CİNÂYETLER BAHSİ
METİN
Konunun rehinden sonraya alınmasının sebebi
şudur: Rehin, malı korumak içindir. Cinayetin
hükmü de canı korumak içindir. Mal, cana bir vesile olduğu için rehin
cinayetten önce gelmiştir.
Cinâyet: Sözlükte yapılan bir
kötülüğün adıdır. Istılâhta ise mala ve cana karşı işlenen haram bir
fiilin adıdır. Fakihler gasp ve
hırsızlığa mala karşı işlenen,
cinayeti de cana ve organlara karşı
işlenen fiillere tahsis etmişlerdir.
Kendisine; kısas, diyet, kefaret,
uhrevî mesuliyet veya mirastan mahrumiyet hükmü taalluk
eden
öldürmeler beş çeşittir. Aslında
öldürme çeşitleri çoktur; recm (zina suçundan dolayı taşlanarak
öldürme), asmak, harbîyi
öldürmek gibi olanlar bu beş çeşidin
dışındadır. Beş çeşit olan öldürme
şunlardır:
Birincisi Taammüden öldürmedir: Bir adamın herhangi bir yerine yaralayıcı bir âletle kasten vurup
öldürmektir. Silâh, demirden olan
ağırlıklar (Cevhere), inceltilmiş sopa, cam, öldürecek yere
batırılan iğne (Bûrhân), inceltilmiş
kamış kabuğu ve ateş, taammüden öldürmede kullanılan
yaralayıcı aletlerdir. Ateş de
deriyi yarar ve boğazlama işini
gerçekleştirirse böyledir. Eğer hayvanın
boğazlanma yerine ateş konulsa
ve damarları yaksa, kan çıkarsa o hayvanın eti yenir. Kan akmazsa
yenmez. Kifâye'de de böyle denilmektedir.
Ben derim ki: Vehbâniye Şerhi'nde
«Güç sarfedilerek kesilenleri
ye, böyle olmayanları yeme»
denilmektedir. Burhan'da da: «Ağırlık
ölçümünde kullanılan kilolar gibi, keskinleştirilmemiş olan
demirle öldürme konusunda iki rivayet
vardır: Zahir olana göre o amden
öldürmedir. Müctebâ'da,
içerisinde ateş olmasa bile fırında kızartmanın kısası
gerektirdiği belirtilmektedir» denilmektedir.
Musannıf'ın Muînü'l-Müftî adındaki eserinde:
«İğne öldürücü bir yere batırılırsa kısas
gerekir, başka
bir yere isabet ederse kısas
gerekmez» denilmektedir. Burası iyi zaptedilsin. Ebû Yûsuf,
Muhammed ve diğer üç mezhep imamına
göre; bünyenin dayanamayacağı büyük bir tahta gibi bir
şeyle vurmak taammüden öldürmedir.
İZAH
«Cinayetin hükmü ilh...» Kısas veya diyet,
kefâret ve mirastan mahrumiyettir. T.
«Mal cana vesiledir ilh...» Cana taallûk ettiği ve önemine binaen, Cinayetler bahsinin Rehin
bahsinden daha önce gelmesi gerektiği tarzındaki sözlere cevaptır. T.
Ben derim ki: Rehin, kendisinden önceki konuyla münasebeti hakkında söylenilenler burada böyle
bir izahın yapılmasına ihtiyaç hissettirmez.
«Cana ve organlara karşı işlenen yasak
fiillere cinayet denilir ilh...»
Yani bu konuda fakihler cinâyeti
bu manada almışlardır. Yoksa hacdaki cinayetler insanın canına
da, organına da bağlı değildir.
Ama fakihler bunlara da cinayet
derler. Şurunbulâliye.
«Aslında öldürme çeşitleri ilh...» Buradaki öldürme
ile anılan öldürmeler kastedilmese bile, öldürme
çeşitlerini beşle sınırlandırmak doğru değildir.
Burada maksat, harâm olan öldürmedir. Dolayısıyla kısas ve recm gibi
şeran caiz olan öldürmelere
şamil olmaz.
«Kasten vurmaktır ilh...» Bu
ifade ile, insanın uzuvlarından
herhangi birisini yaralama
tarzındaki
cinayet (Cinâyet-u ma
dûne'n-nefs) tarifin dışında
bırakılmıştır. Şâ'dî.
Musannıf tarifinde: «Bir kimseyi
taammüden öldürmektir» demedi. Çünkü
az sonra Şârihin de
zikredeceği gibi: Bir kimse birisinin eline vurmak istese
ve âlet boynuna isabet etse; bu da amden
öldürmektir. Ama başka birisinin boynuna gelse, hataen öldürmektir. Onun için Müctebâ'da:
«Amden olduğu için öldürmeyi
kastetmiş olması şart değildir» denilmektedir. Şârih'de:
«Vücûdunun her hangi bir yerine» sözüyle buna işaret etmiştir. Musannıf: «Kasten vurması»
sözüyle hataen öldürmeyi,
«Yaralayıcı bir aletle» sözüyle de diğer öldürme çeşitlerini tarifin
dışında
bırakmıştır.
«Yaralayıcı bir âletle ilh...»
Bir vuruşun kasten olduğu, ancak bir
deliller anlaşılabileceği için amden
öldürmede âletin yaralayıcı olması şart kılınmıştır. Katilin öldürücü
bir âlet kullanması ise, kasten
öldürmenin delilidir. Burada
delil, medlul (amden öldürme) makamına geçmiştir.
Çünkü şer'î
meselelerdeki zannî bilgilerde deliller, medlûlleri yerine
kaim olurlar. Minah.
Bu durumda, şâhitler öldürmenin
taammüden olduğunu söylemeseler bile
kısas gerekir. İtkânî
bunu açıkça söylemiştir. Ve yine böyle bir aletle
öldürmüşse katilin : «Ben onu öldürmeyi
kastetmemiştim demesi kabul edilmez. Ama taammüden öldürmeyi
ikrar etse ve: «Ben başkasını
öldürmek istemiştim» dese bu, hataen öldürme sayılır. Çünkü hataen öldürme daha aşağıdır.
Bu
meselenin tamamı Remlî haşiyesinde vardır. Onu inşallah
«Öldürmeye şahitlik» Bâbı'nda
zikredeceğiz.
«Cevhere ilh...» Onun ibaresi şu
şekildedir: «Taammüden öldürme:
kişinin birisini kılıç, bıçak,
mızrak, hançer, ok, iğne ve tığ gibi demirden olan bütün âletlerle kasten öldürmesidir. Aletin kılıç
gibi kesici veya demirci çekici ve demir parçası
gibi ezici olması arasında
fark yoktur. Aynı şekilde
âletin ekseriyetle öldürücü olup
olmaması da fark etmez. Zâhir-i
rivâyete göre demirden olan âletin
yaralayıcı olması şart değildir. Çünkü demir öldürmek için yapılmıştır. Allah-u Teâlâ:
«...Biz pek sert
olan ve insanlara birçok faydası bulunan demiri varettik» buyurmuştur.
Tunç, kurşun, altın ve
gümüş gibi demire benzeyen bütün madenlerin hükmü de aynıdır.
Maddenin ezici veya ufalayıcı
olması arasında fark yoktur.
Hatta bir kimse kurşun ve tunç çubukla
vurduğu zamanda olduğu gibi,
bu madenlerden yapılan bir ağırlıkla
birini öldürse yine kısas gerekir.»
Tahâvî, İmâm Ebû Hanife'nin demir
ve benzeri madenlerde de yaralayıcı olma özeliğine itibar
ettiğini rivâyet etmiştir. Sadr.
Eş-Şehid: Bu görüşün daha sahih
olduğunu söyler. İleride geleceği üzere
Hidâye ve diğer bazı
kitaplarda bunu tercih
etmişlerdir.
Ben derim ki: Her hâlükârda kurşunla öldürmek amden öldürmektir.
Çünkü o demir cinsindendir ve
yaralayıcıdır. Bu şekildeki ölüme kısas uygulanır. Ama yaralamadığı zaman, Tahtâvî'nin Şelebî'den
naklettiği üzere Tahâvî'nin rivayetine
göre kısası gerektirmez.
«İnceltilmiş odun» Yani yontulmak suretiyle keskin bir hale getirilen sopa. Bundan maksat
bazılarının zannettiği gibi bir
tarafında demir olan sopa değildir.
«Öldürecek yere batırılan iğne» İhtiyar'da şöyle
denilmektedir. «Bir adama iğne ve benzeri bir şeyi
kasten batırıp da onu öldüren
kimse hakkında Ebû Yûsuf, Ebû Hanife'den kısasın gerekmediğini
rivayet etmiştir. Çuvaldız ve
benzeri şeylerle öldürmede kısas gerekir. Çünkü âdeten iğne ile,
öldürmek kastedilemez,
çuvaldızla kastedilir. Diğer bir rivâyete göre ise iğneyi
öldürücü bir yere
batırır ve adam ölürse batıran
öldürülür. Başka bir yere batırırsa
öldürülmez.»
Bezzâziye'nin bir yerinde: «Bir kimse birisine iğne batırsa ve
adam ölse kısas uygulanır. Çünkü
itibar demiredir»; bir başka yerinde ise: «Ancak öldürücü bir yere batırdığı zaman gerekir; ısırmak
da aynıdır» denilmektedir.
Vehbâniyye Şerhi'nde, Zâhir rivâyete göre, iğne iIe
öldürmede kısasın olduğu ifade edilmiş,
Kuhistânî'de de fetvânın buna göre olduğuna işaret edilmiştir. Bâniyye'de ise iğneden dolayı
kısasın olmadığı kesin bir dille belirtilmiştir.
Ben derim ki: Rivâyetlerin arasını birleştirmek için kısas
gerektiren öldürmenin iğneyi öldürücü bir
yere batırmakla kayıtlı olduğunu söylemek mümkündür.
«Çünkü ateş deriyi yarar
ilh...» Bu, ateşle öldürmenin taammüden öldürme olduğunu beyândır.
«Burhan'da ilh...» Müellif bu üç
nakli: «Güç ile boğazlananı ye aksi halde
yeme» sözündeki genel
hükmü nakzetmek için nakletmiştir. O açıktır. Çünkü boğazlamakta
şart olan damarları kesmek ve
kanı akıtmaktır. Bu da terazide kullanılan ağırlık ölçüsüyle, kızarmış
fırınla ve iğneyle
gerçekleşemez. Bu yüzden daha
önce söylediği halde iğne meselesini
burada yine tekrarladı. Anla.
«Zâhir olana göre bu amden
öldürmedir ilh...» Demirle öldürmede âletin yaralayıcı
oluşunun şart
sayılmadığına binaen böyle demiştir.
«İçerisinde ateş olmasa bile ilh...» Yani sahih olana
göre. Kuhistâni. Yine orada şöyle
denmektedir:
Eğer bir kimse birisini iple bağlasa, sonra da içerisinde kaynar
su bulunan bir kazana atsa ve adam
anında ölse veya içerisinde sıcak
su bulunan bir kazana atsa ve cesedini pişirse, adam bir müddet
sonra ölse bunu yapan öldürülür. Zâhiriyye'de de böyle denilmektedir.
METİN
Amden öldürmenin hükmü günahkâr olmaktır (yani uhrevî mesûliyettir). şüphesiz bunun haramlılığı
küfrü gerektiren bir sözü
söylemenin haramlığından daha şiddetlidir.
Çünkü mükreh (zorlanan)ın,
küfrü gerektiren bir söz
söylemesi caizdir, birisini öldürmesi ise
caiz değildir. Yine amden
öldürmenin diğer bir hükmü de
aynı ile kısastır. Karşılıklı rıza olmadan ceza malla ödenemez.
Taammüden öldürmenin, diyet miktarı veya daha fazla bir mal karşılığında sulh olunarak
cezalandırılması câizdir. İbn-i Kemal Hakâîk'ten naklen : «Amden öldürmede kefâret yoktur. Çünkü
o büyük bir günâhtır. Kefârette ise ibâdet manası vardır. Dolaysıyla
o, kefâretle karşılanamaz»
demektedir.
Ben derim ki: Hâniye'de: «Bir
kimse kölesini veya başkasının
kölesi olan oğlunu amden öldürürse
kendisine kefâret gerekir.» denilmektedir.
İZAH
«Küfrü gerektiren bir söz söylemenin haramlığından daha şiddetlidir.»
Yani sûreten küfür olan
sözden daha şiddetlidir. Çünkü
kişi ikrâh-ı mülci' ile zorlansa, kalbi iman ile dolu
olduğu halde
canını kurtarmak için küfür kelimesini
söyleyebilir. Ama bir başkasını
öldürmesi için ölümle tehdit
edilse onu öldüremez. Çünkü
canlar eşittir. Musannıf bu sözüyle
kalben küfrü, hükmün dışında
bırakmıştır. Zira o çok dana şiddetlidir. Ve hiçbir halde câiz
değildir.
Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Bil ki, haksız yere birisini öldürmek,
Allah'ı inkârdan sonraki en
büyük günahlardandır. Katilin tevbesi kabul edilir. Eğer bir adam bir müslümanı öldürür
ve tevbe
etmeden ölürse kesinlikle cehenneme gideceği söylenemez. Diğer günah işleyenler gibi Allah'ın
dilemesine bağlıdır. Eğer cehenneme girerse orada ebediyen kalmaz.»
Müslümanı kasten öldürenin
ebediyen cehennemde olacağını bildiren
âyet ise, ya onu mümin
olduğu için öldürmek veya öldürmeyi
helâl sayarak öldürmekle tevil
edilir, ya da «ebediyen
kalmak»tan maksat uzun müddet kalmaktır. Şârih aşağıdaki faslın sonunda; Vehbâniye'den naklen:
kendisini kısas için teslim etmedikçe katilin tövbesinin sahih olmadığını söyleyecektir.
«Onun hükmü kısastır ilh...» Kısas, kâtilde
ve maktûlde bazı şartların tahakkuku ile gerekli
olur.
Gelecek olan fasılda bunlar anlatılacaktır.
«Amden öldürmenin cezası malla
ödenmez ilh...» Yani
öldürülenin akrabasının, kâtilin rızası
olmadan diyet alma cihetine gitmeleri
caiz olmaz. Bu, İmâm Şâfiî'nin de bir görüşüdür. Diğer
görüşüne göre ise vâcip olan, diyet
veya kısastan birisidir,
muayyen
birisi değildir. Görüşlerin
delilleri mufassal eserlerde vardır.
«Karşılıklı rızâ ile sulh caizdir ilh...» Yani bize göre
amden öldürmede kısas gerekli olduğu zaman
bu cezâ ancak sulh yoluyla mala dönüştürülebilir.
«Diyet miktarıyla veya daha fazlasıyla ilh...» Musannıf bunu mutlak olarak zikretti. Dolayısıyla
sulh
olunan bedelin diyetin cinsinden veya
başka cinsten, peşin ve vâdeli
olması caizdir. Cevhere'de de
böyle denilmektedir. Cevhere sahibi Şâfiî'nin farklı görüşüne de işaret
etmiştir. Şâfiî'nin ikinci
görüşüne göre: Diyetin cinsinden olan bir malla fakat daha
fazlasına sulh etseler caiz olmaz. Çünkü
bu ribâdır. Birinci görüşüne
göre ise sahihtir. Konunun tamamı
Kifâye'dedir.
«Çünkü o büyük günahtır. ilh...» Bu Rasulullah'ın şu sahih hadisiyle sabittir: «Büyük günahların en
büyüğü Allah'a ortak koşmak, adam öldürmek, anaya babaya isyan etmek, yalan söylemek veya
yalancı şahitlik yapmaktır.» Hadisi Buhâri rivayet etmiştir.
«Kefârette ibâdet manası vardır.
ilh...» Oruç ve köle azadetmek, kefâret
olarak yapılan şeylerdir.
Dolayısıyla kefârette hem
ibadet, hem de ceza manası vardır. Onun için sebebin de, yasak ve
mubaha muhtemel olması gerekir. Ta ki hataen öldürmede olduğu gibi ibâdet
mubâha, cezâda
yasağa karşılık olsun.
Şüphesiz hataen öldürmede ibaha
manâsı vardır. Amden öldürme ise
zinâ, hırsızlık ve ribâ gibi sırf
büyük günahtır. Taammüden öldürme, hataen öldürmeye
kıyaslanamaz. Çünkü kefâretlerin
miktarları bellidir. Kıyasla
sabit olmazlar. Çünkü hataen öldürmenin günahı daha azdır. Konunun
tamamı mufassal kitaplarda vardır.
«Ama Hâniyye'de ilh...» Meâkıl bölümünün sonunda.
Ben derim ki: Ama Hâniyye'deki
ifade. Nihâye, İnâye, Mirâc gibi şerhlerdeki ifadeye
muhaliftir.
Çünkü oralarda; «Oğlunu amden
öldüren baba ve dar-ı harpte müslüman
olup ta henüz dâr-ı
İslâm'a göç etmeyen birisini
amden öldüren müslüman gibi kendilerine kısas
gerekmeyenlere veya
amden adam öldürüp de kısas gerekenlere
kefâret yoktur.» denilmektedir.
Düşün.
METİN
İkincisi: Amde benzer öldürmedir. Bir kimsenin, başka birini
sayılanların dışında, -büyük taş, büyük
sopa bile olsa- yaralayıcı olmayan bir âletle, kasten
vurarak öldürmesidir. Bu İmâm-ı Azam'a
göredir. Diğer İmâmlara göre
büyük taş ve büyük sopa ile öldürme amden öldürmedir. Bunun
hükmü günâh, kefâret ve âkile
üzerine diyet-i muğallaza dır. Bununla ilgili
açıklama ilerde
gelecektir. Öldürme âletine bakarak bu, hataen öldürmeye benzediği için kısas yoktur. Ancak bir
kimse aynı fiili tekrarlarsa
devlet başkanının onu siyaseten öldürmeye yetkisi vardır. İhtiyâr.
Diyet-i Muğallaza: Amde
benzeyen bir şekilde öldürmeden dolayı
ödenmesi gereken diyettir.
Diyetler deve cinsinde
verildiğinde nazar-ı itibara alınır.
Organlardan birine karşı yapılan
amde benzeyen cinayet kastî sayılır, kısası gerektirir. Cana karşı
işlenen cinayetin dışında amde benzeyen cinayet söz
konusu değildir.
İZAH
«Amde benzeyen iLh...» Buna
«hataya benzeyen» de denilir. Çünkü bunda, failin kasten vurmasına
itibarla kastilik manası; öldürmeyi istememesi itibariyle
de hata manası vardır. Zira âlet öldürücü
bir âlet değildir. Bu Dürer ve
Kuhistânî'den nakledilmiştir. İtkânî
buna Hatau'l-Amd da denildiğini
ilâve etmiştir.
«Büyük taş ve sopa ilh...» Eğer bunlar küçük iseler, ittifakla
amde benzeyen öldürmedir.
«Diğer İmâmların hilâfına; ilh...» Ebû Yûsuf, Muhammed ve diğer üç mezhep İmâmı
kastedilmektedir. Bunlara göre
büyük taş ve sopa ile öldürmek amden
öldürmedir.
Kuhistânî şöyle der: Musannıfın zikrettiği günâh, kefâret ve kısas gibi
hükümler, hem amden, hem
de amde benzeyen öldürmede İmâm Ebû
Hanife'ye göre lâzım olduğu gibi, Ebû Yûsuf ve
Muhammed'e göre de lâzımdır.
Ancak onlara göre amden öldürme;
çoğunlukla öldüren bir âletle
kasten vurmak, amde benzeyen ise,
çoğunlukla öldürücü olmayan bir âletle vurmak sonucu olan
ölümdür.
Az bir suda boğarak öldürmek tüm İmâmlara göre amden öldürme
de amde benzeyen öldürme de
sayılmaz. Bir kimse bir kuyuya
atılsa, dağdan veya damdan aşağı atılsa ve kurtuluş
umudu olmasa
bu, İmâm Ebû Hanife'ye göre amde benzeyen, Ebû Yûsuf ile
Muhammed'e göre ise amden öldürme
sayılır. Tetimme'de belirtildiğine
göre; İmâm Ebû Hanîfe'nin kavli ile fetvâ verilir. Bu meselelerin
tamamı gelecek olan fasılda beyân edilecektir.
Mi'râc'da, Müctebâ'dan naklen; Ebû Hanîfe'ye göre amde benzeyende itlâfın
değil, te'dibin
kastedilmiş olmasının şart olduğu bildirilmektedir.
«Amde benzeyen öldürmenin hükmü
uhrevî mesuliyettir ilh...» Çünkü kişi kasten
vurmuştur. Mekkî,
Burhan'dan naklen.
Zeylaî'nin sözünden anlaşıldığına göre; onun günâhı, öldürmekden
dolayı değil, vurmaktan
dolayıdır. Zeylaî şöyle demektedir: «O öldürmek günâhını
değil, vurmak günâhını işlemiştir.
Çünkü
öldürmeyi değil, dövmeyi kastetmiştir. Kefâret ise, hataen
vuku bulan öldürme sebebiyle gereklidir,
vurmak sebebiyle değil.»
Burhan'ın: «Kasten vurduğu için»
tarzındaki ta'lili de buna delâlet
eder. Şu var ki, Zeylaî'nîn
gerekçesi iddiası ile çelişki
arzetmektedir. Eğer günâhın gerekçesinin
kasıt olduğu söylenirse;
öldürmeyi kastederse öldürmenin günâhını, dövmeyi
kastederse de dövmenin günâhını alması
gerekir. Böyle olursa bu sözün geçerliliği
olur.
Diyet-i Muğallaza» Yâni yüz
deve verir. Eğer diyeti
deveden başka bir şeyle öderse
mugallaza
olmaz. Kuhistânî. Diyet deveden ödenirse, iki, üç, dört ve beş yaşına basmış olan diş, develerden
1/4 er oranıyla ödenir.
«Âkile üzerine ilh..» Yani katilin yardımcıları üzerine Kuhistânî. Bu meseledeki
temel prensip şudur:
Sonradan ârız olan (sulh v.s.
gibi) bir manadan dolayı değil de, daha başlangıçtan
itibâren, öldürme
sebebiyle vâcip olan her diyet,
hataen öldürmeye kıyasla, âkileye aittir. Bu, üç senede ödenir.
Hidâye.
«Daha başlangıçtan itibâren» sözü ile, amden öldürmeden sonra sulh yoluyla
vâcip olan diyet ve
babanın oğlunu kasten öldürmesi
sebebiyle vâcip olan diyet hükmün dışında tutulmuştur. Kifâye.
Sözün özü; günâhı ve diyetteki
tağliz (amde benzeyen öldürmedeki diyet)in dışındaki her konuda,
amde benzeyen öldürme, hataen öldürme gibidir.
Şu iyi bilinmelidir ki; taammüden
(kasten) birisini öldürmekten veya bir organına karşı kasten
işlenen cinâyetten dolayı ödenmesi gereken diyet, kâtil
(ya da cânî)in malından ödenir. Bu
cinâyetlerin hatâen vukûu halinde ise, diyet âkile tarafından ödenir. Şibh-i amd (amde benzeyen)de
ise; eğer adam ölmüş ise diyet âkileye, bir uzvu telef olmuşsa câniye aittir. Fidye
diyet miktarına
erişse bile hüküm aynıdır.
«Bunun tefsiri gelecektir. ilh...»
Yani, kefâret, diyet
ve diyeti muğallazanın tefsiri diyetler konusunda
âkilenin tefsiri de meâkil bahsinde gelecektir.
«Ancak bu tür cinâyeti tekrarlarsa
ilh.. » Bu ifâdenin zâhirinden, -iki defa da olsa- tekrarlarsa, devlet
başkanının siyaseten öldürebileceği anlaşılmaktadır. Gelecek
fasılda anlatacaklarımız da buna
delâlet etmektedir.
«Organlara karşı işlenen cinâyette şibh-i amd (amde benzeyen)
yoktur ilh...» Çünkü bu, belirli bir
alete mahsus değildir. Dolayısıyla bu tür cinâyetlerde şibh-i amd tasavvur
edilemez. Cana kıyma ise
bunun aksinedir. Konunun tümü Zeylaî'dedir.
METİN
Üçüncüsü, Hataen öldürmedir. Bu
da iki çeşittir:
A - İşleyenin zannına göre hata:
Birisini, av veya harbî ya da mürted zannederek silâh atması ve
onun müslüman bir insan
olduğunun ortaya çıkması gibi.
B - Bizzat fiilin kendisindeki
hata: Kişinin bir hedefe veya
ava silâh atması, ama merminin bir
insana isabet etmesi, bir hedefe atması ve kurşun (ya da ok) un
hedeften sekip ya da hedefi geçip
birisine isabet etmesi, bir adamı hedef aldığı halde okun (kurşunun)
bir başkasını vurması, birisinin
eline vurmayı kastettiği halde başka birinin
boynuna isabet etmesi -eğer elini kastettiği kişinin
boynuna isabet ederse taammüden öldürme sayılır-, bir adamı vurmak istemesi, ama okun önce
duvara değip dönmesi ve bir adama isabet
etmesi hep hatâdır. Bu son durumda, atan duvara isabet
ettirmekle hatâ etmiştir. Okun
duvardan dönme sebebi başkadır. Hüküm en son sebebine izâfe
edilir. İbn-i Kemâl Muhît'ten
naklen. İbn-i Kemâl şöyle demektedir:
«Birisinin elinden bir odun veya
kerpiç düşüp de birisini öldürse,
bunda kasıt yoktur, fiilde hatâ tahakkuk
etmiş olur.» Bu meselede
Sadruşşeria'nın sözü de aynıdır.
Vehbâniye'de nazım olarak şöyle der:
«Birisini kasteden kişi başkasını
vurursa bu hatâdır, bunda kısas uygulanmaz.
«Uyuyan birisini kasteden
kişi eğer kan akıtırsa, onu kan
akar bir halde bırakırsa kısas
uygulanır.»
İZAH
«Üçüncüsü hatadır.» İbn-i Kemâl
«Cinâyet köleye bile işlense»
demektedir. İbn-i Kemâl'in bunu
söylemesine sebep, köle denilince akla önce
onun mal oluşunun gelişi sebebiyle, malların tazmini
gibi tazmin ettirileceği ve
âkileye vacip olmayacağının zannedilmesidir.
«Hatâ iki çeşittir ilh...» Çünkü meselâ her hangi bir şeye silâh
atmak, hem kalbin işine -o da kasıttır-
hem de yaralayan şeye -o
atmaktır- şâmildir. Eğer hatâ birincisinde olursa bu birinci çeşit,
ikincisinde olursa ikinci çeşit olur. İnâye.
«Onu av zannederek atsa ilh...»
Zan iddiasına itibar edilir mi, yoksa zannın tahakkuku mu gerekir ya
da ona şahitlik yeter mi meselesine dikkat etmek gerekir. T. Tahtâvî daha sonra bazı şeyler
nakletmektedir. Ama bunlar maksadı ifadeye kâfi gelmiyor. Biz onu inşaallah «öldürmeye
şahitlik
etmek» bâbında açıklayacağız.
«Okun dönmesi başka bir sebeptir. ilh...» Bu sebep, atmaktan
sonra okun duvara isabetidir.
«Bu konuda Sadruşşerîa'nın sözü
de aynıdır..» Sadruşşerîa; fiildeki hatûda; fâilden, kastettiği
fiilin
değil, başka bir fiilin sadır olmasını şart koştu.
Az önce geçen: «Kişi bir hedefe attığı zaman, hedefe
değse sonra sekse veya
hedefi aşıp bir adama
isâbet etse fiilde hatâ tahakkuk eder»
tarzındaki hüküm, Sadruşşerîa'nın lehinedir. Çünkü her iki
surette de şart mevcut değildir.
Birisinin elinden kasıt olmadan bir odun veya kerpiç düşse de bir
adamı öldürse fiilde hatâ
tahakkuk eder. Bunu İbn-i Kemâl
ifade etmiştir. Tahtavî: «Ama az sonra
bunun hatâ mecrâsına cârî
katil olduğu gelecektir» der.
«Eğer onu kan akarken bırakırsa ilh...»
Uyku hâli ile kayıtlanmasının sebebine
dikkat et! Daha önce
geçtiği üzere eğer iğne öldürücü
bir yere batırılırsa kısas gerekir. Her halde bunun illeti kastedilen
yerin öldürücü olmayan bir yer oluşudur. Eğer uyanık iken kendi kanını akmaya terketse, ölümü
kana nispet edilir. Düşünülsün.
METİN
Dördüncüsü: Hatâ kabilinden
sayılan öldürmedir. Uyuyan birisinin,
birinin üzerine yuvarlanarak
öldürmesi bu çeşittendir. Böyle birisi hata eden kişi gibi
mâzurdur. Bu şeklideki bir öldürmenin
hükmü; kefâret, âkilenin ödeyeceği
diyet ve günah (yani uhrevî sorumluluk)tur. Ama bunun günâhı
kasten adam öldürmenin
günahından daha aşağıdır. Kefâretin vâcip oluşu, uhrevî mesûliyetin
varlığını gösterir. Çünkü azimet terkedilmiştir.
İZAH
«Dördüncüsü hata kabilinden
sayılan ilh...» Şer'an bunun hükmü,
hatâen öldürmenin hükmüdür.
Ama aslında hataen öldürmeden daha aşağıdır. Çünkü uyuyan kişinin hiçbir kastı yoktur. Kefâretin
gerekli oluşu ise, birisini öldürmesi ihtimali olan bir yerde uyumuş
olmasından dolayıdır. Hataen
öldürmedeki kefâret de, ölüme sebep olacak
şeyden kaçınılmaması yüzündendir. Hatâ mecrâsına
cârî olan öldürme ile öldürenin mirastan
mahrûm olmasına sebep
de: Vârisin bizzat öldürmüş
olması ve aslında uyumadığı halde uyur görünür de bir an önce mirası elde etmek için kasten
öldürmüş olması ihtimalinin
mevcudiyetidir.
Damdan birisinin üzerine düşüp
onu öldüren, elindeki kerpiç veya
odun düşüp de birisinin
ölümüne sebep olan, bindiği hayvan bir adamı çiğneyip de onu öldüren
kimseler uyurken birini
öldüren gibidir. Çünkü bunların hepsinde
istenmeden masum birisinin öldürülmesi söz konusudur.
Kifâye.
«Çünkü azimet terkedilmiştir..»
Buradaki azimet, çok emin bir yerde uyumaya dikkat etmektir.
Kifâye'de şöyle denilmektedir: «Bu sorumluluk (günâh) öldürmenin günâhıdır. Çünkü çok emin bir
yerde uyumayı terketmek haddizatında günâh değildir.
Ancak bunun sonucunda öldürme fiili
gerçekleşirse o zaman günâh olur. Dolayısıyla kefâret;
kastî öldürme kadar günâh olmasa bile,
öldürmenin günâhından dolayıdır.»
METİN
Beşincisi de: -Tesebbüben (sebep olarak) öldürmedir. Devletin izni olmadan, kendisine
ait olmayan
bir yere taş koyan
veya kuyu kazan (ve böylece
birinin ölümüne sebep olan) kişi, tesebbüben
öldürenin misâlidir. İbn-i
Kemâl. Yol ortasına odun benzeri şeyler
koymak da aynıdır. Ancak, yolda
kuyu olduğunu bilen birisi kuyunun
üzerine yürürse durum farklıdır. Dürer.
Tesebbüben öldürmenin hükmü;
âkilenin ödemesi gereken diyettir. Kefâret ve katillikten dolayı
uhrevî mesûliyet yoktur. Fakat mülkü olmayan bir yeri kazdığı veya oraya taş koyduğu için
günahkâr olur. Tesebbüben
öldürmenin dışındaki öldürme çeşitlerinin hepsi, eğer katil mükellefse
-murisi öldürmesi halinde-mirastan
mahrum olmasını gerektirir. İmâm Şafiî hükümleri itibariyle
tesebbüben öldürmeyi hataen öldürmeye ilhâk etti.
İZAH
«Kendisine ait olmayan bir yere taş koyan ilh...» Yani bir
başkası yerini değiştirmediği
zaman. Ama
birisi değiştirse ve onun
sebebiyle bir adam ölse tazminat, yerini değiştirene aittir. Nitekim
Musannıf bu meseleyi ileride «Kişinin yolda ihdas ettiği şey» bölümünde anlatacaktır. «Kendisine
ait olmayan bir yer» kaydı hem
kuyu kazma, hem de taş koyma için geçerlidir.
Dürer. Eğer bunları
kendisine ait bir mülkte yaparsa
hakkı tecâvüz söz konusu değildir.
Dolayısıyla (birisinin ölümüne
sebep olmaktan dolayı) ne
kefâret ne de diyet gerekmez. T.
«Benzeri şeylerde ilh...» Yani karpuz kabuğu
gibi şeyler odunun benzeridir. Kâriu'l-Hidâye'nin
belirttiğine göre yola karpuz kabuğu atan, telef ettiği şeyi tazmin eder. Yola su dökmek de aynıdır.
Zehîra'da şöyle denilmektedir:
«Bunu El-Kitâb (Kudûri Muhtasarı) da mutlak
olarak söylemiştir.»
Bazı âlimler: «Dökülen suyun
üzerine geceleyin ve orada su olduğunu bilmeyen
birisi veya bir kör
bassa ve ölse suyu döken tazmin eder.» demişlerdir.
Taş veya tahta üzerinden yürümek de
aynıdır.
Alimlerden meseleye başka bir acıdan bakıp: «Eğer yolun
bir kısmına su döker kuru olan kısımdan
yürüme imkânı olursa tazminat yoktur» diyenler de vardır. Sâhibinin izniyle
birisinin dükkânının
önüne su dökse ve bir adamın
ölümüne sebep olsa, tazminat dükkân sahibine aittir. Bu istihsana
dayanan bir hükümdür. Bu
konunun tamamı Tatarhâniye'dedir.
FER'Î BİR MESELE:
Birisinin ayağı taşa takılarak
başka birinin kazdığı kuyuya düşse, tazminat taşı koyana aittir. Eğer
taşı kimse koymamışsa kuyuyu
kazan sorumlu olur. Aynı
şekilde, yoldan geçen bir adam,
birisinin
döktüğü sudan ayağı kayıp, kuyuya düşse tazminat, suyu dökene ödetilir. Yağmur suyu sebebiyle
ayağı kayarsa kuyuyu kazan sorumlu olur. Tatarhâniye.
Cevhere'de kuyuyu kazan:
«Adam kendiliğinden düştü» derse, onun sözünün kabul edileceği
söylenmektedir.
«Eğer cinâyeti işleyen mükellefse» Ama
çocuk veya deli ise Sirâcîyye Şerhi'nde belirtildiğine göre
mirasçı olur.
«Onu öldürmediği için» Yanı
bizzat öldürmediği için. Tesebbüben
öldürme, tazminatın gerekliliği
konusunda, kanı heder olmaktan korumak maksadıyla bizzat öldürmeye
ilhak edildi. Bu ise kaideye
aykırıdır. Kefâret ve mirastan mahrumiyet konularında ise mesele aslı
üzere kalmıştır. Kifâye.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
KISASI GEREKTİRİP GEREKTİRMEYEN HALLER
METİN
Öldürene nispetle, kanı ebediyen
masûn olan birini kasten öldürmekten dolayı kısâs gerekir. Dürer.
Kanı masûn olan ecnebî birini kasten öldürmekten dolayı
da kısas gerekir. Kanı masûn olan kişiden
maksat: Müslümandır. Kanı masûn olan ecnebîden maksat ise; İslâm Devletinin idaresinde yaşayan
gayr-ı müslimdir. Müste'men (emân alarak İslâm Ülkesine giren yabancı)
ve harbî (düşman
ülkesinde yaşayan gayr-i müslim)
böyle değildir.
Kısasın gerekmesi için katilin mükellef olması da şarttır.
Çünkü çocuk ve delinin öldürmesi
taammüden sayılmaz. Bu meseleler
«katilin yabancı birisini
öldürmesi»nde söz etmeye sıra
geldiğinde iyice açıklanacaktır.
Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Bir kimse hakkında kısas kararı verilse, ama kısas için ölenin
yakınlarına teslim edilmeden önce katil delirse,
kısas diyete dönüşür.
«Ara sıra delirip sonra aklı başına gelen bir kimse; aklı
başında iken birini öldürse, o da öldürülür.
Eğer katil, öldürülmeden delirirse ve deliliği sürekli olursa kıssa düşer. Ama
sürekli olmazsa yine
öldürülür.
«Bir kölenin sahibini kasten öldürmesi durumunda ne gibi bir hüküm uygulanacağı konusunda
rivâyet yoktur. Ebû Cafer: «Böyle bir köle öldürülür» demiştir. Vakfa ait bir köleyi kasten öldüren
kişiye kısas gerekmez. Kızı nikâhında iken kayınpederini öldüren kişiye de kısas gerekmez.»
Kısasın gerekmesi için ölenle öldüren arasında babalık-oğulluk,
kölelik-efendilik ve ölenin: «beni
öldür» demesi gibi bir şüphenin
bulunmaması gerekir.
İZAH
«Kanı masûn olan ilh...» Bu sözle,
evlenmiş olan zinakâr, harbî ve mürtet (İslâm dininden başka bir
dine geçen) gibi kanı mubah
olanlar hükmün dışında bırakılmıştır. Buradaki masûniyetten maksat,
tam masûniyettir. Küfür ülkesinde müslüman olan birisinin kanı,
ebediyen masûn olmuştur. Ama
kendisini orada öldürene kısâs uygulanmaz. Çünkü tam masûniyet, hem
tazminatı hem de uhrevî
mesuliyeti gerektiren masûniyettir. Kişi müslüman olmakla, kanı uhrevî yönden masûn
olmuştur;
ama tazminat açısından masûn olamaz. Zira bu ancak İslâm Ülkesinde söz konusudur.
«Öldürene nispetle ilh...» Yâni kanının masûn oluşu mutlak manada kullanılmamıştır. Buna göre;
taammüden adam öldüren bir
katili, maktule yabancı olan birisi
taammüden öldürse (öldürdüğü
kâtil olduğu halde) kendisine kısas
uygulanır. EIvânî'nin dediğine göre; bu hüküm, ilk kâtil
hakkındaki hükmün verilmesinden
öncesine de sonrasına da şamildir. Çünkü ilk maktulün
yakınlarının katili affetmeleri muhtemeldir.
«Kanı ebediyen mâsun olan ilh...»
Bu sözle, müstemen (emân ile İslâm ülkesine
giren) hükmün
dışında bırakılmıştır. Müslüman
birisinin, yine müslüman olan oğlunu
öldürmesi halinde kendisine
kısasın uygulanmaması bu tarife
zarar vermez. Çünkü bu durumda da aslında
kısas vaciptir fakat
babalık şüphesi ile kısas, mala
inkılap etmiştir. Bu da ârizîdir. Burada mevzubahis olan da asıldır.
Bundan dolayı, bu çocuk şehittir
yıkanmaz. Aynı şekilde, vakfa âit bir köleyi taammüden öldürene
de kısas uygulanmaz. Çünkü asıl ceza kısas olmakla birlikte
vakfın menfaatini gözetmek için kısas
mala inkılap eder. Tahtâvî
Mekkî'den özetle.
«Hakkında kısasa hükmedilen kişi, maktulün velisine teslim
edilmeden delirse kısas diyete
dönüşür.» Yani istihsanen kısas
düşer. Eğer katil, maktulün yakınlarına teslim
edildikten sonra
delirse, yine öldürülür. Çünkü kısasın
gerekli oluşu, katilin, vücub hâli olan hüküm verme
esnasında muhatap olmasına bağlıdır. Vücub, katil; maktulün yakınlarına teslim ile tamamlanır.
Fakat ölünün yakınlarına teslim edilmeden
delirirse, daha hüküm verilmeden önce delirmesi
halinde olduğu gibi, kısasın
vücûbu tam gerçekleşmemiş olur. Velvâlciyye.
«Ebû Câfer; öldürülür, dedi.» Bu
hüküm metinde açıkça geçti. Kölenin rahin ve mürtehine karşı da
işlediği cinayet muteberdir. Hamevî bu hükmü şöyle
açıklar: «Çünkü kısas kişinin insan oluşu
cihetindendir. Köle ise bu açıdan efendisine yabancıdır.» Sâlhânî.
«Vakfa alt köleyi öldürene kısas
uygulanmaz.» Aksine, cezası mala
dönüşür. Çünkü bu, daha önce
de belirtildiği üzere vakıf için
daha faydalıdır. Şurunbulâliyye'de bu
konuda şöyle denilmektedir:
«Her halde vakıf köleyi öldürene kısas
uygulanmayışının sebebi; kısasa hakkı
olanın tayinindeki
şüphedir. Çünkü vakıf: İmâm-ı Azam'a göre bir malı vakfedenin mülki, Ebû
Yûsuf ile Muhammed'e
göre ise Allah'ın mülki üzere bırakmaktır.
Bu durumda katile uygulanacak cezayı
talep edecek insan
yoktur. O lazım olan kıymettir.»
Ben derim ki: Bahır'ın Vakıf bahsinde şu ifadeler yer almıştır: «Vakıf
kölenin katiline hataen
öldürmede olduğu gibi: kölenin
kıymetini ödemesinin gerekliliği açıktır. Mütevelli onun kıymeti ile
bir köle alır ve o köle vakıf
olur. Aynı şekilde birisi bir
müdebberi (hürriyeti efendisinin ölümüne
bağlanan köle) hatâen öldürürse,
efendisi onun kıymeti ile başka bir
köle satın alır ve bu köle
müdebber olur. Zahîre müellifi
bunu açık belirtmiştir.»
«Kayınpederini öldürenden kısas düşer»
Çünkü hanımı, babasına karşı işlenen
cinayette kısas
hakkına vâristir.
Ben derim ki: Kızına bu hak miras olarak
değil; başlangıçta vardır. Nitekim Şârihin bunu, metindeki
«Vârislerin babaya karşı olan kısası düşer»
sözünün yanında Sadruşşerîa'dan nakledecektir.
METİN
Hür birisi, hür olan bir adam ve
vakfa ait olmayan bir köle karşılığında
( onları öldürmüşse)
öldürülür. İmâm Şâfiîye göre ise, köle karşılığında hür
öldürülmez.
Bizim delilimiz; «şüphesiz cana karşı
can...» meâlindeki âyettir.
Çünkü bu âyet; «Hüre karşılık
hür..» meâlindeki âyeti
neshetmiştir. Nitekim Süyûtî, Ed-Dürru'l-Mensûr adındaki eserinde Nehhâs
vasıtasıyla İbn-i Abbâs'tan şöyle nakletmiştir: «Hürün hür karşılığında husûsen zikredilmesi,
başkaları karşılığında öldürülmeyeceği manasına gelmez.» Eğer öyle olsaydı, kadını
öldüren
erkeğin öldürülmemesi gerekirdi. Oysa bu görüşte olan kimse yoktur.
«Köle hür karşılığında
öldürülmez» diyenler de vardır. Ama
bu «evleviyetle» hükmüne girdiği söylenerek reddedilir.
İbare: «Hüre karşılık köle öldürülmez» şeklindedir. Ama bu yukarıda geçen cümlenin aynısıdır.
Tekrarında manâ yoktur. Zaten şerhte bu cümlenin: «Hür karşılığında köIe» şeklinde olduğu
belirtilmiştir.
Ebu'l-Feth El-Bestî nazım olarak
şöyle der:
«Şu Ceylân yavrusunu benim
kanıma karşılık, cezalandırın, o bana kasten gözlerinin
okunu attı.»
«Ama onu öldürmeyin, çünkü ben
onun kölesiyim, kölesi karşılığında
öldürülen hiçbir hür
görmedim.»
Hanefîlerden birisi de bu sözlere
aynı şekilde nazım olarak şöyle cevap
vermiştir:
«Bakışıyla beni öldürmek isteyen ve Allah'ın
taammüden öldüreni cezalandıracağından
korkmayandan kanımı alın.»
«Ben onun kölesi bile olsam hürün köle mukabilinde öldürüleceğinin bilinmesi
için ona zorla kısas
uygulayın.»
Zımmî'yi öldüren bir müslüman öldürülmez. Şâfiî'ye göre ise öldürülür. Müstemene karşılık
müslüman ve zımmî öldürülmezler.
Eşitlik bulunduğu için kıyasa göre
müstemen kendi misli
karşılığında öldürülmelidir. Ama
istihsâna göre kanını mubah kılacak bir sebebin
varlığından
dolayı, müstemen de öldürülmez. Hidâye, Müctebâ, Dürer ve başka
kitaplar.
Musannıf der ki: «Alimler bir kaç meselenin dışında genelde istihsanla amel edilmesi gerektiğini
belirttikleri için, burada da istihsânın hükmünü almak gerekir. Bu konu o meselelerden birisi
değildir. Molla Hüsrev metninde
sadece kıyasa göre verilecek hükme işaret
etmiştir.» Musannıf her
zamanki adetine göre hareket etmiştir.
Ben derim ki, Mültekâ da dâhil, metinlerin çoğu Molla Hüsrev'in dediğini (yani kıyası)
güçlendirmektedirler.
İZAH
«Sadece hürün zikredilmiş olması ilh...» Yâni âyette; «Cana karşılık
can» ifadesinin şumûlünde
olduğu halde, sadece hür ile iktifâ edilmesi, hürün köle karşılığında
öldürülemeyeceği manasına
gelmez. Bu: «Kadına karşılık kadın»
kavl-i ilahisine benzer. Bu da kadına karşılık
erkeğin
öldürülemeyeceğini ifade etmez. Zeylaî: «Kadına
karşılık kadın» ifadesinden, cariyeye karşılık
hür
kadının öldürülebileceğinin anlaşıldığını
söyler.
«Hür karşılığında köle öldürülmez, denildi.» Bu Şâfiî'nin iddiasına
cevaptır. Yani eğer: «Hüre
karşılık hür, köleye karşılık köle» meâlindeki
âyetten, hükmün sadece zikredilenlere münhasır
olduğunu söyleyerek, köle karşılığında hürün öldürülmeyeceği kabul edilirse, hür karşılığında da
kölenin öldürülmemesi gerekir.
«Reddedilir ilh...» Yâni hür karşılığında
kölenin öldürülmeyeceği rivâyeti kabul edilmez. Çünkü
âyetin zahirî hükmüne göre hüre mukabil hür öldürüldüğüne göre, köle haydi haydi öldürülebilir.
Çünkü köle daha aşağı
seviyededir. Bu; ana babaya «üf» demenin caiz olmayışının, onları
dövmenin de caiz olmayacağına delâleti gibidir. Yukarıdaki görüş
Sadruşşerîa'ya cevap da Molla
Hüsrev ve İbn-i Kemâl'e aittir.
«Onu öldürmeyiniz...» Şiirin bu bölümü önceki bölümle çelişki arz etmektedir. Çünkü daha önce
«kanımı alın» demişti; bu da ancak öldürmekle olabilir.
Bunun diyete hamledilmesi mümkün
değildir. Çünkü efendi kölenin
diyetini ödemez.
«Köle karşılığında öldürülen bir
hür görmedim.» Bazı nüshalarda bu ibare: «Benim mezhebime
göre hür köle karşılığında
öldürülmez» şeklindedir.
«Hürün köle karşılığında
öldürüldüğü bilinsin diye ilh...» Bu beyit gerçek hükme uygun
değildir.
Çünkü kişi kendi kölesi karşılığında öldürülmez. Eğer maksadı başkasının kölesi ise o zaman bu:
«Ben kölesi isem de» sözüne uygun düşmez. H.
Ben derim ki: Bu lâtif bir
üslupla hükmü ortaya koymaktır. Bu gibi sözler böyle şeylerle incelenmez.
Öyle olsaydı, şair: «Beni öldürdü» değil de «Öldürmek istedi» dediği için itiraz
edilirdi. Ve yine, «bir
bakışla öldürme» karşılığında kısas gerekmez. Çünkü buna
taammüden öldürme denmez. Ben bu
hükmü, edebi yöne dikkat ederek,
ta'n edilmeye imkân vermeden ve sevenin sevgilisindeki hakkını
da gözeterek şu beyitlerle ifadelendirdim:
«Vücut mızrağı ile amden benim ruhumu ikiye bölen ve benim için keskin bakışını sıyıranı bırakın.
«Her ne kadar şer'an köle karşılığında hür öldürülse
de, kendi kölesini öldüren hüre kısas yoktur.»
«Zımmîye karşılık müslüman kısas
edilir..» Kitap ve Sünnetin mutlak ifadeleri ile, İbn-i Selmânî ve
Muhammed b. El-Münkedir'in rivâyet ettikleri şu hadis buna delâlet
etmektedir: «Rasûlullah
(s.a.v.)'e, kendileriyle muâhede yapılan zımmîlerden birisini öldüren bir müslüman getirildi.
Rasûlullah'ın emri ile adamın boynu
vuruldu. Efendimiz: «Ben zimmetine
vefa göstermeye en lâyık
olanım» buyurdu.»
Hz. Ali de şöyle der: «Zımmîler kanları bizim kanımız, malları da
bizim malımız gibi olsun diye Cizye
verdiler.» demiştir. İşte bundan
dolayı bir müslüman bir zımmînin malını
çalsa kolu kesilir. Halbuki
mal, candan daha değersizdir.
Rasûlullah'ın : «Kâfire karşılık mümin öldürülmez. Ahit sahibi
de ahdi içinde iken öldürülmez»
sözünden maksat: Bir mümin veya zımmînin harbî olan bir kâfir karşılığında
öldürülmeyeceklerini
beyândır. Hadisteki: «Ahit sahibinden maksat» zımmîdir. Bu hadiste «zû ahd» ahit sahibinin, «zî
ahd» şeklindeki rivâyeti sahihse, -iki rivâyetin
arasını uyuşturmak için- «zî
ahd» şeklindeki
okuyuşun, yanındaki kelimeye uyması için
olduğunu söyleriz. Yoksa manâ «Müslüman, kâfir ve
zımmî karşılığında öldürülmez» demek
değildir. Bu meselenin tamamı
Zeylaî'dedir.
«Müslüman ve Zımmî, müstemen karşılığında
öldürülmezler.» Çünkü müstemenin dokunulmazlığı
ebedî değildir. Zira o memleketine dönüp, müslümanlara karşı
muharip olmaya azimli demektir.
«İstihsâna göre olan hükmü almak gerekir.
ilh...» Hindiye'de, Muhit' ten naklen bunun Zâhirî rivayet
olduğu ifade edilmektedir. Bu,
istihsanda belirtilen hükmü teyit
etmektedir. T.
«Metinlerin çoğu ilh...» Vikâye,
Islah, Gurer gibi. Mesele; Kenz, Mecmâ', Mevâhib ve
Dürerü'l-Bihâr'da yer almamıştır. Hidâye'de ise şöyle denilmektedir: «Müstemen Müstemene
karşılık kıyasa göre öldürülür,
istihsana göre ise öldürülmez.» Bunun benzeri, Tebyin ve
Cevhere'de de vardır. İhtiyâr'da
da: «Öldürülmez, denildi. Bu istihsândır» denilmektedir.
METİN
Aklı başında olan kişi deliye; bülûğa eren çocuğa; sıhhatli olan gözü görmeyene, müzmin hasta ve
sakat olana, erkek de kadına karşılık kısasen
öldürülür. Bunda icmâ vardır. Fürû
(çocuklar), ne
kadar yukarıya çıkarsa çıksın
ebeveynleri karşılığında kısasen öldürülürler. Ebeveyn ise çocuklara
mukabil öldürülmezler. Oğlunu
boğazlayan kişinin öldürülmesi
konusunda İmâm Mâlik farklı
görüştedir. Yâni, ne kadar yukarıda olursa olsun, anne cihetinden
kadınlar bile olsa, usule (kişinin
sulblerinden geldiği kişiler) tüm fürûları mukabilinde can ve organ karşılığında kısas uygulanmaz.
Çünkü Rasûlullah (s.a.v.):
«Oğlunu öldüren babaya kısas uygulanmaz» buyurmuştur.
Buna sebep;
evlâdın babanın bir parçası oluşu
özelliğidir. Dolayısıyla bu vasıf babadan yukarıdakiler
(dede,
büyük dede v.s.) için de geçerlidir. Çünkü onlar evlâdın dünyaya gelmesne
sebeptirler. Evlat
onların yok olmasına sebep olmaz.
Bu durumda evladın diyetinin baba
tarafından üç sene
içerisinde ödenmesi gerekir. Öldürme taammüden vukû bulduğu için âkileye bir şey gerekmez.
İmâm Şâfiî, diyetin, sulh bedelinde olduğu gibi peşin olarak
ödenileceğini söyler. Zeylaî, Cevhere.
Mesele Meâkıl bahsinde de gelecektir.
Mültekâ'da şöyle denilmektedir:
«Oğlu babasıyla, köleyi efendisiyle, ya
da biris,ni; hataen
öldürenle, birini çocuk, deli
veya öldürmesi sebebiyle kendisine kısas
gerekmeyen biri ile birlikte
öldüren kişiye kısas uygulanmaz. Çünkü kısas cezası bölünemez.
Dolayısıyla Şâfiî'nin hilâfına, bize
göre bu durumdaki öldürmeye taammüden iştirak edene kısas uygulanmaz.
Burhan.»
İZAH
«Bâliğ olan kişi çocuk karşılığında öldürülür. ilh...» Başı ana rahminden çıkıp
da sesi duyulan bir
çocuğu öldüren kişinin diyet ödemesi gerekir. Ama, başı ile birlikte
yarısı veya ayakları ile birlikte
yarısından çoğu çıkmışsa
kısas
lazımdır. Çocuğun uzuvlarından
birisinin kesilmesi durumunda da
hüküm aynıdır. Müctebâ ve
Müntekâ'dan naklen Tatarhâniye.
«Sıhhatli olan ilh...» İbn-i Kemâl;
bunun yerine, «Sâlim olan» tabirini kullandı. Sonra da: «Sıhhatli
olan denilmedi. Çünkü gözü görmeyende
bulunmayan, sıhhat değil, selâmettir.
Bundan dolayı,
cuma bahsinde, sıhhatten sonra
gözlerin selâmeti ayrıca zikredilmektedir.»
dedi.
«Sakat olan (bir uzvu bulunmayan) ilh...» Çünkü biz organ ve vasıflardaki farklılığa itibar etseydik,
kısas uygulama imkânı kalmaz, bu
da herkesin biri birini öldürmesi ve kandırması sonucunu
doğururdu. İhtiyâr. Hatta bir
adad, elleri, ayakları, kulakları ve tenasül uzuvları kesik, gözleri
olmayan birisini taammüden öldürse kısas
uygulanır. Cevhere, Hûcendî'den.
«Anne tarafından kadınlar bile olsa. ilh...» Önce geçen,
mutlak ifadeyi tefsir için
getirilmiştir. Ne
kadar yukarıda olurlarsa
olsunlar, baba veya anne yönünden dede, torunu karşılığında kısasen
öldürülmez. Nineler için de
hüküm aynıdır.
«Onların yok olmalarına sebep
olamaz.» Yani onların tüm vücudunun yok olmalarına sebep
olamayacağı gibi, bir uzuvlarının yok
olmasına da sebep olamaz. Hüküm organlara da şâmildir.
«Mültekâ'da şöyle denilmektedir. ilh...»
Cevhere'de de şöyle denilmektedir: «Eğer
iki kişi bir adamı
beraberce öldürseler ve
bunlardan biri şayet onu tek başına
öldürse idi kendisine kısâs gereken
birisi, diğeri de gerekmeyen
birisi iseler, her ikisine de
kısâs icap etmez, diyet
gerekir. Mesela
yabancı ile baba, taammüden öldürenle hatâen öldüren,
birisi kılıç diğeri sopa ile vuranın durumu
böyledir. Ancak tek başına
öldürmüş olsaydı kendisine kısâs uygulanmayacak
olanın diyeti
âkilesine; diğerinin diyeti
ise kendisine aittir. Bu konuda, oğulu, babasıyla birlikte öldürenin
durumu farklıdır. Çünkü bu durumda her
ikisi de diyeti kendi mallarından
ödemek zorundadırlar.
Zira baba oğlunu yalnız başına öldürse
idi diyeti kendi malından ödenecekti.»
Bu mesele sonraki
bâbın sonunda daha geniş olarak gelecektir.
METİN
Efendi; kendi kölesi, müdebberi, (hürriyetini ölümüne bağladığı
köle), mükâtebi (belirli bir para
karşılığında azat etmeyi taahhüt
ettiği köle) ve oğlunun kölesi karşılığında
kısasen öldürülmez. Bu
son mesele, âlimlerin: «Babası
aleyhine kısas hakkına sahip olanın, hakkı düşer» hükümlerinin
şumûlüne girer. Nitekim ileride gelecektir. Yine efendi; kısâs
bölünmeyeceği için, bir kısmına sahip
olduğu köle karşılığında ve bir
hür, rahin ve mürtehin beraberce istemedikçe
rehin olan köleye
mukabil öldürülmez. İmam
Muhammed: «Rahin ve mürtehin beraberce isteseler
bile, rehin köleyi
öldüren öldürülmez.» demiştir.
Cevhere.
Dürer'deki, Kâfî'ye nisbeten ifade edilen
hüküm buna hamledilir. Ama Şurunbulâliye'de
Zahîriyye'den naklen Dürer'dekinin fıkha daha uygun olduğu beyan edilmektedir.
Eğer rahin ve mürtehin kısas veya diyet konusunda ihtilâfa düşseler (yani
birisi kısas diğeridiyet
istese) kâtil kölenin kıymetini
öder. Bu para kölenin yerine rehin
olur. Bir kimse kiralanmış olan
köleyi öldürürse, kısâs yetkisi kiraya veren köle sahibine aittir. Satılmış olan bir kölenin
öldürülmesi durumunda ise; eğer köle halâ
satıcının elinde ise, müşteri alım satıma icâzet verirse
kısas kendisinin hakkı; reddederse
(akdi feshederse) satıcının hakkıdır. Cevhere'de; kâtile
kısâs
gerektiği tarzında da bir
görüşün olduğu belirtilmektedir.
Eğer geride anlaştıkları bedeli ödeyecek mal bırakmışsa ve kendisinin efendisinden başka
vârisi
varsa, vârisler ittifakla kısas
isteseler bile; mukâtebi, mukâtebin
oğlunu ya da kölesini öldüren
kişiye kısas gerekmez. Çünkü
Sahâbîler mükâtebe halinde ölenin hür olarak mı, yoksa köle olarak
mı öldüğünde ihtilâf etmişlerdir.
Bu durumda onun velisinin kim olduğu tam belli
değildir. öyle
olunca da kısas düşer. Ama
eğer mükâtebin efendisinden başka varisi yoksa, ister geride mal
bıraksın, ister bırakrnasın ya
da mal bırakmamışsa efendisinden başka varisi olsa bile.
efendisi
kısas hakkına sahiptir. Çünkü veli sadece odur. Bu dört suretin ilkinde İmâm Muhammed'in ihtilâfı
vardır.
İZAH
«Efendi kölesine karşılık öldürülmez ilh...» Çünkü kölesi
malıdır. Dotayısıyla kendi aleyhine hak
istemesi söz konusu olamaz. Müdebber de köledir. Mükâteb, ödemediği para
kaldığı müddetçe
köledir. Oğlunun kölesi de: «Sen ve malın babana aitsiniz» hadisi
gereğince kendi malı
hükmündedir. Ama
her halükârda kölesini öldüren efendiye kefâret gerekir. Cevhere'de de böyle
denilmektedir.
«Rehin olan köle karşılığında ilh...» Yani rehin olan bir köleyi öldüren kişi, rahin ve mürtehin birlikte
kısas isteyinceye kadar öldürülmez. Çünkü mürtehinin köle
üzerinde mülkiyet hakkı yoktur.
Dolayısıyla kısasa yetkisi yoktur. Rahin kısasa yetkilidir, ama bu da mürtehinin hakkının iptaline
sebep olur. Bu yüzden mürtehinin hakkının kendi rızasıyla düşmesi için
her ikisinin de birlikte
kısas istemeleri şarttır.
Burada şöyle bir itiraz yöneltilebilir: Rehin helâk olunca, mürtehin hakkını
almış sayılır. O halde
hakkı düştükten sonra kısas için onun rızası için gereklidir.
Bu itiraza şu şekilde cevap verilir:
Mürtehinin hakkını almış olması kesin değildir. Çünkü
sulh
yoluyla veya kölenin hatâen öldürülmüş olması iddiası ile kısasın yapılmaması muhtemeldir. (O
zaman mürtehinin hakkı kölenin kıymetine
veya diyete taalluk edeceğinden, onun ölümü ile hakkını
almış sayılmaz.)
«Dürer'deki fıkha daha uygundur
ilh...» Çünkü geride hem borcuna kâfi
mal, hem de miras bırakan
mükâtep meselesinde olduğu gibi,
kısas isteme hakkının kime ait
olacağı konusunda karşılık
vardır. Ama Zeylaî şöyle der: «Rehin
olan köle meselesi ile mükâtep
meselesi orasındaki fark
açıktır. Zira mürtehinin rehinde
ne mülkiyet ne de velâ (velilik) hakkı olmadığı için kısas isteme
yetkisi yoktur. Dolayısıyla bu yetkiye sahip olana benzemez.
İleride geleceği üzere mükâtep konusu
böyle değildir.
«Kısas hakkı kiraya verene
aittir. ilh...» Çünkü o, kölenın mâlikidir. Kiralayanın ne kölenin
kendisinde ne de bedelinde hiçbir hakkı
kalmamıştır.
«Eğer alıcı alım satım akdine icazet verirse. ilh...»
Yani meseleyi olduğu üzere kabul eder,
akdi
feshedip de parasını geri isteme cihetine gitmezse bu durumda satım
akdi mevkûf olmaz. Aksi
halde kölenin ölümünden sonra
akde icâzet vermesi sahih olmazdı.
«Kısas yetkisi müşteriye aittir.» Çünkü kölenin sahibi odur. Zeylaî.
«Reddederse ilh...» Yani satım akdini feshedip, parasını geri alırsa;
«kısas hakkı satıcıya ait
olur.»
Çünkü satım ortadan kalkmış, köle sahibinin o olduğu açığa çıkmış
olur. Zeylaî.
«Kıymetin gerekli olduğu da söylendi. ilh...» Bu görüş İmâm Ebû Yûsufa aittir. Bu görüşün
gerekçesi şudur: Yaralama anında satıcı için kısas yetkisi
sabit değildi. Zira o zaman mal müşteriye
aitti. Cevhere.
«Velinin kim olduğu belli
değildir. ilh...» Eğer: «Mükâtep hür olarak ölmüştür» dersek
velisinin
varisleri olması gerekir. Köle olarak öldüğü kabul edilirse veli,
efendi olur.
«Dört sûretin birincisinde
ilh...» Bu bir kalem hatası olmalıdır. Musannıf bu sözünde İbn-i Kemâl'e
uymuştur. Halebî'nin dediğine göre bunun doğrusu: «Dört sûretten ikincisinde» olmalıdır. Bu sûret:
Mükâtebin, efendisinden başka
vârisi olmadığı halde, anlaştığı bedeli karşılayacak mal bırakmış
olması halidir. Çünkü Hidâye'de
belirtildiği üzere İmâm Muhammed'in
ihtilâfı bundadır.
İmâm Muhammed'in görüşünün
gerekçesi: Efendinin kısas isteme
yetkisinin sebebinde karşılığın
olmasıdır. Çünkü eğer hür olarak
ölmüşse onun velâ, köle olarak ölmüşse mülkiyet hakkı vardır.
İmâm Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf ise, her
iki halde de kısas yetkisinin
kesinlikle ve sadece efendiye
ait oluşunu delil getirmişlerdir.
Bilmiş ol ki: Dördüncü sûretteki
-anlaştıkları bedeli karşılayacak
mal bırakmadığı ve vârisinin
olduğu hal- kısası, Kifâye'de belirtildiğine göre Şeyhu'l-İslâm: Kıymetinin, anlaşılan bedeli
karşılamayacak durumda olması ile
kayıtlamıştır. Buna göre, mükâtep kölenin
kıymeti, efendisi ile
anlaştıkları bedeli karşılayacak durumda ise, kısâs uygulanmaz, katilin kendi malından mükâtep
kölenin kıymetini ödemesi gerekir.
Çünkü her ne kadar taammüden öldürmenin cezası kısas ise de,
katil razı olmasa bile hak sahibinin hakkını gözeterek, cezanın
mala tebdili caizdir. Nitekim birisinin
elini kesenin kolu çolak ise, eli
kesilenin hakkını gözetmek için cani
razı olmasa bile cezanın mal ile
ödenmesini isteme hakkı vardır. Çünkü kısasta hakkını tam olarak alma imkânı yoktur.
Bu
meselede de durum aynıdır. Zira,
mükâtebin kıymetini ödemek kendisi
için daha faydalıdır. Çünkü
mükâtebe bedeli onun kıymetinden
ödenirse hem mükâtep kölenin hem de çocuklarının hürriyeti ile
hükmedilir. Kısasta hükmedilmesi durumunda ise, kölenin ölümü ve ondan hiçbir yarar
sağlanmaması ile hükmedilmiş olur. Dolayısıyla kıymetinin ödettirilmesi daha uygundur.
Durru'l-Müntekâ ve Kuhistânî'de bu benimsenmiştir.
METİN
Kişinin babasının -yani usulü- aleyhine mirasçı olduğu kısas düşer.
Çünkü fürû', usulüne ceza
uygulatamaz.
Bu meselenin sureti şöyledir:
Meselâ, birisi kayınpederini öldürür.
Maktûlün, katilin karısından
başka vârisi yoktur. Hanım da ölünce maktûlün
katilden olan oğlu, babası aleyhine
vacip olan kısas
varis olur. İşte bu durumda, az
önce söylediğimiz gerekçeden dolayı kısas
düşer. Meselenin
Sadruşşerîa tarafından yapılan
tasvirinde ise oğul, kısas hakkına Ebû Hanife'ye göre daha baştan
sahip olmuştur, vâris olmamıştır.
Şu var ki her iki surette de hüküm aynıdır.
Cevhere'de: «Yaralı
veya vârisi yaralı, ölmeden önce
caniyi affetseler, sebep
tahakkuk ettiği için istihsânen af
geçerlidir. Çünkü onlar için af sebebi tahakkuk etmiştir» denilmektedir.
Bir müslüman başka bir müslümanı muharebe meydanında müşrik zannederek öldürse kısas
gerekmez, kefaret ve diyet icap eder. Çünkü bu öldürme hataen olmuştur.
Ulemâ; bunun askerlerin
biri birine girmesi halinde
olduğunu söylerler. Ama öldürülen, müşriklerin safında ise hiçbir şey
gerekmez. Çünkü onun masûniyeti
kalmamıştır. Hz. Peygamber (S.A.V.):
«Bir kavmin kalabalığını
artıran onlardandır» buyurmuştur.
Ben derim ki: Düşmanın kifâyetine
bürünmese bile onların sayısını
çoğaltan, onlardan olduğuna
göre, onların kılığına girenin
durumu ne olur? Bunu Zâhidi söyledi.
Musannıf der ki: Eğer bir cinnî,
yılan gibi katli caiz olan bir şeyin şekline girse,
onu öldürmek için gayret etmek gerekir. Sonra onun
cinnî olduğu açığa çıkarsa hiçbir şey gerekmez. Allah en iyisini bilir.
İZAH
«Babası aleyhine vâris olduğu ilh...» Yani hak kazandığı. Kuhistânî.
Bu tefsir kısas hakkının miras olarak
değil de daha başlangıçta sübûtuna da şâmildir. Şarihin az
önceki: «Kısâs hakkına malik
olan ilh...» şeklindeki sözleri de bu izaha uygun düşmektedir. Bu
izah
ile aşağıda gelecek olan itiraz cevaplandırılmış olmaktadır.
Ama, evlâdın atasına karşı başlangıçta
sahip olduğu kısasın sübûtu
meselesi daha önce: «Evlât atası karşılığında öldürülür,
fakat aksi
olmaz (ata evlât karşılığında
öldürülmez)» şeklinde geçmişti. Onun için burada. kısasa
vâriş olma
meselesi söz konusu edildi. Düşün.
«Yani usulü ilh...» Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Eğer maktûlün
vârisleri içersinde katilin oğlu,
torunu... v.s. bulunursa kısas
bâtıl olur, diyet gerekir.»
«Sonra kadın ölse ilh...» Alimler
bu cümleyi böyle mutlak olarak ifadelendirdiler. Aslında onun
ölümünün, katil olan kocasından
ayrıldıktan sonra olması gerekir. İşte bu durumda katilin oğlunun
kısasa vâris olma gerekçesi açığa
çıkmış olur. Öbür türlü olursa katil kendisi, karısından dolayı
kısas hakkının bir bölümüne
vâris olmuş olur. Kısas, bu durumda da düşer.
Tatarhâniye'de şöyle bir tasavvur
zikredilmektedir: Üç kardeşten birisi babalarını amden
öldürse;
diğerlerinin katil kardeşlerini kısasen
öldürme hakları vardır. Eğer diğer iki kardeşten
birisi (kısas
yapılmadan) ölse, üçüncüsünün kısas uygulatma hakkı kalmaz. Çünkü katil, ölen kardeşin kısas
hakkının bir bölümüne vâris
olmuştur, dolayısıyla kısas düşer. Diğer (üçüncü) kardeşin hakkı
diyete dönüşür. Dolayısıyla katilin diğer kardeşine diyetin dörtte
üçünü ödemesi gerekir. Bu, kendi
malından ve üç sene içerisinde
ödenir.
Kuhistânî'de de şöyle bir meseleye yer verilmiştir: Ana-baba
bir iki kardeşten birisi kasten
babalarını, diğeri de annelerini öldürse birincisinin ikincisini
annesine karşılık kısasen
öldürme
hakkı vardır. Birincisinden ise
kısas düşer. Çünkü o, annesinden
kendi kanından parasına vâris
olmuştur. Dolayısıyla cezasından bu kadarı düşer. Kalanı da mala
dönüşür. İkinci kardeşin
vârislerine bir diyetin 7/8 (sekizde yedisi)ni öder.
«Sadruş'şerîa'nın tesviri ise ilh...» Sadruşşerîa şöyle demiştir: «Yâni baba, bir adamı
öldürse ve
katilin oğlu kısasa veli olsa, kısas düşer.»
Bunun tasavvuru: Oğlunun annesini veya
oğlunun anne
bir kardeşini öldürmesi şeklinde olur. Cevhere.
«Bunda kısas hakkının oğul için sübûtu miras yoluyla değil, başlangıçtadır.
ilh...» Vârisin, mûrisin
ölümünden önce affetmesinin
sahih oluşu buna delildir. Mûris kısâs hakkına
ölümden sonra mâlik
olacağı için, o esnâda temlik (af) yetkisine sahip olamaz. Demek ki
vâris (oğul) kısasa daha
baştan
mâliktir. Cevhere.
Cevhere'de daha sonra, bazı
âlimlere göre kısas hakkının miras yoluyla sabit olduğu
beyân
edilmiştir.
Müctebâ'da ise şöyle bir ifade yer almaktadır: «Kısas hakkı
önce maktûlün hakkıdır. Sonra hilâfet
ve veraset yoluyla bu hak varise geçer. Yaralının affetmesi
ile kısas hakkının düşmesi buna delildir.
Çünkü eğer kısas hakkı önce onun için sabit olmasaydı, affetmesi ile kısas
düşmezdi.» Düşün.
«Eğer yaralı affederse ilh...»
Bununla hür olan yaralıyı kastetmiştir. Kısâs;
kendisinin değil,
efendisinin hakkı olduğu için kölenin
affetme yetkisi yoktur. Bedâyi'den naklen Şürünbulâliye.
Musannıf, affın yaradan mı, yara
ve ondan meydana gelen şeylerden mi, yoksa
cinayetten
mi
olduğunu beyan etmemiştir. Ayrıca yine affın taammüden olandan mı hataen olandan mı olduğunu,
diyet düşer mi, düşmezse caninin
kendi malına mı akileye
mi ait olduğunu beyân etmemiştir.
Bunların tafsilâtı inşallah «iki fiil» faslında gelecektir.
«Onlar için sebep tahakkuk ettiği için ilh...» Yani affetme sebebi
yaralı ölmeden önce, yaralı için
asâleten, vâris için niyâbeten
tahakkuk eder. Düşün ve Minah'taki
Cevhere'den menkul ibareye bak.
«Ben derim ki ilh...» Bu her ne kadar, musannıfın sözü gibi zannedilmekte
ise de, aslında Zâhidî'nin
Müctebâ'daki sözüdür.
Minah'taki buna muhaliftir.
BİR UYARI:
Mîrac'da şöyle denilmektedir:
Düşmanın zorla getirdiği birisinin
müslüman olduğunu bilse ve
durumunu bildiği halde taammüden
silah atıp öldürse, kıyasa göre kısas gerekir,
istihsâna göre
gerekmez. Çünkü hadise öldürmeyi
mubah kılan bir yerde olduğu için, kısası düşürecek şüphe söz
konusudur. Bu durumda katile
kendi malından diyet gerekir, kefâret gerekmez. Eğer
ölenin velisi
katile: «Onun zorla getirildiğini bildiğin halde kasten vurdun» dese, katil
de: «Hayır, benim
maksadım müşrikleri vurmaktı» dese katilin sözü kabul edilir. Çünkü, düşman safına
silâh atmak
caiz olduğu için, onun iddiası
asıldır.
«Onu öldürmek için gayret etmek
gerekir. ilh...» Yani öldürmeye yeltenmenin câiz olması gerekir.
Eşbâh'ta Cinlerin ahkâmından bahisle
şöyle denilmektedir:
İnsanlar gibi, Cinnîlerin de haksız yere öldürülmeleri câiz değildir. Zeylaî, ulemanın şöyle
dediklerini nakleder: Doğru bir şekilde yürüyen beyaz yılanın öldürülmesi
caiz değildir. Çünkü o
Cinlerdendir. Rasûlullah (S.A.V.) : «Ala ve kuyruğu kısa olanı
öldürün, beyaz yılanı ise öldürmeyin
çünkü o cinlerdendir.»
buyurmuştur.
Tahtâvî bu konuda şunları söyler: «Her türlü yılanı öldürmek caizdir. Çünkü Hz. Peygamber (S.A.V.)
Cinlerden ümmetinin evlerine girmemeleri
ve kendilerini açığa çıkarmamaları
konusunda söz aldı.
Sözlerine muhalefet ettikleri zaman
ahdi bozmuş olurlar. Dolayısıyla
yılanları öldürmekte mahzur
yoktur. En iyisi onları korkutmak
ve azarlamaktır. «Allah'ın izni ile
dön» veya: «müslümanların
yolundan çekil» denilir. Buna rağmen kaçmazsa
öldürülür. Korkutmak, namazın dışında söz
konusudur.»
METİN
Katil başka bir şeyle öldürmüş
olsa bile kısas kılıçla tatbik edilir. İmâm Şafiî farklı
görüştedir.
Dürer'de Kâfî'den naklen: «Kılıçtan maksat,
silahtır» denilmektedir.
Ben derim ki: Muzmarât'ın Hac bahsinde
bu şu sözlerle açıkça
beyan edilmektedir:
«Aletin tahsîsi, başkalarının
buna ilhâkına mânî değildir. Görülmüyor
mu ki biz, mızrak ve hançeri,
Rasûlullah'ın: «Kısas ancak kılıçla
uygulanır» hadisindeki, kılıçla ilhak ettik.» Sirâciyye'deki: «Kısas
hakkı olan kişi kısası kılıçla
uygular. Eğer kuyuya atar, veya taşla ya da başka bir
şekilde öldürürse
hakkını almış olur, ama tâzir edilir.» tarzındaki sözleri,
kılıçtan maksadın, silâh olduğuna hamledilir.
En iyisini Allah bilir.
Bunağın elinin kesilmesi ve
yakınının öldürülmesi durumunda babanın kısas
hakkı vardır. Bu kalbi
ferahlatmak içindir. Baba kısas hakkına
sahip olduğuna göre, sulh hakkına da evleviyetle
sahiptir.
Karşılıksız olarak affetme
yetkisi ise
yoktur. Çünkü bu bunağın hakkını
iptaldir ki, ona malik
değildir.
Babanın sulh yetkisi, diyet miktarı veya
daha fazla bir meblağ ile kayıtlıdır. Diyetten az bir para
karşılığındaki sulh ise caiz değildir. (Diyet ödenmesi gerektiğinde) tam diyet gerekir. Çünkü bu,
bunak için daha kârlıdır.
Esah olan görüşe göre; saydığımız
bütün bu hususlarda kadı baba gibidir.
Yani bir kimse öldürülse
ve kendisinin velisi bulunmasa,
hâkimin katili öldürme ve bir meblağ
üzere anlaşma
hakkı vardır.
Topluma zarar vereceği için
affetme yetkisi yoktur. Kardeş olan vasî de öldürme halinde, sadece
diyet miktarı bir meblağ karşılığında
sulh yapma hakkına sahiptir. Organların telefi durumunda ise
kısâs yetkisi vardır. Bu istihsânın gereğidir.
Çünkü organlar konusunda mala ait hükümler
uygulanır.
Sözü geçen konularda bulûğa ermemiş
çocuk da bunak gibidir. Sayılan hususlarda, çocuk
büyümeden büyüklerin kısâs
uygulama yetkisi vardır. Bu konuda Ebû
Yûsuf ile Muhammed farklı
görüştedir. Bu meseledeki asıl prensip şudur: Sebebi tam olarak
bulunduğunda parçalanmayan
şey, herkes için tam olarak
sabit olur. Evlendirme velâyeti kâfire emân verme meselesi buna
misâldir.
Eğer büyük çocuğa yabancı ise, çocuk bulûğa erinceye kadar kısâs
hakkına sahip olamaz. Bunda
icmâ vardır. Zeylaî.
İZAH
«İmâm Şâfiî farklı görüştedir. ilh...» Şâfiîye göre, kâtil nasıl öldürmüşse, o şekilde öldürülür.
Sadece
livâta ve içki içirmekle
öldürmesi halinde yukarıdaki hükümden istisnâ olarak
kılıçla öldürülür.
«Başka bir şekilde. ilh...» Yani ateşe atmak, üzerine hayvan sürmek gibi silahsız olarak
öldürürse.
«Bunağın babasına kısâs hakkı vardır. ilh...» Çünkü kısâs hakkı kalbin ferahlaması için meşrû
olduğundan dolayı nefis üzerindeki
velâyettendir. Dolayısıyla
nikâhlama konusunda olduğu gibi,
babanın buna yetkisi vardır. Ama
evlendirmeye yetkili olan herkes, kısâsa
yetkili değildir. Meselâ
kardeş kardeşi evlendirebilir. Ama
kısâs uygulama hakkı yoktur. Çünkü kısâs kalbin rahatlaması
için meşrû kılınmıştır. Babanın çocuğuna karşı tam bir şefkati vardır.
Çocuğuna gelen zararı kendi
zararı sayar. Bu yüzden babanın gönlünün huzura
kavuşması sanki oğul için hasıl olmuş gibi
sayılır. Kardeş ise böyle değildir. Hidâye şerhlerinde de böyle
denilmiştir.
İtkânî bunağa kendisinden daha
yakın birisi bulunmadığı zaman kar-deşin kısâs
yetkisine sahip
olduğunu söyleyerek Hidâye şârihlerine
itiraz etmiştir. Eğer bunağın kardeşinden daha yakın
akrabası varsa kardeş onu evlendirme yetkisine de haiz
değildir. Çünkü kan konusunda hakkı olan,
Allah'ın farz kıldığı şekilde ölünün malında hak
sahibi olandır. Bu hususta karı ve koca dahil,
erkekler ve kadınlar eşittir. Kerhî bunu sarahaten ifade etmiştir.
Bu görüş tenkit edilir. Çünkü;
meselâ bunağın oğlu öldürüldüğü zaman
baba malında hak sahibi
olduğu için kanında da hak
sahibidir. Ama bunağın babası
olmayıp ta kardeşi veya amcası olsa,
bunak sağ iken kardeş veya
amca bunağın oğlunun kanı konusunda nasıl hak sahibi
olabilir? Zira
bunların bunak üzerinde asla
velâyet hakları yoktur. Bunak üzerinde velâyet
hakkı olan vasînin
kısâs yetkisi olmadığına göre;
hiç velâyet hakkı olmayan kardeşin nasıl
kısâs yetkisi olabilir ki?
Evet, eğer maktûl, bunağın kendisi
olursa İtkânî'nin dediği doğru olur. Herhalde mesele biraz
karışmış gibi. Bundan dolayı
Sa'diyye'de: «Söz; oğul gibi, bunağın
velisinin öldürüldüğü ve
babasının sağ olduğu zamanla ilgilidir.
Bunağın kendisi öldürüldüğü zamanki durumda değildir.»
denilmektedir.
«Bunağın velisi öldürülmüşse ilh...»
Yani oğlu ve annesi gibi. Minah. Bazı
nüshalarda : «Yakını
öldürülürse» denilmektedir ki o daha doğrudur. Nihâye'de veli yakın ile tefsir edilmiştir.
Nihâye
sahibi daha sonra şöyle der:
«Yani bunağın bir oğlu olsa ve
öldürülse, babasının -ki o öldürülenin
dedesidir- kısâs isteme ve sulh
yapma yetkisi vardır.»
«Eğer diyetten daha azıyla olursa, sulh caiz olmaz ilh...» İtkâni buna,
İmâm Muhammed'in diyet
miktarıyla kayıtlamadığını, aksine mutlak bıraktığını söyleyerek
itiraz etmiştir.
Kerhî'nin Muhtasar'ında şöyle denilmektedir: «Birisinin başka
birisi üzerinde öldürme veya
yaralamadan dolayı kısâs hakkı olsa
ve az olsun çok olsun mal karşılığında sulh yapsa caizdir.»
Şelebî Kariu'l-Hidâye'den naklen İtkânî'nin itirazının
vehim olduğunu söyler. Ebûssuûd ise: «Kerhî
açıkça söylemişken bu nasıl
vehim olabilir?» der.
Ben derim ki: Nihâye'de ve diğer Hidâye şerhlerinde: «Sulh caiz olmaz.» sözünün yerine «diyeti
azaltmak caiz değildir. Eğer az olursa tam diyet gerekir.» denilmiştir. Bu gösteriyor
ki diyeti
azaltmak değil, sulh caizdir. Onun için tam diyet
gerekir. Aksi halde kısâs icap eder. Bu izahla
alimlerin sözlerinin arası uyuşturulmuş
olmaktadır. Kerhî'nin belirttiği ve
İmâm Muhammed'in
sulhun sıhhati konusundaki
sözünün ifade ettiği manadan maksat, diyetin
tamamının gerekli
oluşudur. «Diyeti azaltmak caiz değildir.»
diyenlerin maksadı da budur. Şârihin
burada Minah'a
uyarak: «Sulh sahih değildir»
demesinden maksat da: Noksan miktarla lâzım
olmayışıdır. Ama
bunu Hidâye Şârihlerinin söyledikleriyle ifade etseydi, daha uygun olurdu. Bu izahla İmâm
İtkânî'nin
itirazının yerinde olmadığı açığa çıkmış
oldu. Bu açıklamanın kıymetini bil.
«Çünkü o bunak için daha
faydalıdır. ilh...» Âlimlerin sözlerinde bu gerekçe: «Sulha maliktir»
cümlesinin yanında yer almıştır.
Doğrusu buradaki gerekçenin:
«Çünkü bunda onun hakkının iptal
edilmesi vardır.» şeklinde olmasıdır.
«Hâkimin sulh yetkisi vardır. ilh...». Baba konusunda geçene kıyasla hâkimin
sulhunun da diyet
miktarı veya daha fazlasıyla
kayıtlanması gerekir. Yani diyeti
indirerek sulh yapması caiz olmaz.
«Kardeş olan vasî de sulh
yapabillr. ilh...» Ama Rahmetî, «Vasînin kısâs
hakkına malik olamamada
kardeşe benzediğini, sulh
yapmada ise öyle olmadığını, çünkü kardeşin,
kardeşin malı üzerinde
tasarruf yetkisinin bulunmadığını söyler.» Fakat bu uzak bir anlayıştır.
«Sadece öldürmeden dolayı sulh yapabilir. ilh...» Yani daha önce
geçtiği gibi vasînin affetme ve
kısâs yetkisi yoktur. Çünkü onun nefsi üzerinde velâyet hakkı yoktur. Kısâs ise, cana velâyet
kabilindedir. İbn-i Kemâl.
Buradaki «öldürmeden dolayı»
sözü hiç olmasaydı daha iyiydi. Çünkü vasînin organlara işlenen
cinayette de sulh yetkisi
vardır. Öldürmeden dolayı sulhta ise rivâyetler
ihtilâflıdır.
Hasılı, Gayetü'l-Beyân'da
Pezdevî'den nakledildiği üzere; «Babanın hem cana hem de organlara
karşı işlenen cinayetlerde kısâs isteme,
sulh
yapma hakkına sahip olduğunda ve af etme yetkisinin
bulunmadığında rivâyetler
müttefiktir. Yine ittifakla vasînin
cana karşı işlenen cinayette
kısâs
isteme yetkisi yoktur. Ama organlara karşı onlarla kısâs yetkisine mâliktir. Organlara karşı
işlenen
cinayetlerde ise sulh yapabilir, ama affedemez. Vasînin cana karşı işlenen
cinayette mal
karşılığında sulh yetkisi olup
olmadığı konusunda ise rivâyetler farklıdır. Camiussağîr'in aynı
bahisteki ifadesine göre sahih; Sulh bahsindeki ifadesine göre
ise sâhih değildir.» Remlî birinci
rivâyetin tercih edildiğini söyler.
«İstihsânen ilh...» Kıyasa göre
mâlik olmaz. Çünkü maksatlar aynıdır. O da kalbin rahatlamasıdır.
Hidâye.
«Çünkü organlar konusunda
mallarla ilgili hükümler uygulanır
ilh...» Onun için Ebû Hanîfe organa
karşı işlenen cinayette
davalının yeminden imtinası üzerine hüküm verilmesini caiz görmüştür.
İtkanî.
«Çocukta bunak gibidir ilh...»
Yani küçük çocuğun bir yakını
öldürüldüğü zaman, babasının ve
vasîsinin bunağın babası ve vasîsinin yaptıklarını yapabilme yetkileri vardır; çocuğun babasının
kısâs ve sulh yetkisi vardır. Ama
affedemez. Vasîsinin ise sadece
sulh yapma hakkı vardır. Kardeş
ve benzerlerinin ise bunlardan
hiç birine yetkileri yoktur. Çünkü bunak meselesinde beyan ettiğimiz
gibi kardeşin kardeş üzerine velâyet
hakkı yoktur. Hindiy'de Muhît'ten
naklen şöyle denilmektedir:
«Kısâs hakkının tamamı küçük çocuğa ait olduğu zaman ağabeyinin bu hakkı kullanma yetkisi
olmadığından âlimler ittifak
etmişlerdir.» Meselenin tamamı az ileride gelecektir.
EK:
Hânûtî, katil öldürdüğünü inkâr
ettiği ve vasî öldürdüğünü ispat edemediği zaman küçük çocuğun
vasîsinin mala kıyasla diyet miktarından daha az bir mala sulh yapmasının sahih oluşuna fetvâ
vermiştir. Bu fetvâyı verirken
de İmâdiye'deki şu ifadelere
dayanmıştır: «Vasî, ölünün veya çocuğun
bir adamdaki haklarından dolayı
sulh yaptığı zaman; eğer adam borcunu
ikrâr ederse veya aleyhine
delil varsa ya da aleyhine hüküm
verilmişse alacaktan daha azı üzere sulh caiz değildir.
Eğer böyle
değilse caizdir.»
«Büyüklerin kısâs hakkı
vardır. ilh...» Yani bir adam
öldürülürse ve onun büyük ve küçük
velileri
olsa İmâm-ı Azam'a göre büyük
velinin katili öldürmeye hakkı vardır. Çünkü bu ortak bir haktır.
Mebsût'a göre eğer büyük, baba ise icmâen kısas hakkını kullanabilir. Birbirine yabancı olan büyük
ve küçüğün ortak olduğu bir kölenin öldürülmesinde olduğu gibi, büyük olan
yabancı ise bu yetkisi
yoktur. Bu sözde, bütün hak sahiplerinin küçük olmaları halinde kardeşin
ve amcanın kısâs
yetkilerinin olmadığında işaret vardır. Nitekim Câmiussağîr'de
de böyle denilmektedir.
Bu durumda bir görüşe göre küçüklerden
birinin büyümesi beklenir. Diğer
bir görüşe göre ise,
İhtiyâr'da belirtildiği üzere devlet başkanı kısası
uygular. Kadı da devlet başkanı gibidir. Yine
yukarıdaki sözde: Hak
sahiplerinin hepsi büyük olduğunda bir kısmı
olmadan diğerlerinin kısâsı
uygulamayacakları, bunun için
birisini vekil edemeyeceklerine de işaret vardır. Çünkü vekil eder de
kendisi hazır olmazsa, onun kısâsı affetme
ihtimali söz konusudur.
Kısas uygulamaya, Allah'ın takdir ettiği üzere (ferâiza
göre) ölünün malında hak sahibi olanlar
yetkilidir. Hulasa'da belirtildiği üzere karı ve koca da
bu hükmün şümulüne girer. Yine
yukarıdaki
sözden anladığımıza göre bu
hakların kullanılmasında hâkimin hükmünün bulunması şart değildir.
Eğer öldürme hataen olmuşsa
büyüğün kendi hakkını alma yetkisi yoktur. Nitekim Câmi'de de
böyledir.
Kuhistâni.
Bezzâziye'de belirtildiğine göre;
hâkimin hükmü olsun olmasın kısâs sahibinin kısâsı uygulama
yetkisi vardır.
«Bu konuda Ebû Yûsuf ile Muhammed
farklı görüştedir ilh...» Bunlara göre büyük
ortak küçüğün
babası değilse, büyüklerin kısâs
uygulama hakları yoktur. Nihâye. Ebû
Yûsuf ile Muhammed bu
görüşe; meseleyi, kısâs hakkının iki büyük arasında ortak olduğu ve
birisinin hazır olmadığı
durumundaki hükme kıyasla varmışlardır.
«Bu konuda asıl ilh...» İmâm Ebû Hanife'nin görüşünün delilini belirtmek için söylenmiştir.
Hidâye'de şöyle denilmektedir: «Ebû Hanîfe'nin delili şudur: Kısâs hakkı bölünmeyen
bir haktır.
Çünkü bölünmeyen bir sebeple sabit olmuştur, o da akrabalıktır.
O esnada küçüğün affetme
ihtimali yoktur. Dolayısıyla evlendirme velâyetinde olduğu gibi kısâs hakkı her biri için tam olarak
sabit olmuştur. İki büyüğün ortaklığı ise böyle değildir. Çünkü hazır
olmayanın affetme ihtimali
vardır.»
Sâ'dî; Aralarında akrabalık
bulunmadığı halde kısâs hakkının karı koca için de sabit
olduğu
gerekçesi ile, kısâsa yetkili olma sebebinin akrabalık
olduğu görüşüne itiraz etmiştir. Tûrî
bu itiraza
«hükmün ekseriyete binaen verildiğini veya maksadın
varis olmayı gerektiren akrabalık
olduğunu»
söyleyerek cevap vermiştir.
«Ancak büyük küçüğe yabancı ise kısâsa mâlik değildir ilh...» Nihâye'de şöyle denilir:
«Yabancı
birisi ve küçük arasında ortak olan
köle teommüden öldürülürse yaboncının, küçük bülûğo
ermeden kısası uygu-lama yetkisi yoktur. Bunda icmâ vardır. Ama küçüğün babası varsa o yabancı
ortakla birlikte kısası uygulayabilirler.» Nihâye sahibi daha sonra Mebsût'tan naklen şöyle der:
«Çünkü sebep mülktür. O da
ortaklardan her birisi için tam olarak teşekkül etmez. Zira köleye
sahip
olmanın bölünmeye ihtimali vardır. Üzerinde durduğumuz mesele ise böyle değildir. Çünkü bunda
sebep akrabalıktır. Ve akrabalığın
bölünmeye ihtimali yoktur.»
Benzerini biraz önce, Kuhistanî
kanalıyla Mebsut'tan naklettiğimiz
bu tasvir ve tâlilin zâhirinden
anlaşıldığına göre, yabancıdan
maksat, kısâs hakkına akrabalık
sebebiyle değil, mülkiyet sebebiyle
ortak olandır.
Bir adam öldürülse ve kendisinin
halasının yetişkin bir oğlu, dayısının da küçük bir oğlu olsa;
bunlar yabancı oldukları halde yetişkin olanın halasının oğlunun) kısâs
isteme yetkisi vardır. Çünkü
sebep, maktûle olan akrabalıktır ve o bölünmez. Aynı
şekilde bir adam öldürülse ve geride bir
hanımı bir de başka bir hanımından küçük oğlu bulunsa hanımının kısâs isteme hakkı vardır.
Zira
âlimlerin «akrabalık»tan kastettikleri, karı-kocaya da
şamildir. Meşhur Fetavâsında büyük âlim İbn
Eş-şilbî de: Geride bir koca bir de başka kocadan küçük oğlu
bırakarak öldürülen bir kadının kısâs
hakkının, oğul büyümeden önce kocaya ait olduğuna fetvâ vermiştir. Allâme Hânûtî'nin
Fetevâ'sındaki şu fetvâ ise Eş-şilbî'nin
Fetvâsı ile çelişkilldir: Bir adam öldürülse ve geride yetişkin
bir kızı, küçük bir oğlu, dört
de hanımı bulunsa, oğlanın bulûğa ermesi beklenir.
Çünkü
hanımlardan bazısı maktûle
yabancıdır.
Hânûti bu fetvâyı Zeylâî'nin
ibaresine dayanarak vermiştir. Bu konu düşünülsün.
METİN
Bir katili, maktûle yabancı olan
birisİ taammüden öldürürse kendisine kısâs
gerekir. Çünkü
maktûlün (birinci katil) kanı,
kâtile göre mâsumdur. Hatâen öldürmesi halinde ise diyet kâtilin
âkilesine gerekir.
Katilin öldürülmesinden sonra ilk
maktulün velisi: «Ona öldürmesini ben emrettim» dese fakat
sözünü ispat için delil gösteremese,
sözü kabul edilmez, yabancı olan katil yine
öldürülür. Şu
mesele ise, yukarıdaki meselenin hilâfınadır: Birisi, başka birinin
bahçesine kuyu kazsa ve oraya
bir adam düşüp ölse, sonra da bahçe
sahibi: «Ona kazmasını ben emretmiştim» dese iddiası kabul
edilir. Çünkü bahçe sahibi o esnada da kuyu kazmasını emretme imkânına sahiptir, dolayısıyla
sözü tasdik edilir. Önceki mesele
ise böyle değildir. Çünkü katil öldüğü için mahal kalmamıştır ve
velinin o anda katili öldürme
emrini verme imkânı yoktur. Bu, kaide gereğidir.
Bu sözün zahirinden
anlaşılan şu ki; kâtil kendi eceliyle öldüğünde olduğu gibi, bu durumda da maktulün
yakınlarının
kısâs hakkı sona erer.
Maktûlün velilerinden (yakın akraba)
bazısı olmadığı halde, bazıları kısası uygulamasalar
hiçbir
tazminat gerekmez. Muctebâ ve
Dürer'de şöyle denilmektedir: «İki kişi arasında
ortak bir kan kısas
hakkı) olsa ve ortaklardan
birisi affetmesi ile kendi hakkının düşlüğünü biliyorsa, kendisine
kısâs
uygulanır. Bilmiyorsa kendi
malından diyet öder. Şu mesele ise yukarıdakinin aksinedir:
Birisi
taammüden öldürülmesi için bir
adamı tutsa, maktûlün velisi de o tutanı öldürse kendisine kısâs
uygulanır. Çünkü tutanın kısâsen öldürülemeyeceğini herkes bilir.
İZAH
«Kâtilin velisi ben emrettim dese
ilh...» Bundan anlaşılıyor
ki, kısasa hakkı olan akrabanın, hakkını
hem bizzat kullanması, hem de başka birine
kullandırması caizdir. Bu, Bezzâziye'de
açıkça
belirtilmiştir. Ama başka birinin, müvekkil
hazır olmadan kısası tatbik etmesi caiz
olmaz.
«Velinin sözü kabul edilmez ilh...» Çünkü bunda başka birisinin hakkını düşürme söz
konusudur. O
da birinci katilin velileri
(akrabaları)dır.
«Bu kaide gereğidir ilh...» Bu konudaki kâide şudur: «Bir şeyi
haber veren kişi, haber verdiği anda
o şeyi yapabilecek durumda ise sözü tasdik edilir,
yapabilecek durumda değilse tasdik edilmez.»
Meselâ, karısını bir veya iki
talâkla boşayan kişi, iddet
bitmeden hanımına rücû ettiğ,ni
söylerse,
sözü kabul edilir. İddet
bittikten sonra haber verirse, kadının yalanlanması durumunda
delil
getiremezse sözü kabul edilmez. Üzerinde durduğumuz meselede kişi
izni haber verdiği zaman
bahçesine kuyu kazması için birisine izin
verme imkânına sahiptir, öldürmesi için izin vermesi ise
mümkün değildir. Çünkü ortada
öldürülecek kişi (mahal) kalmamıştır ki; o da ikinci
maktûldür.
«Sözün Zahiri ilh...» Yani
metindeki: «Katili bir yabancı öldürse
kısâs gerekir...» sözünün zahiri
kastedilmektedir. Bu durumda
birinci maktûlün velisinin kısâs ve diyet
gibi bütün hakları düşer.
Kâtilin kimse tarafından
öldürülmeden kendiliğinden ölmesinde de hüküm aynıdır.
Yukarıdaki, sözün zahirlik yönü
musannıfın o hükme hiçbir şekilde
itirazda bulunmamasıdır. Çünkü
daha önce de belirtildiği gibi,
taammüden öldürmenin hükmü kısastır. Karşılıklı rıza olmadan kısâs
cezasının malî cezaya
dönüştürülmesi mümkün olmaz. Burada da
böyle bir şey olmamıştır. Ben
Tatarhâniye'de bu mesele ile
ilgili olarak şöyle denildiğini
gördüm: «Kâtil haklı veya haksız olarak
öldürülürse, malı bir ceza olmadan kısâs
hakkı düşer. Kendiliğinden ölmesi halinde de durum
aynıdır.»
«Velilerden bazısı kısâsı uygulasa ilh...» Yani bir grubun hakkı olarak sabit olan kısâsı bazıları
uygulasalar. Bu meselenin: «Katili bir yabancı öldürse» sözünden
önce yer alması gerekirdi. Çünkü
burası, o sözden önceki konu ile bağlantılıdır. Şârihler bunu, İmâm Ebû
Hanîfe'nin: «Kısâs her biri
için bütünü ile sabit olur»
hükmünü teyit için zikrederek şöyle demişlerdir: «Buna delil, kısâs hakkı
olanlardan birisi diğerleri olmadan kısâsı
uygulasa, onlara da katile de bir şey
vermesi gerekmez.
Eğer onun için kısâs hakkının tamamı sabit olmasaydı, hakkı tümü ile
kullandığı için diğerlerine
tazminat ödemesi gerekirdi.»
«İki kişi arasında ortak bir kan ilh...» Yani iki
kişinin üçüncü bir şahıs aleyhine
sabit olan kısâs
hakkı Dürer'in ibaresi de aynen
buradaki gibidir. Müctebâ'daki ifadeler ise şu şeklidedir: «İki kişi
kısâs hakkına ortak olarak sahip
olsalar ve bunlardan birisi katili affetse, diğeri öldürse; eğer
öldüren, diğer hak sahibinin
affettiğini bilmiyorsa kıyasa göre onun da öldürülmesi gerekir.
İstihsâna göre ise öldürülmez. Ama
eğer affı bilir fakat, o durumda
öldürmesinin haram olduğunu
bilmez de: «Benim onu öldürmenin
helâl olduğunu zannettim» dese
öldürülmez; kendi malından
diyet ödemesi gerekir. Eğer
katili öldürmesinin haram olduğunu
biliyorsa; hâkim affeden ortağın
hissesindeki kısâs hakkının düştüğüne hükmetmiş olsun olmasın öldürülür. Bu şu meseleye
benzer: Birisi, bir adamı, bir başkası taammüden öldürünceye kadar tutsa, sonra da ölenin velisi
tutanı öldürse o da öldürülür. Hâkim,
tutanın öldürülmeyeceğine hükmetmiş olsun
olmasın
farketmez.»
«Çünkü tutana kısâs uygulanmayacağını herkes bilir.» Yani herkes bilir ki, onu öldürmek
helâl
olmaz. Maktûlün velilerinden birisinin
affettiği ise böyle değildir. Çünkü diğerlerinin
hakkının düşüp
düşmediği açık değildir. Dürer de Muhît'ten nakledildiğine göre bu konu ihtilâflıdır. Bazı âlimlere
göre, velilerden birisinin
affetmesi ile kısâs düşmez. Onun için, diğer
velinin kısâs hakkının devam
ettiğini zannetmesinde şüphe
vardır.
METİN
Bir kimse bir adamı yaralasa ve
yaralı ölse; maktûlün velileri onun yara sebebiyle öldüğüne; vuran
da yaranın iyileştiğine ve
adamın daha sonra öldüğüne delil
getirseler, velinin delili üstün
tutulur.
Muinu'l-Hukkâm El-Hâvî'ye nispet ederek.
Maktûlün velileri onu (meselâ) Zeyd'in yaralayıp
öldürdüğüne delil getirseler, Zeyd de
maktulün:
«Beni Zeyd yaralamadı ve öldürmedi» dediğine delil gösterse; Zeyd'in delili üstün
tutulur. Müştemil
Mecmeu'I-Fetâvâ'ya nispet ederek.
Yaralı: «Beni falan öldürmedi» dese sonra da ölse, bu sebeple
varislerinin yaralayanı dava etmeye
hakları yoktur. Bir görüşe göre de:
yara, hâkim veya insanlar tarafından biliniyorsa davaları
dinlenir. Kınye.
Dürer'de, Mes'udiyye'den naklen şöyle
denilmektedir: «Yaralı veya
velileri yaralamadan sonra,
ölümden önce yaralayanı
affederse, istihsânen bu af caizdir.»
Vehbâniyye'de de şu ifadeler yer almıştır: Yaralı: «Beni falan öldürdü» dese ve
ölse, varisi ise onu
başka birinin öldürdüğüne delil
getirse delil dinlenmez. Çünkü bu, varis bırakan (maktül)'ın hakkıdır
ve onları (şahitleri) yalanlamıştır. Yaralı: «Beni falan yaraladı» dese
ve ölse, oğlu ise onu diğer
oğlunun hataen yaraladığına delil getirse,
bu delil kabul edilir. Çünkü bu onun mirastan
mahrumiyetini gerektirir.
Birisi birine zehir verse ve adam
ölse; eğer adam onun zehir olduğunu bilmeden yemiş ve ölmüşse
zehir verene kısas da diyet de
gerekmez, ama hapsedilir ve tazir cezası verilir. Eğer zehiri ağzına
dökerse, âkilesinin diyet
ödemesi gerekir. Zehiri içecek
bir şey içerisinde verir ve adam onu içip
ölürse bunun hükmü önceki meselenin hükmü gibidir. (Yani kısas da diyette gerekmez hapis ve
tazir gerekir.) Çünkü ölen onu,
kendi ihtiyarı ile içmiştir. Şu var ki,
onun verilişinde kandırma söz
konusudur. Bundan dolayı da sadece tazir
ve tövbe istiğfâr icap eder.
Adam birisini (toprak kazmakta
kullanılan) bei ile vurarak
öldürürse: Eğer belin demir tarafı
değmişse veya sırt tarafı rastlayıp da
yaralamışsa, Musannıfın Müctebâ'dan nakline göre icmâen
kısâs uygulanır. Ama demir taraf isabet etmemişse ya da sırt tarafı denk gelip
de yaralamamışsa
Tahâvî'nin rivâyetine göre kısâs uygulanmaz. Zahiri rivayete göre demir, bakır, altın ve benzeri
madenlerle vurulduğunda yara olmadan da kısâs uygulanır.
Dürer'de bu nakil Kâdîhân'a nisbet
edilmiştir. Musannıfın
Hulâsa'dan nakline göre ise: Kısasın
gerekmesi için, İmâm Ebû Hanife'ye
göre, yaralamaya itibar edilir. İbn-i Kemâl de bu nakli esas almıştır.
Müctebâ'da : «Bir adam. birisine kınındaki kılıçla vursa ve kılıç
kını yarıp adamı öldürse Ebû
Hanife'ye göre kısâs gerekmez»
denilmektedir.
İZAH
«Maktûlün velisinin delili üstün
tutulur ilh...» Bu, Kınye sahibinin: «Biri birine zıt iki beyyine»
bahsinde söylediğine uygundur.
Bazıları, bunun gerekçesinin: Velilerin
delilinin ispat edici, vuranın
delilinin ise nefyedici oluşunun olduğunu söylemişlerdir.
Ama bu, hulâsa sahibinin, «Dâvâ
bahsi»nin sonundaki şu sözlerine aykırıdır: «Bir adam, birisinin câriyesinin karnına vurduğunu ve
bunun üzerine cariyenin öldüğünü iddia etse, vuran da bu iddiayı
reddederek câriyenin, o
vurduktan sonra çarşıya çıktığını söylese, bu sözü kabul edilmez. Fakat, vurduktan sonra cariyenin
sıhhatli olduğunu ispat etse o
zaman sözü kabul edilir. Vuran, cariyenin vurduktan sonra
iyileştiğine, sahibi de vurma ile öldüğüne delil getirseler iyileştiğini gösteren delil daha üstün
tutulur. Bezzâziye ve
Müştemilü'l-Ahkâm'da da böyle
denilmektedir. Ebussuud'un fetvâsı da
bu
istikamettedir.» Şeyh Gâmin
El-Bağdâdî Teâruzu'l-Beyyine'sinde
aynısını söyler.
Musannıf burada söylediğini Bahr'e uyarak Şehâdetler Bahsi'nde Şehâdette İhtilâf konusunun
hemen başında da söylemiştir.
Düşün.
«Zeyd'in delili daha makbuldür ilh...»
Çünkü o, iddiayı ortadan kaldırmayı değil, hak sahibinin
sözünü ispat etmektedir.
«Vârislerinin dâvâ etme hakları yoktur
ilh... Çünkü vâris önce ölünün hakkını
iddia etmekte sonra
da ona miras yoluyla
intikal etmektedir. Eğer muris (ölen) sağ olsaydı, sözleri arasında tenâkuz
olduğu için bu şekildeki iddiası kabul edilmezdi. Onun için davâ
edenin iddiası da aynı şekilde
kabul edilmez. Velvâliciyye.
Muhît müellifi, bu hükmün yaralayanın
yabancı birisi olması halinde olduğunu,
vâris olması
durumunda ise sâhih
olamayacağını söyler.
Ben derim ki: Görünen o ki; Muhît'ten, naklettiği, yaralama hadisesinin hataen olması
durumundadır. Çünkü bu, vârisini maldan
ibrâ manasına gelir. Tahtavî.
Musannıfın sözlerinin taammüden
öldürme ile kayıtlı olduğunu söyler. Ama aynı meselede öldürme
hataen vuku bulmuşsa, varislerin delili
kabul edilir ve diyetin üçte biri düşülür. Ölenin:
«Beni o
yaralamadı» sözü diyeti düşürmek maksadıyla söylenmiş kabul
edilir. Bu da ancak üçte birde
geçerlidir.
«Vâris başka birinin öldürdüğüne
delil getirse ilh...» İbarenin devamından, bu başka birinin,
vârislerden başka bir yabancı olduğu anlaşılmaktadır.
«Onları yalanlamıştır ilh...»
Eşbâh Haşiyesi'nde Mecmûun-NevâziI'den
nakledildiğine göre, buradaki
«onlar» dan maksat, şahitlerdir.
«Bir oğlu, diğer oğul aleyhine delil getirse ilh...» Eşbâh'ın ibaresi; «Oğlu,
başka birisinin
yaraladığına delil getirse...» şeklindedir. Fakat, buradaki ifade doğrudur. Bundan dolayı
Bîrî:
«Eşbah'taki ifade nakledilen görüşe aykırıdır.» demiştir.
«Çünkü onun mirastan mahrumiyetini gerektirir ilh...» Bu, yabancı birisi aleyhine beyyine
ikame
edildiğinde kabul edilmeyip de,
yaralının aleyhine gösterilen beyyinenin
kabul edilişi arasındaki
farkı açıklamaktadır.
Zâhiriyye'de: «Bunun sebebi şudur: Beyyine, oğlun mirastan mahrum bırakılması üzerine kâim
olmuştur. Biz miras konusunda
bunu kabul edince, diyeti de âkileye
gerekli kıldık» denilmektedir.
«Eğer onu yerse ilh...» Yani kendi
iradesi ile. Eğer, «onu içerse»
denilse idi daha güzel olurdu.
«Onu ağzına dökerse ilh...» Yani zorla boğazına dökerse. Aynı
şekilde, zehiri ona verir ve içmesi
için zorlar ve maktûl de içerse
kısâs gerekmez. Âkile'nin diyet
ödemesi icap eder. Tatarhâniyye.
Yine Tatarhâniyye sahibinin dediğine göre mesele Zahîre'de Asl'a nispetle
hiçbir ihtilâf ve tafsilata
yer verilmeden mutlak olarak zikredilmiştir.
Meselenin hükmünün böyle oluşu; Ebû Hanife'nin genel prensibine ters
düşme. Çünkü öldürme,
yaralayıcı olmayan bir şeyle olmuştur. Dolayısıyla onun görüşüne göre amde benzeyen hata ile
olmuştur. Meseleye Ebû Yûsuf ile Muhammed'in görüşleri açısından
bakıldığında ise: Alimlerin
bazılarına göre; eğer zehir boğazına dökülür ve öldürecek miktarda olursa bu, taammüden
öldürme; öyle değilse amde benzer
hata ile olmuş olur. Diğer bazı âlimlere
göre ise mutlak olarak
(az olsun çok olsun, boğaza
dökülsün kendi içsin) her üç İmâma göre de amde benzeyen hatadır.
Sâlhânî, hocası Ebussuud'un; «Yol kesme» konusunda: «Eğer zehirle
öldürürse kısâs gerekir.
Çünkü zehir, ateş ve bıçağın yaptığını yapar» dediğini ve Semerkandî'nin
de bu görüşü tercih
ettiğini nakleder. Yani boğazına
akıttığında veya içmesi
için zorladığında böyledir. «Ona sadece
ta'zir ve tevbe-istiğfar gerekir ilh...»
Çünkü o, bir adamın ölümüne sebep
olduğu için günah
işlemiştir.
BİR UYARI:
Bir kimse, başka birini dua ile, gizli oklarla veya Enfâl Sûresini okuyarak öldürdüğünü iddia ederse
bir şey lâzım gelmez. Bu. düpedüz yalandır. Çünkü, gaybı bildiğini iddia
etmek manasına gelir.
Halbuki Allah C.C.: "Gaybı
Allah'tan başka hiç kimse bilemez» âyetiyle,
insanların gaybı
bilemeyeceğini haber vermiştir. Onun adamı bunlardan biri ile
öldürdüğüne delâlet eden hiçbir delil
yoktur. Yalan yere ikrardan
dolayı da birşey lâzım gelmez. Bu; bir kimsenin,
kendisinden daha yaşlı
birisinin kendi oğlu olduğunu
ikrâr etmesine benzer.
Bir kimse, bir adamı Allah'ın
kahredicilik vasfını taşıyan isimlerini okuyarak öldürdüğünü iddia etse,
bunun gerçekliği konusunda
âlimler ihtilâf etmişlerdir. Esah olana göre bundan
dolayı da bir şey
gerekmez. Çünkü Şeriat bunu ölüm
âleti ve ölüm sebebi saymamıştır. Bu
meseleleri Bîrî Havî'den
nakletmiştir. Kınye.
Burada müellif, birisi göz
değmesi ile öldürdüğünü iddia eden kişi konusunda bir şey
söylememiştir. Düşün.
«Yahut belin sırtı ile
öldürmüşse ilh...» Ama belin sapı değerse bu, bir
ağırlıkla öldürmeye benzer.
Bu mesele, konunun baş tarafında
geçti. Mi'râc. Yâni bu amde benzeyen öldürmedir.
«İmâm Ebû Hanife'ye göre yaralamaya itibar edilir ilh...»
Hidâye'de
bu açıkça belirtilmiş, Şarihler
ise
ona uymamışlardır. Fakat Hidâye'den nakletmek daha iyidir. Çünkü o daha kuvvetlidir.
«Kınındaki kılıçla vurursa, İmâm
Ebû Hanife'ye göre kısos gerekmez.» Çünkü vuran, yaralayıcı bir
aletle vurmayı kastetmemiştir. Velvâliciyye.
Ben derim ki: Bu, taammüden
öldürmenin daha önce geçen tarifine uygun düşmektedir. Zira
taammüden öldürmenin tahakkuku
için yaralayıcı (organları kesici) bir
âletle vurulmuş olması
gerekir. Bu tariften istifade
ile denilebilir ki: Bu meselede eğer kılıçla kasten vurursa kısas gerekir.
Çünkü yaralama, yaralayıcı
bir âletle kasten vurularak gerçekleşmiştir. Konunun bar tarafında,
Müctebâ'dan naklettiğimiz: «Taammüden öldürmede, öldürme kastının bulunması şart değildir.»
cümlesine gelince bundan anlaşılan şudur: Bir kimse keskin bir âletle kasten
vurduğu zaman,
öldürme maksadının bulunması şart değildir. Şart olan, kasten vurmaktır, öldürmeyi kastetmek
değil. Ayrıca her keskin âletle öldürmek, taammüden öldürmek değildir.
Çünkü bazen keskin âletle
hataen öldürme de olabilir. Onun
için, taammüden öldürmede kesici
âletle kasten vurulmuş olması
şart koşuldu. Üzerinde
durduğumuz meselede de; maksat kılıcı
vurmak olmadığı için, sonunda
ölüm olsa da bu öldürme
taammüden öldürme sayılmaz.
METİN
Boğazını sıkarak ve suda boğarak
öldürmekten dolayı kısâs gerekmez İmâm Ebû Yûsuf İmâm
Muhammed ve İmâm Şâfiî ise aksi görüştedir.
Birisi birini odaya hapsetse ve adam açlıktan
ölse Ebû Hanife'ye göre hiç bir
tazminat gerekmez.
Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ise diyet ödemesi icap eder. Eğer bir adam birisini diri diri
toprağa
gömse ve adam ölse İmâm
Muhammed'den gelen bir rivâyete göre kısâs uygulanır. Müctebâ.
Peşipeşine kamçı vurarak öldürmesi durumunda ise kısâs
icap etmez. Nitekim ileride gelecektir.
Müctebâ'da belirtildiğine göre;
birisi boğarak öldürmeyi
âdet edinmişse siyaseten öldürülür.
Sihirbazda olduğu gibi, yakalandıktan sonra
tövbe ederse, tövbesi kabul edilmez.
Bir kimse bir adamın elini ayağını bağlasa ve bir aslanın veya bir
yırtıcı hayvanın önüne atsa ve
hayvan onu öldürse kısâs da diyet
te gerekmez. Fakat, tazir edilir, dövülür ve ölünceye kadar
hapsedilir. Bezzâziye'de; bu
cezalara ilâveten İmâm Azam'a göre diyetin de gerekli olduğu ifa-de
edilmektedir.
Eğer bir çocuğu bağlasa da güneşe ya da soğuğa atsa ve çocuk ölse, bunu
yapanın âkilesine diyet
icap eder.
Hânîyye'de şöyle denilmektedir;
«Bir kimse, bir adamı bağlayıp denize atsa ve adam dibe çöküp
boğulsa, İmâm Ebû Hanife'ye göre
atanın âkilesinin diyet ödemesi icap eder. Ama denize atılan
adam bir müddet yüzse ve daha sonra boğulsa diyet gerekmez. Çünkü o kendi aczi sebebiyle
boğulmuştur. Birinci meselede ise
suya atılması sebebiyle
ölmüştür.»
Bir adam, birisinin boynunu kesse, ama ümüğün bir kısmı
kalsa ve adamın daha canı çıkmamışken
bir başkası öldürse, ona kısâs gerekmez.
Çünkü o ölü hükmündedir.
Bir kimse can çekişirken, birisi gelip öldürse kısâs
uygulanır. Ancak, adamın artık yaşamayacağı
biliniyorsa kısâs gerekmez.
Hâniyye'de de böyledir.
Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Birisi, demirle bir adamın karnını yarsa, bir başkası da boğazını
kesse; eğer karın yarıldıktan
sonra yaşama ümidi olursa
boğazını kesen öldürülür, boğazı kesene
de tazir cezası verilir.»
İZAH
«İmâm Ebû Yûsuf ve İmâm Muhammed aksi
görüştedirler ilh...» Bunlara göre, kısas
uygulanır.
Velvâliciyye'de şöyle denilir:
«Bu hüküm, boğma halinin ölünceye
kadar devam etmesi halindedir.
Ama ölmeden önce boğmayı
bırakmışsa, bakılır. Eğer boğma hali, çok kere bir adamın öleceği
kadar bir müddet devam etmişse
Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre kısâs gerekir.
Ama o kadar
devam etmemişse icmâen kısâs uygulanmaz.»
Suda boğma meselesinde de; öldürmenin onlara göre taammüden saldırıp kısâs uygulanması için,
suyun kurtulunmayacak kadar
derin olması gerekir. Fakat su, düşenin genellikle
ölmeyeceği kadar
az olursa veya çok olur ama; atılan
adam yüzmesini bilir ve bağlı olmadığı için
de yüzüp kurtulma
imkânına sahip olursa bu öldürme,
amde benzeyen öldürmedir. Tatarhâniyye
ve başka kitaplarda
böyle denilmiştir.
«Bir odaya hapsetse ilh...»
Tatarhâniyye'de Muhît'ten naklen mutlak bir ifade kullanılmıştır.
Zahiriyye'den naklen ise: «Eğer
adamı bağlar ve bir odaya hapsederse» denilmiştir. Bence
önemli
olan; ister bağlı olsun ister çözük; dışarıya çıkma imkânına sahip
olmamasıdır.
İmâm Ebû Yûsuf ile İmâm Muhammed
diyet gerekir dediler.» Tatarhâniyye'de; Muhît ve Kübrâ'dan
naklen: «Ona diyet gerekir.»
Hâniyye ve Zahiriyye'den
naklen ise: «Akilesine diyet
gerekir.»
denilmektedir. Anlaşılan, önceki nakilde, «âkile» kelimesi
düşürülmüştür. Yani doğrusu diyetin
âkile gerekmesidir.
Zahiriyye'de; bu konuda müftabih olan görüşün İmâm Ebû Hanife'nin «hiçbir şey
gerekmediği»
tarzındaki görüşü olduğu beyân edilmiştir.
Tahtâvî, Cinayetler bahsinin başında: Hamevî Şerhi'nde Hazânetu'l-Müftih'den naklen şöyle
denildiğini söyler: «Bir kimse
birini, kuyuya atsa veya bir dağın tepesinden ya da bir evin damından
aşağı atsa kısâs uygulanmaz.
Bir kimse, bir adamın üstüne çamurdan oda yapsa
ve adam açlıktan
veya susuzluktan ölse tazminat gerekmez. Ebû Yûsuf ile Muhammed'e
göre ise, bu işi yapanın diyet
vermesi icap eder. Çünkü bu
hareket, ölüme sebep olan bir davranıştır. Bundan dolayı da tazminat
icap eder. Zalimleri zulümden vazgeçirmek için, zamanımızda Ebû Yûsuf ile
Muhammed'in görüşü
tercih edilmelidir.»
«İmâm Muhammed'den gelen bir
rivâyete göre kısâs uygulanır ilh...» Mi'râc'da
nakledildiğine göre
bu hüküm: İmâm Muhammed'in amde
benzeyen öldürmede kısasın
gerekli olduğu görüşüne
binaendir. Ya da bu öldürmeyi taammüden öldürme saymıştır.
Nitekim Tatarhâniyye'de: «Bu
durum
da toprağa gömen de öldürülür.
Çünkü onu taammüden öldürmüştür. Bu İmâm
Muhammed'in
görüşüdür. Müftabih olan ise;
âkilesine diyet gerektiğidir.»
denilir.
Bu mesele ile odaya hapsedip
ölünceye kadar çıkarmamanın -ki bundan
dolayı müftabih olan
görüşe göre bir şey gerekmez- arasındaki farksa şudur: Yemek ve su insanın ihtiyaçlarındandır.
Toprağa gömmede ise kederden ölmüştür. Keder ise insanda sürekli görülen
ve ondan ayrılmaz bir
hal değildir. Dolayısıyla bunda ölüm bu işi yapana nispet edilir. Nitekim Zahîriyye'de
de böyle
denilmiştir.
«Peşipeşine kırbaç vurarak öldürse ilh...» Kısâs gerekmez. İtkânî: «Küçük bir
kamcıyı veya küçük
bir sopayı vura vura öldürse
kısâs gerekmez. Ama Şâfiî'ye göre;
dayanılamayacak bir şekilde
devamlı vurur ve adam ölürse kısas
uygulanır.» der. Daha önce bunun, Ebû Hanîfe'ye
göre amde
benzeyen, İmâmeyn'e göre ise taammüden öldürme olduğu nakledilmişti.
«Eğer boğmayı adet haline getirmişse
ilh...» Hâniyye'de şöyle denilmektedir:
«Birisi, bir adamı
boğarsa öldürülmez. Ancak, boğuculukla tanınan birisi ise ve
birden fazla kişiyi boğmuşsa
siyaseten öldürülür.»
Şârihin, Cihâd Bahsinin
başındaki sözleri de «Ancak
bir defa boğmuşsa öldürülmez.» şeklindedir.
Şârih bunu, Musannıfın oradaki,
«Şehirde, birden fazla kişiyi öldüren kişi öldürülür.» sözünden
sonra söylemiştir. Bundan anlaşılan;
tekrarın iki defa ile hasıl oluşudur. Sonra bu sadece boğmaya
mahsus değildir. Nitekim, daha önce de belirtildiği üzere, amde
benzeyen öldürmelerde kısâs
uygulanmaz. Ancak bu öldürmenin
tekrarlanması durumunda devletin siyaseten
öldürme yetkisi
vardır.
«Yakalandıktan sonra tövbe ederse
ilh...» Ama, yakalanmadan önce tövbe ederse, tevbesi kabul
edilir. Müctebâ.
«Bir adamı bağlayıp da aslanın
veya başka bir yırtıcı hayvanın önüne atarsa kısâs da diyet de
gerekmez.» Bir yırtıcı hayvanla birlikte bir odaya hapsedip kapıyı
kapaması ve hayvanın öldürmesi
durumunda da hüküm aynıdır. Bir yılanın
veya akrebin sokması halinde de kısâs ve diyet
gerekmez.
Ancak bu muameleye tabi tutulan, çocuk olursa diyet icâp
eder. Tatarhâniyye.
Tahtâvî de Hindiye'den bunun
benzerini naktetmiştir.
Yukarıdaki: «Diyet icap eder» sözü, «katilin âkilesine diyet icap eder, demektir. Çünkü İmâm Ebû
Hanife'nin görüşüne göre bu şekildeki öldürmeye,
taammüden öldürme denilmez. Bu meselede,
çocukla, adamın hükümleri arasındaki farkı düşün. Musannıf, Kasâme
Bahsinin baş tarafında şöyle
diyecektir: «Bir kimse bir çocuğu kaçırsa ve
çocuk yıldırım çarpması veya akrep sokması
sebebiyle
ölürse, kaçıranın âkilesinin diyet ödemesi gerekir.»
Şarih orada bunun gerekçesinin çocuğu kaçıranın ölüme sebep oluşu
olduğunu söylemiştir. Yine
orada: «Bir hürü bağlı olarak götürür ve bu bağdan kurtulması mümkün
olmazsa, tazminat öder»
denilir. Bu ifadenin gereği,
çocukla büyük insan arasında farkın
olmamasıdır. Bu, yine orada
Bezzâziye'den nakledilen ifadelere
uygundur. Bu konuda geniş malûmat inşallah işaret edilen yerde
gelecektir.
«Bir çocuğu bağlasa ilh...» Bunu
Tatarhâniye sahibi söylemiştir. Ondan önce: «Eğer bir adam
bir
çocuğu veya adamı bağlayıp
güneşe koysa, diyet ödemesi icap eder» der.
Yani daha önce de
söylediğimiz gibi, diyet
âkileye gerekir. Güneşe bırakmakla yırtıcı hayvana bırakmak arasında
ne
fark olduğu düşünülsün. Çünkü bunlardan
her biri ve öldürmeye sebep olan her türlü şey için
hüküm yoktur. Anlaşılan bu, o rivâyetin bir fer'idir.
«Boğulursa ilh...» Yani onun,
bundan dolayı öldüğü bilinirse. Tatarhâniyye'de
şöyle denilir. «Eğer o
suya atıldığı zaman suya
gömülür ve öldü mü yoksa çıktı mı bilinmezse ve onun bir izi bulunmazsa,
öldüğü bilinmedikçe hiçbir şey
gerekmez.»
«Eğer bir müddet yüzerse ilh...»
Yüzmeyi iyi bilirse durum yine aynıdır.
«Çünkü o ölü hükmündedir ilh...»
O, bu halde iken oğlu ölürse, oğlu ona varis olur ama o oğluna
varis olamaz. Zahîre. T.
«Ancak onun, bundan dolayı yaşayamayacağı
bilinirse ilh...» Musannıf bu cümlede, Mînah'taki
ifadeye uymuştur. Doğrusu:
«Katil onun yaşamayacağını bilse bile»
şeklinde olmalıydı. Ben,
Hâniyye, Hulâsa, Tatarhâniyye ve
Bezzâziye'de böyle gördüm.
«Karnını yarsa ilh...» Tatarhâniyye'de şöyle denilmektedir: «Karnını yarsa ve barsaklarını çıkarsa,
sonra da bir başkası boynunu
kasten kılıcı vursa katil ikincidir. Eğer hataen olmuşsa diyet gerekir.
Karnını yaranın üçte bir diyet
vermesi icap eder. Demir sırt tarafına girerse üçte iki diyet verir. Bu
hüküm, karnını yardıktan sonra bir gün veya günün bir kısmında yaşadığı takdirdedir. Ama eğer
karnı yarılınca, kendisinde yaşama ümidi kalmaz ve ondan sadece
ölüm çırpınması görülürse, kâtil
birincisidir. Bunu taammüden yapmışsa kısâs,
hataen yapmışsa diyet gerekir.»
Herhalde bununla can çekişmesi meselesi
arasındaki fark; can çekişme halinde ölümün muhakkak
olmayışıdır. Hasta bazen can çekişir
gibi görünür, hatta öldüğü zannedilir
ve ona ölü muamelesi
yapılır, ama adam daha uzun süre yaşar. Karnı yarılıp
barsakları çıkarılan ise böyle değildir. Çünkü
onun öleceği muhakkaktır. Fakat karnı yarılanda bir gün yaşayacak kadar
hayat olursa, bu Şer'an
muteber bir hayattır -Nitekim bu meseleye Zebâih bahsinde temas edilmiştir.- Bundan dolayı, bu
durumda katil ikincisidir. Ama,
karnı yarıldığından dolayı ölüm
çırpınması gibi çırpınırsa, ondaki
hayata itibar edilmez. Hükmen ölü demektir. Onun için
katil, birincisidir. Benim anladığım bu.
Düşünülsün.
METİN
Birisi, bir adamı kasten yaralar
ve adam yatağa düşüp ölürse yaralayana
kısâs uygulanır. Ancak,
yaralının boynunun kesilmesi ve yaranın iyi olması gibi ölümün yaraya nispetini kesecek bir durum
varsa müstesnâ.
Daha önce de belirttiğimiz üzere
yaralı veya velileri adam ölmeden yaralayanı
affederlerse
istihsânen bu af sahîhtir. Bir
kimse, kendisinin, Zeyd'in, bir aslanın ve bir yılanın birer fiili
sebebiyle
ölürse, eğer öldürme taammüden
olmuşsa, Zeyd'in üçte bir diyet ödemesi gerekir. Taammüden
olmamışsa, üçte bir diyet, Zeyd'in âkilesine gerekir. Çünkü
aslanın ve yılanın fiili tek
cinstir ve
dünyada ve âhirette karşılıksızdır. Zeyd'in fiili hem
dünya hem de âhirette muteberdir. Adamın
kendisinin fiili ise dünyada
karşılıksız, âhirette ise muteberdir. Adamın bu fiili karşılığında
günahkâr
olacağında icmâ vardır. Demek ki adamın ölümüne sebep olan fiiller üç
çeşittir. Bunun ifade ettiği
şudur: Maktûlün fiilinin,
aslanın ve yılanın fiillerinden ayrı bir cins sayılması için uhrevî mesuliyet
açısından muteber olması gerekir. Kâtiller birden fazla bile olsa
diyet de üçte biri geçmez. Çünkü
her cinsin fiili tektir. İbn-i
Kemâl.
İZAH
«Ancak, ölümün yaraya nispetini kesen bir şey varsa müstesnâ ilh...» Minah'ta şöyle denilmektedir:
«Çünkü yaralamanın, ölüm sebebi olduğu açıktır. O halde,
boğazını kesmek ve yaranın iyi olması
gibi, ölümün yaraya nispetini
engelleyen bir şey olmadıkça, ölüm yaraya nispet
edilir.»
«Zeyd diyetin üçte birini öder ilh...» Çünkü âkile, taammüden
öldürmelerdeki diyeti
yüklenmez. Ama
daha önce belirtildiği ve
ileride de geleceği gibi kısâs da uygulanmaz. Kısâs hakkı bölünemeyeceği
için, birisini öldürdüğü zaman
kısâs uygulanmayan biri ile birlikte bir adamı öldürene kısâs
uygulanmaz.
«FiiIIer üç çeşittir iIh...» Sanki ölen üç fiil sebebiyle ölmüştür. Her bir fiille telef olan adamın üçte
biridir. Dolayısıyla ona diyetin
üçte birini vermesi gerekir.
Hidâye.
«Fiilinin ayrı sayılması için ilh...» Çünkü eğer aslanın fiili gibi
uhrevî mesuliyet açısından da
muteber olmasaydı Zeyd'in,
diyetin yarısını ödemesi gerekir.
«Katil birden fazla bile olsa diyet
üçte biri geçmez ilh...» Yani Zeyd'in
yanında başka bir kişi daha
olsa üçte bir diyeti birlikte verirler.
Ben derim ki: Tatarhâniyye'nin Çeşitli Meseleler bahsinde şöyle
denilmektedir: «Birisi bir adamı
yaralasa, sonra bir başkası daha yaralasa, daha sonra da bunlara yaptığı karşılığında mesuliyet
gerekmeyen birisinin yaralaması eklense,
adamlardan her birine üçte bir diyet icap eder. Geriye
kalan üçte bir de hederdir.»
Aynen buna
benzer ifadeler. Cevhere'de, kölenln cinayeti konusunun baş tarafında da
vardır.
Tûrî'nin, Tekmilesi'nde de şu cümleler yer almaktadır: «Bir kimse
birisinin elini kesse, başka biri
yaralasa, eli kesilen kendi kendini yaralasa ve bir de yırtıcı hayvan parçalasa, el kesene ve
yaralayana ayrı ayrı dörtte birer diyet ödemeleri icap eder. Çünkü bir
can dört ayrı cinayetle telef
olmuştur. Bunlardan ikisi
muteberdir.»
Bu ibarenin benzeri ifadeler, «Kişinin yolda meydana getirdiği şeyler» konusunun sonunda şu
şekilde gelecektir: «Bir adam, kuyu kazmaları için dört işçi tutsa, kuyu üzerlerine çöküp işçilerden
birisi ölse, diyetin dörtte biri düşer, geriye
kalan dörtte üçü de üç işçi eşit olarak öderler.»
Bunlardan anlaşılıyor ki, yukarıda söyledikleri bu konuda
âlimlerden nakledilenlere aykırıdır.
Ben derim ki: Bu ifadelerden, zamanımızda karşılaşılan şu tür
hadiselerin fetvâsı da
anlaşılmaktadır: Bir adam, bir çocuğu bıçakla karnından yaralıyor ve barsakları çıkıyor. Çocuk bir
cerraha götürülüyor. Cerrâhın barsakları
yerine koyabilmek için yarayı genişletmesi gerekiyor.
Çocuğun babası da buna izin veriyor.
Cerrah yarayı açıyor fakat aynı gece çocuk ölüyor. Bu
durumda yaralayanın yarım diyet ödemesi gerekir. Çünkü cerrahın yaptığı, babanın izni ile
olmuştur, dolayısıyla
sorumluluk yüklenemez.
METİN
Müslümanlara kılıç çekeni derhal öldürmek gerekir. Nitekim
İbn-i Kemâl bunu sarahaten
söylemiştir. O Vikâye'nin ibaresini değiştirerek,
şöyle demiştir: «Başka bir yolla önlemek mümkün
değilse, müslümanlara kılıç çekene,
öldürerek engel olmak gerekir.»
Bu, Kifâye'de de şu sözlerle
açıklanmıştır: «Çünkü bu, hücum edeni engellemek kabilindendir.
Şumnî ve başkaları da böyle
demişlerdir.»
Bu hükmü teyit edecek sözler ileride gelecektir. Saldıran bir deveyi öldürenin aksine, onu
öldürene
hiçbir şey gerekmez.
Şehir içinde veya dışında gece veya gündüz birisine
silah çekeni yahut şehir içinde gece ya da
şehir dışında gündüz sopayla saldıranı, saldırıya uğrayan
öldürürse yine bir şey gerekmez.
Bir kimse kendisine silâh çeken
deliyi kasten öldürürse, kendi
malından diyet ödemesi gerekir.
Çocuğun ve hayvanın saldırması
durumunda da hüküm aynıdır. İmâm
Şâfiî: «Gelecek zararı
önlemeye yönelik olduğu için, bunların hiç birisinde mesuliyet (zamin olma) yoktur»
der.
Saldıran bir defa vurur ve ikinci defa vurmak istemeyerek çekilir,
buna rağmen saldırıya uğrayan
onu öldürürse, kendisi de kısâsen öldürülür. Çünkü saldırgan geri çekilmekle tekrar
dokunulmazlık
kazanmıştır.
Ben derim ki: Saldıran, (vurmak
maksadıyla) kılıcı çekmiş vaziyette
olduğu müddetçe öbürü ona
vurabilir. Aksi halde vuramaz.
Bir kimse geceleyin birinin
evine girip malını çalsa, ev sahibi de
hırsızı takip edip öldürse bir şey
gerekmez. Çünkü Hz. Peygamber
(s.a.v.) «Malın için savaş» buyurmuştur. Hırsız malı çalmak
istediği zaman, başka yolla
malını kurtarma imkânına sahip değilse, hırsız daha malı
almadan önce
öldürse hüküm yine aynıdır.
Sadruşşerîa.
Suğrâ'da şöyle denilmektedir:
«Bir kimse birinin malını kastetse;
eğer mal on dirhem veya daha
fazla ise; mal sahibinin öldürme hakkı vardır. Daha azsa dövüşür ama öldüremez. Bu durumdaki
katil hırsızın kendisi ile kavgalaştığını söylediğinde eğer delili varsa kabul edilir. Delili yoksa,
maktûl hırsız ve kötü olarak
biliniyorsa istihsânen kısâs uygulanmaz. Katil kendi malından
maktûlün varislerine diyet öder.» Bezzâziye.
Yukarıdaki hükümler; ev
sahibinin, bağırdığı zaman hırsızın malı bırakacağını bırakacağını
bilmediği zaman hakkındadır. Fakat bağırdığında hırsızın malı bırakıp kaçacağını bilir, buna rağmen
onu öldürürse kısâs uygulanır. Malı gasbedilen kişinin, gasbı
öldürmesi de aynı hükümdedir, kısâs
gerekir. Çünkü diğer müslümanlardan veya
devletten yardım isteyerek gasıbın şerrini defetmeye
gücü yeter.
İ Z A H
«Müslümanlara ilh...» Bu kelimenin hem «kılınç çeker» hem de «gerekir»
fiilleri ile ilgili olması
caizdir. Yani mana : «Müslümanlara kılınç
çekeni öldürmek gerekir» şeklinde
de, «Kılınç çekeni
müslümanların öldürmeleri gerekir» şeklinde
de anlaşılabilir.
Câmîussağîr'in ibaresi: «Müslümanlara kılınç çekeni öldürmek, müslümanların vazifesidir.
öldürdükleri için de kendilerine birşey gerekmez.» şeklindedir.
Ebussuud, Şeyh Abdü'l-Hâyif'den bu konuda zımmîlerin de müslümanlar gibi olduğunu nakleder.
«Derhal ilh...» Yani vurmak
maksadıyla müslümanlara kılınç çektiği anda. Onlardan ayrıldıktan
sonra öldürülmesi ise câiz değildir.
«İbn Kemâl sarahaten söylemiştir
ilh...» Yani 'derhal' öldürülmesi gerektiğini açıkça söylemiştir.
Eğer, «İbn Kemal buna işaret etmiştir» deseydi, daha iyi olurdu.
Çünkü o bunu açıkça söylememiş
«engel etmek gerekir» sözü ile işaret etmiştir. Çünkü engel
olmak, ancak saldırı esnasında
mümkün olur.
«Kifâyede de açıklanmıştır ilh...» Bu, ibn Kemâl'in
sözü değildir. Kifâye'nin ibaresi şu şekildedir:
«Yani kılınç çekeni engellemek gerekir,
çünkü zararı önlemek vaciptir.»
Mi'râc'da ise: «Vacip olan zararı engellemektir, adamı
öldürmek değil» denilmektedir.
«Bu hükmü teyid edecek sözleri Feride
gelecektir îlh...» Yâni bundan maksadın: «Başka yolla
önlemek mümkün olmadığı
takdirde, onu öldürebilir» demek olduğunu teyid edecek sözler,
gelecektir. Bu sözler biraz sonra gelecek
olan, Sadruşşerîa'nın ibaresi ve daha sonra da metnin
ibaresidir.
«Onu öldürene birşey gerekmez ilh...» Daha sonra gelen:
«Eğer deli silah çekerse»
sözü; bunun
saldıranın mükellef olması halinde söz konusu olduğuna delâlet ediyor.
Saldıranı öldürmek vacip
olmayınca, katile tazminatın gerekli
olduğu düşünülebilir. İşte bunu izale
için müellif hiç bir şeyin
gerekmeyeceğini açıkça belirtmiştir.
İbn Kemâl.
«Bir adama silâh çeken ilh...» Maksat; halin delâletinden
anlaşıldığına göre öldürmek maksadıyla
silâh çekendir. Şaka veya
oyun olsun diye silâh çeken ise öyle değildir. Zeylaî. Talâk bahsinde bu
meseleyi zikretmiş ve bir tek kiçinin
de, müslümantar hükmünde olduğunu
ilâve etmiştlr.
«Geceleyin veya gündüz
ilh...» Çünkü silâh durdurulamaz. öldürerek önleme ihtiyacı duyulabilir.
Hîdâye. Yâni silâhı engellemek
fçin öldürmekten başka çare olmaz.
«Yahut ona sopa ite saldınrsa
ilh...» Çünkü, her ne kadar küçük
olan sopayı, öldürmeden başka bir
yolla durdurmak mümkünse de, geceleyin kendisine yardım gelmeyeceğl
için, saldırganı öldürmek
suretiyle saldırıyı önlemek
zorunda kalır. Şehir dışında gündüzleri de aynıdır.
Çünkü orada da
yardım göremez. Bazı âlimler:
Durdurulması mümkün olmayan büyük
sopanın da, Ebû Yûsuf ve
Muhammed'e göre silah hükmünde
olduğunu söylemişlerdir. Hidâye.
«Saldırıya uğrayan öldürürse
ilh...» Veya saldırıya uğrayanı korumak içln bir başkası öldürse.
Zeylaî, Kifâye'de: «Eğer saldırgan, saldırıya uğrayanı
terkeder, buna rağmen öldürürse günahkâr
olur.» denilmektedlr.
«Teammüden öldürürse diyet gerekir ilh...» Yani keskin bir
âlet veya benzeri bir şeyle öldürürse
diyet öder. Amde benzeyen blr şekilde öldürdüğünde de
durum aynıdır. Bu durumda, bir kötülüğü
uzaklaştırma gibi, öldürmeyi
mübah kılan blr sebep bulunduğu için
kısası gerekmez. Konunun
tamamı Hidâye'dedir.
«Küçük çocuk ve hayvanın saldırması da delinin saldırması gibidir ilh...» Yani
bunların saldırılanı
önlemek için öldürülmeleri halinde öldüren sorumtudur. Şu var ki, çocuğu öldürmüşse diyet,
hayvanı öldürmüşse kıymetini
ödemesi gerekir.
Remlî; öldürülen çocuk veya delinin köle olmaiarı durumunda katilin,
hayvanda olduğu gibi
kıymetlerlni ödemesi gerektiğini,
söyler.
Ben derim ki: Nihâye'de aynen şu ibareler yer almıştır: «Alimler,
saldıranın köle veya Harem
mıntıkasındaki bir av hayvanı olması durumunda, dünyevî sorumluluğun olmadığında ittifak
etmişlerdîr. İmâm Tlmurtâşî de böyle
demiştir.»
Nihâye'deki bu sözlerin benzeri Mi'râc'ta da vardır. Allâme
İtkânî;
Gâyetü'l-Beyân'da Tahâvî Şerhi'nden naklen deli ve çocukla hayvan arasındaki farkı zikretmiştir.
Oraya müracaat edilebillr.
«Dokunulmazhğı geri döner
ilh...» Bundan sonra öldürürse, masûm ve mavlûm birisini öldürmüş
olur. Bu durumda da kendisine
kısâs gereklr. Zeylai.
«Geceleyin evine gireni ilh...»
Bunun mefhumundan anlaşıldığına göre,
gündüz gireni öldüremez.
Çünkü gündüzün, bağırdığı zaman yardım gelir.
«Mah almadan önce öldürdüğünde
de durum aynıdır.» Hâniyye'de şöyle denilmektedir; «Bir kimse
malını çalan veya duvarını ya da başka birinin
duvarını delen hırsızlığıyla tanınan
birisini görüp
bağırsa; fakat hırsız kaçmasa
onu öldürebilir ve kendisine kısâs gerekmez.»
«Suğrâ'da şöyle denilmektedir ilh...» Metinlerdeki
ve şerhlerdeki ifadeler fetvâlardaki sözlerle
kayıtlanamamakla birlikte,
musannıf bununla, metinler ve
şerhlerde mutlak ifade edilen meselenin
(çalınan malın on dirhem veya daha fazla olması meselesi) kayıtlandığını
ifade etmek istemiştir.
Metin müellifi, «Yol Kesme»
konusunun sonunda şunları
söylemektedir: «Nîsâba bâliğ değilse bile
kişinin malı içîn dövüşmesi
caizdir. Onunla dövüşen kişi
öldürülür.»
Minah'ta da Bahr'dan naklen şu
cümleler yer almaktadır: «Bir kimsenin yanında on dirhemden daha
az mal varken, karşısına hırsızlar çıksa,
onlarla dövüşmesi helâl olur. Çünkü
Hz. Peygamber
(s.a.v.): «Malın için dövüş» buyurmuştur. Mal kelimesi aza da çoğa da şâmildir.» Sâlhânî.
«Malından, maktulün vârislerine
diyet öder.» Bezzâziye. Bezzâziye'nin,
Kitabû'l-Vesâya bahsinin
baş tarafındaki ibare şu şekildedir:
«Ev sahibi hırsızı öldürür ve kendisi
ile boğuştuğunu isbat
ederse, kanı hederdir. İsbat edemezse ve maktûlün kötü ve hırsız biri olduğu bilinmiyorsa ev sahibi
kısâsen öldürülür. Ama hırsızlıkla ithâm edilen biri ise,
katilin kıyasa göre yine öldürülmesi gerekir.
Ama istihsânen, kendi malından maktûlün vârislerine diyet ödemesi icâbeder. Çünkü halin delâleti
malda değil; kısasta şüphe doğurmuştur.»
«Gâsıbı engellemeye muktedir
olduğu için ilh...» Ama zamanımızda olduğu gibi müslümanlar
ve
devlet hırsıza engel olmadıkları
takdirde hadisin oluşundan hareketle, mal sahibinin hırsızı
öldürmesinin caiz olduğunu söyleyebiliriz.
METİN
Öldürülmeyi hak eden birisi Harem-i
Şerîfe sığınsa Şâfiî'nin hilâfına orada öldürülemez. Öldürülmek
için çıkartılamaz. Ancak mecbur
kalıp da Harem'den çıkması için
aç ve susuz bırakılır. Çıktığında da
öldürülür. Azalardan birisine kısas
uygulanacak olana ise Harem'in
içinde kısas tatbik edilir.
Harem'in içersinde birini öldürmüşse,
bütün âlimlere göre orada öldürülür. Sirâciyye.
Kâbe-i Muazzamanın içinde
öldürmesi halinde ise, orada öldürülmez. Musannıf bunu Hacc
Bahsi'nde zikretmiştir.
İZAH
«Öldürülmeyi hak eden ilh...»
Birisini öldüren veya zinâ eden kimse gibi,
kanı mübah olan. Allâme
Sindî'nin El-Mensikü'l
Mutevassıt'ta zikrettiği üzere içki için
veya haddi gerektiren başka
suçları
işleyenlerde böyledir. Sindî,
Mürted için de aynı hükmün uygulanacağını söyler. Ama biz; Hac
bahsinin sonunda Müntekâ'dan
naklen, mürtede İslâm'ın arzedileceğini, kabul ederse serbest
bırakılacağını, etmezse, öldürüleceğini ifade etmiştik. Kârî de
aynısını Mensik şerhi'nde Netf'ten
nakletmiş ve bunun âlimlerin
mutlak ifadelerine aykırı olduğunu söylemiştir. Şu var ki; eğer:
«Mürtedin İslâm'ı kabul etmemesi, Harem'de işlenen cinayettir» denilirse o başka. Yine
Kârî'nin
Bedâiden naklettiğine göre: Bir
harbî Harem'e sığınsa, İmâm Ebû Hanîfe
ve Muhammed'e göre
öldürülmez ve oradan çıkartılmaz.
Ebû Yûsuf'a göre ise çıkartılabilir.
«Harem'in içerisinde kısas tatbik edilir ilh...» Had de
uygulanır. Hânîyye'de Ebû Hanifeden rivâyet
edildiğine göre Harem'de hırsızın elinin kesilmeyeceği, Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ise
kesilebileceği zikredilmektedir. Harem içerisinde haddi
gerektiren bir suç işlerse
kendisine orada
had uygulanır.
«Kâbeyi Muazzama'da öldürürse ilh...»
Diğer camiler de aynı hükümdedir.
Çünkü camilerde böyle
şey yapılamaz. Rahmetî.
METİN
Bir kimse başka birine: «Beni kılınçla öldür» dese, öbürü de
öldürse kısas uygulanmaz, katilin
diyet
ödemesi gerekir. Sahih olan görüşe göre diyet katilin kendi malından ödenir. Çünkü can
konusunda izin verme geçersizdir.
Şu kadar var ki; izin şüphesinden ötürü kısâs düşer.
«Kardeşimi, oğlumu, babamı
öldür» dediği takdirde de durum aynıdır.
Kâtilin, istihsâna göre diyet
ödemesi icabeder. Bezzâziye'de de
Kifâye'den naklen böyle denilmiştir. Yine Bezzâziye'de
Vâkıât'tan, adamın oğlu küçük
olduğu takdirde kısasın uygulanacağı
nakledilmiştir.
Hâniye'de: «Birisi: Kanımı sana parayla veya
şu kadara sattım dese, öbürü de öldürse kısâs
uygulanır.» denilmektedir.
Başka birisine: «Babamı öldür» demesi durumunda, oğluna diyet vermesi
icabeder. «Elini kes!»
demesi halinde eğer keserse, kısâsen
onun da eli kesilir.
Birisi «Oğlumun başını yar» der, öbürü de yararsa birşey gerekmez. Bundan dolayı ölürse diyet
ödemesi icabeder. Bir görüşe göre ise, diyet de gerekmez. İmâdiye'de belirtildiğine göre.
Rüknü'l-İslâm bu görüşün sahih
olduğunu söylemiş, Tarsûsî de tercih
etmiştir. İbn Vehbân îse
bunu reddeder.
Bir kimse: «Kölemi öldür veya elini kes»
dese, öbürü de denileni yapsa tazminat
gerekmez. Bunda
icmâ vardır. «Elini veya ayağını kes» demesi halinde de yara canına sirâyet
etse bile hüküm aynıdır.
Çünkü organlar mal gibidir,
onlara dair emir sahihtir.
«Bana şu kumaşı veya şu kadar
lira vermen şartıyla şu uzvu kes» dese,
öteki de kesse elin diyetini
ödemesi gerekir, kısâs gerekmez.
Önceki anlaştıkları meblağ (kumaş veya para) da bâtıl olur.
Bezzâziye.
İZAH
«Kılınçla öldür ilh...» Şârih musannıfın: «Beni öldür» sözünü «kılınçla»
kayıtlamıştır.
Çünkü daha
sonra: «Kendi malından diyet
gerekir» sözü bunu gerektirir. Zira kesici olmayan bir âletle, -meselâ
bir ağırlıkla- öldürürse diyeti
âkilenin ödemesi gerekir. T.
«Sahîh olan görüşe göre ilh...» Umdetu'l-Muftî'de sadece bu (diyeti kendi
malından ödeyeceği)
zikredilmiş.
Muhtasaru'l-Muhît'te ise Şerhu'l-Vehbâniyye'de olduğu gibi bunda ittifak olduğu ifade
edilmiştir.
«Kısas düşer ilh...» Şarih bunu: «Çünkü can konusunda izin verme geçersizdir»
sözünün
şumülünden çıkarmak için söylemiş
gibidir. Çünkü kılınçla öldürme durumunda insanın ilk aklına
gelen kısâstır.
«Eğer oğlu küçükse kısâs uygulanacağı
ilh...» Yani kıyasa göre böyle olması
gerekir. Görünen o ki,
çocuğu «küçüklük»le vasıflamak, büyük
çocuğun böyle olmadığına işaret için
değildir. Kardeş de
aynen oğul gibidir. Bezzâzlye'nin
ibaresi şu şekildedir: «Vâkıâtta
şöyle denilmektedir:
Baba; «oğlumu öldür» dese, oğlu
da küçük olsa odam öldürürse kısâs
uygulanır. «Elini kes» dese,
o da kesse yine kısas gerekir. «Kardeşimi öldür» dese ve emredilen
öldürse, eğer emreden
kardeşine varis ise, ikinci imâm (Ebû Yusuf)'dan bir rivayete göre -ki bu kıyastır- kısâs icabeder.
İmâm Muhammed vâsıtasıyla İmâm A'zam'dan
gelen rivâyete göre ise diyet gerekir. Kifâye'de oğul
ile kardeş aynı tutulmuş ve kıyasa göre hepsinde kısâs icabeder.
İstihsâna göre ise, «diyet ödenir»
denilmiştir. İzah'da zikredilenler de, Kifâye'dekilere yakındır.»
«Birisi kanımı sana şu kadara
sattım dese ve diğeri öldürse,
kısas uygulanır»
Çünkü bu sâtış
batıldır. Bu söz, öldürmeye izin vermek değildir. Dolayısıyla «Beni öldür» demesine benzemez. T.
«Elini kes demesi durumunda kısâs uygulanır» Çünkü bu meselede
hakkı almak onun değil,
babasının hakkıdır. Dolayısıyla onun, babasının elini kesmesi için verdiği emir kısâsı düşürmez.
Rahmetî. Düşünülsün.
«Oğlumu yarala demesi halinde
ilh...» Ben bu meseleyi Hâniyye'de görmedim. Ama Müctebâ'da şu
ibare ile zikredilmiştir: «Eğer
birisine, onu yaralamasını emretse,
o da yaralasa bir şey vermesi
gerekmez. Fakat bu yaradan dolayı ölürse diyet ödemesi icabeder.»
«Onu yaralamasını emretse..»
cümlesindeki «onu» zamirinin, emredenin kendisinin yerine
kullanılmış olması muhtemel olduğu gibi, Müctebâ'daki bu cümleden az önce geçen «oğul» yerine
kullanılmış olması da muhtemeldir. Şârih bu ihtimallerden ikincisini anlamıştır. Şu var ki; bu
durumda, uzvu kesme konusundakı
emirle, yaralama konusundaki emir arasındaki fark görülmez.
Düşünülsün.
«Yara canına sirayet etse ve
ölse bile ilh...» Tatarhânîyye'de bu hüküm Şeyhu'l-İslâm'a nisbet
edilmiştir. Yine orada Tahavî
Şerhi'nden naklen şöyle denilmektedir:
«Birisi, başka birine:
«Elimi
kes» dese, Eğer onu elinde kangren gibi bir hastalıktan tedavi
maksadıyla yaparsa birşey
gerekmez. Tedavî maksadı olmadan ise kesmesi
helâl olmaz. Her iki halde de, emredilen keser ve
bu canına sirayet ederse tazminat gerekmez.
BİR UYARI:
Câmiu'l-Fusuleyn'in 33. faslında şunlar
yer almaktadır:
Buhâra'da şöyle bir olay cereyan
etti: Bir adam başka birine: «Bana ok at, tutayım» dedi, öbürü de
attı ve adamın gözüne isabet edip
gözü çıktı. (Bunun hükmü nedir?)
H.: «Bana karşı bir cinayet
işle» deyip diğerinin de işlemesi
durumunda olduğu gibi burada da oku
atana sorumluluk gerekmez» demiştir.
Diğer bazı âlimler de: «Elimi kes»
demesi haline kıyasla, bunda da tazmînatın olmadığına fetvâ
vermişlerdir.
Muhît sahibi ise şöyle der:
«İhtilâf, kısasın gerekli olup olmadığı konusundadır. Kendi malından
diyet vermesinin gerekliliğinde şüphe yoktur. Çünkü Kitâb'da: «Biri
biriyle yumruklaşan iki kişiden
birisinin gözü çıksa, kasden olduğu için, taraflardan birisi diğerine: «Haydi gel, haydi» dese bile
kısâs yapmak mümkünse kısâs
uygulanır. Aynı şeklide: «Taraflar, oyun
olsun diye veya öğretmek
için biri birleri ile kavga etseler ve birisinin elindeki tahta ötekinin gözüne rastlayıp çıkarsa,
mümkünse kısâs uygulanır.»
demektedir.
AIIame Remlî, Muhît üzerîne yazdığı haşiyesinde şöyle demektedir:
«Ben derim ki: Bu meselede iki görüş vardır; Mecmau'l-Fetâva'da belirtildiğine göre: Adamlardan
her biri diğerine: «Haydi gel,
haydi gel» dese ve birbirlerine yumruk vurup,
karşılıklı dişlerini
kırsalar, ikisine de bîr şey gerekmez. Bu; birisinin:
«Elîmi kes» deyip, öbürünün de
kesmesine
benzer. Hâniye'de de böyle
denilmektedir.»
Kitâb'daki meselenin hükmün gerekçesinden anlaşılan şudur: Adamın: «Haydi gel» demesi onun
gözünü çıkarmasına izin vermesi
manasına gelmez. Çünkü yumrukla
dövüşülüp, hiç yara
alınmaması muhtemeldir. Aynı şekilde, ok atıldığında da yara almamak
muhtemeldir. Bundan
dolayı: «Bana ok at ve haydi, haydi» demesi uzvunu telef etmesi için sarih izin değildir. «Elîmi kes»
veya «Bana karşı suç işle»
demesi ise böyle değildir. Onun için bu
olayın ona kıyaslanması doğru
olmaz. Bu meselede açık olan şu ki: Organlar mal gibidir,
onların telef edilmesi konusundaki izin
muteberdir.
METİN
FER'İ MESELELER:
Kısasın katilden başkabirisine hibe edilmesi (kısasa
yetkiliolanın; «Sana kısası hibe ettim» demesi)
caiz değildir. Çünkü onda temlik
geçerli değildir.
Maktûlün velisinin katili affetmesi,
bir mal mukabilinde sulh yapmalarından
daha efdaldir. Sulh da
kısastan daha iyidir. Yaralının
affetmesi de aynıdır.
Katilin kendisine kısâs için teslim etmedikçe tevbesi sahih
olmaz. Vehbâniye.
Usûl âlimlerine göre hadlerde olduğu gibi kısası uygulamakta da devlet başkanının bulunması
şarttır. Fakihler ise hadler ile kısası
farklı mütâlaa etmişlerdir. Eşbâh.
Eşbâh'da : «Hadler şüphelerle düşürülür» kaidesinde: «Yedi yer
hariç kısâs da hadler gibidir»
denilmektedir. Bu yedi yer şunlardır:
1 - Hâkimin kendi bilgisine
dayanarak kısasa hükmetmesi caizdir.
Hadde hükmetmesi ise caiz
değildir.
2 - Kısas hakkı vârise intikâl eder, had ise etmez.
3 - Kısası affetmek caizdir, haddi affetmek ise caiz değildir.
4 - Öldürme olayına şahitlikte bulunmaya, zaman aşımı mani değildir.
Kazf (iftirâ) haddin dışındaki
hadlerde ise, zaman aşımı şahitlîğe mânidir.
5 - Dilsizin işareti ve yazısı ile
kısas sabit olur, had ise sabit olmaz.
6 - Kısasta şefâat caizdir, had de ise câiz değildir.
7 - Kısasa hükmedilebilmesi için dava açılması şarttır. Kazf
haddinin haricindeki hadlerde ise dâvâ
şart değildir.»
Kınye'de şöyle denilmektedir: Birisi, bir adamın kapısından baksa, ev sahibi de adamın gözünü
çıkarsa, onu uzaklaştırmak için başka
çaresi yok idiyse bîrşey lâzım gelmez. Ama başka
bir yolla
uzaklaştırması mümkünse sorumlu olur. İmâm Şâfiî'ye göre her iki halde de
sorumluluk gerekmez.
Adam, bir başkasının kapısından kafasını soksa, ev sahibi de bir taş atıp gözünü çıkarsa bütün
âlimlere göre bir şey gerekmez.
Alimlerin ihtilâfı; yabancının dışarıdan bakması
halinde gözünü
çıkaranın sorumlu olup
olmayacağındadır. Allah (c.c.) en iyisini
bilîr.
İ Z A H
«Katilden başkası için ilh...» Aynı
gerekçeden dolayı kısasın katile hibesi de caiz değildir. Bunu
Hamevî ifade etmiştir. Bu iki
surette kısas düşer mi. düşmez mi meselesi için T.'ye bak.
Zâhir olan
şu ki, düşmeyeceği konusunda tevakkuf edilmez. Çünkü caiz
olmaması için kısasın
düşmemesinden başka sebep yoktur.
«Kendisini kısâs için teslim etmedikçe katilin tevbesi kabul
edilmez ilh...» Yani sadece tevbe kâfi
gelmez.
Tebyinü'lMehârim'de şöyle
denilmektedir: «Bilmiş ol ki,
katilin tevbesi sadece istiğfar
ve
pişmanlıkla tamam olmaz. Ayrıca maktûlün
velilerini de razı etmek gerekir. Eğer öldürme
teammüden olmuşsa; katilin, maktûlün velilerine kısâs için imkân
vermesi gerekir, veliler isterlerse
katili öldürürler, isterlerse hiçbir şey almadan affederler. Eğer affederlerse tevbe kâfi gelir.»
Az önce işaret ettiğimiz gibi, katil af ile dünyada temize çıkar, ama âhiretteki durumu ne olur? Bu,
onunla Allah arasında birşeydir. Bu mesele şuna benzer: Adamın, birisine borcu olur, alacaklı
borcunu alamadan ölür,
varisleri, de alacaklarından vazgeçerler. Bu durumda, borçlu bundan
sonrası için ibrâ edilmiştir. Ama
daha önce zulmünden dolayı temize
çıkamaz. Katil de aynıdır.
Maktûlün varisleri affederlerse
kısâs ve diyetten kurtulur ama işlediği
zulmün cezasından
kurtulamaz. Tatarhâniyye.
Ben derim ki: Görünen o ki; önceki zulüm tevbe ile düşmez. Çünkü ona maktûlün hakkı tealuk
etmiştir. Ama günah işlemek suretiyle kendisine karşı yapmış olduğu zulüm tevbe ile düşer. Düşün.
Mazlum olarak öldürülen
birîsinin varisleri kısâs uygulamışlarsa veya
diyet karşılığında ya da
meccânen affetmişlerse, katil âhirette de sorumlu olur mu? Bu mesele
He ilgili olarak İmâm
Nevevî'nin Fetevâ'sından naklen Hâmidiyye'de:
«Şeriatin Zâhirinden anlaşıldığına göre bu durumdaki katilin âhiretteki sorumluluğunun düşmesi
gerekir.» denilmektedir. Tebyînıü'l-Mehârim'de
de bazı hadiselerin zahirlerinin
katilin sorumlu
olmayacağına delâlet ettiği ifade
edilir. Muhtârü'l-Fetâvâ'da ise şöyle
denilir: «Kısâs, velilerin
hakkından kurtuluşu sağlar. Maktûl ise hakkını âhirette ister.
Çünkü kısasın maktûle hiçbir faydası
dokunmamıştır. Dolayısıyla onun
hakkı bakîdir.» Bu, benim az önce, «görünen o ki» diye
ifadelendirdiğim fikri teyid
etmektedir.
«Fakîhler ise kısâs ile hadleri
farklı mütâlaa etmişlerdir.» Yâni, hadlerle kısasın arasını ayırmışlar,
hadlerin uygulanabilmesi için devlet başkanının (halife'nin) bulunmasını şart
koşarken kısas için
gerekli görmemişlerdir. Hamevî.
Hindiye'de şöyle denilmektedir: «Birisi, bir adamı teammüden |