulmuş olması

şart koşuldu. Üzerinde durduğumuz meselede de; maksat kılıcı vurmak olmadığı için, sonunda

ölüm olsa da bu öldürme taammüden öldürme sayılmaz.

METİN

Boğazını sıkarak ve suda boğarak öldürmekten dolayı kısâs gerekmez İmâm Ebû Yûsuf İmâm

Muhammed ve İmâm Şâfiî ise aksi görüştedir.

Birisi birini odaya hapsetse ve adam açlıktan ölse Ebû Hanife'ye göre hiç bir tazminat gerekmez.

Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ise diyet ödemesi icap eder. Eğer bir adam birisini diri diri toprağa

gömse ve adam ölse İmâm Muhammed'den gelen bir rivâyete göre kısâs uygulanır. Müctebâ.

Peşipeşine kamçı vurarak öldürmesi durumunda ise kısâs icap etmez. Nitekim ileride gelecektir.

Müctebâ'da belirtildiğine göre; birisi boğarak öldürmeyi âdet edinmişse siyaseten öldürülür.

Sihirbazda olduğu gibi, yakalandıktan sonra tövbe ederse, tövbesi kabul edilmez.

Bir kimse bir adamın elini ayağını bağlasa ve bir aslanın veya bir yırtıcı hayvanın önüne atsa ve

hayvan onu öldürse kısâs da diyet te gerekmez. Fakat, tazir edilir, dövülür ve ölünceye kadar

hapsedilir. Bezzâziye'de; bu cezalara ilâveten İmâm Azam'a göre diyetin de gerekli olduğu ifa-de

edilmektedir.

Eğer bir çocuğu bağlasa da güneşe ya da soğuğa atsa ve çocuk ölse, bunu yapanın âkilesine diyet

icap eder.

Hânîyye'de şöyle denilmektedir; «Bir kimse, bir adamı bağlayıp denize atsa ve adam dibe çöküp

boğulsa, İmâm Ebû Hanife'ye göre atanın âkilesinin diyet ödemesi icap eder. Ama denize atılan

adam bir müddet yüzse ve daha sonra boğulsa diyet gerekmez. Çünkü o kendi aczi sebebiyle

boğulmuştur. Birinci meselede ise suya atılması sebebiyle ölmüştür.»

Bir adam, birisinin boynunu kesse, ama ümüğün bir kısmı kalsa ve adamın daha canı çıkmamışken

bir başkası öldürse, ona kısâs gerekmez. Çünkü o ölü hükmündedir.

Bir kimse can çekişirken, birisi gelip öldürse kısâs uygulanır. Ancak, adamın artık yaşamayacağı

biliniyorsa kısâs gerekmez. Hâniyye'de de böyledir.

Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Birisi, demirle bir adamın karnını yarsa, bir başkası da boğazını

kesse; eğer karın yarıldıktan sonra yaşama ümidi olursa boğazını kesen öldürülür, boğazı kesene

de tazir cezası verilir.»

İZAH

«İmâm Ebû Yûsuf ve İmâm Muhammed aksi görüştedirler ilh...» Bunlara göre, kısas uygulanır.

Velvâliciyye'de şöyle denilir: «Bu hüküm, boğma halinin ölünceye kadar devam etmesi halindedir.

Ama ölmeden önce boğmayı bırakmışsa, bakılır. Eğer boğma hali, çok kere bir adamın öleceği

kadar bir müddet devam etmişse Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre kısâs gerekir. Ama o kadar

devam etmemişse icmâen kısâs uygulanmaz.»

Suda boğma meselesinde de; öldürmenin onlara göre taammüden saldırıp kısâs uygulanması için,

suyun kurtulunmayacak kadar derin olması gerekir. Fakat su, düşenin genellikle ölmeyeceği kadar

az olursa veya çok olur ama; atılan adam yüzmesini bilir ve bağlı olmadığı için de yüzüp kurtulma

imkânına sahip olursa bu öldürme, amde benzeyen öldürmedir. Tatarhâniyye ve başka kitaplarda

yle denilmiştir.



«Bir odaya hapsetse ilh...» Tatarhâniyye'de Muhît'ten naklen mutlak bir ifade kullanılmıştır.

Zahiriyye'den naklen ise: «Eğer adamı bağlar ve bir odaya hapsederse» denilmiştir. Bence önemli

olan; ister bağlı olsun ister çözük; dışarıya çıkma imkânına sahip olmamasıdır.

İmâm Ebû Yûsuf ile İmâm Muhammed diyet gerekir dediler.» Tatarhâniyye'de; Muhît ve Kübrâ'dan

naklen: «Ona diyet gerekir.» Hâniyye ve Zahiriyye'den naklen ise: «Akilesine diyet gerekir.»

denilmektedir. Anlaşılan, önceki nakilde, «âkile» kelimesi düşürülmüştür. Yani doğrusu diyetin

âkile gerekmesidir.

Zahiriyye'de; bu konuda müftabih olan görüşün İmâm Ebû Hanife'nin «hiçbir şey gerekmediği»

tarzındaki görüşü olduğu beyân edilmiştir.

Tahtâvî, Cinayetler bahsinin başında: Hamevî Şerhi'nde Hazânetu'l-Müftih'den naklen şöyle

denildiğini söyler: «Bir kimse birini, kuyuya atsa veya bir dağın tepesinden ya da bir evin damından

aşağı atsa kısâs uygulanmaz. Bir kimse, bir adamın üstüne çamurdan oda yapsa ve adam açlıktan

veya susuzluktan ölse tazminat gerekmez. Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre ise, bu işi yapanın diyet

vermesi icap eder. Çünkü bu hareket, ölüme sebep olan bir davranıştır. Bundan dolayı da tazminat

icap eder. Zalimleri zulümden vazgeçirmek için, zamanımızda Ebû Yûsuf ile Muhammed'in görüşü

tercih edilmelidir.»

«İmâm Muhammed'den gelen bir rivâyete göre kısâs uygulanır ilh...» Mi'râc'da nakledildiğine göre

bu hüküm: İmâm Muhammed'in amde benzeyen öldürmede kısasın gerekli olduğu görüşüne

binaendir. Ya da bu öldürmeyi taammüden öldürme saymıştır. Nitekim Tatarhâniyye'de: «Bu durum

da toprağa gömen de öldürülür. Çünkü onu taammüden öldürmüştür. Bu İmâm Muhammed'in

görüşüdür. Müftabih olan ise; âkilesine diyet gerektiğidir.» denilir.

Bu mesele ile odaya hapsedip ölünceye kadar çıkarmamanın -ki bundan dolayı müftabih olan

görüşe göre bir şey gerekmez- arasındaki farksa şudur: Yemek ve su insanın ihtiyaçlarındandır.

Toprağa gömmede ise kederden ölmüştür. Keder ise insanda sürekli görülen ve ondan ayrılmaz bir

hal değildir. Dolayısıyla bunda ölüm bu işi yapana nispet edilir. Nitekim Zahîriyye'de de böyle

denilmiştir.

«Peşipeşine kırbaç vurarak öldürse ilh...» Kısâs gerekmez. İtkânî: «Küçük bir kamcıyı veya küçük

bir sopayı vura vura öldürse kısâs gerekmez. Ama Şâfiî'ye göre; dayanılamayacak bir şekilde

devamlı vurur ve adam ölürse kısas uygulanır.» der. Daha önce bunun, Ebû Hanîfe'ye göre amde

benzeyen, İmâmeyn'e göre ise taammüden öldürme olduğu nakledilmişti.

«Eğer boğmayı adet haline getirmişse ilh...» Hâniyye'de şöyle denilmektedir: «Birisi, bir adamı

boğarsa öldürülmez. Ancak, boğuculukla tanınan birisi ise ve birden fazla kişiyi boğmuşsa

siyaseten öldürülür.»

Şârihin, Cihâd Bahsinin başındaki sözleri de «Ancak bir defa boğmuşsa öldürülmez.» şeklindedir.

Şârih bunu, Musannıfın oradaki, «Şehirde, birden fazla kişiyi öldüren kişi öldürülür.» sözünden

sonra söylemiştir. Bundan anlaşılan; tekrarın iki defa ile hasıl oluşudur. Sonra bu sadece boğmaya

mahsus değildir. Nitekim, daha önce de belirtildiği üzere, amde benzeyen öldürmelerde kısâs

uygulanmaz. Ancak bu öldürmenin tekrarlanması durumunda devletin siyaseten öldürme yetkisi

vardır.

«Yakalandıktan sonra tövbe ederse ilh...» Ama, yakalanmadan önce tövbe ederse, tevbesi kabul

edilir. Müctebâ.

«Bir adamı bağlayıp da aslanın veya başka bir yırtıcı hayvanın önüne atarsa kısâs da diyet de

gerekmez.» Bir yırtıcı hayvanla birlikte bir odaya hapsedip kapıyı kapaması ve hayvanın öldürmesi

durumunda da hüküm aynıdır. Bir yılanın veya akrebin sokması halinde de kısâs ve diyet gerekmez.

Ancak bu muameleye tabi tutulan, çocuk olursa diyet icâp eder. Tatarhâniyye.

Tahtâvî de Hindiye'den bunun benzerini naktetmiştir.

Yukarıdaki: «Diyet icap eder» sözü, «katilin âkilesine diyet icap eder, demektir. Çünkü İmâm Ebû

Hanife'nin görüşüne göre bu şekildeki öldürmeye, taammüden öldürme denilmez. Bu meselede,

çocukla, adamın hükümleri arasındaki farkı düşün. Musannıf, Kasâme Bahsinin baş tarafında şöyle

diyecektir: «Bir kimse bir çocuğu kaçırsa ve çocuk yıldırım çarpması veya akrep sokması sebebiyle

ölürse, kaçıranın âkilesinin diyet ödemesi gerekir.»

Şarih orada bunun gerekçesinin çocuğu kaçıranın ölüme sebep oluşu olduğunu söylemiştir. Yine

orada: «Bir hürü bağlı olarak götürür ve bu bağdan kurtulması mümkün olmazsa, tazminat öder»

denilir. Bu ifadenin gereği, çocukla büyük insan arasında farkın olmamasıdır. Bu, yine orada



Bezzâziye'den nakledilen ifadelere uygundur. Bu konuda geniş malûmat inşallah işaret edilen yerde

gelecektir.

«Bir çocuğu bağlasa ilh...» Bunu Tatarhâniye sahibi söylemiştir. Ondan önce: «Eğer bir adam bir

çocuğu veya adamı bağlayıp güneşe koysa, diyet ödemesi icap eder» der. Yani daha önce de

ylediğimiz gibi, diyet âkileye gerekir. Güneşe bırakmakla yırtıcı hayvana bırakmak arasında ne

fark olduğu düşünülsün. Çünkü bunlardan her biri ve öldürmeye sebep olan her türlü şey için

hüküm yoktur. Anlaşılan bu, o rivâyetin bir fer'idir.

«Boğulursa ilh...» Yani onun, bundan dolayı öldüğü bilinirse. Tatarhâniyye'de şöyle denilir. «Eğer o

suya atıldığı zaman suya gömülür ve öldü mü yoksa çıktı mı bilinmezse ve onun bir izi bulunmazsa,

öldüğü bilinmedikçe hiçbir şey gerekmez.»

«Eğer bir müddet yüzerse ilh...» Yüzmeyi iyi bilirse durum yine aynıdır.

«Çünkü o ölü hükmündedir ilh...» O, bu halde iken oğlu ölürse, oğlu ona varis olur ama o oğluna

varis olamaz. Zahîre. T.

«Ancak onun, bundan dolayı yaşayamayacağı bilinirse ilh...» Musannıf bu cümlede, Mînah'taki

ifadeye uymuştur. Doğrusu: «Katil onun yaşamayacağını bilse bile» şeklinde olmalıydı. Ben,

Hâniyye, Hulâsa, Tatarhâniyye ve Bezzâziye'de böyle gördüm.

«Karnını yarsa ilh...» Tatarhâniyye'de şöyle denilmektedir: «Karnını yarsa ve barsaklarını çıkarsa,

sonra da bir başkası boynunu kasten kılıcı vursa katil ikincidir. Eğer hataen olmuşsa diyet gerekir.

Karnını yaranın üçte bir diyet vermesi icap eder. Demir sırt tarafına girerse üçte iki diyet verir. Bu

hüküm, karnını yardıktan sonra bir gün veya günün bir kısmında yaşadığı takdirdedir. Ama eğer

karnı yarılınca, kendisinde yaşama ümidi kalmaz ve ondan sadece ölüm çırpınması görülürse, kâtil

birincisidir. Bunu taammüden yapmışsa kısâs, hataen yapmışsa diyet gerekir.»

Herhalde bununla can çekişmesi meselesi arasındaki fark; can çekişme halinde ölümün muhakkak

olmayışıdır. Hasta bazen can çekişir gibi görünür, hatta öldüğü zannedilir ve ona ölü muamelesi

yapılır, ama adam daha uzun süre yaşar. Karnı yarılıp barsakları çıkarılan iseyle değildir. Çünkü

onun öleceği muhakkaktır. Fakat karnı yarılanda bir gün yaşayacak kadar hayat olursa, bu Şer'an

muteber bir hayattır -Nitekim bu meseleye Zebâih bahsinde temas edilmiştir.- Bundan dolayı, bu

durumda katil ikincisidir. Ama, karnı yarıldığından dolayı ölüm çırpınması gibi çırpınırsa, ondaki

hayata itibar edilmez. Hükmen ölü demektir. Onun için katil, birincisidir. Benim anladığım bu.

Düşünülsün.

METİN

Birisi, bir adamı kasten yaralar ve adam yatağa düşüp ölürse yaralayana kısâs uygulanır. Ancak,

yaralının boynunun kesilmesi ve yaranın iyi olması gibi ölümün yaraya nispetini kesecek bir durum

varsa müstesnâ.

Daha önce de belirttiğimiz üzere yaralı veya velileri adam ölmeden yaralayanı affederlerse

istihsânen bu af sahîhtir. Bir kimse, kendisinin, Zeyd'in, bir aslanın ve bir yılanın birer fiili sebebiyle

ölürse, eğer öldürme taammüden olmuşsa, Zeyd'in üçte bir diyet ödemesi gerekir. Taammüden

olmamışsa, üçte bir diyet, Zeyd'in âkilesine gerekir. Çünkü aslanın ve yılanın fiili tek cinstir ve

dünyada ve âhirette karşılıksızdır. Zeyd'in fiili hem dünya hem de âhirette muteberdir. Adamın

kendisinin fiili ise dünyada karşılıksız, âhirette ise muteberdir. Adamın bu fiili karşılığında günahkâr

olacağında icmâ vardır. Demek ki adamın ölümüne sebep olan fiiller üç çeşittir. Bunun ifade ettiği

şudur: Maktûlün fiilinin, aslanın ve yılanın fiillerinden ayrı bir cins sayılması için uhrevî mesuliyet

açısından muteber olması gerekir. Kâtiller birden fazla bile olsa diyet de üçte biri geçmez. Çünkü

her cinsin fiili tektir. İbn-i Kemâl.

İZAH

«Ancak, ölümün yaraya nispetini kesen bir şey varsa müstesnâ ilh...» Minah'ta şöyle denilmektedir:

«Çünkü yaralamanın, ölüm sebebi olduğu açıktır. O halde, boğazını kesmek ve yaranın iyi olması

gibi, ölümün yaraya nispetini engelleyen bir şey olmadıkça, ölüm yaraya nispet edilir.»

«Zeyd diyetin üçte birini öder ilh...» Çünkü âkile, taammüden öldürmelerdeki diyeti yüklenmez. Ama

daha önce belirtildiği ve ileride de geleceği gibi kısâs da uygulanmaz. Kısâs hakkı bölünemeyeceği

için, birisini öldürdüğü zaman kısâs uygulanmayan biri ile birlikte bir adamı öldürene kısâs

uygulanmaz.

«FiiIIer üç çeşittir iIh...» Sanki ölen üç fiil sebebiyle ölmüştür. Her bir fiille telef olan adamın üçte

biridir. Dolayısıyla ona diyetin üçte birini vermesi gerekir. Hidâye.



«Fiilinin ayrı sayılması için ilh...» Çünkü eğer aslanın fiili gibi uhrevî mesuliyet açısından da

muteber olmasaydı Zeyd'in, diyetin yarısını ödemesi gerekir.

«Katil birden fazla bile olsa diyet üçte biri geçmez ilh...» Yani Zeyd'in yanında başka bir kişi daha

olsa üçte bir diyeti birlikte verirler.

Ben derim ki: Tatarhâniyye'nin Çeşitli Meseleler bahsinde şöyle denilmektedir: «Birisi bir ada

yaralasa, sonra bir başkası daha yaralasa, daha sonra da bunlara yaptığı karşılığında mesuliyet

gerekmeyen birisinin yaralaması eklense, adamlardan her birine üçte bir diyet icap eder. Geriye

kalan üçte bir de hederdir.»

Aynen buna benzer ifadeler. Cevhere'de, kölenln cinayeti konusunun baş tarafında da vardır.

Tûrî'nin, Tekmilesi'nde de şu cümleler yer almaktadır: «Bir kimse birisinin elini kesse, başka biri

yaralasa, eli kesilen kendi kendini yaralasa ve bir de yırtıcı hayvan parçalasa, el kesene ve

yaralayana ayrı ayrı dörtte birer diyet ödemeleri icap eder. Çünkü bir can dört ayrı cinayetle telef

olmuştur. Bunlardan ikisi muteberdir.»

Bu ibarenin benzeri ifadeler, «Kişinin yolda meydana getirdiği şeyler» konusunun sonunda şu

şekilde gelecektir: «Bir adam, kuyu kazmaları için dört işçi tutsa, kuyu üzerlerine çöküp işçilerden

birisi ölse, diyetin dörtte biri düşer, geriye kalan dörtte üçü de üç işçi eşit olarak öderler.»

Bunlardan anlaşıyor ki, yukarıda söyledikleri bu konuda âlimlerden nakledilenlere aykırıdır.

Ben derim ki: Bu ifadelerden, zamanımızda karşılaşılan şu tür hadiselerin fetvâsı da

anlaşılmaktadır: Bir adam, bir çocuğu bıçakla karnından yaralıyor ve barsakları çıkıyor. Çocuk bir

cerraha götürülüyor. Cerrâhın barsaklayerine koyabilmek için yarayı genişletmesi gerekiyor.

Çocuğun babası da buna izin veriyor. Cerrah yarayı açıyor fakat aynı gece çocuk ölüyor. Bu

durumda yaralayanın yarım diyet ödemesi gerekir. Çünkü cerrahın yaptığı, babanın izni ile

olmuştur, dolayısıyla sorumluluk yüklenemez.

METİN

Müslümanlara kılıç çekeni derhal öldürmek gerekir. Nitekim İbn-i Kemâl bunu sarahaten

ylemiştir. O Vikâye'nin ibaresini değiştirerek, şöyle demiştir: «Başka bir yolla önlemek mümkün

değilse, müslümanlara kılıç çekene, öldürerek engel olmak gerekir.» Bu, Kifâye'de de şu sözlerle

açıklanmıştır: «Çünkü bu, hücum edeni engellemek kabilindendir. Şumnî ve başkaları da böyle

demişlerdir.»

Bu hükmü teyit edecek sözler ileride gelecektir. Saldıran bir deveyi öldürenin aksine, onu öldürene

hiçbir şey gerekmez.

Şehir içinde veya dışında gece veya gündüz birisine silah çekeni yahut şehir içinde gece ya da

şehir dışında gündüz sopayla saldıranı, saldırıya uğrayan öldürürse yine bir şey gerekmez.

Bir kimse kendisine silâh çeken deliyi kasten öldürürse, kendi malından diyet ödemesi gerekir.

Çocuğun ve hayvanın saldırması durumunda da hüküm aynıdır. İmâm Şâfiî: «Gelecek zararı

önlemeye yönelik olduğu için, bunların hiç birisinde mesuliyet (zamin olma) yoktur» der.

Saldıran bir defa vurur ve ikinci defa vurmak istemeyerek çekilir, buna rağmen saldırıya uğrayan

onu öldürürse, kendisi de kısâsen öldürülür. Çünkü saldırgan geri çekilmekle tekrar dokunulmazlık

kazanmıştır.

Ben derim ki: Saldıran, (vurmak maksadıyla) kılıcı çekmiş vaziyette olduğu müddetçe öbürü ona

vurabilir. Aksi halde vuramaz.

Bir kimse geceleyin birinin evine girip malını çalsa, ev sahibi de hırsızı takip edip öldürse bir şey

gerekmez. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) «Malın için savaş» buyurmuştur. Hırsız malı çalmak

istediği zaman, başka yolla malını kurtarma imkânına sahip değilse, hırsız daha malı almadan önce

öldürse hüküm yine aynıdır. Sadruşşerîa.

Suğrâ'da şöyle denilmektedir: «Bir kimse birinin malını kastetse; eğer mal on dirhem veya daha

fazla ise; mal sahibinin öldürme hakkı vardır. Daha azsa dövüşür ama öldüremez. Bu durumdaki

katil hırsızın kendisi ile kavgalaştığını söylediğinde eğer delili varsa kabul edilir. Delili yoksa,

maktûl hırsız ve kötü olarak biliniyorsa istihsânen kısâs uygulanmaz. Katil kendi malından

maktûlün varislerine diyet öder.» Bezzâziye.

Yukarıdaki hükümler; ev sahibinin, bağırdığı zaman hırsızın malı bırakacağını bırakacağını

bilmediği zaman hakkındadır. Fakat bağırdığında hırsızın malı bırakıp kaçacağını bilir, buna rağmen

onu öldürürse kısâs uygulanır. Malı gasbedilen kişinin, gasbı öldürmesi de aynı hükümdedir, kısâs



gerekir. Çünkü diğer müslümanlardan veya devletten yardım isteyerek gasıbın şerrini defetmeye

gücü yeter.

İ Z A H

«Müslümanlara ilh...» Bu kelimenin hem «kılınç çeker» hem de «gerekir» fiilleri ile ilgili olması

caizdir. Yani mana : «Müslümanlara kılınç çekeni öldürmek gerekir» şeklinde de, «Kılınç çekeni

müslümanların öldürmeleri gerekir» şeklinde de anlaşılabilir.

Câmîussağîr'in ibaresi: «Müslümanlara kılınç çekeni öldürmek, müslümanların vazifesidir.

öldürdükleri için de kendilerine birşey gerekmez.» şeklindedir.

Ebussuud, Şeyh Abdü'l-Hâyif'den bu konuda zımmîlerin de müslümanlar gibi olduğunu nakleder.

«Derhal ilh...» Yani vurmak maksadıyla müslümanlara kılınç çektiği anda. Onlardan ayrıldıktan

sonra öldürülmesi ise câiz değildir.

«İbn Kemâl sarahaten söylemiştir ilh...» Yani 'derhal' öldürülmesi gerektiğini açıkça söylemiştir.

Eğer, «İbn Kemal buna işaret etmiştir» deseydi, daha iyi olurdu. Çünkü o bunu açıkça söylememiş

«engel etmek gerekir» sözü ile işaret etmiştir. Çünkü engel olmak, ancak saldırı esnasında

mümkün olur.

«Kifâyede de açıklanmıştır ilh...» Bu, ibn Kemâl'in sözü değildir. Kifâye'nin ibaresi şu şekildedir:

«Yani kılınç çekeni engellemek gerekir, çünkü zararı önlemek vaciptir.»

Mi'râc'da ise: «Vacip olan zararı engellemektir, adamı öldürmek değil» denilmektedir.

«Bu hükmü teyid edecek sözleri Feride gelecektir îlh...» Yâni bundan maksadın: «Başka yolla

önlemek mümkün olmadığı takdirde, onu öldürebilir» demek olduğunu teyid edecek sözler,

gelecektir. Bu sözler biraz sonra gelecek olan, Sadruşşerîa'nın ibaresi ve daha sonra da metnin

ibaresidir.

«Onu öldürene birşey gerekmez ilh...» Daha sonra gelen: «Eğer deli silah çekerse» sözü; bunun

saldıranın mükellef olması halinde söz konusu olduğuna delâlet ediyor.

Saldıranı öldürmek vacip olmayınca, katile tazminatın gerekli olduğu düşünülebilir. İşte bunu izale

için müellif hiç bir şeyin gerekmeyeceğini açıkça belirtmiştir. İbn Kemâl.

«Bir adama silâh çeken ilh...» Maksat; halin delâletinden anlaşıldığına göre öldürmek maksayla

silâh çekendir. Şaka veya oyun olsun diye silâh çeken ise öyle değildir. Zeylaî. Talâk bahsinde bu

meseleyi zikretmiş ve bir tek kiçinin de, müslümantar hükmünde olduğunu ilâve etmiştlr.

«Geceleyin veya gündüz ilh...» Çünkü silâh durdurulamaz. öldürerek önleme ihtiyacı duyulabilir.

Hîdâye. Yâni silâhı engellemek fçin öldürmekten başka çare olmaz.

«Yahut ona sopa ite saldınrsa ilh...» Çünkü, her ne kadar küçük olan sopayı, öldürmeden başka bir

yolla durdurmak mümkünse de, geceleyin kendisine yardım gelmeyeceğl için, saldırganı öldürmek

suretiyle saldırıyı önlemek zorunda kalır. Şehir dışında gündüzleri de aynıdır. Çünkü orada da

yardım göremez. Bazı âlimler: Durdurulması mümkün olmayan büyük sopanın da, Ebû Yûsuf ve

Muhammed'e göre silah hükmünde olduğunu söylemişlerdir. Hidâye.

«Saldırıya uğrayan öldürürse ilh...» Veya saldırıya uğrayanı korumak içln bir başkası öldürse.

Zeylaî, Kifâye'de: «Eğer saldırgan, saldırıya uğrayanı terkeder, buna rağmen öldürürse günahkâr

olur.» denilmektedlr.

«Teammüden öldürürse diyet gerekir ilh...» Yani keskin bir âlet veya benzeri bir şeyle öldürürse

diyet öder. Amde benzeyen blr şekilde öldürdüğünde de durum aynıdır. Bu durumda, bir kötülüğü

uzaklaştırma gibi, öldürmeyi mübah kılan blr sebep bulunduğu için kısası gerekmez. Konunun

tamamı Hidâye'dedir.

«Küçük çocuk ve hayvanın saldırması da delinin saldırması gibidir ilh...» Yani bunların saldırılanı

önlemek için öldürülmeleri halinde öldüren sorumtudur. Şu var ki, çocuğu öldürmüşse diyet,

hayvanı öldürmüşse kıymetini ödemesi gerekir.

Remlî; öldürülen çocuk veya delinin köle olmaiarı durumunda katilin, hayvanda olduğu gibi

kıymetlerlni ödemesi gerektiğini, söyler.

Ben derim ki: Nihâye'de aynen şu ibareler yer almıştır: «Alimler, saldıranın köle veya Harem

mıntıkasındaki bir av hayvanı olması durumunda, dünyevî sorumluluğun olmadığında ittifak

etmişlerdîr. İmâm Tlmurtâşî deyle demiştir.»

Nihâye'deki bu sözlerin benzeri Mi'râc'ta da vardır. Allâme İtkânî;



Gâyetü'l-Beyân'da Tahâvî Şerhi'nden naklen deli ve çocukla hayvan arasındaki farkı zikretmiştir.

Oraya müracaat edilebillr.

«Dokunulmazhğı geri döner ilh...» Bundan sonra öldürürse, masûm ve mavlûm birisini öldürmüş

olur. Bu durumda da kendisine kısâs gereklr. Zeylai.

«Geceleyin evine gireni ilh...» Bunun mefhumundan anlaşıldığına göre, gündüz gireni öldüremez.

Çünkü gündüzün, bağırdığı zaman yardım gelir.

«Mah almadan önce öldürdüğünde de durum aynıdır.» Hâniyye'de şöyle denilmektedir; «Bir kimse

malını çalan veya duvarını ya da başka birinin duvarını delen hırsızlığıyla tanınan birisini görüp

bağırsa; fakat hırsız kaçmasa onu öldürebilir ve kendisine kısâs gerekmez.»

«Suğrâ'da şöyle denilmektedir ilh...» Metinlerdeki ve şerhlerdeki ifadeler fetvâlardaki sözlerle

kayıtlanamamakla birlikte, musannıf bununla, metinler ve şerhlerde mutlak ifade edilen meselenin

(çalınan malın on dirhem veya daha fazla olması meselesi) kayıtlandığını ifade etmek istemiştir.

Metin müellifi, «Yol Kesme» konusunun sonunda şunları söylemektedir: «Nîsâba bâliğ değilse bile

kişinin malı içîn dövüşmesi caizdir. Onunla dövüşen kişi öldürülür.»

Minah'ta da Bahr'dan naklen şu cümleler yer almaktadır: «Bir kimsenin yanında on dirhemden daha

az mal varken, karşısına hırsızlar çıksa, onlarla dövüşmesi helâl olur. Çünkü Hz. Peygamber

(s.a.v.): «Malın için dövüş» buyurmuştur. Mal kelimesi aza da çoğa da şâmildir.» Sâlhânî.

«Malından, maktulün vârislerine diyet öder.» Bezzâziye. Bezzâziye'nin, Kitabû'l-Vesâya bahsinin

baş tarafındaki ibare şu şekildedir: «Ev sahibi hırsızı öldürür ve kendisi ile boğuştuğunu isbat

ederse, kanı hederdir. İsbat edemezse ve maktûlün kötü ve hırsız biri olduğu bilinmiyorsa ev sahibi

kısâsen öldürülür. Ama hırsızlıkla ithâm edilen biri ise, katilin kıyasa göre yine öldürülmesi gerekir.

Ama istihsânen, kendi malından maktûlün vârislerine diyet ödemesi icâbeder. Çünkü halin delâleti

malda değil; kısasta şüphe doğurmuştur.»

«Gâsıbı engellemeye muktedir olduğu için ilh...» Ama zamanımızda olduğu gibi müslümanlar ve

devlet hırsıza engel olmadıkları takdirde hadisin oluşundan hareketle, mal sahibinin hırsızı

öldürmesinin caiz olduğunu söyleyebiliriz.

METİN

Öldürülmeyi hak eden birisi Harem-i Şerîfe sığınsa Şâfiî'nin hilâfına orada öldürülemez. Öldürülmek

için çıkartılamaz. Ancak mecbur kalıp da Harem'den çıkması için aç ve susuz bırakılır. Çıktığında da

öldürülür. Azalardan birisine kısas uygulanacak olana ise Harem'in içinde kısas tatbik edilir.

Harem'in içersinde birini öldürmüşse, bütün âlimlere göre orada öldürülür. Sirâciyye.

Kâbe-i Muazzamanın içinde öldürmesi halinde ise, orada öldürülmez. Musannıf bunu Hacc

Bahsi'nde zikretmiştir.

İZAH

«Öldürülmeyi hak eden ilh...» Birisini öldüren veya zinâ eden kimse gibi, kanı mübah olan. Allâme

Sindî'nin El-Mensikü'l Mutevassıt'ta zikrettiği üzere içki için veya haddi gerektiren başka suçları

işleyenlerde böyledir. Sindî, Mürted için de aynı hükmün uygulanacağını söyler. Ama biz; Hac

bahsinin sonunda Müntekâ'dan naklen, mürtede İslâm'ın arzedileceğini, kabul ederse serbest

bırakılacağını, etmezse, öldürüleceğini ifade etmiştik. Kârî de aynısını Mensik şerhi'nde Netf'ten

nakletmiş ve bunun âlimlerin mutlak ifadelerine aykırı olduğunu söylemiştir. Şu var ki; eğer:

«Mürtedin İslâm'ı kabul etmemesi, Harem'de işlenen cinayettir» denilirse o başka. Yine Kârî'nin

Bedâiden naklettiğine göre: Bir harbî Harem'e sığınsa, İmâm Ebû Hanîfe ve Muhammed'e göre

öldürülmez ve oradan çıkartılmaz. Ebû Yûsuf'a göre ise çıkartılabilir.

«Harem'in içerisinde kısas tatbik edilir ilh...» Had de uygulanır. Hânîyye'de Ebû Hanifeden rivâyet

edildiğine göre Harem'de hırsızın elinin kesilmeyeceği, Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ise

kesilebileceği zikredilmektedir. Harem içerisinde haddi gerektiren bir suç işlerse kendisine orada

had uygulanır.

«Kâbeyi Muazzama'da öldürürse ilh...» Diğer camiler de aynı hükümdedir. Çünkü camilerde böyle

şey yapılamaz. Rahmetî.

METİN

Bir kimse başka birine: «Beni kılınçla öldür» dese, öbürü de öldürse kısas uygulanmaz, katilin diyet

ödemesi gerekir. Sahih olan görüşe göre diyet katilin kendi malından ödenir. Çünkü can

konusunda izin verme geçersizdir. Şu kadar var ki; izin şüphesinden ötürü kısâs düşer.



«Kardeşimi, oğlumu, babamı öldür» dediği takdirde de durum aynıdır. Kâtilin, istihsâna göre diyet

ödemesi icabeder. Bezzâziye'de de Kifâye'den naklen böyle denilmiştir. Yine Bezzâziye'de

Vâkıât'tan, adamın oğlu küçük olduğu takdirde kısasın uygulanacağı nakledilmiştir.

Hâniye'de: «Birisi: Kanımı sana parayla veya şu kadara sattım dese, öbürü de öldürse kısâs

uygulanır.» denilmektedir.

Başka birisine: «Babamı öldür» demesi durumunda, oğluna diyet vermesi icabeder. «Elini kes!»

demesi halinde eğer keserse, kısâsen onun da eli kesilir.

Birisi «Oğlumun başını yar» der, öbürü de yararsa birşey gerekmez. Bundan dolayı ölürse diyet

ödemesi icabeder. Bir görüşe göre ise, diyet de gerekmez. İmâdiye'de belirtildiğine göre.

Rüknü'l-İslâm bu görüşün sahih olduğunu söylemiş, Tarsûsî de tercih etmiştir. İbn Vehbân îse

bunu reddeder.

Bir kimse: «Kölemi öldür veya elini kes» dese, öbürü de denileni yapsa tazminat gerekmez. Bunda

icmâ vardır. «Elini veya ayağını kes» demesi halinde de yara canına sirâyet etse bile hüküm aynıdır.

Çünkü organlar mal gibidir, onlara dair emir sahihtir.

«Bana şu kumaşı veya şu kadar lira vermen şartıyla şu uzvu kes» dese, öteki de kesse elin diyetini

ödemesi gerekir, kısâs gerekmez. Önceki anlaştıkları meblağ (kumaş veya para) da bâtıl olur.

Bezzâziye.

İZAH

«Kılınçla öldür ilh...» Şârih musannıfın: «Beni öldür» sözünü «kılınçla» kayıtlamıştır. Çünkü daha

sonra: «Kendi malından diyet gerekir» sözü bunu gerektirir. Zira kesici olmayan bir âletle, -meselâ

bir ağırlıkla- öldürürse diyeti âkilenin ödemesi gerekir. T.

«Sahîh olan görüşe göre ilh...» Umdetu'l-Muftî'de sadece bu (diyeti kendi malından ödeyeceği)

zikredilmiş. Muhtasaru'l-Muhît'te ise Şerhu'l-Vehbâniyye'de olduğu gibi bunda ittifak olduğu ifade

edilmiştir.

«Kısas düşer ilh...» Şarih bunu: «Çünkü can konusunda izin verme geçersizdir» sözünün

şumülünden çıkarmak için söylemiş gibidir. Çünkü kılınçla öldürme durumunda insanın ilk aklına

gelen kısâstır.

«Eğer oğlu küçükse kısâs uygulanacağı ilh...» Yani kıyasa göre böyle olması gerekir. Görünen o ki,

çocuğu «küçüklük»le vasıflamak, büyük çocuğun böyle olmadığına işaret için değildir. Kardeş de

aynen oğul gibidir. Bezzâzlye'nin ibaresi şu şekildedir: «Vâkıâtta şöyle denilmektedir:

Baba; «oğlumu öldür» dese, oğlu da küçük olsa odam öldürürse kısâs uygulanır. «Elini kes» dese,

o da kesse yine kısas gerekir. «Kardeşimi öldür» dese ve emredilen öldürse, eğer emreden

kardeşine varis ise, ikinci imâm (Ebû Yusuf)'dan bir rivayete göre -ki bu kıyastır- kısâs icabeder.

İmâm Muhammed vâsıtasıyla İmâm A'zam'dan gelen rivâyete göre ise diyet gerekir. Kifâye'de oğul

ile kardeş aynı tutulmuş ve kıyasa göre hepsinde kısâs icabeder. İstihsâna göre ise, «diyet ödenir»

denilmiştir. İzah'da zikredilenler de, Kifâye'dekilere yakındır.»

«Birisi kanımı sana şu kadara sattım dese ve diğeri öldürse, kısas uygulanır» Çünkü bu sâtış

batıldır. Bu söz, öldürmeye izin vermek değildir. Dolayısıyla «Beni öldür» demesine benzemez. T.

«Elini kes demesi durumunda kısâs uygulanır» Çünkü bu meselede hakkı almak onun değil,

babasının hakkıdır. Dolayısıyla onun, babasının elini kesmesi için verdiği emir kısâsı düşürmez.

Rahmetî. Düşünülsün.

«Oğlumu yarala demesi halinde ilh...» Ben bu meseleyi Hâniyye'de görmedim. Ama Müctebâ'da şu

ibare ile zikredilmiştir: «Eğer birisine, onu yaralamasını emretse, o da yaralasa bir şey vermesi

gerekmez. Fakat bu yaradan dolayı ölürse diyet ödemesi icabeder.»

«Onu yaralamasını emretse..» cümlesindeki «onu» zamirinin, emredenin kendisinin yerine

kullanılmış olması muhtemel olduğu gibi, Müctebâ'daki bu cümleden az önce geçen «oğul» yerine

kullanılmış olması da muhtemeldir. Şârih bu ihtimallerden ikincisini anlamıştır. Şu var ki; bu

durumda, uzvu kesme konusundakı emirle, yaralama konusundaki emir arasındaki fark görülmez.

Düşünülsün.

«Yara canına sirayet etse ve ölse bile ilh...» Tatarhânîyye'de bu hüküm Şeyhu'l-İslâm'a nisbet

edilmiştir. Yine orada Tahavî Şerhi'nden naklen şöyle denilmektedir: «Birisi, başka birine: «Elimi

kes» dese, Eğer onu elinde kangren gibi bir hastalıktan tedavi maksadıyla yaparsa birşey

gerekmez. Tedavî maksadı olmadan ise kesmesi helâl olmaz. Her iki halde de, emredilen keser ve



bu canına sirayet ederse tazminat gerekmez.

BİR UYARI:

Câmiu'l-Fusuleyn'in 33. faslında şunlar yer almaktadır:

Buhâra'da şöyle bir olay cereyan etti: Bir adam başka birine: «Bana ok at, tutayım» dedi, öbürü de

attı ve adamın gözüne isabet edip gözü çıktı. (Bunun hükmü nedir?)

H.: «Bana karşı bir cinayet işle» deyip diğerinin de işlemesi durumunda olduğu gibi burada da oku

atana sorumluluk gerekmez» demiştir.

Diğer bazı âlimler de: «Elimi kes» demesi haline kıyasla, bunda da tazmînatın olmadığına fetvâ

vermişlerdir.

Muhît sahibi ise şöyle der: «İhtilâf, kısasın gerekli olup olmadığı konusundadır. Kendi malından

diyet vermesinin gerekliliğinde şüphe yoktur. Çünkü Kitâb'da: «Biri biriyle yumruklaşan iki kişiden

birisinin gözü çıksa, kasden olduğu için, taraflardan birisi diğerine: «Haydi gel, haydi» dese bile

kısâs yapmak mümkünse kısâs uygulanır. Aynı şeklide: «Taraflar, oyun olsun diye veya öğretmek

için biri birleri ile kavga etseler ve birisinin elindeki tahta ötekinin gözüne rastlayıp çıkarsa,

mümkünse kısâs uygulanır.» demektedir.

AIIame Remlî, Muhît üzerîne yazdığı haşiyesinde şöyle demektedir:

«Ben derim ki: Bu meselede iki görüş vardır; Mecmau'l-Fetâva'da belirtildiğine göre: Adamlardan

her biri diğerine: «Haydi gel, haydi gel» dese ve birbirlerine yumruk vurup, karşılıklı dişlerini

kırsalar, ikisine de bîr şey gerekmez. Bu; birisinin: «Elîmi kes» deyip, öbürünün de kesmesine

benzer. Hâniye'de de böyle denilmektedir.»

Kitâb'daki meselenin hükmün gerekçesinden anlaşılan şudur: Adamın: «Haydi gel» demesi onun

gözünü çıkarmasına izin vermesi manasına gelmez. Çünkü yumrukla dövüşülüp, hiç yara

alınmaması muhtemeldir. Aynı şekilde, ok atıldığında da yara almamak muhtemeldir. Bundan

dolayı: «Bana ok at ve haydi, haydi» demesi uzvunu telef etmesi için sarih izin değildir. «Elîmi kes»

veya «Bana karşı suç işle» demesi ise böyle değildir. Onun için bu olayın ona kıyaslanması doğru

olmaz. Bu meselede açık olan şu ki: Organlar mal gibidir, onların telef edilmesi konusundaki izin

muteberdir.

METİN

FER'İ MESELELER:

Kısasın katilden başkabirisine hibe edilmesi (kısasa yetkiliolanın; «Sana kısası hibe ettim» demesi)

caiz değildir. Çünkü onda temlik geçerli değildir.

Maktûlün velisinin katili affetmesi, bir mal mukabilinde sulh yapmalarından daha efdaldir. Sulh da

kısastan daha iyidir. Yaralının affetmesi de aynıdır.

Katilin kendisine kısâs için teslim etmedikçe tevbesi sahih olmaz. Vehbâniye.

Usûl âlimlerine göre hadlerde olduğu gibi kısası uygulamakta da devlet başkanının bulunması

şarttır. Fakihler ise hadler ile kısası farklı mütâlaa etmişlerdir. Eşbâh.

Eşbâh'da : «Hadler şüphelerle düşürülür» kaidesinde: «Yedi yer hariç kısâs da hadler gibidir»

denilmektedir. Bu yedi yer şunlardır:

1 - Hâkimin kendi bilgisine dayanarak kısasa hükmetmesi caizdir. Hadde hükmetmesi ise caiz

değildir.

2 - Kısas hakkı vârise intikâl eder, had ise etmez.

3 - Kısası affetmek caizdir, haddi affetmek ise caiz değildir.

4 - Öldürme olayına şahitlikte bulunmaya, zaman aşımı mani değildir. Kazf (iftirâ) haddin dışındaki

hadlerde ise, zaman aşımı şahitlîğe mânidir.

5 - Dilsizin işareti ve yazısı ile kısas sabit olur, had ise sabit olmaz.

6 - Kısasta şefâat caizdir, had de ise câiz değildir.

7 - Kısasa hükmedilebilmesi için dava açılması şarttır. Kazf haddinin haricindeki hadlerde ise dâvâ

şart değildir.»

Kınye'de şöyle denilmektedir: Birisi, bir adamın kapısından baksa, ev sahibi de adamın gözünü

çıkarsa, onu uzaklaştırmak için başka çaresi yok idiyse bîrşey lâzım gelmez. Ama başka bir yolla

uzaklaştırması mümkünse sorumlu olur. İmâm Şâfiî'ye göre her iki halde de sorumluluk gerekmez.



Adam, bir başkasının kapısından kafasını soksa, ev sahibi de bir taş atıp gözünü çıkarsa bütün

âlimlere göre bir şey gerekmez. Alimlerin ihtilâfı; yabancının dışarıdan bakması halinde gözünü

çıkaranın sorumlu olup olmayacağındadır. Allah (c.c.) en iyisini bilîr.

İ Z A H

«Katilden başkası için ilh...» Aynı gerekçeden dolayı kısasın katile hibesi de caiz değildir. Bunu

Hamevî ifade etmiştir. Bu iki surette kısas düşer mi. düşmez mi meselesi için T.'ye bak. Zâhir olan

şu ki, düşmeyeceği konusunda tevakkuf edilmez. Çünkü caiz olmaması için kısasın

düşmemesinden başka sebep yoktur.

«Kendisini kısâs için teslim etmedikçe katilin tevbesi kabul edilmez ilh...» Yani sadece tevbe kâfi

gelmez.

Tebyinü'lMehârim'de şöyle denilmektedir: «Bilmiş ol ki, katilin tevbesi sadece istiğfar ve

pişmanlıkla tamam olmaz. Ayrıca maktûlün velilerini de razı etmek gerekir. Eğer öldürme

teammüden olmuşsa; katilin, maktûlün velilerine kısâs için imkân vermesi gerekir, veliler isterlerse

katili öldürürler, isterlerse hiçbir şey almadan affederler. Eğer affederlerse tevbe kâfi gelir.»

Az önce işaret ettiğimiz gibi, katil af ile dünyada temize çıkar, ama âhiretteki durumu ne olur? Bu,

onunla Allah arasında birşeydir. Bu mesele şuna benzer: Adamın, birisine borcu olur, alacaklı

borcunu alamadan ölür, varisleri, de alacaklarından vazgeçerler. Bu durumda, borçlu bundan

sonrası için ibrâ edilmiştir. Ama daha önce zulmünden dolayı temize çıkamaz. Katil de aynıdır.

Maktûlün varisleri affederlerse kısâs ve diyetten kurtulur ama işlediği zulmün cezasından

kurtulamaz. Tatarhâniyye.

Ben derim ki: Görünen o ki; önceki zulüm tevbe ile düşmez. Çünkü ona maktûlün hakkı tealuk

etmiştir. Ama günah işlemek suretiyle kendisine karşı yapmış olduğu zulüm tevbe ile düşer. Düşün.

Mazlum olarak öldürülen birîsinin varisleri kısâs uygulamışlarsa veya diyet karşılığında ya da

meccânen affetmişlerse, katil âhirette de sorumlu olur mu? Bu mesele He ilgili olarak İmâm

Nevevî'nin Fetevâ'sından naklen Hâmidiyye'de:

«Şeriatin Zâhirinden anlaşıldığına göre bu durumdaki katilin âhiretteki sorumluluğunun düşmesi

gerekir.» denilmektedir. Tebyînıü'l-Mehârim'de de bazı hadiselerin zahirlerinin katilin sorumlu

olmayacağına delâlet ettiği ifade edilir. Muhtârü'l-Fetâvâ'da ise şöyle denilir: «Kısâs, velilerin

hakkından kurtuluşu sağlar. Maktûl ise hakkını âhirette ister. Çünkü kısasın maktûle hiçbir faydası

dokunmamıştır. Dolayısıyla onun hakkı bakîdir.» Bu, benim az önce, «görünen o ki» diye

ifadelendirdiğim fikri teyid etmektedir.

«Fakîhler ise kısâs ile hadleri farklı mütâlaa etmişlerdir.» Yâni, hadlerle kısasın arasını ayırmışlar,

hadlerin uygulanabilmesi için devlet başkanının (halife'nin) bulunmasını şart koşarken kısas için

gerekli görmemişlerdir. Hamevî.

Hindiye'de şöyle denilmektedir: «Birisi, bir adamı teammüden