VASİYETLER KİTABI 1
MALIN ÜÇTE BİRİNİ VASİYET BÂBI 1
HASTALIK
ANINDA KÖLE ÂZAD ETME. 1
AKRABAYA
VE BAŞKALARINA VÂSİYET. 1
(KÖLESİNİN) HİZMETİNİ (EVİNDE) OTURMAYI
VE (AĞACININ)
MEYVESİNİ VASİYET. 1
ZIMMİNİN VE BAŞKASININ VASİYETLERİ 1
VASİ YANİ
VASİYETİ EDA İLE GÖREVLENDİRİLEN KİŞİYE
AİT HÜKÜMLER. 1
VÂSİLERİN ŞAHİTLİĞİ 1
ÇEŞİTLİ MESELELER. 1
M E T İ N
«Vasiyetler»
kelimesi «vasi tayin etmek» ve «birşey
vasiyet etmeyi» kapsar.
«Falan kimseye vasiyet
etti»
denilince, «onu kendisine vasi tayin
etti» manasına gelir. Bunun isim şekli «vesâyet»dir ve
ileride müstakil bir babda gelecektir.
«Falan kişiye
vasiyet etti» sözü, «ona vasiyet
yoluyla
temlik etti» manasınadır. Buna göre vasiyet,
ister bir nesne
ister para olsun ölümden sonraya izafe edilen temliktir.
Ben derim ki: Borcu ikrâr gibi şeylerin bu tariften çıkması
için bu temlikin teberru yoluyla
olduğunu
söylemek gerekir.
Zira ileride geleceği üzere borç ile ikrar malın
tamamından geçerlidir. Bunun
teberru yoluyla temliki vasiyetin Allah'ın hakkından dolayı vacip
olmasına ters değildir. Bunu düşün.
Vasiyet,
Mücteba'daki ifadeye göre dört kısımdır. Üzerinde
borç olan zekâtın, keffâretin, tutamadığı
orucun ve
kılamadığı namazın fidyelerinin vasiyeti gibi vâcip olanlar, bir zengine yapılan vasiyet
gibi mübah
olanlar, fâsığa yapılan vasiyet gibi mekruh olanlar ve bunların dışındaki
müstehab
olanlardır.
Ana-baba ve yakınlara
vasiyette bulunmak vacip
değildir. Çünkü Bakara Sûresi'ndeki vasiyet âyeti,
Nisa Sûre'sindeki miras âyetiyle neshedilmiştir. Vasiyetin sebebi teberruların sebebidir. Şartları ise
şunlardır;
1 - Vasiyet
eden kimse temlike ehil olmalıdır. Buna göre çocuğun, delinin ve mükâtep kölenin
vasiyeti caiz değildir. Ancak mükâteb bir köle yapmış olduğu bir vasiyeti azad edilmesine izafe
ettiği
takdirde vasiyet sahih olur. Nitekim ileride
gelecektir.
2 - Borcunun
vasiyetini kapsamaması gerekir.
Zira ödemede borç vasiyetten önce
gelir. Nitekim
ileride bu da
gelecektir.
3 - Vasiyet
edilen kimse vasiyet anında sağ olmalıdır. İster
hakikaten sağ olsun ister takdiren sağ
olsun,
değişmez. Böylece ana karnındaki bebe de «mûsâ leh» (vasiyet edilen)
in kapsamına girer.
Bununla
Şurunbulâliye'nin itirazı geçersiz
olur.
4 - Musâleh
(vasiyet edilen kimse) ölüm anında
varis ve kâtil olmamalıdır.
Vasiyet edilen
kişinin malum olması şart mıdır? Ben derim ki: İbnu Sultan ve diğerlerinin gelecek
bâbda
zikrettiklerine göre evet şarttır.
5 - Vasiyet
edilen şeyin akid türlerinden herhangi biriyle ölümden sonra temliki kabul edecek bir
nesne olmalıdır. Bu nesne ister mal olsun ister bir
menfaat. ister hâlen mevcut olsun isterse,
olmasın... farketmez.
6 - Vasiyet
edilen şey mirasın üçte biri kadar
olmalıdır.
İ Z A H
Musannıfın
vasiyetler bahsini kitabın sonuna olmasının uygunluğu
açıktır. Çünkü insanın
dünyadaki hallerinin
sonuncusu ölümdür. Vasiyet de ölüm vaktindeki bir muameledir. Vasiyetin.
cinayetler ve diyetlere fazlaca bir ihtisası vardır. Zira cinayet, bazan vakti vasiyetin vakti olan ölüme
götürür. İnaye.
Burada vasiyetin sonucu konu olduğunu söylemek
nisbîdir. Yâni oradan evvelki bahislere nispetle
sonuncudur.
Evet, buraya göre nisbîdir ama Hidaye'deki tertibe göre hakikaten sonuncu bahistir.
Zira Hidaye'de
feraiz bahsi yer almamıştır. Ancak Hidaye'de de vasiyet bahsinden sonra hünsâ
bahsi zikredilmiştir. Buna göre, Hidâye'de de nisbîdir. Nitekim Tûrî de böyle ifade etmiştir.
«Vasiyetler
kelimesi, vasi tayin etme ile, birşey vasiyet etmeyi de kapsar.» Muğrib'te şöyle
denilmiştir: «Falan kişi
Zeyd'e şu konuda vasî tayin etti» ve
«falan şeyi de vasiyet etti» denilir.
«Vesât» ve «vasiyet»
kelimelerinin her ikisi de masdar manasında
isimdirler. Sonra «musâbihe
(vasiyet edilen mal) de «vasiyet» ve «visayet»
denildi.
Bazı âlimlere göre de «isâ», bir şahsın birisinden
hayatta iken kendisi
bulunmadığında ve
ölümünden
sonra birşey yapmasını talep etmesine denir.
Zihâr
hadisinde şöyle denilmiştir:
«Amcanın oğlu hakkındaki hayırlı vasiyetimi
kabul et!...»
«Buna göre
ilh...» Bu, musannıfın «ben ona vasiyet
yoluyla temlik ettim»
anlamındaki sözünden
çıkartılan bir tali meseledir.
«İster bir nesne ister parça olsun ilh...» Minah ve
başka eserlerin ifadeleri ise «ister
bir nesne ister
bir menfaat
olsun» şeklindedir. H.
«Teberru yoluyla ilh...» Yani teberru yoluyla
temliktir. Bu koydı Zeylai, Nihaye'ye uyarak zikretmiştir.
«Borç ile ikrâr gibi şeylerin bu tariften çıkması için».
Yâni bir yabancıya borcu
olduğunu ikrar...
Bunda da
itirazî bir görüş vardır: Âlimlerimizden, ikrârın temlik değil de
bir ihbar olduğuna
hükmedenler bu
meseleyi kendilerine delil olarak
almışlardır. Zîra eğer ikrâr temlik olsaydı
Kitabu'l-İkrar'da izah ettiğimiz gibi
malın tamamından geçerli olmaması gerekirdi. O zaman, borcu
ikrarın
tariften çıkmasına gerek kalmazdı,
çünkü zaten dahil olmadı.
Meselenin tahkiki
şudur: «teberru» kaydı, satış ve icare gibi karşılıklı
mülk edinmelerin vasiyet
tarifinden
çıkması içindir.
Musannıf
«ölümden sonrayla izafe edilen»
sözüyle de hibe ve hibeye benzer şeyleri
tarifin dışında
tutmuştur.
Zira hîbe teberru yoluyla ama peşin temliktir.
«İleride geleceği gibi ilh...» Yani hastalık
anında köle azad etme babının başında gelecektir.
«Zıt değildir
ilh...» Şârih'in bu sözü, teberru yoluyla temliktir»
sözünden doğabilecek sorunun
cevabıdır. Bu
sorunun takriri açıktır. Şârih «bunu düşün» sözüyle cevabın inceliğine
işaret etmiştir.
Zira Allah Teâlâ'nın hakkı için vacip
olan şey ölümle düşünce teberrua benzer
kî o zaman da
kulların borcu
gibi olmaz. H.
Ben derim ki: Bu, teberrudan murad; dilerse yapacağı diterse de terkedeceği şey olduğu takdirde,
böyledir.
Bizim takdim
ettiğimize göre teberrudan murad bir ivaz karşılığında olan değil, meccânen olandır.
Bununla yukardaki sual kendiliğinden
ortadan kalkar.
«Vasiyet,
Mücteba'da olan ifadeye göre ilh...» Müctebâ'nın
ibaresi şöyledir: «Vasiyet dört
kısımdır:
Vediaların ve meçhul borçların sahiplerine verilmelerini vasiyet
gibi vacip olan vasiyet, keffaretlerin
ve namaz, oruç
ve benzerlerinin fidyelerinin verilmelerini vasiyet etmek gibi müstehap olan
vasiyet,
yabancılardan ve akrabalardan zengin olanlara vasiyet etmek gibi mübah olan vasiyet, fısk ve isyan
ehline yapılan
vasiyet gibi mekruh olan vasiyet.»
Bedâî'de ifade
edilene göre bunda düşündürücü bir durum vardır. Zira kişinin üzerine farz olan hac.
zekat ve vâcip
olan keffâretleri vasiyet etmekde vacip olan vasiyetlerdendir. Şurunbulâliye.
Zeylaî de Bedaî'deki görüşe göre hüküm
vermiştir. Mevahib'te de, borçluya Allah'a
veya kullara
ödemesi gereken şeyleri vasiyet etmesinin vacip olduğu söylenmiştir. Musannıf da Müctebâ'daki
hükme
muhalefet ederek bu görüşe katılmıştır. Zira Müctebâ sahibi Allah hakları
ile kul haklarını
ayırmıştır. Yukarda geçen Allah hakkı için vacip olan şey ölümle düşer» sözü Allah
hakkı olarak
vacip olan
şeyin, vacip olmamasına delâlet
etmez. Zira burada «ölümle düşer» sözünden murad
«edasının düşmesi» dir.
Yoksa o vacip, onun zimmetindedir. O zaman
Şârih'in «Müctebâ'daki
ifadeye göre»
sözü yani taksim itibariyle...
Düşün.
«Bir zengine
yapılan vasiyet gibi mübah olan ilh...» Zengine yapılan vasiyet, bundan Allah'a yakınlık
kasdedilmediği zaman mübahtır. Ama eğer zengine ilim ehli veya
salih bir kişi olduğu için veya
uzaklaşmış bir akraba
olduğu için yada ailesi kalabalık
olduğu için vasiyet etse, uygun olan bunun
da mendub
olmasıdır. Düişün.
«Fâsıka yapılan
vasiyet gibi mekruh olan ilh...» Musannıfın
bu sözüne Sahihû'I-Buharî'deki şu hadis
itiraz olarak varid olur: «Umulur ki zengin ibret alır ve sadaka verir. Hırsız onunki hırsızlıktan,
zaniye de zinadan kaçınırlar.»
Buna göre
musannıfın muradı, fısk ehline yapılan
vasiyetin mekruh olmasının vasiyet
edenin
vasiyet edileni fısk ve fucûr için sarfedeceğini
zannetmesi halindedir. Rahmetî.
Ben derim ki: Geçen ifadenin zahiri fasıka
yapılan vasiyetin salih olmasına delalet eder şu kadar
var ki,
akrabalara vasiyet bâbımın sonunda kabri
sıvamayı vasiyetin batıl olma hükmüne,
«mekruh
olan şeyi vasiyettir» sözünün gerekçe gösterildiği gelecektir. Bu bahsin tamamı da
orada gelecektir.
«Bunların
dışında olan vasiyet de müstehab olandır.» Yani vasiyet'e,
onu iptal edecek birşey
âriz
olmadığı
zaman...
«Vacip değildir.» Bu söz ana-babaya ve akrabalara, vâris olmadıkları takdirde, Bakara Suresi'ndeki
ayetten dolayı vasiyetin vacip olduğuna
hükmedenleri reddetmektedir.
Ayet
Allah Teâlâ'nın şu
sözüdür:
«Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara uygun
bir biçimde
vasiyet etmek, Allah'tan korkanlar üzerine farz kılınmıştır.»
Nisa Suresi'ndeki ayetten murad miras ayetidir.
Buharî
Sahîh'inde Atâ ve İbnu Abbas'tan (r.a.) rivayetle demiştir ki: «Kişi
ölünce malı evladına kalır,
ana-babasına da
vasiyet olurdu. Allah Teâlâ bunu en güzeli ile neshetti. Erkeğe iki kadının payını
verdi ve ona ana- babadan herbirine de ölen
çocuklarının mallarından altıda birlni verdi.»
Sunen'de Ebû
Umâme'ye isnadla şöyle rivayet
edilir: Ebû Umâme demiştir ki: «Resulullah'ı; «Allah
Teâlâ her hak sahibine
hakkını yermiştir. O halde vârise vasiyet yapılmaz.» derken
duydum.
Bu rivayeti Tirmizî ve İbnu Mâce'de kitaplarında zikretmişlerdir. Tirmizi;
«bu hadis hasendir»
demiştir.
Bu hadis
meşhur bir hadistir, ümmet bunu benimseyerek
telakki etmiştir. Bize göre Kitâbın kitapla
neshedilmesi caizdir. İtkanî.
«Vasiyetin
sebebi teberruların sebebidir» Bu sebep de; dünyada hayır ile
anılmayı kazanmak,
âhirette de
yüksek derecelere ulaşmaktır. Nihâye. Bu da müstehap olan
vasiyettedir. Vâcip olan
vasiyetin sebebine gelince açık olan şu ki: onun sebebi edânın sebebidir. O da Allah Teâlânın, o
vâciplerin
edası hususundaki hitâbıdır.
Hakikaten fukaha da, bir ibadetin edası ne ile
vacip ise kazasının da onunla vâcip
olduğunu
söylemişlerdir.
«Temlike ehil olmalıdır ilh...» Evlâ olan Nihaye'nin «teberrua ehil olması» sözüdür.
«İlerde geleceği gibi ilh...» Yani bir yaprak kadar sonra...
«Borcu vasiyetini kapsamamalıdır ilh...» Ancak alacaklılar vasiyet
eden kişiyi alacaklarından ibrâ
ederlerse o zaman vasiyet edebilir. Kuhistanî.
«ileride geleceği gibi ilh...» Yani biraz sonra
metinde gelecektir.
«Vasiyet
anında ilh...» Ben derim ki: Tatarhâniye'de şöyle denilmiştir: «Eğer
vasiyet edilen kişi
vasiyeti hak edecek kişilerden muayyen birisi ise vasiyet günündeki
icabın sıhhatine itibar edilir.
Muayyen bir kimse olmadığı zaman vasiyet eden kişinin öldüğü vakitteki icabın sıhhatine itibar
edilir.
0 zaman, malının üçte birini falan kişinin çocuklarına vasiyet etse ve onların isimlerini söylemediği
gibi işaret de
etmese o vasiyet, vasiyet edenin ölümü vaktinde o çocuklardan
mevcut olanlarındır.
Onların ismini
vermiş olsa veya onlara işaret etse o zaman vasiyet ettiği bunlarındır. Hatta eğer
onlar ölseler vasiyet
batıl olur. Çünkü vasiyet edilen kimse muayyendir.
Dolayısıyle vasiyet
günündeki
icâbın sıhhatine itibar edilir. Özetle... »
«Ana karnındaki bebek «vasiyet edilen»in kapsamına
girsin». Yani ona ruh verilmeden
önce... Zira
ruh
verildikten sonra hakikaten hayattadır.
H.
«Şurunbulâllye'nin itirazı ilh...» Zira
Şurunbulâliye'de şöyle denilmiştir: «Buna ana karnındaki
cenine vasiyyet vârid olur. Çünkü cenine yapılan vasiyette onun canlı olması değil mevcudiyeti
şarttır. Çünkü
ruh onun cansız olarak bulunduğu bir
vakitten sonra verilir. H.
«Vâris olmalarıdır» Yani eğer başka bir varis
olursa, sahih değildir. Ama şayet başka bir varis
yoksa vârise
vasiyet etmek sahihtir. Meselâ:
karıkocadan biri başka bir varis olmadığında, birisi
diğerine vasiyette bulunsa vasiyeti sahihtir.
Nitekim ileride
gelecektir.
«Ölüm anında ilh...»
Yani vasiyet vaktinde değil... Hatta kardeşi varisi
olduğu halde, ona malından
vasiyet etse sonra da bir oğlu olsa,
kardeşine yaptığı
vasiyet sahihtir. Ama eğer oğlu
olduğu halde
kardeşine birşey vasiyet
etse ve sonra kendi ölümünden evvel oğlu ölse vasiyeti batıl olur. Zeylai.
«Kâtil olmamalıdır.» Yani hattaen veya kasden öldürende
olduğu gibi bizzat öldürme fiilini işlemiş
olmamalıdır.
Mütesebbib ise, bunun aksinedir. Zira o hakikatte kâtil
değildir. Bu, ortada başka bir
varis
bulunduğu ve katil mükellef olduğu takdirdedir. Aksi
halde vasiyet sahihtir. Eğer
katil çocuk
veya deli ise
o zaman kâtile vasiyet yine
sahihtir. Nitekim tafsilatı yakında
gelecektir.
«Mûsâ leh'ûn malum
olması şart mıdır?» Yani «Zeyd» gibi muayyen bir şahıs veya miskinler gibi
muayyen
bir gurup olması şart mıdır? O halde eğer «Ben malımın üçte birini
falan kişi için veya
falan kişiye
vasiyet ettim» dese, İmam'a göre bu vasiyyet cehaletten dolayı batıldır. Nitekim
musannıf da
bunu zimminin vasiyetleri bahsinden hemen önce
zikredecektir.
Velvâliciye'de
şöyle denilmiştir: Bir kadın benim
adıma bir cariyeyi şu kadar para ile azad edin ve
ona malımın
üçte birinden de şu kadar verin» diye vasiyet etse; eğer cariye belirli ise her iki
vasiyet
de caizdir.
Aksi takdirde mal ile yapılan vasiyet değilde azad konusundaki vasiyet caizdir.
Ancak
malın
verilmesini vasisine havale ederek. «arzu edersen ona malın üçte birinden
de ver» derse caiz
olur. Zira
İmam Muhammet; cariyesinin,
onun seveceği kimseye satılmasını
vasiyet eden kimse
hususunda
şöyle demiştir: varisler o cariyenin, sevdiği kişiye satılması hususunda zorlanırlar. Eğer
cariyenin
sevdiği kişi onu kıymeti kadarıyla
almaktan kaçınırsa vasiyet
eden kişinin malından üçte
bir miktarı kadar cariyenin kıymetinden düşülür. Özetle...
Ben derim ki: İmam Muhammed'in bu söylediklerinden, vasi muhayyer bırakıldığında,
meçhul bir
kimseye vasiyet etmenin sahih olduğu anlaşılır. Bunun
delili ise açıktır. Zira bu meçhuliyet
münazaaya vesile olmaz. Zira o. muhayyer
olan kişinin vereceği kimseyi
seçmesi ile ortadan kalkar.
Ama «filan kişiye» veya «Zeyd'e veya Amr'e» dese
böyle değildir. Düşün.
«İterse mevcut olmasın ilh...» Yâni akidlerden herhangi birisiyle temlike kâbil olması...
Nihâye'de
denilmiştir ki:
İşte bundan dolayı biz her ne kadar
musabihi yok olsa bile, bu sene veya
ebediyyen
meyve verecek bir hurmalığın hurmalarını vasiyet etmenin caiz
olduğuna hükmettik. Çünkü bu
vasiyet eden kimse hayatta iken müsakât akdiyle temliki kabul eder. Koyunların doğuracağı
kuzuları
vasiyet etmenin ise istihsânen caiz
olmadığına hükmettik. Zira bu o,
vasiyet eden hayatta
iken akitlerden herhangi birisiyle temliki kabul etmez.
Kuhistanî'de
denilmiştir ki: «Vasiyet edilen nesne ister belirli, ister belirsiz olsun, vasiyet eden
kimsenin malının bir kısmında şâyi ise vasiyet
anında mevcut olması şarttır. Eğer
malın hepsinde
şâyi ise, o
zaman ölüm anında mevcut olması
şarttır. Mesela bir kişi, sürüsünden bir
keçiyi
veya
malının
tümünden bir keçiyi vasiyet etse o zaman keçinin. birinci durumda (sürüdeki keçiyi vasiyet
etmesi)
vasiyet anında, ikinci durumda ise
ölüm anında mevcut olması şarttır.
Bunun benzeri
Tatarhâniye'de
vardır. Bahsin tamamı aşağıdaki
bâbda gelecektir.
«Vasiyet
edilen şey mirasın üçte biri kadar
olmalıdır.» Yani eğer varisi bulunsa ve o da üçte
birinden
fazlasının vasiyetine icazet vermezse... Bizim bu takririmizle
bu şartlardan bazıları lüzum
şartı olup başkasının
hakkından dolayı beklemez. Dolayısıyla
onun icazeti ile geçerli olur. Bazıları
ise sıhhat şartlarıdır.
M E T İ N
Vasiyetin
rüknü ise «falan kişiye şunu vasiyet ettim» ve vasiyette kullanılan lafızlardan bunun
yerine kullanılan herhangi bir lafızdır.
Bedai'de şöyle
denilmiştir: «Vasiyetin rüknü icap ve
kabuldür. İmam Züfer ise «yalnız
icaptır»
demiştir.»
Ben derim ki: Kabulden murad, hem sarih hemde delaleten
olan lafızları kapsar. Delâleten kabul.
Musa lehin
vasiyeti edileni kabul etmeden vasiden sonra
ölmesidir. Nitekim ileride gelecektir.
Vasiyetin
hükmü vasiyet edilen şeyin
hibeden olduğu gibi Musa lehe yeni bir
mülk olmasıdır. Buna
göre vasiyet edilen câriyede istibra (efendisinin kendisi ile bir hayız görünceye
kadar ilişki
kurmaması) gerekir.
Bir mani yoksa
yabancı birine üçte birini vasiyet etmesi caizdir.
Vâris buna icazet vermese bile caiz olur. Ama üçte birden fazlasını vasiyet etmek caiz değildir.
Ancak vasiyet
edenin ölümünden sonra varisler büyük oldukları halde üçte birinden fazlasına izin
verirlerse o
zaman caiz olur. Vasiyet
eden hayatta iken varislerin icazetine
itibar edilmez. Vasi
öldükten
sonraki icazet müteberdir. Yani birisinin varis olup olmadığına itibar etmek vasiyet anında
değil ölüm
anındadır. Bu durum ölüm hastasının, varisine bir şey ikrar etmesinin aksinedir.
Malın üçte
birinden azını vasiyet etmek menduptur. Vasiyet eden kimsenin varisleri zengin olsalar
veya alacakları
miras ile zengin olacak olsalar
bile... bu böyledir. Hiç vasiyette bulunmamak da
varisler
zengin değilseler ve mirastan hisselerine düşecek olanla zengin
olmayacakları durumda
menduptur.
Zira varisler
zengin olmadıklarında vasiyeti terk
edip, malını varislerine bırakması hem sıla-i
rahim
hemde sadakadır.
Vasiyet
borçtan sonraya ertelenir. Çünkü kul hakkı öncedir. Müstemen
gibi, hükmen de olsa varisi
olmayan
kişinin, malının hepsini vasiyet etmesi sahihtir. Çünkü buna mani yoktur.
Bir kimsenin malının
üçte birini kölesine vasiyet etmesi ittifakla sahihtir. Bu vasiyet kölesinin
azadını
vasiyet etmek olur. Eğer kölesinin
azâdı malın üçte birinden karşılanabilirse güzeldir. Ama
eğer üçte
birinden karşılanamıyorsa
o zaman kıymetinden geri kalan miktar
karşılığında çalışır.
Şayet malın
üçte birinden birşey artarsa o kölenindir.
Mürsele olan
dirhem veya dinar ile vasiyet etmek esah olan kavle göre sahih
değildir . Nitekim
eşyalarından
belirsiz birisini vasiyet etmesi de sahih değildir.
Mürsele'nin
manası izah kısmında gelecektir.
Mükâteb veya müdebber kölesine veya
ümmü'l-veledine vasiyet etmek istihsanen sahihtir. Ama
varisinin
mükatebine vasiyetti sahih değildir.
Ana karnındaki bebeğe veya ana karnındaki
bebeği vasiyet etmek sahihtir. Cariyenin veya
hayvanın
karnındaki cenini falan kişiye vasiyet ettim»
sözü ana karnındaki bebeği vasiyettir... Sonra, bu
vasiyet ancak o cenin altı oydan erken doğduğu zaman sahih olur. Bu, hamile kadının kocası sağ
olduğu
takdirdedir. Ama eğer ölmüşse ve o cariye vasiyet
anında iddet bekliyorsa o zaman iki
seneden önce doğduğu takdirde sahihtir. Zira eğer iki
seneden evvel doğarsa nesebi sabit
olur.
İhtiyar ve Cevhere.
Cenîne ve
cenîni vasiyet hususunda insanlarla hayvanlar
arasında bir fark yoktur. Buna göre
eğer
falan kişinin hayvanına
karnındakine infak edilmek üzere vasiyet
etse vasiyeti sahihtir.
İnsan için hamlin en az müddeti altı ay, fil için onbir sene deve, at ve eşek için bir sene, sığır için
dokuz ay, koyun için beş ay, kedi için iki ay, köpek için kırk gün ve kanatlı hayvanlar için de yirmi
bir gündür.
İstifâ'ya isnaden Kuhistâni.
Nihâye'de şöyle denilmiştir: «Vasiyet edenin ölümünden itibaren altı aydan
evvel...»
Kâfî'de de eğer
vasiyet cenin için yapılıyorsa vasiyet anından itibaren altı aydan evvel. eğer cenini
vasiyet ise o zaman vasiyet edenin
ölümünden itibaren altı aydan evvel olduğunu ifade eden bir
ibare vardır.
Kenz'de de
buna, şu ilave edilmiştir: Cenîne hibe etmek sahih değildir. Çünkü
kabz
gerçekleşmediği gibi adına kabzetmek için
cenîn üzerinde kimsenin velâyeti
de yoktur. Zeyklai ve
diğerleri.
öyleyse cenînin babası, ona vasiyet edilen
bir şeyi kullanarak sulh yapsa caiz
değildir. Çünkü
babanın cenîn
üzerinde velâyeti yoktur.
Ben derim ki: Bununla. fetvâsı istenilen bir hâdise cevabı bilinmiş oldu. O hâdise şudur: Vâsi.
hakimin seçtiği bile olsa cenîne vakfedilen bir şeyde tasarrufta bulunamaz. Aksine
fakihler
demişlerdir ki; «Ne cenînin
velayeti vardır, ne de herhangi bir kimsenin
cenîn üzerinde velâyeti
vardır.»
İ Z A H
«Bunun yerine kullanılan herhangi bir lafızdır.»
Hûniye'de şöyle denilmiştir: «Falan kişiye
şunu,
falan kişiye
de şunu vasiyet ettim ve evimin
dörtte birini falan kişiye sadaka kıldım»
dese, İmam
Muhammed'e
göre bunun vasiyet olması caizdir.
Ebû Yûsuf
kendisine yöneltilen bir soruya cevabında
(Evimin dörtte birini falan kişiye sadaka)
kıldım, sözü
vasiyet olup onda kabz ve ifraz şart değildir.»
demiştir. Özetle.
Nihâye'de şöyle denilmiştir: Vasiyette
kullanılan lafızlara gelince; Nevâdir'de
İmam Muhammed'den
naklen şöyle
denilmektedir: «Bir kişi falan kişiye bin dirhem vasiyet
ettiğime şahid olun» dese, ve
«falan kişinin malımda bin dirhemi olduğunu vasiyet
ettiğime şahid olun» dese, birincisi vasiyet
ikincisi ise ikrârdır.»
Asıl'da belirtildiğine göre, bir kişi «evimin altıda biri falan kişinindir» dese, bu vasiyettir. «Falan kişi
için evimde
altıda bir vardır» dese bu ikrardır.
Buna göre bir
kişi: «Falan için malımdan bin
dirhem vardır» dese eğer bunu vasiyetini zikrederken
söylerse istihsanen
vasiyet olur. Şayet falan kişi için benim malımda bin dirhem vardır» dese,
bu
ikrar olur.
Vasiyetini
kendi eliyle yazdıktan sonra, «Bu yazdığımda
bana şahit olun» dese istihsânen caiz olur.
Ama eğer başkası yazarsa caiz olmaz. Özetle.
«Bedâi'de şöyle
denilmiştir ilh..» Şurunbulâliye'de
belirtildiğine göre onun ibaresi şöyledir:
«Vasiyetin
rüknünde ihtilaf edilmiştir. İmam ile iki talebesi demişlerdir ki: Vasiyetin rüknü icap ve
kabuldür. İcap
vasiyet edenden, kabul de
musa lehdendir. Bunların her ikiside beraber
bulunmazlarsa
rükün tamamlanmaz. Dilersen, vasiyetin rüknü. vasiden icap,
musalehten de
reddetmemektir, diyebilirsin.
Reddetmemesinden maksat; onun reddinden ümidin kesilmesidir.
Bu
tarif meselelerin tahrici için daha kapsamlıdır.
İmam Züfer ise: «vasiyetin rüknü yalnızca, vasiyet edenin icabıdır.»demiştir.
Musannıfın
sözü. Hidaye şerhlerine uyarak, kabulün rükün değil de şart olduğuna işaret
etmektedir.
Bedayi'deki ifade ise fukahanın satım ve
benzeri diğer akitlerde zikrettiklerine uygundur. ki bu da
icap ve
kabulün her ikisidir.
«Ben derim k»: ilh...»Bu
ifade Şurunbulâliye'de Hulâsa'ya isnad edilmiştir. Zâhir olan şudur:
kabulden murad
reddin olmadığına delalettir. Bu da bizim Bedai'den naklettiğimiz «Dilersen...»
sözü ile aynı
manadadır.
Sonra kabul
veya redde muteber olan ölümünden öncesi
değil sonrasıdır. Nitekim ileride gelecektir.
«Vasiyet
edileni kabul etmeden ölmesidir» Bu söz metinde geçen «detâleten kabul»u
tasvir
etmektedir.
Cenîne vasiyet etmek de bunun benzeridir.
Mûsa lehlerin
fukara gibi muayyen olmaması hususu ise izah
edilmemiştir. Zahir olan şu ki: Burada
kabul şart değildir
veya delâleten mevcuttur.
Düşün.
«İleride geleceği gibi ilh...» Böyle olması mûsa leh
içindir. Vasî açısından ise onun dört kısım
olduğu
geçmişti. Bu Şurunbulâliye'de de ifade edilmiştir. Tahtavi
demiştir ki: Orada belirtildiğine
göre buradaki
hükümden murad birşey üzerine terettüp
eden eserdir. Geçmiş olandakinden murad
ise sıfat ile tabir edilendir.
«Mâni olmadığı
zaman ilh...» öldürmek. harbi olmak. borcun malın üçte
birini kapsaması veya
benzerleri
gibi...
«Ama üçte birden fazlasını vasiyet etmek câiz değildir» O zaman, eğer üçte
birden fazlasını vasiyet
etse ve sadece
kendisine red yapılan
bir varis olsa, o fazlalığa icâzet verse geri kalan kendisinin
olur.
Eğer red
yapılmayan bir varis icâzet verirse mirastaki hissesini geri kalandan alır. Hissesinin
fazlası
da hazineye
kalır.
Buna göre
birisi malının üçte ikisini Zeyd'e vasiyet etse karısı da
icazet verse o zaman karısı
üçtebirin
dörtte birini yani malın onikide birini
alır. Buna göre hazineye (onikide) üç,
Zeyd'e de
(onikide)
sekiz düşer. Bu bahsin Saihanî'nin İbnu Şıhne'nin feraiz hususunda yazdığı
manzumesinin şerhinde
vardır. Eğer karısı icâzet
vermese. vasiyet eden ister ona da vasiyet
etmiş
olsun ister
vasiyet etmiş olmasın. bu durum Cevhere'de izâh edilmiştir.
«Ancak vasiyet edenin ölümünden sonra
varisler üçte birinden fazlasına izin verirlerse caiz olur»
Yani ne kadar
vasiyet ettiğini bilmelerinden sonra...
Ama eğer bir çok şeyler vasiyet
ettiğini ama
miktarını bilmeseler
ve «ona icazet verdik» deseler onların icazetleri
sahih değildir. Hâniye
Müttekâ'dan.
Sâihâni Makdisî'den şunu nakletmiştir: Eğer
varislerden birisi vasiyetin malın üçtebirinden
fazlasına icazet verse o zaman varislerin hepsi icâzet verdikleri takdirde hissesine
düşecek mikdar
kadarı o adamın hissesinden
caiz olur. Hatta, bir kişiye malının
yarısını vasiyet etse ve iki eşit
varisten
birisi ona icazet verse, o zaman icâzet veren geri kalanın dörtte birini, öbürü üçte birini
musa leh de malın tamamının üçte birini ve icâzet veren kişinin
payından on ikide birini alır. Bunun
benzeri
Gâyetü'l-Beyandadır.
BİR UYARI:
Ölümden sonra
icâzet sahih olduğuna göre, hakkındaki vasiyet için icazet verilen kişi bize göre
kendisine
vasiyet edilen şeye tarafından malik olur. Şafiî'ye
göre ise icazet veren tarafından mâlik
olur. Nitekim
Zeylâî'de de böyledir ki gelecek
bâbın sonunda açıklaması gelecektir.
«Vasi hayatta
iken varislerin icazetine itibar edilmez» Çünkü icâzetleri. o hak kendileri
tein sabit
olmadan
öncedir. Çünkü hakkın onlar için sabit olması vasiyet edenin
ölümünden sonradır. Çünkü
onlar
ölümünden sonra daha önce verdikleri icazeti
reddedebilirler. Ölümden sonraki icazet ise
böyle değildir. Bunu reddedemezler. Çünkü o
icâzet hak kendileri için sabit olduktan sonradır.
Bunun tamamı
Minah'tadır.
Bezzâziye'de.
vasiyette icâzetin ölümden önce değil ölümden sonra muteber olduğu söylenmiştir.
Ama âzad gibi
vasiyetin kuvvetlendirilmesini ifade eden tasarruflar ölüm hastalığındaki vasiden
sâdr olsa ve
varis ona ölümden önce icazet verse. bu
hususta imamlarımızdan herhangi bir rivayet
yoktur.
İmam Alaaddin es-Semerkandi şöyle demiştir: «Hasta,
kölesini azad etse ve ölümünden evvel varis
de buna razı
olsa köle hiçbirşey için çalışmaz. Çünkü fukaha,
yaralının varis yaralayanı affettiği
takdirde sahih
olduğunu ve yaralı kimsenin
ölümünden sonra da onu dava etmeye malik olmadığını
açıkça söylemişlerdir.
«Yani birsinin
varis olup olmadığına itibar etmek
ilh...» En uygunu bunu müstakil bir mesele
kılmak
ve«ve» ile tabir etmesiydi. T. Ben derim ki:
Herhalde Şârih bunu zarfı -ki o da
ölümünden sonra
sözüdür-
kendisinde «icâzet verseler» ve «varisleri» sözlerinden her ikisini de müteallik kılmak
suretiyle.
musannıfın sözünden aldığına işaret
etmiştir. Bunda da kapalılık olduğu için. yani «lafzını
kullanmıştır».
«Vasiyet
anında değil ölüm anındadır.» Zira
vasiyet ölümden sonraya izafe edilen bir temliktir. Buna
da, vakti olan
ölüm anında itibar edilir. Zeylai. Biz
bu husustaki feri meseleyi
Zeylaî'den naklen
takdim ettik.
«Bu durum ölüm
hastasının varisine bir şey ikrar
etmesinin aksinedir». O zaman, onun varis olup
olmamasına itibar etmek ik'rar anında söz
konusudur. Hatta varisi olmayan birisine ölüm hastası
b}r şey ikrâr
etse ikrar ettiği kişi ikrardan sonra varisi olsa bile caizdir.
Şu kadar var ki varisliğin
ikrardan sonra yeni
bir sebeple ortaya çıkması şarttır. Mesela;
yabancı bir kadına birşey ikrar etse
sonra da o kadınla evlense ikrarı caizdir. Bunun aksine
eğer bir mani olduğu halde ırsiyet sebebi
mevcut olup
sonra o sebep ortadan kalksa o zaman vasiyet
ve hibe gibi, ikrarı da iptal eder. Kâfir
veya köle olan
oğluna birşey ikrâr ettikten sonra oğlunun müslüman
olması veya azad edilmesi
buna misaldir.
Nitekim bu bahis ileride metin olarak gelecektir.
Zeylaî ve başka müelliflerin Nihâye'ye uyarak zikrettikleri
meseleye gelince : Bir kişi köle olan
oğluna birşey
ikrar etse oğlunun vâris olması
ikrardan sonra yeni bir sebepledir. Hem de mana
olarak o ikrâr. köle olan oğlunun yabancı
olan efendisine ikrardır. O zaman Zeylaî ve diğerlerinin
zikrettikleri bu meseleyi allâme itkana «o bir sehv olup nakli sahih değildir.
İmam Muhammed
Câmiu's-Sağir'de nassen bunun aksini zikretmiştir.»
sözüyle; reddetmiştir.
Ben derim ki; Zeylaî
ve diğerlerinin zikrettikleri bu mesele, aynı zamanda metinlere de muhaliftir.
Çünkü ileride
de geleceği gibi bu durumda varisliğin yeni bir sebeple oluşunda itiraz edilecek
bir
nokta vardır.
Evet Hidâye'de «eğer
ikrar ettiği köle olan oğlu borçlu değilse ikrârı
sahihtir, aksi halde sahih
değildir» diye
zikredilmiştir. İleride gelecektir. Düşün.
«Vârisleri... zengin olsalar bile ilh...» Şârih, «bile» sözü ile vârislerin zengin
olmadıkları, veya
alacakları mirasla
zengin olmayacakları durumda da üçte
birden azı ile vasiyetin yine müstehab
olduğuna
işaret etmiştir. Ve öyledir. çünkü
Hidâye'de şöyle denilmiştir: «Malın üçte birinden azını
vasiyet etmek müstehabdır. ister varisleri zengin
olsunlar ister fakir olsunlar farketmez. Zira
üçtebirden
azını vasiyet ettiği zaman malını yakınlarına bırakmakla sıla-i rahim
yapmış olur. Ama
üçtebirini
vasîyeti bunun aksinedir. Çünkü o durumda hakkını tamamlamış olur ki, artık yakınlarına
malı ile sıla-i rahim yapması söz konusu olmaz. Bir de şu var: vasiyetin üçte birden
azı mı daha
evlâdır yoksa hiç vasiyet etmemekmi? Fukaha bu hususta şöyle demiştir: Eğer varisler fakir olup
alacakları miras
ile de zengin olmuyorlarsa vasiyeti terk etmek evlâdır. Zira
bunda akrabalara
sadaka vardır.
Resülullah (s.a.v.) de: «Sadakanın en efdali uzaklaşan yakın
akrabaya verilendir»
buyurmuştur.
Akrabaları fakir olduğunda vasiyeti terketmekle onların hem fakirlik
hemde akrabalık haklarına
riayet edilmiş
olunur.
Eğer akrabaları zengin iseler veya mirastan alacakları
hisseleri ile zengin alacaklarsa
o zaman
vasiyet etmek daha evlâdır. Çünkü yabancıya
sadaka etmiş oluyor. Vasiyeti terk ise kendi hakkı
olan üçte biri
yakınlarına hibe etmektir. O zaman, birincisi daha evladır. Çünkü vasiyet
ile Allah'ın
rızasını talep etmektedir.
Bu konuda bazı
âlimler tarafından da şöyle
denilmiştir: «Kişi vasiyette muhayyerdir.
Çünkü vasiyet
de vasiyeti terk de faziletli işleri kapsarlar ki. birisi sadaka diğeri de sıla-i rahimdir.» Hidâye'nin
ketâmı burada bitmiştir.
Bu meselenin
özeti şudur: Üçte birin tamamını vasiyet etmek uygun değildir. Müstehab olan,
mutlak, olarak üçte birden noksan olmasıdır. Zira
Peygamber (s.a.v.) üçte biri de çok görerek
«üçte
bir de çoktur»
buyurmuştur. Şu kadar var ki varisler fakir oldukları zaman üçte
birden azını vasiyet
etmek her nekadar müstehab ise de, ondan daha evlası
da vardır. O da vasiyeti tamamen
terketmektir.
Zira müstehabın dereceleri farklıdır.
Sünnet. mekruh ve diğerinin de dereceleri de
farklıdır. işte bu izahla açıklamış oldu ki, muhakkik olan Şârihin «bile» sözünü
eklemesi Hidaye'ye
uygun olmuştur. Bunu anla.
«Kuhistânî'de
denilmiştir ki: «Mal az olduğu zaman.
Ebû Hanife'nin dediği gibi, vasiyet etmek
uygun değildir. Bu tafsilat vasiyet edenin
çocukları yetişkin oldukları zamandır.
Eğer çocukları
küçük iseler vasiyeti
mutlak olarak terk etmek -seyheynden
rivayet edilen hadîse binâen- daha
efdaldir.
Kâdıhan'da da böyle denilmiştir.»
Bu tafsilat
ancak çocuklar yetişkin oldukları zamandır, ama eğer küçük iseler. zengin ofsalar bile
vasiyeti terkedip malı onlara bırakmak
efdaldir.
BİR UYARI: ««
Havî'l-Kudsî'de şöyle denilmiştir: «Vârisi
olmayıp borcu da bulunmayan kimse için evlâ olan, bizzat
sadaka
verdikten sonra malının tamamını vasiyet
etmektir.»
«Veya
alacakları miras ile zengin olsalar bile ilh...» Yani
varislerden herbiri İmam'dan nakledilen
rivayete göre» dörtbin dirhem miras alırsa
zengin olur. Fütflî'den gelen rivayete göre ise herbir
varis onbin
dirhem almakla zengin olur. Kuhistânî Zahîriye'den. İtkani birinci görüşü almıştır.
«Zengin
olmadıkları ve mirastan hisseleri dolayısıyla zengin olmadıkları
iIh...» Şarihin bu ifadesi
her iki halin beraberce bulunmasına işaret eder.
Zira bunlardan birinin olup diğerinin
olmaması
halinde,
mendup olan, vasiyeti terketmek değil vasiyet
etmektir. O zaman bu mesele evvelki
meseleye zıt
olur.
«Müstemen gibi
ilh...» Zira müstemen malının tamamını bir müslümana veya zımmiye vasiyet etse
caizdir. Zira vasiyete
mani olmak varislerin hakkı içindir. Dârü'l-harpte de varislere hiçbir
hak
yoktur.
Velvâliciye. Bu bahsin tamamı zımmînin vasiyetleri bâbında gelecektir.
«Çünkü buna
mâni yoktur ilh...» Bu söz, «vasiyet sahihtir» sözünün ve devamının iiletidir.
«Kölesine azâdını vasiyet etmek olur» Yani bu
vasiyet onu tashih için kölenin şahsı için şahsını
vasiyet olur.
Kıymetinden fazlası ile sulüsü tamamlayıncaya kadar yapılan şahsiyet de yine köle içindir.
«Malın üçte
birinden karşılanabilirse ilh...» Bu ifade mücmeldir.
Bunun açıklaması T. nin Hindiye'de
onun da
Bedaî'den naklettiği şu sözlerdir: Bir kimse
malının üçte birini kölesine vasiyet
etse bakılır;
eğer mal dirhem veya
dinar olup. kölenin kıymetinin üçte
ikisi de köleye vasiyet edilen mal kadar
ise o zaman köleye
vasiyet edilen mal kölenin şahsına
takas edilir.
Eğer ,malda fazlalık varsa, o
köleye verilir yok eğer kölenin üçte ikisi daha
fazla ise o fazlalık varislere verilir. Eğer mal ev eşyası
ise ancak varislere köle anlaştıkları takdirde takas
edilirler. Çünkü cinsler
muhteliftir. Bu durumda
köle.
kıymetinin üçte ikisi kadar çalışır ve diğer mallarının üçte birini alır.
Bu İmam'a göredir.
İmameyn'e göre
ise kölenin tamamı müdebber sayılı
ve diğer vasiyetlere takdim edilerek
azad edilir.
Eğer terikenin üçtebiri kölenin kıymetinden fazla ise varisler o fazlalığı köleye verirler. Şayet
kölenin
kıymeti üçtebirden fazla ise köle fazlalığı
tamamlamak için çalışır.
Özetle...
Ben derim ki: İmam ile
İmameyn arasındaki ihtilaf Mecma
şerhinde olduğu gibi âzâdın bölünüp
bölünmeyeceği noktasındadır.
Bedai sahibi «âzâdın diğer vasiyetlerden öne olmaması» sözüyle
İmamlar arasındaki ihtilafın
semeresine işaret
etmiştir. Bu semere de Azmiye'den nakledilen şu ifade ile izah
edilmiştir: Kişi
kıymeti bin
dirhem olan kölesine malının üçte
birini ve bin dirhemin üçte ikisini de fakirlere vasiyet
etse ve öldüğü
zaman da geriye köle ile ikibin dirhem
bıraksa İmam'a göre kölenin üçte biri
karşılıksız olarak
azâd edilir. Kölenin kıymetinin üçte
ikisi de köle ile fakirler arasında
eşit olarak
taksim edilir ve köle kıymetinin üçte birini fakirlere verir. İmameyn'e göre ise köle daha baştan
karşılıksız olarak
âzâd edilir, fakirlere de hiçbirşey düşmez. Düşün.
Bunun zâhirine
göre, bu vasiyetin, azâd ile vasiyet
oluşu İmameyn'in görüşlerine göredir.
«Veya dinar
ilh...» Eğer musannıf «veya dinar ile» değil de «dinar ile
değil» deseydi daha açık
olurdu.
Şârih'in gelecek bâbda zikredeceği
gibi «mürsele dirhem» den murad üçte bir yarım ve
benzeri bir
oranla kayıtlanmayan mutlak dirhemdir. Mesela «Yüz dirhem
vasiyet ettim» demesi gibi...
«Mükâteb kölesine vasiyet
etmesi sahihtir.» Yani mükateb köle kitâbet bedelini ödemekten âciz
olmadığı
zaman... Bu acizlik efendisinin ölümünden sonra olsa bile farketmez. Ama eğer mükatep
kitâbın
bedelini ödemekten âciz ise buna yapılan vasiyet mutlak köleye yapılan vasiyet hükmünde
mi olur? Bunu
araştır. T.
«Veya müdebber
kölesine veya ümmü'l-veledine ilh...»
Zira vasiyetin geçerliliği efendinin
ölümünden
sonradır. Onlar da o zaman hürdürler. T.
«Ama vârisinin mukâtebine vasiyeti sahih
değildir.» Çünkü o mükateb vasinin
ölümü anında varisin
mülkiyetindedir. Bu durumda vasiyet
vârise yapılmış o!ur. Düşün. Kuhistânî'de şöyle
denilmiştir:
«Vâsinin kölesine, müdebberine ve ümmü'l-veledine vasiyeti
sahih değildir. Çünkü bu vasiyet
gerçekte
varise vasiyettir. Ama, Nazım'da denildiği gibi varisin oğluna vasiyet etmek
böyle
değildir...»
«Ana karnındaki bebeğe vasiyet etmek sahihtir.» Çünkü vasiyet bir yönden istihlâftır. Zira vasî onu
malının bir kısmında
halef yapmıştır. Cenîni de mirasta
halef olmaya uygundur.
Aynı şekilde
vasiyette de halef olabilir. Vasiyetin şartının kabul olduğu cenînin ise
kabule ehil olmadığı
söylenemez. Çünkü vasiyet hem hibeye hem de mirasa benzer. Hibeye benzemesinden dolayı,
mümkün olduğu
zaman, kabul şarttır. Mirasa benzemesinden dolayı da, mümkün olmadığı zaman,
kabul düşer. O zaman her iki benzerlik ile de amel edildiğinde vasiyette kabul şart
değildir. İşte
bundan dolayı
da kabul etmeden önce mûsa leh ölse
vasiyet düşer. Zeylai.
«Veya cenini
ilh...» Çünkü cenînde miras câri olur. O zaman onda vasiyet de cari olur. Çünkü
vasiyet mirasın kardeşidir. ZeyIai Cenîni vasiyetin sahih olması, bebek câriyenin efendiden
olmadığı
takdirdedir. İtkânî Şârih de buna işaret etmiştir.
BİR UYARI:
Fethu'l-Kadir'in lian bâbından takdim
ettik ki: Cenîni vasiyet etmek ve cenîne vasiyette bulunmak
ancak anasından ayrıldıktan sonra sabit olur. O zaman do vasiyet cenîne değil çocuğa olmuş
olur.
Ben derim ki: Burada kastedilen
veraset ile vasiyetin hükümleridir. Yoksa onlar anasından
ayrılmadan önce de sabittirler. Buna
göre Fethü'l-Kadir'in bu sözü fakihlerin
bu meseledeki
sözlerine ters olmaz.
FER'İ BİR
MESELE :
Zâhiriye'de şöyle
denilmiştir: «Vârisler, birisine vasiyet
edilen cenîni azad etseler, bu caizdir. Musâ
leh'e cenînin doğduğu gündeki kıymetini tazmin
ederler.»
Ben derim ki: Bunun delili bildiğin gibi şudur: Cenîni vasiyetin hükmü ancak
doğumdan sonra sabit
olur. Çünkü
cenîn doğumdan evvel anasına teban varislerin
mülküdür. Doğması ile de musa
lehlerin hakkı sabit olur. Halbuki varisler âzâd
etmekle bu hakkı telef etmişlerdir. O zaman vârisler
cenînin doğum
vaktindeki kıymetini musa lehe tazmin
ederler. Düşün.
«Altı aydan erken ilh...» Zira eğer altı oyda veya daha fazla bir zaman zarfında doğarsa vasinin
ölümü anında
var olması da yok olması da muhtemeldir.
O zaman o vasiyet sahih değildir. Bunu
İtkani ifadâ etmiştir.
«Eğer ölmüşse ilh...»
Talâkı-Bâin de ölüm gibidir. T.
Ben derim ki: Şu meselede
yukardaki gibidir: Eğer vasî câriyenin
hamile olduğunu ikrar eder
ve
câriye de vasiyet
ettiği günden itibaren iki sene içinde
doğum yaparsa o zaman vasiyet onun
için
sabit olur.
Zira cenînin ana karnındaki varlığı vasiyet edenin ikrarı ile sabitolmuştur.
Zira vasi bu
hususta itham
edilemez. Çünkü vasi bu ikrara binaen hâlis hakkını o cenîne
vermiştir. O hak da
terikenin
üçtebiridir. O zaman bu cenîni ikrar yakinen malum olana yani altı oydan az zaman
içerisinde doğan çocuğa ilhâk olunur. Hocalarımızın
hocası Kudüsü şerif müftüsü allâme
Muhammed
et-Taflâtî el-Hanefi de Serahsi'nin Mebsut'undan aynı şekilde nakletmiştir.
«O zaman iki seneden önce ilh...» Yani ölüm veya talak
anından itibaren iki seneden az bir zaman
içerisinde... Bu, vasiyet anından itiba altı
aydan fazla olsa bile yine sahihtir. T.
«Bir fark
yoktur» Yani cenîne vasiyet ile cenini vasiyetin
sıhhati hususunda insanlarla hayvanlar
arasında bir fark yoktur.
«İnfak edilmek üzere ilh...» Şârih'in bununla
kayıtlanmasının sebebi ileride gelecek olan «filanın
hayvanına şu samanı vasiyet etse o vasiyet bâtıldır» sözüdür. Eğer «onunla falan kişinin
hayvanlarının yemlenmeleri için
vasiyet ettim» dese caizdir.
«Sahihtir.»
Yanı filan kişi de kabul ettiği takdirde. İtkâm. Zira ileride geleceği gibi o
vasiyet onun
içindir.
«Hamiin en az müddeti ilh...» Kuhistâni'deki ifadenin sarih şekli budur. T.
«Fil için
onbir sene ilh...» Benim Kuhistâni'nin iki nüshasında gördüğüm «onbir ay»
şeklindedir.
Diğer nüshalara
müracaat et.
«Metinler de
bu görüş üzeredir». Şârih bununla yukarda geçene itimadını ifade etmiştir. T
«Kâfi'de de ilh...» Ben derim ki: Kâfî'deki bu ifâdeye
itimad etmek uygundur. Zira metin sahipleri
yukarda geçeni nasıl sarahaten
söylemişlerse, hizmeti vasiyet bâbının sonunda «eğer koyunun
yününü veya hamlini vasiyet ederse» sözünü de yani
ölümü anında mevcut olan hamlini»
şeklinde
sarahaten açıklamışlardır.
Şârih de bunu ikrâr etmiştir. Buna göre vasiyet bahsinin sonunda
sarahaten zikrettikleri buradaki mutlak ifadelerini
tashih etmektedir. Anla.
«Eğer vasiyet
cenîn için yapılıyorsa ilh...» Yani
eğer vasiyet cenîn içinse, musa lehin
vasiyet
vaktinde
mevcut olmasının vasiyetin şartlarından olduğu
yukarıda geçmişti. Onun varlığı
da ancak
o cenîn
vasiyet vaktinden itibaren altı aydan az bir zaman içinde doğduğu
takdirder yakınen bilinir.
«Eğer cenîni vasiyet
ise ilh...» Zira Nihaye'den naklen,
vasiyet edilen mal mevcut olmadığı zaman
akitlerden herhangi birisiyle temlike kâbil olması gerektiğini daha önce söylemiştik. Bundan dolayı
da kişinin koyunlarının
doğuracağı kuzuları vasiyet etmesi
caiz değildir.
«Kabz olmadığı
ilh...» Bu. vasiyet ile hibe arasındaki
farkı beyan etmektedir. Zira hibe yalnız
temliktir.
Hibe ile mülk edinmek de ancak
kabz ile sabit olur. Cenin ise kabza uygun değildir. Bu,
İnaye'de ifade edilmiştir. Vasiyet ise bir yönü ile temlik bir yönüyle de istihlâftır.
«Çünkü babanın
cenin üzerinde velâyeti yoktur;»
Zira velayetin subûtu velâyet
altına alınan bakıma
ihtiyacından dolayıdır. Cenînin ise buna
ihtiyacı yoktur. Üstelik cenin annesinin parçalarından bir
parça
hükmündedir. Babanın başkasının cariyesi olan anne üzerinde velayeti sabit olmadığı
gibi
onun bir
parçası olan cenin üzerinde de velayeti yoktur. Eğer sulh
yapan anne ise o do aynı
şekildedir. Zira velâyette babalık daha kuvvetlidir. O zaman velâyet babaya sabit
olmayınca anneye
sabit olmaması daha evladır. Cenin ise bir yönüyle annesinden bir parça
ise de hakikatte annesinin
rahmine
konulan emanet bir nefistir. Bu manaya itibar edilerek hamle vasiyetin
sahih olduğuna
hükmedilmiştir. Halbuki parçalara vasiyet etmek sahih değildir. Bu manadan dolayı cûziyete itibar
edilerek annenin sulhunu sahih görmek mümkün değildir. Taflâti Mebsut'tan...
«Ben derîm ki: Bununla, ilh...» Bu, musannıfın Minah'taki
sözüdür. T. Hamevî'nin Eşbah haşiyesinin
«tâbî tâbîdir»
kaidesinde şöyle
denilmektedir: Uygun olan; «Cenîne
vasiyet edilen şeyin
telefinden
korkulursa
velisi onu satar, eğer telef edilmesinden korkulmuyorsa bakılır, şayet hayvan ise ayni
şekilde onu satar çünkü bakımı kıymetini aşar ama vasiyet edilen şey bir akar ise o zaman
satamaz.» denilmesidir. Fıkhen bana zâhir olan
budur, kaideler de bunu gerektirir.
«Aksine fukahâ demişlerdir kî: ilh...» Bu, intikâli bir idrabdır. Zira
cenîn üzerinde asla velayet
olmayacağını
ifade etmektedir. Böyle olunca artık onun tasarrufunun sahih olup olmadığından nasıl
bahsedilir.
Remlî'de: «Babanın ve vâsinin cenin üzerinde
velâyetlerinin olmadığı hususunda nakiller
çoktur ve
açıktır.» denilmiştir.
BİR UYARI
Hâmidiye'de
bumdaki ifadeden alınarak şöyle fetva verilmiştir: Babanın cenîn üzerine vasi etmesi
sahih
değildir. Ancak Eşbah'ta
Kitabul-Büyû'un başında denilmiştir ki:
Uygun olan, vasiyet gibi,
cenin üzerine
birşey vakfetmenin de sahih
olmasıdır.» Hamevî'nin Eşbah üzerine olan haşiyesinde
de şöyle
denilmektedir: «Eşbah'ın «cenîn üzerine vakıf sahihtir» sözü ifade ediyor ki, cenîn üzerine
vasi tayin etmek de sahihtir». Bu da Hamevi'nin
geçen bahsine uygundur. Bununla Allame
İbnu'ş-Şilbî,
fukahanın «kişinin çocuklarından doğacak olanlar üzerine
vakfetmesi sahihtir» sözleri
ile «vakıf
vasiyetin kardeşidir» sözlerine istinad ederek fetva vermiştir.
O zaman, onlara
vakfetmek sahih olduğu takdirde onlara vasiyet de sahihtir.
Ben derim ki: Bunda bir yanlışlık vardır. Zâhir olan şu ki;
onların vasiyetten muradları temlik olan
vasiyettir. Vakıf da bu vasiyetin bir eşidir.
Çünkü vakıf menfaatı tasadduk
etmektir. Halbuki burada
söz cenîne
vasi tayin etme hususundadır. Bu da âşikar
olduğu gibi ona birşey vakfetmeye
benzemez.
Mevlâna Şeyh Muhammed et-Taflati'nin bu meselede bir risalesi vardır ki orada
cenine birşey
vakfetmenin
sahih olduğunu söylemiştir. Şu kadar var ki, bu vakıf onun doğumuna bağlıdır. Bu da
bizim
Fethu'l-Kadir'den naklen takdim
ettiğimizden alınmıştır. Cenîni vâris yapmak, cenîne ve
cenîni vasiyet
etmek de doğumuna bağlıdır. Allah Teâlâ en iyisini bilendir.
M E T İ N
Karnındaki
bebeği istisna ederek bir cariyeyi
vasiyet etmek sahihtir. Zira bilindiği gibi tek başına
akde konu olabilen
herşeyin, ondan istisnası sahihtir.
Akde konu olmayanın istisnası ise
sahih
değildir.
Müslümanın
zımmiye, zımminin de müslümana vasiyetleri sahihtir. Harbîye kendi ülkesinde birşey
vasiyet, etmek ise sahih değildir.
Musannıfin burada «ülkesinde» kaydını koyması mustemenin de
zımmi gibi
olduğunu belirtmek içindir. Nitekim Molla Hüsrev bunu bir bahis olarak ifade etmiştir.
Ben derim ki; Haddadi, Zeylaî ve diğerleri de bunu sarih
olarak ifade etmişlerdir. Bu konu zımminin
vasiyetleri bahsinde de metin olarak gelecektir. Bir kimsenin varisine ve kendisini öldürmeye bizzat
iştirak eden katiline de vasiyeti de sahih değildir.
Ama yukarda da geçtiği üzere katline
sebep olana
vasiyeti sahihtir. Şu kadar varki vârisleri icazet
verirlerse vârislerine de vasiyet edebilir. Zira
Peygamber
(s.a.v.): «Vârisler icâzet vermedikçe
vârise vasiyet yoktur.» buyurmuştur. Yani başka
vârisi olduğu
zaman, bir varise vasiyet edilmez. Nitekim hadisin sonu da bunu ifade etmektedir.
Bunu ileride
tahkik edeceğiz.
İcazetin geçerli olması için varislerin akilbâliğ
olmaları gerekir. Dolayısıyle
çocuğun ve delinin
icazetleri caiz değildir. Hasta olan varisin icâzeti
ilk vasiyet etme haline benzer.
Varislerden bazısı icazet verse bazısı da vermese
icazet verenlerin hissesine düşecek kadarıyla
caizdir.
Katil, çocuk
veya deli olursa o zaman onlara icazet vermeden de vasiyet etmek caizdir. Çünkü
onlar
mükellef
değildirler. Başka bir varisi olmayıp tek bir varisi olursa
o zaman Hâniye'de olduğu gibi
ona da vasiyet caizdir. Yani katil veya varis olan
musa lehu dışında varisi olmadığı takdirde... Hatta
karısına vasiyet
etse veya karısı ona vasiyet etse ve başka varisleri
de olmasa vasiyetleri sahihtir.
İbnu Kemal.
Muhibbiye'de şu da ilave edilmiştir: «Eğer
kadın kocasına malının yarısını vasiyet ederse, tamamı
onun olur.»
Ben derim ki: Fukahanın burada «karı-koca» ile kayıtlamasının
sebebi şudur: Onların dışındaki
varisler zaten
vasiyete muhtaç değildirler. Zira karıkoca dışındaki varis
malın tamamını ya red ile
veya rahim yoluyla alır. Biz bunu,
ikrâr bahsinde Şurunbulâli'ye nisbetle
nakletmiştik.
Fetâvâ
en-Nevâzil'de şöyle denilmiştir: «Bir kişi birisine, malının
tamamını vasiyet ettikten sonra
ölse ve vâris
olarak da sadece karısını bıraksa bakılır; eğer kadın vasiyete
icazet vermezse malın
altıda birini
alır, geri kalan da musa
lehlerindir. Çünkü malın üçte biri icazetsiz olarak zaten musa
lehlerindir. O
zaman geriye malın üçte ikisi kalır. Kadın
da üçte ikinin dörtte birini alır ki bu da malın
tamamının
altıda biridir.
Eğer vasiyet eden kadın olursa ve kocası vasiyetine icazet vermezse, o zaman malın üçte biri
kocanın kalanı da mûsa lehin olur.
İ Z A H
«Karnındaki
bebeği istisna ederek bir cariyeyi vasiyet
etmek sahihtir» Yani. «bebeği hariç şu
cariyeyi vasiyet
ettim» dediğinde vasiyeti de istisnası da
sahihdir.
Buradaki istisna, istisnai münkatidir. (İstisna
edilenle istisna olunan aynı cinsten
değildir.) Zira lafız
itibariyle
cariye kelimesi hami (karnındaki
cenîn)i kapsamaz. Hami mutlak ifade ile ancak annesine
tabi olarak istihkak olunur. Bu bahsin tamamı İnaye'dedir.
«Bundan
istisnası da sahihtir». Yani yalnız
hamli vasiyet etmek. Aynı şekilde hamli vasiyetten
istisha etmek de sahihtir. Zeylaî.
«Harbiye kendi
ülkesinde ilh...» Varisler icazet
verseler bile böyledir. Zira biz Allah
Teâlâ'nın şu
ayetiyle
onlara iyilik yapmaktan men edilmişizdir:
«Allah sizi sizinle ancak din hakkında savaşan,
sizi
yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarmanız
için yardım eden kimselere dost
olmaktan meneder.»
Mümtehine.
Buna göre,
darü'l-harpte harbiye vasiyet
etmek varislerin hakkı için değil, şeriat
yasakladığı için
caiz değildir. Bunun aksine, varise veya yabancıya üçtebirden fazlasını vasiyet
etmenin caiz
olmayışı varislerin hakkından dolayıdır. Bize göre harbi dârü'l-harpte, ölü gibidir. Ölüye vasiyet ise
batıldır. İmam
Muhammed Mebsut adlı kitabında harbiye
vasiyetin caiz olmadığını sarahaten
söylemiştir.
Câmiu's-Sağîr'de de aynı şekildedir.
Camiu's-Sağîr'in
şarihleri, Siyeru'l-Kebir'de darü'l-harpte
harbiye vasiyetin caiz olduğuna delalet
eden ifade
olduğunu söylemişlerdir. Allâme Kadızâde Siyerü'l-Kebir'in «eğer bir müslüman
darü'l-harpteki harbiye birşey vasiyet etse
caiz değildir» sözü ile bunun caiz olduğunu söyleyenleri
reddetmiştir.
Azmiye'de de Kadızâde'nin bu reddine şu
sözlerle itiraz edilmiştir: «Bu cevâzı nakledenler,
kitaplardan
bir mesele almakta ve nakletmekte
emin olan kimselerdir.»
Allâme
Cevvizâde; şârihlerin, cevaza delalet
eden ifadeden maksatları Serahsî'nin
Siyerü'l-Kebir
Şerhi'ndeki: «Kişinin ister yakın ister uzak ister harbi ister zımmî olsun bir
müşriğe yardım
etmesinde beis yoktur»
sözüdür. Serahsî bunun cevazına birçok
hadisle istidlâl etmiştir. Bu
hadislerden
birisi şudur: Resulullah Mekke'de kuraklık olduğunda
Mekke'lilere beşyüz
dinar
göndermiş ve o
paranın da Ebû Sufyan bin Harb ile Safvan İbnu Ümmiye'ye
Mekke fakirlerine
dağıtılmak
üzere verilmesinin emretmiştir. Ebû Süfyan ile Safvan da bu parayı kabul etmişlerdir.
Cevvîzâde şöyle der: «Biz Peygamberin
bu hadîsini alarak onunla hükmederiz». Hem de sılai rahim
her dinde ve
her akıllı kişiye göre övülen bir
iştir. Ve başkasına birşey
hediye etmek güzel
ahlaklardandır. Resulullah (s.a.v.) de : «Ben güzel ahlakları
tamamlamak için gönderildim.)»
buyurmuştur.
Bu durumda
anlıyoruz ki, yardım etmek ve hediye
vermek müslüman ve müşriklerin hepsi
hakkında
güzel bir
şeydir.
Demekki ihtilaf. harbiye vasiyetin cevazı veya caiz olmaması hususunda değil
harbiye yardımın caiz
olup olmaması
hususundadır. Özetle... Bunun tamamı Şurunbulâtiye'dedir.
Bunun özeti
şudur: Harbinin ölü gibi olduğu
gerekçesi ona vasiyetin caiz olmadığını iktiza eder.
Yukarda geçen
ayet
(Mümtehine : 9) ile talil de harbiye
hem vasiyetin hemde yardımın caiz
olmamasını gerektir. Siyerü'l-Kebîr'deki ifade ise Camiu's-Sağîr Şârihlerinin
anladıklarının aksine,
vasiyetin değil yardımın caiz olduğuna delalet eder. O zaman fukaha arasındaki
ihtilaf harbiye
yalnız yardım yapılmasının cevazı hususundadır.
Ben derim ki: Ben İmam Muhammed'in harbîye hediyenin
caiz olduğuna dair kati ifadesini gördüm.
Zira o.
Muvatta'sının ipeğin giyilmesinin mekruh oluşu bâbında da «harbî bir
müşriğe silah ve zırh
dışında bir
hediye verilmesinde beis yoktur» demiştir. Bu Ebû Hanîfe ve fukahamızın umumunun
görüşüdür.
«Müstemenin de
zımmi gibi ilh...» Buna göre bir müstemen bir müslümana veya zımmiye malının
tamamını
vasiyet etse caizdir. Nitekim yukarda geçmişti
ve tamamı ileride gelecektir.
«Varisine.. sahih değildir.» Yukarda açıklaması geçtiği gibi varisten maksat ölüm anındaki varisidir.
Kuhistâni'de
şöyle denilmişti: «Bilinmelidir ki: en-Natifi bazı hocalarından naklen şöyle demiştir:
ölmek üzere olan bir hasta varislerden birisine, ev gibi bir şeyini verse
ve ona terekenin diğer
kısmından da hakkı
olduğunu söylese caizdir.»
Bazı âlimler tarafından bunun, o varisin tayin edilen
şeye, hastanın ölümünden sonra razı olması
halinde caiz olduğu söylenmiştir.
Bu durumda ölen kişinin tayini diğer
varislerin de ölen kişiyle
birlikte
tayini gibi olmaktadır. Cevâhîr'de de böyledir.
Ben derim ki: Bu iki görüş de Camiu'l-Fusuleyn'de nakledilerek
şöyle denilmiştir: «Bazı âlimlerce
bunun caiz
olduğu söylenmiştir. Bununla bazıları fetva vermişlerdir. Bazı âlimlerce
ise caiz
olmadığı
söylenmiştir».
FER'İ BİR
MESELE :
Bezzâziye'de
şöyle denilmiştir: «İtabi'de denilmektedir ki: Hastanın akrabaları
onun yanında
toplansalar ve
malından yeseler, bakılır, eğer bunlar varis iseler ancak hastanın onlara
ihtiyacı
varsa caizdir.
Çünkü bunu taahhüd etmiştir. Bu durumda
israf etmeden hastanın ailesi ile
birlikte
yerler, eğer varis değillerse hasta izin verdiği takdirde malının
üçte birinden yemeleri caizdir.»
«Kendisini
öldürmeye bizzat iştirak eden kâtiline
de ilh...» Zira Peygamber (s.a.v.) «Kâtile vasiyet
yoktur» buyurmuştur. Üstelik kâtil Allah'ın tehir
ettiğinde acele etmiştir. O halde mirastan mahrum
edildiği gibi
vasiyetten de mahrum edilir. İster
ona, kendisini öldürmeden önce vasiyet
edip de,
kâtil onu
sonra öldürsün, ister yaraladıktan
sonra vasiyet etsin aynıdır. Çünkü
burada hadis
mutlaktır.
Zeylaî.
Burada acele etmekten murad kâtilin halinden açığa
çıkandır. Yoksa ehli sünnete göre öldürülen
kişi de eceliyle ölmüştür. Düşün.
FERİ BİR
MESELE ;
Bir kişiyi,
bir adam yaralasa ve başka biri de onu
öldürse, yaralayana vasiyet etmesi caizdir çünkü
o katil
değildir. Velvaliciye.
«Katline sebep olana vasiyeti sahihtir» Kuyu kazan ve mülkü olmayan yere taş
koyan gibi... Çünkü
o gerçekten kâtil değildir.
«Yukarda da geçtiği
gibi ilh...» Yani cinayetler kitabında...
Ebû Yusuf ise
bunun caiz olmadığını söyler.
İmamlar arasındaki
ihtilaf vasiyetten sonra, kasden öldürmediği durumdadır. Eğer vasiyetten
sonra
kasden
öldürmüşse imamların ittifakı ile vasiyet geçersiz sayılır.
Şurunbulâliye.
«Hasta olan
varisin icazeti de ilk vasiyet
etme haline benzer.» O zaman, vasiyet
edenin vârisi
âkilbâliğ
olduğu halde hasta olsa ve vasiyete
icazet verse bakılır: eğer o hastalıktan iyileşirse
icazeti sahihtir. ama o hastalıktan ölürse
bakılır; şayet musa leh onun varisi ise icâzeti caiz değildir,
ancak
ölümünden
sonra varisleri icazet verirlerse caiz olur. Eğer musa leh
yabancı ise hasta olan
barisin icazeti caizdir ve bu malının üçte birinden hesaplanır. Minah.
«İcâzet
verenin hissesine düşecek kadarıyla caizdir.» İcâzet veren hakkında, sanki hepsi
icâzet
vermişler gibi
takdir edilir. Onun dışındakiler hakkında
ise, sanki hiçbiri icazet vermemiş gibi takdir
edilir. Bunun
açıklamasını Makdisi'den naklen takdim
etmiştik.
«Çünkü onlar
mükellef değildirler» Bundan dolayı da çocuk ile deli katil oldukları takdirde
öldürdükleri
kişinin mirasından mahrum olmazlar. Bu illet Şurunbulâliye'de bir konu olarak
zikredilmiştir. Bana göre bunda itiraz edilecek
bir nokta var. zira eğer yetişkinin mirastan mahrum
edilmesinin illeti sorumluluk ise; miras gibi.
vasiyetinde icazetle caiz olmaması gerekir. Evet. bu
Ebû Yusuf'un
görüşüne göre acıktır. Zira ona göre
varisler icazet verseler bile katile vasiyet caiz
değildir.
Fukaha İmam Ebû Yûsuf'un bu görüşünü
şu gerekçeye bağlamışlardır: Kâtilin cinayeti
bâkîdir, onun
mirastan men edilmesi de cinayeti dolayısıyladır ki o da onun için bir cezadır.
Tarafeyn'in
görüşüne gelince : Katilin mirastan mahrum edilmesinin illeti varislerin hakkı
içindir. O
da; kâtilin mahrum bırakılmasının içlerindeki
öfkeyi gidermesidir. Böylelikle kâtil
katline koştuğu
kişinin malında varislere ortak olmaz.
İşte bu da
onların icazetleri ile yok olur. Çocuk ise nefretten uzaktır. O zaman bâliğ hakkında sâbit
olan onun
hakkında sabit olmaz. Kifâye ve diğer kitaplarda da aynı şekildedir.
«Hatta karısına vasiyet
etse ilh...» Bu söz «veya varis» sözünün bir fer'idir. Kuhistânî'de şöyle
denilmiştir: «Bir kişi başka varisi olmadığı
halde katiline vasiyet etse ona vasiyeti sahih olur. Bu iki
tarafa göre de
böyledir.»
«Kadın da üçte
ikisinin dörtte birini alır» Çünkü miras vasiyetten sonradır. O
zaman kadının
mirastan payı
geri kalan üçte ikinin dörtte biridir.
«O zaman malın üçte biri kocanın ilh...» Bu da
kalanın yarısıdır.
FER'İ BİR
MESELE:
Bir kişi ölse de geride karısı kalsa ve ona
malının yarısını, bir yabancıya da diğer yarısını vasiyet
etse; evvela
yabancıya malın üçte biri verilir. kadına da kalanın dörtte biri miras olarak
verilir. Geri
kalan da her ikisinin haklarına göre aralarında taksim edilir. Tartarhâniye.
Tatarhâniye'de
denilmiştir ki: «Kadın ölüp geride yalnız
kocasını bıraksa, ve daha evvel de bir
yabancıya
malının yarısını vasiyet etmiş olsa o
zaman musa lehe malın yansı kocasına da üçte biri
verilir. Altıda bir de hazineye kalır.
Eğer kişi kansı ile
yabancı birinden her birine kalanın tamamını vasiyet etse... bu mesele
Cevhere'de
izah edilmiştir.
M E T İ N
Mümeyyiz olmayan çocuğun vasiyeti asla sahih değildir. Hayır yollarında sarfetse bile
böyledir.
Şafiî buna
muhalefet ederek «hayır
işlerine vasiyeti caizdir». demiştir.
Aynı şekilde mümeyyiz olan
çocuğun vasiyeti de kendisinin techizi ve defninin dışındaki bir konuda sahih
değildir. Techiz ve
defin için
sahih oluşu istihsandır. Hz. Ömer'in mürâhik çocuğun vasiyetine
icazet vermesi, buna
yorumlanır.
Çocuk ergin
olduktan sonra ölse, veya vasiyetini erginlik dönemine izafe etse; yani. Ben erginlik
çağıma geldiğimde malımın üçte biri falanındır»
dese yine caiz değildir. Çünkü velâyeti noksandır.
O zaman talakta olduğu gibi ne hemen ne de daha sonra vasiyet etme hakkına sahip değildir. Ama
ileriye matuf
vasiyet hususunda köle, çocuğun aksinedir.
Mutlak köle ve
mükâtebin vasiyetleri de sahih değildir.
Mükateb, öldüğünde kitabet bedelini
karşılayacak
kadar mal bıraksa bile böyledir.
Bazı âlimlerce. İmameyn'e göre, mükateb, ölümünde kitabet bedelini
ödeyecek kadar mal bıraktığı
takdirde
vasiyetinin sahih olduğu söylenmiştir.
Ancak köle veya
mükatebden herbiri vasiyetlerini azad vakitlerine izafe ederlerse
sahih olur. Çünkü
efendinin
hakkı olan «mani» ortadan kalkmıştır.
Dili tutuk
olan kimsenin işaretle olan vasiyeti
sahih değildir. Ancak eğer dilinin tutulması uzayıp
belirli işaretler edinirse o zaman dilsiz gibi
olur. Uzama müddeti bir senedir.
Bazı âlimler tarafından da dilinin tutulması ölümüne kadar uzadığı takdirde işaretle ikrarın ve
ikrarına şahit tutmasının caiz olacağı bu durumda dilsiz gibi olacağı söylenmiştir. Fukaha da
fetvanın bu
görüşe göre olduğunu söylemişlerdir. Dürer. Müteferrik meseleler
bahsinde gelecektir.
Vasiyetin
kabulü ancak ölümden sonra sahihtir. Çünkü onun hükmünün sabit olma zamanı
ölümden
sonrasıdır. Buna göre vasiyetin ölümden önce kabul veya reddi bâtıl
olur.
Vasiyet edilen
şeye ancak «kabul» ile malik olunabilir. Şu kadar var ki; vasiyet eden ölse sonra da
musa leh
vasiyeti kabul etmeden ölse vasiyet edilen şey «kabul» olmadan istihsanen musalehin
varislerinindir. Nitekim daha önce geçmişti.
Aynı şekilde cenîne birşey vasiyet etse, «kabul» olmadan,
istihsânen onun mülküne girer. Çünkü
cenîn adına kabul edecek
veli yoktur. Nitekim yukarda
geçmişti.
İ Z A H
«Aynı
şekilde mümeyyiz olan çocuğun vasiyeti de kendisinin techizi ve defni dışındaki bir konuda
sahih
değildir.» Şu kadar var ki techiz ve defninde maslahata riayet
edilir. Zira Ravza'dan naklen
Hülâsâ'da şöyle
denilmektedir: «Eğer bin dinar karşılığında kefenlenmesini
vasiyet etse vasat bir
kefenle kefenlenir. Yalnız iki parça ile kefenlenmesini vasiyet
etse vasiyetin şartlarına riayet
edilmez. Ama
eğer beş veya altı parça ile kefenlenmesini
isterse şartlarına riayet edilir.
«Falan kabristanda falan zahid kişinin yanına defnedilmesini vasiyet etse, eğer vasiyet
ettiği
kabristana defni için terekesine bir taşıma külfeti
getirmezse şartlarına riayet edilir. Eğer falan kişi
ile bir kabre gömülmesini vasiyet etse şartlarına riayet edilmez» Şurunbulâliye.
Ben derim ki: Şurunbulâliye'nin sözlerinin zahiri, Hulâsâ sahibinin bu bu meseleyi, çocuğun
vasiyeti hususunda söylediğini vehmettiriyor. Halbuki öyle değildir. Aksine Hulâsâ'nın ibaresi
mutlaktır.
Onun aynısı Bezzaziye'de de vardır.
«Hz. Ömer'in
mürâhik çocuğun vasiyetine icazet
vermesi de buna yorumlanır» İnâye'de
denilmiştir
ki: «Hz. Ömer'den rivayet edilen bu söz o mürahikin
büluğa yakın olduğuna yorumlanır. Yani
büluğu
üzerinden çok zaman geçmemiş. Bunun gibi olana da mecâzen yâfi yani mürahik denilir.
Veya Hz.
Ömer'in icâzet verdiği vasiyet
çocuğun techiz ve defni hususundaki
vasiyettir. Ancak bu
şununla
reddolunmuştur: Hadîsin rivayetinde çocuğun henüz ihtilam olmadığı sahihtir. Amcasının
kızına bir mal vasiyet
etmiştir. Böyle olunca artık hadîsin
tevili nasıl sahih olur.»
Tahavî de şöyle demiştir: «Bu söz ile ihticâc
etmek Şâfii için sahih değildir. Çünkü bu söz
mürseldir.
Bize göre mürsel hadis her ne kadar hüccet ise de
Peygamber (s.a.v.)'in «kalem üç
kişiden kaldırılmıştır» sözüne zıttır. Bunda da itiraz
edilecek bir nokta vardır; çünkü hadîsteki
kalemden murad mükellefiyettir. Bizim bahsettiğimiz husus
ise bundan değildir.
İbn Hazm şöyle
der: «Bu Allah'ın. «Nikâh çağına varıncaya kadar öksüzleri deneyin...» sözüne de
muhaliftir.
Çünkü âyet çocuğun mâlî tasarruftan men
edildiğine delalet eder.» Özetle...
Ben derim ki: Denilebilir ki: Teklîfin kalkması çocuğun söz ve tasarruflardan men edildiğinin
delilidir. Zira
men edilme çocuğa şer'an gereklidir. Düşün.
«Murâhik
ilh...» Mürâhik bulûğa yakın olan
çocuktur. Bu şekilde tefsir etmek Muğrib'teki ifadeye
de
uygundur.
«Bazı âlimlerce İmameyn'e göre ilh...» İmamlar arasındaki bu ihtilaf mükatebin malının üçte birini
vasiyet etmesi hususundadır.
Ama eğer malından bir nesneyi vasiyet etse icmaen sahih değildir.
Mükatebin; vasiyetini âzâdından
sonra mâlik olacağı mala izafe etmesi halinde
bu icmaen sahihtir. Bunun delili uzun, kitaplarda
zikredilmiştir. T.
«Ancak köle
veya mükatebden herbiri... îzafe ederlerse ilh...» Yani
köle «azad olunduğum zaman
malımın yarısı
filan kişi için vasiyettir» dese veya «malımın üçte birini filan kişiye
vasiyet ettim»
dese vasiyeti
sahihtir. Hatta kitabet bedelini ödeyerek veya
başka bir sebepten dolayı âzâd edilse
ve sonra ölse
malının üçte biri musa lehindir. Kitâbet bedelini ödeyecek
kadar mal bıraksa ama
âzâd edilmemiş olsa vasiyeti batıl olur. Çünkü mülk hakikaten
onun değildir. Zeylai.
«Çünkü mâni
ortadan kalkmıştır». Bu söz köle ve mükatep ile çocuk arasındaki
farkı beyan
etmektedir.
Zira onların ehliyeti tamamdır. Onlar
ancak efendilerinin haklarından dolayı
vasiyetten
men edilirler. O halde onların, vasiyetlerini
efendilerinin haklarının düşeceği bir zamana izafe
etmeleri sahihtir. Çocuğun ehliyeti ise kusurludur. O
gerekli kılacak bir söze ehil
değildir. O zaman
çocuk ne hemen ne de daha sonrası için vasiyet etme hakkına sahip değildir.
«Bazı âlimlerce de ölümüne kadar uzadığı takdirde
caiz olacağı söylenmiştir.» Kifâye'de
şöyle
denilmiştir: «Hâkim'in Ebû Hanife'den zikrettiği
bir rivayete göre; eğer dilinin tutukluluğu ölümüne
kadar uzarsa işaretle
ikrarı ve buna şahit tutması caizdir.
Çünkü iyileşmesi umulmayan bir
şekilde,
konuşmaktan aciz olmuştur. O zaman. dilsiz gibi kabul
edilir. Fukaha da fetvanın bu görüşe
göre
olduğunu söylemişlerdir »
Sâlhanî'de denilmiştir ki: «Müddet ister uzasın
ister kısalsın farketmez. Birinci görüşte şart olan
sonunda ölmese
bile hastalığın bir sene sürmesidir. Onların
sözünden anlaşılan budur.»
«Dürer»
Mevahib'in metinde de bu görüş kati
olarak ifade edilmiştir.
«Vasiyet
edilen şeye ancak kabul ile malik olunur». Bu söz metne dahil edilebilir. Eğer vasînin
ölümünden
sonra musa leh onu kabul etmezse, vasiyet kabulü üzere mevkuftur. Ne
vârisin ne de
kabul edinceye
veya ölünceye kadar musa lehunun mülkündedir. İtkânî Kerhî'nin muhtasarından...
«Sonra da musa leh vasiyeti
kabul etmeden ölse ilh...» Yani red de etmeden...
«İstihsânen ilh...» Kıyas ise bu vasiyetin batıl olmasını gerektirir. Zira
vasiyetin tamamı musa lehin
kabule bağlıdır.
Halbuki bu da yok olmuştur.
İstihsânın
vechi şudur: Vasiyet. vasiyet eden açısından tamamlanmıştır, artık fesholunmaz ancak
musa lehin
muhayyerliğine bağlıdır. O zaman bu vasiyet, muhayyerlik
müşteriye ait olan satışa
benzer ki müşteri
üç gün içerisinde icazet vermeden önce ölse satış
tamamlanır ve alınan meta
müşterinin
varislerine kalır. Burada da aynı
şekildedir. O zaman musa lehin reddetmeden ölmesi.
Detâleten,
kabulü gibidir.İtkânî.
BİR UYARI:
Makdisî'de denilmiştir ki: «Musaleh vasiyeti kabul ettiği zaman vasiyet edilen şeye malik
olur. Kabul
etmezse eğer kabulü mümkün olan muayyen bir şey ise. Cumhura göre mâlik olamaz. Ama fakirler,
Benî Haşim, Hac,
mescid ve savaş maslahatı için vasiyet olunanlar bunun
hilâfınadır.»
Zahiriye'de şöyle
denilmiştir: «Kişi» ölümümden
sonra malımın üçtebirini Mekke fakirlerine
verin»
dese ve
ölümünden sonra vâsisi malı Mekke fakirlerine götürse de onlar «Onu istemiyoruz.
ona
ihtiyacımız yok» deseler Ebu'l-Kasım'a göre, o mal varislerine geri
verilir. O fakirler mal varislerine
verilmeden
önce sözlerinden dönseler bile mal yine
varislerindir. Çünkü ilk defa reddetmekle
hakları batıl olmuştur.»
Eşbâh'ta denilmiştir
ki: «Vasiyeti kabul etse sonra da vasiyet
edenin varislerine geri verse,
varisler
kabul ettikleri
takdirde musa lehin mülkiyeti fesholur. Kabul etmezlerse bunun için zorlanmazlar.»
Sâihânî.
M E T i N
Vasiyet eden
kişi sarih bir söz ile veya adını yahutta, ondan gelecek menfaatların çoğunu
ortadan
kaldırmak gibi bir yolla mal sahibinin gasbedilen malındaki hakkını kesen bir fiile
vasiyetten
dönebilir.
Nitekim bu fiiller gasb bahsinden bilinmektedir.
Vasiyet edilen
şeyde, ancak o olduğu zaman teslim
edilebilecek bir fazlalık yapsa
yine vasiyyetten
dönmüş olur.
Vasiyet edilen kavutu yağ ile karıştırması veya vasiyet edilen eve bir oda eklemesi
buna misaldır.
Ama evi badana
yapması veya bir odasını yıkması
vasiyetten rücû sayılmaz. Çünkü
vasiyet edilen
şeyin tabiinde
tasarrufta bulunmuştur.
Vasiyet edilen
şeyde satış ve hibe gibi mülkiyeti izale edecek bir tasarrufta bulunması
da rücudur.
Bu rücûdan
sonra o nesne tekrar mülkiyetine
girse de girmesede aynıdır.
Bu söz musannıfın «sarih
bir söz ile» sözü üzerine atıftır. İbnu Kemal ise bunu Dürer'e uyarak «veya» ile atfetmiştir. Buna
göre, bu ifade
mûsînin fîlen vasiyetten dönmesinin üçüncü bir kısım olur. Nitekim Dürer'in metni
de
bunu ifade
etmektedir. Düşün.
Aynı şekilde vasiyet
edilen şeyi başka bir mal ile ayırdedilmesi mümkün olmayacak şekilde
karıştırması da rücûdur.
Vasiyet ettiği
elbiseyi yıkaması rücû değildir, çünkü tâbi olan birşeyde tasarrufta bulunmuştur.
Şu
bilinmelidir ki: Vasiyet
edenin ölümünden sonraki değişiklik vasiyete
asla zarar vermez.
Vasiyet edenin
vasiyeti inkârı da rücû değildir. Dürer, Kenz, ve Vikâye. Mecma'da: «Fetva bununla
verilir»
denilmiştir.
Bunun benzeri
ifadeler Aynî'de vardır. Sonra
Ayni'de
Uyun'dan fetvanın vasiyeti inkâr etmenin rücû
olduğuna göre
verildiği nakledilmiştir. Sirâciye'de
fetvanın buna göre olduğu söylenmiştir.
Musannıf da
bunu ikrâr etmiştir. Aynı şekilde kişinin, «etmiş
olduğum bütün vasiyetler haramdır
veyd riyadır
veya onları erteledim» demesi rücû değildir. Ama «vasiyetimi
terk ettim» veya «etmiş
olduğum her
vasiyet batıldır» veya «Zeyd'e vasiyet ettiğim şey Amr'in veya
falan vârisimindir» dese
bunlar birinci
vasiyetinden rücû sayılır. O zaman
vasiyet edilen şey diğer varislerin icâzetleriyle o
varisin ölür.
Nitekim daha önce geçmişti.
Sonraki kişi vasiyet
vaktinde ölü ise, o zaman vasiyetlerden birincisi hall üzere kalır. Çünkü
ikincisi
batıl
olmuştur. Ama vasiyet vaktinde hayatta olup da vasîden evvel ölse birincisi
vasiyet rücû ile
ikinci vasiyet
de ölümle bâtıl olur.
Ölüm
hastasının, hibe ve vasiyet ettikten sonra nikahladığı kadına yapmış olduğu hibe
ve vasiyet
batıl olur.
Zira vasiyetin caiz olması için
muteber olan, musa lehin vasiyet vaktinde değil ölüm
vaktinde varis
olup olmadığıdır.
ikrâr ise böyle
değildir. Zira mukarrun lehin varis olup olmadığına ikrâr gününde itibar edilir.
Buna göre bir
kadın için bir şey ikrar etse, onunla evlendikten sonra ölse ikrarı
caizdir.
Kişinin kâfir,
köle veya mükateb olan oğluna
ikrârı. vasiyeti ve hibesinden sonra müslüman
olsa
veya azad edilse bile batıl olur.
Zira ikrâr vaktinde oğlu olduğu
sabittir. Bu da oğlunun tercih ettiği
töhmetini
doğurur.
İ Z H A N
«... Vasiyetten
dönebilir». Çünkü vasiyet vasiyet
edenin ölümü ile tamamlanır. Zira kabul, vasiyet
edenin ölümüne
bağlıdır. Satım gibi karşılıklı
mübadelelerdeki icabın iptâli caiz olunca
teberrularda
iptali evleviyetle câizdir. İnâye.
Vasiyetten
rücûnun bir kaç türlü olduğu bilinmelidir;
1 - Bir malı
(aynı) vasiyeti gibi fiil ile de söz ile
de feshi muhtemel olanlar.
2 - Malın
üçtebiri ve dörtte birini vasiyeti gibi feshi ancak söz ile muhtemel olanlar.
Bu durumda
vasiyet ettiği üçtebir veya dörttebiri satsa yada hibe etse vasiyeti
batıl olmaz. Vasiyeti malın
kalanından geçerli olur.
3 - Bir şarta
bağlı olarak müdebber yaptığı kölesi gibi, ancak fiil ile feshi muhtemel
olanlar. mesela
«eğer bu hastalığımdan ölürsem hürsün» demesi gibi...
O zaman böyle bir köleyi satsa, satışı
sahih
olduğu gibi
vasiyeti de münfesih olur. Şu kadar var ki o köleyi tekrar satın alsa köle
yine önceki
haline döner.
Bir de köleyi
mutlak müdebber yapması gibi ne söz nede
fiil ile feshi muhtemel olmayan vasiyetler
vardır. İtkâni
ve Kuhistânî'den özetle.
«Veya mal
sahibinin gasbedilen malındaki hakkını kesen bir fiil ilh...»
Fiil ile dönmek delâleten
rücûdur.
Birincisi ise sarahaten rücûdur. Vasiyet edilen nesne değiştiği için
isminin de değişmesi
gibi delaleten
rücû bazen zarureten sabit olur. Meselâ bağındaki yaş üzümü yaş olarak vasiyet
ettikten sonra
o üzümün kuru üzüm olması veya yumurta
vasiyet ettikten sonra bir tavuğun
kuluçkaya yatarak vasiyet eden ölmeden önce ondan
civciv çıkarması gibi... Bu bahsin tamamı
Kifâye'dedir.
«Adını... ortadan kaldırarak ilh...» Mesetâ
vasiyet ettiği demiri kılıç
veya bakırı kap yapsa, bu fiilen
rücûdur. Zira
demiri kılıç veya bakırı kap yapması
malikin mülkiyetinin kesilmesine nasıl tesir
ediyorsa vasiyete
mâni olmaya da evleviyetle tesir eder. Zeylai. Yani onun musa lehe mülk
olmasına mani olur.
Vasiyet eden
kişi vasiyet ettiği koyunu kesse; mücerred kesmesi vasiyetten rücûdur. Aslında
bunun rücû
sayılmaması daha uygundu. Çünkü onun koyunu
kesmesi; kumaşı kesip dikmemesi ve
evdeki bir
odayı yıkması gibi bir noksanlıktır. Şu kadar var ki, koyunu kesmesi. onu kendi mülkiyeti
üzere bırakmaktır. O zaman bu. rücûnun delhi olur. Zira
âdeten etin, mûsînin ölümüne kadar
kalması çok enderdir. İtkânî.
«Kavutu yağ ile karıştırması
gibi ve pamuğu birşeye doldurması veya astarlık kumaşı bir elbiseye
kullanması veya
örtüyle bir şey kaplaması gibi... Zira bun(arı ziyadesiz
teslim etmek mümkün
olmadığı gibi
onu bozmak da mümkün değildir. Çünkü bunlar vasî tarafından kendi mülkünde icra
edilmiştir.
Hidaye.
Vasiyet ettiği
tarlaya ağaç veya boğ dikse bu da
aynı şekildedir. Ama taze sebze dikse
bu rücû
sayılmaz. Hâniye.
«Çünkü vasiyet edilen şeyin tabiinde tasarrufta bulunmuştur.» Ki buda odadır. Kireçle badana
ise
süstür.
İtkani.
Evi çamur veya kireçle
sıvamanın ise, odayı yıkmak
yada kireçle badanalamak gibi olup olmadığına
bok.
Yalnız ben
Hâniye'de aynen şunu gördüm : Eğer vasiyet
ettiği evi çamurla sıvasa, bu çok
olduğu
takdirde
rücûdur. Bunun tamamı Vehbâniy
şerhindedir, oraya müracaat et.
«... Üçüncü
bir kısım olur» Yani rücûu ifade eden fiilin üçüncü bir kısmı
olur. Bu da musannıfın
ibaresinin
ifade ettiğinin aksinedir. Zira o bunu fiile karşılık
yapmıştır. şu kadar var ki. Halebiye
göre fiilin
üçüncü bir kısmı olması ancak Durer'in ibaresinde
kendisini gösterir. Zira Dürer'de,
«veya birşey fazlalaşırsa» deyip
tasarruf lafzını zikredilirse bununla filin üçüncü bir kısmı olmaz.
İster «veya» isterse
«ve» ile atfedilsin böyledir.
«O nesne tekrar mülkiyetine girse de girmesede ilh...» Yani satın olma veya hibeden dönmekle...
Zeylaî. Bu hastalığımdan ölürsem, «sen
hürsün» demesi gibi bir şarta bağlı olan müdebber kölenin
dışındadır.
Zira eğer bu durumdaki müdebber kölesini sattıktan sonra tekrar
satın alsa. o köle
birinci haline
döner. Satın alışı rûcû olmaz. Nitekim İtkânî nakletmiş biz
de takdim etmiştik.
«Aynı
şekilde vasiyet edilen şeyi başka birşey ile ayırdedilmesi mümkün olmayacak şekilde
karıştırması da rücûdur.»
Ben derim ki: Arpayı buğdayla
karıştırmasındaki gibi ayırd edilmesi zorlukla mümkün olduğu
takdirde de
yine rücûdur. Şârihin bu sözü,
metindeki «mal sahibinin mülkiyet
hakkını kesecek bir
fiil...»
sözünün yanında zikretmesi gerekirdi.
Sâlhâni.
Çünkü tâbi
olan bir şeyde tasarrufta bulunmuştur.»
Bazı nüshalarda böyledir.
Bazı
nüshalarda ise «menfaatli olan bir tasarrufta bulunmuştur» şeklindedir.
Hangisi olursa olsun
burada kasdedilen, elbisenin kirden temizlenmesidir.
Hidâye'nin ibaresi ise şöyledir: «Elbisesini
başkasına vermek isteyen
kişi âdeten onu yıkar.
Dolayısıyla o
yıkaması vasiyeti
takrir olur. Yani vasiyetten dönmek değil vasiyet ibkâ etmektir.
«Asla zarar
vermez.» Bu değişiklik ister musa lehin kabulünden önce isterse sonra olsun
değişmez.
Zeylai. Zira bu değişiklik vasiyetin
tamamlanmasından sonra olmuştur çünkü
vasiyetin
tamamlanması ölümle olur. Kifâye.
«Vasiyet
edenin inkarı rücu değildir.» Çünkü
birşeyden
rücû o şeyin önceden var olmasını
gerektirir.
Bir şeyi inkâr ise onun geçmişte mevcut olmamasını gerektirir. Çünkü inkar akdin aslını
nefyetmektir. Eğer vasiyeti inkâr,
vasiyetten dönmek olsaydı vasiyetin
geçmişte hem var olmasını
hem de yok
olmasını gerektirirdi ki bu muhaldir.
Kifâye.
«Musannıf da
bunu ikrar etmiştir. Mülteka şerhinde şöyle denilmiştir: «Şu kadar var ki metinler
birinci görüşe
uygundur. Bundan dolayı musannıf âdeti
üzere onu önce zikretmiştir.»
Ben derim ki: Hidaye de birinci görüşün delili sonraya
bırakılmıştır. Demekki birinci görüş,
Hidaye'nin ihtiyar ettiği görüştür.
Nihâye'de de
:
«Mevâhib ve İslahta birinci görüş katî
olarak ifade edilmiştir.» denilmektedir.
Bahr'in «geçmiş namazların kazası» bahsinde de şöyle
denilir: «Metinlerle fetvâlar farklı oldukları
zaman metinlere
uygun bir şekilde amel
etmek evlâdır.»
«Haramdır veya riyadır ilh...» Zira bir şeyi
haram veya riya ile nitelemek onun aslının baki olmasını
gerektirir. Vasiyeti ertelemek ise borcu ertelemek gibidir. Vasiyeti düşünmek için değildir. Zeylai.
«Bunlar...
rücûdur» Zira terketmek o şeyi düşürmektir. Bâtıl ise dağılarak gidene denir. Üstelik
kişinin «Vasiyet ettiğim şey...» sözü ortaklığın
kesilmesine delalet eder. Ama, önce bir kişiye sonra
da başkasına vasiyet
etmesi böyle değildir. Çünkü burada ortaklık
ihtimali vardır ve telaffuz şekli de
buna uygundur. Zeylai.
«Çünkü ikincisi bâtıl olmuştur.» Zira birinci vasiyet ancak ikinci kez başka
birine yapıldığı zaman
zarureten
batıl olur. Bu da olmadığına göre birinci vasiyet hali üzere kalır.
Zeylaî.
«Ölüm hastasının, hibe ve vasiyet ettikten sonra ilh...»
Zira vasiyet ölüm anında sabit olur. Halbuki
nikahladığı kadın ölüm anında varistir, varise ise vasiyet
yoktur. Hibe ise görünüşte peşin olsa bile,
hükmen,
ölümden sonraya izafe edilen
gibidir. Çünkü onun hükmü ölüm anında
gerçekleşir.
Görülmüyor mu? Kişinin borcu malından fazla olduğu zaman hibe batıl olur. Borç olmadığı zaman
da malın üçte
birinden itibar edilir. Hidâye.
«Zira
vasiyetin caiz olması için ilh...»
Yani ister müsbet ister menfi olsun.
«Ölüm vaktinde
ilh...» Buna göre birisi, karısına birşey vasiyet etse sonra da onu üç talak ile
boşasa veya bir talak ile boşayıp kadının iddeti dolsa ve daha sonra vasî ölse vasiyet sahih olur.
Kuhistanî.
«İkrâr gününde
itibar edilir.» Zira ikrâr bizatihi ödemeyi gerektirir. Vasiyetin ölüme bağlı olması gibi
zâid bir şarta
da tevekkuf etmez. O halde borcu ikrarı sahihtir. Çünkü yabancı bir kişiye ikrar
etmiştir.
İtkânî.
«Bir kadına birşey ikrar etse ilh...» Yani yabancı
bir kadına... Bu söz, «ikrâr gününde varis olmayan»
sözünün bir
feridir. Yani ona ikrar etmek caizdir. Zira o ölüm anında varis olsa
bile ikrar vaktinde
varis
değildir. Varis olmanın buradaki evlenme gibi ikrardan sonraki yeni bir sebeple olmasının şart
olduğunu daha
önce belirtmiştik. Ama varis olma ikrar vaktinde bir sebeple kâim
olduğu halde, bir
maniin zuhuru
ve daha sonra bu mâniin ölüm vaktinde
ortadan kalkması böyle değildir.
Nitekim
musannıf da
bunu Kâfir ve köle olan oğluna ikrârı
vasiyeti ve hibesi bâtıl olur» sözü ile ifade etti. Şu
mesele de bunun gibidir: Kitap ehli olan karısına veya cariyesine
birşey ikrar etse sonra da
ölümünden evvel o kadın müslüman olsa veya âzâd edilse ikrârı
sahih değildir. Çünkü sebep
ikrarın
yapıldığı anda mevcuttu. Nitekim bunu Zeylaî de ifade etmiştir.
«Veya köle
olan ilh...» Zeylaî bunu «üzerinde borç olması» sözü ile kayıtlamıştır.
Çünkü ikrar ona
ölüm anında
varis olduğu halde yapılmıştır. Bu durumda vasiyet gibî o da batıl olur. Eğer
köle olan
oğlu borçlu
olmadığı halde ona ikrar etse sahih olur. Çünkü ikrar kölenin
efendisinedir. Bu bahis
Hidâye'de İmam Muhammed'in kitabına isnad
edilmiştir.
Bizim birkaç
yaprak önce Zeylaî ve Nihâye'den naklen takdim ettiğimizin zahiri ise, ikrar
ettiği
oğlunun âzadı
ile, ikrarın batıl olmayacağıdır.
Buna yapılan itirazı da yukarda beyan etmiştik.
«Zira ikrâr vaktinde oğlu olduğu sâbittir» Bu, ikrarın batıl olmasının gerekçesidir. Vasiyet
ve
hibenin batıl
olmalarına gelince, musannıfın daha önce belirttiği gibi onlarda muteber olan, ölüm
vaktidir. Oğlu
da ölüm vaktinde varis olmaktadır. O
halde hibe de vasiyet de batıl olurlar.
METİN
Kötürümün,
felçlinin, çolağın ve veremlinin hastalıkları bir sene uzar
ve ondan ölmeleri korkusu
olmazsa hibeleri mallarının
bütününden sayılır. Hastalığı uzamasa
ve ölümünden korkulsa o zaman
malının üçte
birinden sayılır. Çünkü bunlar
öldürücü değil müzmin hastalıklardır.
Bazı âlimlere göre ölüm hastalığı, kişinin ihtiyaçları için
dışarıya çıkamamasıdır. Tecrid'de de buna
itimad
edilmiştir. Bezzâziye.
Muhtar olan,
ölüm hastalığı yatalak olmasa bile çoğunlukla
ölümle biten hastalıktır. Zâhire'nin hibe
bahsinden Kuhistanî.
Eğer kişi birden fazla vasiyette bulunsa en son
söylese bile, evvelâ farz olan yerine
getirilir.
Eğer vasiyetler kuvvet bakımından eşit iseler ve malın üçte biri bunlara yetmiyorsa, o zaman vasî
önce hangisini
söylemişse o yerine getirilir.
Zeylai şöyle demiştir: «Katil keffareti, zihar ve yemin keffâretleri fitneden öncedirler. Çünkü
bunların
vücubu kitap iledir. Fitre ise böyle
değildir.»
Zahiriye'nin
İmam Tavâsisi'den Kuhistâni'nin de Zahiriye'den nakline göre: yapmış olduğu
vasiyetler içerisinde evvela kâtil sonra zihâr,
sonra oruç bozma kaffâretleri sonra nezir sonra fitne
sonra da
kurban yerine getirilir.
Öşür de haracdan önce yerine getirilir. Bercendi'de şöyle denilmiştir:
«Ebû
Hanife'nin son görüşüne göre nâfile hac sadakadan
daha efdaldir. Bir kimse hac vasiyet
etse,
onun yerine binekli olarak hac edilir.
Eğer nafakası o şehirden binekli olarak hacca gidip gelmeye
yetmese de bir kişi «bu para ile yaya
olarak onun
yerine ben gider gelirim» dese o hac vasi yerine
yapılmış olmaz. Kuhistani Tetimme'ye
isnaden...
Kendi memleketinden kendi yerine binek ile haccedilmesini
vasiyet etse eğer nafakası
kâfi gelirse
vasiyeti yerine getirilir kâfî gelmezse. o zaman nereden yeterse oradan yerine getirilir.
Şayet bir hacı
hac yolunda ölse ve yerine hac
yapılmasını vasiyet etse, şayet nafakası yetişirse
onun
memleketinden ve binekle yaptırılır.
İmameyn ise
istihsana göre öldüğü yerden hac yaptırılacağını söylemişlerdir.
Hidaye, Müctebâ ve
Mültekâ.
Ben derim ki; Bu, İmam'ın görüşünün kıyasa
göre olduğunu ifade eder. Metinlerde İmam'ın kavli
üzeredir. O halde
burada itimad edilecek görüş kıyasa göre olandır. Sen onla.
Hac yolunda
ölen kişinin nafakası kendi memleketinden gidilmesine kâfi gelmezse, nereden kafi
gelirse oradan yaptırılır.
Vatanı olmayan
bir kimsenin haccı icmaen öldüğü
yerden yaptırılır.
Bir kimse malının hepsi ile bir köle alınıp kendi
adına azad edilmesini vasiyet
etse ama varisleri
icâzet
vermeseler vasiyeti batıl olur. Bin dirheme bir köle alınıp kendi adına âzâd
edilmesini vasiyet
etse ve bin
dirhem de malının üçte birinin tamamı ile bir köle alınıp azâd
edileceğini söylemişlerdir.
Mecmâ.
İ Z A H
«Kötürümün,
felçlinin, çolağın ve veremlinin hibeleri ilh...» Kötürüm ayakta duramayan, felçli
vücudunun yarısının hiss ve hareketi olmayan, çolak ise
elinin biri veya her ikisi tutmayan kişidir.
İnaye.
«Hastalıkları bir sene uzarsa ilh...» Bir sene
uzaması fukahamızın görüşüne göredir. Alimlerden
bazıları ise fukahanın şöyle dediklerini naklederler:
»Eğer halkın örfünde hastalık müddeti uzun
kabul edilirse o zaman uzun sayılır. Aksi halde
uzun sayılmaz». Kuhistânî.
«Ondan ölmeleri korkusu olmazsa ilh...» Bu cümle
bir evvelki şart cümlesini izah etmek içindir.
Hamevî
Miftah'tan. T. Sonra, burada «korkmaktan» korkunun kendisi değil ekseriyette ölümle
sonuçlanmasıdır. Kifâye.
Kuhistâni
«Korku olmamasını» Kişideki hastalığın sürekli artmaması ile tefsir etmiştir. Zira zamanla
artmazsa, hastalık onda körlük ve topallık gibi tabiatından bir parça olur. Zira
kişinin tasarrufuna
mani olan ölüm
hastalığıdır. Bu da çoğunlukla ölüme sebep olan hastalıktır ki
o ölümle
sonuçlanıncaya
kadar sürekli artan hastalıktır. Ama hastalık artmadan kalır ve ondan dolayı ölmesi
korkusu olmazsa o zaman körlük ve benzeri gibi, ölüme sebep
olan bir hastalık olmaz. Çünkü
ondan
korkulmaz. Bundan dolayı da tedavi ile uğraşmaz. Zeylaî ve diğerleri.
«Hastalığı uzamasa
ve ölümünden korkulsa ilh...» Kuhistânî'nin ibaresi ise
şöyledir: «Bunlardan
hiçbiri olmazsa yani hastalığı uzamasa
ve bir seneden önce ölse veya
o hastalıktan dolayı
öleceğinden
korkulursa yani hastalığı günden güne
artsa...»
Bundan
anlaşılan şudur: Hastalığı uzamasa ve ondan dolayı ölmesinden
korkulmasa, o zaman
onun vasiyeti malının tamamından değil üçtebirinden
alınır.
Zeylaî'nin ibaresi ise bunun aksinedir.
Onun ifadesi aynen şöyledir: «Hastalığı
uzamasa ve hastalık
süresince yatakta
olsa ve ondan dolayı yatakta
iken ölse, tasarrufu üçtebirden itibar edilir.
Zira
daha
hastalığın başlangıcında, ondan öleceğinden korkar ve bundan dolayı tedavi
olursa o zaman
bu hastalık
ölüm hastalığı olur. Eğer hastalık uzadıktan sonra yatağa düşerse, bu yeni bir hastalık
gibidir ve
tasarrufu malın üçtebirinden itibar
edilir.»
Şârihin
yukarıdaki sözlerine uygun olan da, Zeylai'nin bu ifadesidir. Hastalığı uzadığı ve ölümünden
korkulduğu
zaman hükmün nasıl olacağı ise açıklanmamıştır. Kuhistânî'nin ibaresinin gereği onun
tasarrufunun
da üçtebirden itibar edilmesidir. Bu da musannrfın : «tasarrufu malın tamamındandır»
cümlesini «ölümünden korkulmazsa» cümlesi
de kayıtlamasından anlaşılandır.
«Çünkü bunlar
müzmin hastalıklardır». Yani müddetleri uzundur. Şârihin bu sözü musannıfın
«vasiyeti malının hepsinden itibar edilir»
sözünün illetidir. O zaman bu sözü «eğer uzamasa îlh...»
sözünden evvel zikretmesi gerekirdi. Minah'ta
şöyle denilmiştir «Fusulu'l-İmadiye »denilmiştir ki:
kötürüm ve
felçli hususunda İmam Muhammed
el-Kitab'da şunları söylemektedir: Eğer
bu dertler
daha önceden
yoksa hasta gibidir. Ama eskiden
beri var ise o zaman sağlam kimse gibidir. Çünkü
o öldürücü
değil, müzmin bir hastalıktır.»
«Buna
Tecrid'de de itimad edilmiştir.» Mirac'da şöyle denilmektedir: «Manzûme
sahibine, ölüm
hastalığının
mahiyeti sorulduğunda Meşâyihın bu hususta bir çok sözleri var ama itimadımız Fadli'
nin
görüşünedir. O da şudur: Şahsî ihtiyaçları
için evinden dışarıya çıkmaya gücü yetmeyen
kimsedir. Kadın ise, şahsi ihtiyacı için evin içinde dama bile çıkmaya gücü yetmiyendir.» Cevabını
vermiştir.
Hastanın talâkı
bâbında hükme esas alınan
bu tarîftir. Bunu Zeylai de sahih görmüştür.
Ben derim ki: Zâhir olan, ölüm hastalığının, felç ve
benzerleri gibi uzun olan ve ölüm korkusu
olmayan müzmin
hastalıklardan olmaması şeklinde kayıtlanmasıdır. Bu hastalık kişiyi
yatalak
yapsa ve kendi
ihtiyaçları için yürümesine mani olsa
bile böyledir.
Bu durumda
metin ve şerh sahiplerinin üzerinde
durdukları tarife de muhalif olmaz.
«Muhtar olan
ilh...» Hİdâye sahibi de Tecnis adlı kitabında aynı şeyi ihtiyar etmiştir.
BİR UYARI:
Gebe kadının doğum anındaki mâlî teberruu malının üçte
birinden verilir.
İki kabile savaş için biribirlerine girseler ve sayıca eşit
olsalar veya birisi diğerînden fazla olsa bu
durum ölüm
hastalığı hükmündedir.
Birbirlerine
girmeseler, o zaman ölüm hastalığı
hükmünde olmaz.
Deniz
vasıtasına binen kimsenin hükmü eğer deniz sakin ise, ölüm hastalığındakinin
hükmü gibi
değildir. Ama
rüzgar esiyorsa veya deniz dalgalı ise o zaman bunun
hükmü ölüm hastalığının
hükmü gibidir.
Hapise giren kimsenin âdeti öldürülmek ise onun
hükmü de ölüm hastalığının hükmü
gibidir. Aksi
halde ölüm
hastası gibi değildir. Mirâc. Özetle... Bunun «hastanın talâkı
bâbı»nda geçenle birlikte
düşün.
«Eğer kişi birden fazla vasiyette bulunsa ilh...»
Bilinmelidir ki vasiyetlerin ya hepsi Allah Teâlâ için
veya hepsi kullar için yada herikisi içindir;
Önceliğe itibar etmek Allah Teâlâ'nın haklarına hastır. Çünkü hak sahibi bir tanedir. Şayet sahipleri
birden fazla
ise önceliğe itibar edilmez. Buna göre. sadece kullar için olan vasiyetlerde önceliğe
itibar
edilmez. Mesela; bir kişiye malının üçte birini vasiyet
etse sonra da aynı üçte biri başka bir
adama vasiyet
etse bunda önceliğe itibar edilmez.
Ancak kesin olarak birisine öncelik tanırsa o
zaman önceliğe itibar edilir.
İleride geleceği gibi vasiyetin bazısı âzâd bazısı da muhâbat (fiatı düşürme) olursa bunda da
öncelik olabilir.
Sadece Allah
Teâtâ için olan vasiyetlerin hepsi zekât ve hac gibi farz olursa
veya keffaretler,
adaklar ve
fıtır sadakası gibi hepsi vâcip olursa yada nafile hac ve fakirlere
sadaka gibi nafile ibadet
olursa o zaman ölen kişi evvela hangisini söylemişse o yerine
getirilir.
Eğer vasiyetler karışık olursa yani farz. vacib ve sünnet olan vasiyetleri varsa o zaman ister önce
ister sonra söylesin
vasiyette evvela farzlara sonra
vaciplere başlanır.
Vasiyetleri
arasında hem Allah Teâlânın hakkı hem
de kul hakkı varsa o zaman terikenin
üçte biri
bunların
tamamına taksim edilir. Allah'a
yaklaşma yönlerinden herbir cihet müstakil
kabul edilir,
hepsi bir
vasiyet kabul edilmez. Çünkü hepsinden
maksat Allah rızası olsa bile, herbiri
kendi başına
kastedilmiştir. O halde birkaç adamın vasiyetleri gibi herbiri kendi başına bir vasiyet kabul edilir.
Sonra onlar
toplanır ve en mühimi hangisi ise o öne alınır. Mesela : bir kişi «malımın üçte biri
üzerimde borç
olarak duran hacc, zekât, ve keffaretler ile Zeyd içindir» dese
o zaman malının üçte
biri dörde
taksim edilir. Burada farz olan vasiyet kul hakkına takdim edilmez, çünkü kulun ihtiyacı
vardır.
Eğer vasiyet ettiği adam belirli bir kişi değilse, meselâ fakirlere
sadaka vermeyi vasiyet etmişse, o
zaman taksim edilmez. Aksine hangi hak daha kuvvetli
ise ona öncelik verilir. Daha sonra da sırayla
devam eder.
Çünkü eğer muayyen bir hak sahibi yoksa o zaman hepsi Allah için bir
hak olarak kalır.
Bu mesele; vasiyette
hastalığında geçerli olacak veya
ölümüne bağladığı bir köle azadı yadd
hastalığında
geçerli bir fiat indirimi olmadığı takdirdedir. Eğer vasiyetinde, ölümü halinde geçerli
olacak bi âzâd ve diğerleri gibi vasiyetler varsa, o
zaman evvelâ onların yerine getirilmelerine
başlanır. Nitekim
ölüm hastalığında âzâd etme bâbında bunun tafsilatı gelecektir.
Sonra malın
üçtebirinden
geri kalan da diğer vasiyetlerine
sarf edilir. İnâye, Nihâye ve Tebyin'den
özetle...
«Evvelâ farz olan yerine getirilir.» Hac, zekât ve keffâretler gibi...
Zira farzın yerine getirilmesi
nafileden
önemlidir. Bunun zâhirinden vasiyetlerin en mühiminden başlanması gerektiği
anlaşılmaktadır. Zeylai.
Zeytaî'nin burada farzdan muradı vâcibi de kapsayandır.
Zira «keffâretler» sözü buna delalet eder.
Şu kadar var
ki yukarda da geçtiği gibi hakiki farz
vacibten önce gelir. Kuhistânî'de denilmiştir ki:
«vasiyetler içinde kul hakkı olan farz
varsa evvela onunla başlanır, sonra Allah'ın hakkı olan farz,
sonra vâcip
sonra do nafile yerine getirilir. Nitekim fukaha'dan da
böyle rivayet edilmiştir.»
«Eğer kuvvet
bakımından hepsi eşit iseler ilh...» Müttekâ'da şöyle denilmiştir: «Vasiyetlerin hepsi
farziyet veya
diğerlerinde eşit olurlarsa, vasiyet
eden evvelâ hangisini söylemişse önce o yerine
getirilir.
Bazı âlimler vasiyetler
içerisinde hem hac hemde zekât
varsa evvelâ zekâtın verileceğini. bazıları
ise tam aksini söylemişlerdir.»
Bunun benzeri
İhtiyâr ve Kuhistâni'de de vardır.
Musannıfın
«Kuvvet bakımından eşit oldukları zaman» sözü ile vasiyet eden takdim etmediği zaman
farzların
bazılarının diğerlerine takdim edilemiyeceğine işaret etmiştir. Yani vasiyetlerin hepsi
hakiki farz oldukları zaman böyle olur. Bu sözü
ile de, içinde vacip olan vasiyetlerden
kaçınmıştır.
Farzların
bazılarının diğerlerine takdim edilmesi sözünün mutemed olmayan bir hüküm olduğuna
da işaret etmiştir. Bunu söyleyen İmam Tahavî'dir. Birinci
görüşle hükmeden ise İmam Kerhi'dir
İmam Kerhî
bunun bütün fukahanın görüşü olduğunu zikretmiştir.
Kerhi muhtasarında şöyle
demiştir: «Hişam Muhammed'den o da Ebû Hanife ve Ebû Yusuf'tan rivayetle -ki bu İmam
Muhammedin de
kavilde- şöyle demiştir; Hac, sadaka, azad ve diğerleri gibi hepsi Allah
için vasiyet
etse ve malın
üçte biride buna kâfi gelmese, hepsi
nafile olduğu takdirde evvelâ hangisini
söylemişse
ondan başlanarak, sonuncuya gelinceye
kadar yerine getirilir, kalanları
batıl olur. Hepsi
farz oldukları
takdirde de yine aynı şekilde
evvela hangisini söylemişse o yerine getiril, ve malın
üçtebiri
bitene kadar söylediği sıra takip edilir.
Vasiyetlerden
bazısı sünnet bazısı da farz olur yada
kendisine vacip kıldığı birşey ise
önce farza
veya kendi üzerine vacip kıldığı şeye başlanır. Konuşmada bunları sonda söylemiş olsa bile hüküm
böyledir. Hişam: «Buraya kadar olan İmamların
hepsinin görüşüdür.» demiştir. Bunun
tamamı
Gayetü'l-Beyan'dadır.
«Zeylai
demiştir ki ilh...» Ben derim ki: Zeylai Kenz'in «kuvvet bakımından eşit
olurlarsa ilh...»
sözünden sonra
şöyle demiştir: «Çünkü kişinin halinden
anlaşılan ona göre en mühim olanından
başlamasıdır.»
Zâhirle sâbit olan nass ile sâbit olan gibidir. O
zaman o ilk söylediğini sanki nassen söylemiş
gibidir.
Buna göre,
vasiyetteki zekât hacca takdim edilir. Çünkü zekat
kul hakkına taalluk eder. Zekât ile
hac do
keffârete takdim edilirler. Zira onlar keffarete tercih edilirler.
Çünkü hac ve zekat
hususundaki
tehdid onların dışındakilerde gelmemiştir. Katil, zahir ve yemin keffâretleri de fitreye
takdim edilirler...»
Zeylai'nin bu ifadesinin benzeri
Nihaye'de de mevcuttur.
Ben derim ki: Zeylai'nin takririnin başlangıcı Kerhi'nin, sonu da Tahavî'nin sözüne uygundur. O
zaman Zeylai
Tahavî'nin görüşünü Kerhi'nin görüşü üzerine tefri ederek iki görüş arasında
cem
yapmıştır.
Müftekâ'nın ibaresinin bunun her ikisine de muhalif olduğunu ve bunlardan ikinci
görüşün de
zayıf olduğunu biliyorsun. Sen düşün.
Bu naktayı izah edeni ben
görmedim. Düşün.
İtkânî'nin
Gâyetü'l-Beyan da şöyle dediğini
gördüm : Fukahadan bazıları demişlerdir ki:
«Katil
keffâreti
yemin keffaretine takdim edilir. Çünkü
müslüman olmak şartıyla katil keffareti daha
kuvvetlidir. Yemin keffareti de zihar keffaretine takdim edilir.
Zira yemin keffareti Allah'ın ismine
karşı hürmetsizlikten dolayı vacip olur. Zihar
keffareti ise helal olan birşeyi kendisine haram kılmak
sebebiyle vacip olmuştur. Bize göre bunda bir yanlışlık var. Çünkü fukahadan bazılarının söylediği
imamlardan nassen rivayet
edilene muhaliftir. Zira farzlardan bazıları diğerlerine takdim
edilmez.
Sünnet olan
vasiyetler de böyledir. Vasiyet eden
hangisini önce söylemişse onunla
başlanır.
Kerhi'nin bu
husustaki kati sözü yukarda geçmişti.
Zekât ve haccın keffaretlere takdim edilmesinin
sebebi de zikrettiğimiz tehdiddir. Bu tehdid keffaretlerin hiçbirinde mevcut değildir.
İtkâni
«fukahadan bazıları» sözü ile Nihâye sahibini kasdetmiştir. Ben derim ki: Haccın
ve zekâtın
keffaretlere takdimi
açıktır. Çünkü yukarda da geçtiği gibi keffâretler vaciptirler. Şu kadar var ki
İtkâm Zeylaî
ve Şarihin yaptığı gibi bizzat, keffaretlerin takdim edileceğini söylemiştir. Bunu
Tahtavî'nin
görüşü üzerine bina etmiş olabilir.
Binaenaleyh tercih sebebi bulunduğu
zaman
keffâretlerin
bazısını diğerlerine takdim etmeğe mani yoktur. Nitekim Nihâye
sahibi böyle yapmış ve
Zeylai de buna uymuştur. işte bununla da
yukardaki itiraz düşer. Düşün.
«Evvela katil keffareti, sonra da yemin ve zihâr keffaretleri yerine
getirir.» Bunların tertip şekilleri
yukarda geçti.
«Sonra oruç
bozma ilh...» Bu, Nihâye'deki «fitre,
icma ve mûstefiz haberlerle vacip olduğundan
oruç yeme keffâretine takdim edilir. Çünkü oruç yeme keffâreti haberü'l-vâhid ile sabittir. Fitre
nezire de takdim edilir, zira fitneyi Allah vacip kılmıştır. O zaman fitre kulun nezrettiğine de takdim
edilir. Nezir
de kurbana takdim edilir. Çünkü kurbanın vacip olmasında ihtilaf olup nezrin yerine
getirilmesinin
vacip oluşunda ihtilaf yoktur.» sözüne muhaliftir.
«Öşür de haracdan önce yerine getirilir». Öşür hem Allah Teâlâ'nın hem de kulların haklarını
kapsadığı için haraca takdim edilmiş olabilir.
Haraç ise yalnız kul hakkı içindir. T.
«Nafile hac sadakadan
efdaldir» Musannıf bu sözü ile vasiyet eden sonra söylese bile nafile haccın
sadakaya
takdim edileceğine işaret eder. Şu kadar var ki: İnâye ve Nihâye'de
denilmiştir ki: içinde
vacip olmayan bir vasiyette önce vasiyet edenin evvel
söylediği yerine getirilir. Mesela nafile haccı,
belirsiz bir köle azadını ve fakirlere sadakayı vasiyet
etmesi gibi... Zâhiri rivayet de budur. Hasen,
Hanefî âlimlerinden, efdal ite başlanacağını rivayet etmiştir; o zaman önce sadaka, sonra hac sonra
da âzâd yerine
getirilir. Hasen'in «önce sadaka, sonra
hacc...» sözü İmam'ın evvelki
görüşüne
mebnidir. İmam
haccın meşakkatini görünce bu
sözünden dönmüştür. Buna göre vasinin infak
etmek istediği
mikdar ile hac etmek daha efdaldir.
«Onun yerine binekli olarak hac edilir» Zira onun yerine yaya olarak hac yapılması gerekmez. O
zaman ona hac farz olan şekilde hac yaptırılması vacip olur. Zeylai.
«Eğer nafakası o şehirde hacca gidip-gelmeye yetmiyorsa
ilh...» Kuhistani'deki de bunun
benzeridir,
şöyle ki: Bedel olarak hacc yapan kişiye verilen para binekli
olarak gitmesine yettiği
halde yürüyerek gitse ve onu kendisine bıraksa
bu vasinin emrine muhalif olur.
Kendisine ayırdığı
miktarı tazmin
eder. Çünkü verilen parayı yerinde sarfetmediğinden sevabı da hasıl
olmamıştır.
«Bir hacı hac yolunda
ölse ilh...» Şarih «başkasının
yerine yapılan hac» bâbında farz olduktan
sonra ertelediği takdirde haccı vasiyet etmek
farzdır. Ama farz olduğu zaman haccetmişse haccın
vasiyeti farz değildir.
«Onun memleketinden ilh...» Çünkü ona farz olan. kendi memleketinden haccetmesi idi. Burada
vasiyet. üzerine farz olan şeyin edası içindir. Zeylaî.
Eğer vasî onun
memteketi dışından hac yaptırırsa zâmin
olur. Ancak orada onun vatanına birgünde
gidip
dönebiliyorsa o zaman zamin olmaz.
Menâsiku's-Sindi'de şöyle denilmiştir: «Memleketi
dışından hac
yaptırılmasını vasiyet etse ister Mekke'ye yakın
olsun ister uzak olsun vasiyet ettiği
şekilde hac yaptırılır.»
Ben derim ki: Zâhir'e göre vasiyet eden bununla günahkar
olur. Çünkü üzerine farz olanı»
terketmiştir.
Kendi memleketinden hac yapılmasına kâfi gelmeyecek
miktarda mal ile yerine hac
yapılmasını
vasiyet etse yine günahkar olur.
«Metinler de
İmam'ın görüşü üzeredir» Sahih olan da budur. Mahbûbî, Nesefî, Sadru'ş-Şeria
ve
diğerleri de
bunu ihtiyar etmişlerdir. Kasım.
«Sen anla» Şârih bu sözü ile istihsanın kıyasa takdim edilme kaidesinden çıkıldığına işaret
etmektedir.
«Vatanı
olmayan bir kimsenin ilh...» Eğer kişinin birkaç vatanı olursa, o zaman
Mekke'ye hangisi
daha yakınsa
oradan hac yaptırılır. Haccını vasiyet etse ve Horasan'da vefat etse, Mekkeli olduğu
takdirde onun
yerine Mekke'den hac yaptırılır. Kıran haccı vasiyet etse o zaman Mekkeli
de olsa
Horasan'dan hac
yaptırılır. Cevhere.
FER'İ BİR
MESELE :
«Malımın üçte
biri ile veya bin dinar ile yerime hac yaptırın» dese ve o para do birkaç hacca yetse,
«bir hacc
yaptırın» diye sarahaten söylediği takdirde sözüne uyulur ve fazlası vârislerine verilir.
Eğer sarahaten söylememişse o zaman bir sene içinde
birkaç kişi -efdal olan da budur- veya her
sene onun
yerine hacc yaptırılır. Sindî.
«Vasiyeti
bâtıl olur». Çünkü malın hepsi ile alınan bir köle malın üçte biri ile
alınan köleden ayrı
olur. Dürer.
Bunun benzeri bundan sonra gelecek meselede
de söylenebilir. T.
M E T İ N
Hasta bir kişi birden fazla vasiyette bulunsa ve sonra
da o hastalıktan iyileşerek
bir kaç sene
yaşasa, daha sonra tekrar hastalansa, şayet
daha önce «eğer bu hastalığımdan ölürsem şunu
vasiyet ediyorum» dememiş ise, vasiyetleri
bakidir. Hâniye'de de aynı şekildedir.
Vasiyet
ettikten sonra delirse: eğer delirmesi
altı ay kadar bir müddet sürerse
vasiyeti batıl olur.
Aksi halde batıl,olmaz.
Vasiyet
ettikten sonra evhamlansa, bunasa ve
bu şekilde ölse yine vasiyeti
batıl otur. Hâniye.
Bir kimse evinin falan kişiye âriyet olarak verilmesini vasiyet etse veya hac mevsiminde veya AIIah
yolunda kendi
yerine bir ay su dağıtılmasını vasiyet
etse Ebû Hanife'nin (r.a.) görüşüne
göre bu
vasiyet batıldır. Hâniye bu; «Şu samanı falan kişinin hayvanına vasiyet ettim» dediğindeki
vasiyetinin batıl olmasına benzer.. Ama «Bu samanı falan kişinin hayvanlarına
yedirin» derse caiz
olur.
Falan kişinin atına her ay şu kadar infak edilmesi vasiyet etse caizdir. O vasiyet
hayvanın satılması
ile batıl
olur.
Bir adamın,
evinde oturmasını vasiyet etse o evden başka malı olmasa bile vasiyeti caizdir ve musa
leh hayatta
olduğu sürece o evde oturabilir. Vârisin
evin üçte ikilik kısmını satma hakkı yoktur. Ebû
Yusufa göre
ise satabilir. Musa lehu o evi
vârislerle paylaşabildiği gibi vasiyet için olan sülüsü ifrâz
da edebilir. Hâniye.
Pamuğu bir kişiye
çekirdeğini başka birine, muayyen bir koyunun etini bir kişiye derisini de başka
birine, başaktaki buğdayı bir kişiye samanını da başka birisine vasiyet etse her iki kişiye yapılan
vasiyet de caizdir. Bu durumda kendilerine
vasiyet edilen her iki kişi.
buğdayı harmanlar ve koyunu
yüzer.
Malının üçte.
birini Mescidü'l-Aksa'ya vasiyet
etse bu caizdir ve mescidin tamirinde,
aydınlatmasında ve benzeri şeylerde
kullanılabilir.
Fakihler şöyle
demişlerdir: «Bu, mescide vakfedilenden mescidin kandil ve lambalarına
sarfedilmesinin cevazı ifade ettiği gibi, vakfın geliri ile, messcitte yakmak için yağ ve gaz almanın
ve Ramazan
ayında yakılan kandillere sarfedilmesinin
de cevazını ifade etmektedir. Haniye.
Müctebâ'da
şöyle denilmiştir: Bir kimsenin malının üçte birini Kabe'. ye vasiyet
etmesi caizdir ve
vasiyet edilen şey başkasına değil Kabe fakirlerine sarfedilir.
Mescid Kâbe'ye
ve mescidi Aksa'ya vasiyet edilenin hükmü de aynıdır. Kûfe
fakirlerine vasiyet
edilen şeyin
onlardan başkasına sarfedilmesi caizdir.
Hâniye'de denilmiştir ki: Bir kölenin mescidde hizmet etmesini ve ezan okunmasını vasiyet caizdir.
Kölenin
kazandığı da vasiyet edenin varisinin olur.
Malının üçte
birini hayır işlerinde
kullanılmak üzere vasiyet etse bu mal
hapishane inşaasında
kullanılmaz. Çünkü hapishane yaptırmak Sultanın
görevidir.
İ Z A H
«Ve bunasa ilh...» Hâniye'nin ibaresi ise şöyledir: «Bunasa ve bir müddet bu şekilde kalsa,
bundan
sonra da ölse İmam Muhammed'e göre vasiyeti
batıldır.» Delirme meselesinde itibar edilen
müddete burada
da itibar edilir mi? Zâhir olan itibar edileceğidir. Zira ikisi arasında bir fark yoktur.
Ve «zaman» kelimesi
nekire olarak zikredildiğinde altı aydır. Düşün.
«Ebû
Hanife'nin (r.a.) görüşüne göre ilh...»
Şârihin burada yalnız
Ebû Hanife'nin görüşünü alması
O'na itimad
ettiğine delalet eder. T.
Zahîriye'de
denilmiştir ki: Birisi «malımın üçte birini Allah için vasiyet ettim» dese Ebû Hanife'ye
göre vasiyeti batıldır. İmam Muhammed ise bunun caiz
olup, hayır işlerinde sarfedileceğini
söylemiştir. Fetva da buna göre verilir.
«Vasiyetinin
batıl olması gibi ilh...» Zira vasinin
kasdına değil de sözüne bakıldığında, hayvanlar
mülkiyete ehil
değildirler. Mirac'daki ifade de buna benzer. Orada şöyle denilmiştir: «Mescidi
Haram
mülkiyete ehil
değildir. Ancak «Mescidi Haram'a infak edilsin» derse caiz olur. Çünkü «infak»
sözünü
zikretmek, Mescidi Haram'ın maslahatlarına sarfedilmek
üzere kesin bir ifade ile vasiyet
etmek gibi
olur. İmam Muhammed'e göre ise Mescidi-Haram'a
birşey vasiyet etmek sahihtir ve
vasiyet edenin sözünü tashih için Mescidi Haram'ın maslahatlarına sarfedilir.
«Caizdir
ilh...» Ve o vasiyet at sahibine yapılmış olur. Haniye.
Ben derim ki: Haniye'nin bu ifadesi ile İtkânî'nin «bir kimse malının üçte birini
filan kişinin binek
atının
karnındakine infak edilmek üzere vasiyet etse. binek sahibi kabul ettiği takdirde caiz olur»
sözünden
anlaşılmaktadır ki; hayvan
sahibi vasiyet edilen şeyi
bineğin karnındakinin
maslahatlarına sarfedebilir. Ayrıca onun,
kendilerine vasiyetin sahih olduğu
kimselerden olması
şarttır. Ve
vasiyet reddi veya vasiden evvel ölmesi ile batıl olur. Düşün.
«O hayvanın satılması ile bâtıl olur» ölümü
ile de batıl olur. Hâniye. Zâhir olan,
bunun geçen her iki
meseleye de
râci olmasıdır. Bunun delili şudur: o vasiyet, sahibi için olsa bile mana itibariyle
hayvanın sahibinin mülkiyetinde olmasına
bağlıdır. Düşün.
Bir de ben
Velvâliciye'de «at satıldığı zaman
vasiyet batıl olur» sözünden sonra aynen şöyle
denildiğini
gördüm : Çünkü bu vasiyet at sahibine yapılan vasiyettir. Bu şu meseleye benzer. Birisi
«Vallahi falan kişinin kölesi ile
konuşmayacağım veya falan kişinin bineğine binmeyeceğim» dese
kölenin veya hayvanın
satılması ile yemin batıl olur. Zira
yemin izafe edildiği şeyin yok
olması ile
batıl olur.
Çünkü köle ile konuşmayacağım ve hayvana binmeyeceğim sözleri köle ve
hayvan için
değil belki sahipleri içindir. Nitekim fukaha
da bunu yemin bahsinde ele almışlardır.
O halde bu
meselede de izafe mevcut olduğu müddetçe vasiyet
bakidir. İzafenin ortadan kalkması ile vasiyet
de batıl olur.
Şu kadar varki bu feri meseleden hemen önce şöyle denilmiştir: «Birisi
falan kişinin
kölesine her ûy
on dirhem infak edilmek üzere vasiyet
etse, vasiyet caizdir ve vasiyet
kölenin
satılması veya
azadı halinde yine onundur.
«Ebu Yusuf ile
Zâhiriye'nin ibaresi de şöyledir: İmam
Muhammed demişlerdir ki, o vasiyet köle
içindir. Köle
satılsa veya âzâd edilse bile yine
kölenindir. Efendisi köleye yapılan vasiyeti birisine
sulh bedeli olarak
verse, köle de buna icazet verse caizdir. Azâd edildikten sonra icazet verse
icâzeti
batıldır. Bunu ve yukarda takdim ettiğimiz «Vârisin
kölesine yapılan vasiyet caiz değildir.»
sözünü düşün.
Çünkü o vasiyet hakikatte varis içindir.
«O evde
oturabilir» Yani bir süre varisle
nöbetleşerek oturur. «Vârisin, evin üçte ikilik kısmını
«alma
hakkı yoktur.»
Zira Musa lehin, başka bir malın ortaya çıkması veya elindeki kısmın harap olması ile
evin tamamında
oturma hakkı sabittir. O zaman
elindeki kısmın harap olması ile varise geri kalan
kısımda ortak olur.
«O evi
varislerle paylaşabilir.» Yani musa
leh taksimi mümkün ise evin kendisini müştemilatı ile
taksim hakkına sahiptir. Bu taksim nöbetleşe
oturmaktan daha âdildir. Zira musa leh ile varis
arasında hem zaman hem de zât itibarı ile
eşitlik mevcuttur. Nitekim Hidâye'de de böyledir. Bu
mesele «hizmet ve oturma ile vasiyet» bâbında gelecektir.
«O zaman kendilerine vasiyet eden her İki kişi buğdayı
harmanlar ve koyunu yüzer» Şarihin burada.
tesniye elifi
ile «buğdayı harmanlarlar ve koyunu yüzerler» demesi gerekirdi. H.
Ben derim ki: Şârihin Zahiriye'de olduğu gibi «pamuğu da atarlar» sözünü eklemesi gerekirdi.
Çünkü maksat
vasiyet edilen iki şeyi birbirinden ayırmaktır. Ama susamın yağını bir kişiye
küspesini de başka birine,
sütteki kaymağı bir kişiye ayranı da başka birine vasiyet
etmesi böyle
değildir. O
zaman masraf, yağ ve kaymak sahibine ait olur. Çünkü maksat sadece susamdan ve
sütten yağ çıkarmaktır. Bununla da diğer
ortağın hissesi değişir. O halde onun çıkarılması. ona ait
olur.
Eğer vasiyet edilen koyun canlı ise, kesme ücreti
yalnız eti vasiyet edilen kimseye
aittir. Çünkü
kesim deri için değil et için olur. Velvâliciye'de de böyle denilmiştir.
«Ramazan
ayında ilh...» Ramazan ayını tahsis
etmesi aydınlatma Ramazan'da daha
fazla olduğu
için olabilir. Yoksa Ramazan dışındaki aylar da Ramazan gibidir.
Bu, ihtiyaç miktarı ile kayıtlanır
mı? Buna
bakılsın. Ayrıca ben Bezzâziye'de
gördüm ki: Eğer «malımın üçte biri Allah yolunadır»
dese, o mal savaş için sarfedilir. Eğer ondan yolda kalmış bir hacıya verseler yine
caiz olur.
Nevâzil'de şöyle denilmiştir: «Mescid için
vasiyet edilen şeyin mescidin lambasına
sarfedilmesi
caizdir. Ancak
bu Ramazan'da da diğer aylarda da
sadece bir lambaya sarfedilir. İşte bu
ifade ile
ihtiyaç miktarı tayin edilir. T.
«Kâbe fakirlerine sarfedilir.» Vetvaliciye ve
diğer kitaplarda ise «Mekke fakirlerine
denilmiştir.»
«Mescid-i
Nebevî'ye ve mescid-i Aksa'ya vasiyet
edilenin hükmü de aynıdır.» Ben derim
ki:
Müctebâ'dan
naklen, Minah'ta yer alan ifade: «Ve Beytü'l-Makdes'e» şeklindedir. Bu meselenin
özeti şudur:
Mescide vasiyet hususunda iki görüş
vardır: Bir görüşde sahih olmadığına,
diğerinde
sahih olduğuna
hükmedilmiştir: Nitekim Zimminin vasiyetleri faslından hemen
önce bunun tafsilatı
gelecektir.
Mescide
yapılan vasiyeti sahih kabul eden görüşe göre vasiyet
edilen şey mescidin menfaatlerine
mi yoksa etrafındaki fakirlere midir? İmam
Muhammed birincisi ile hükmetmiştir. Fukahanın
sözlerinde şarih gibi görünende budur. İkincisine gelince; Müçteba'da bunun
sahih olmadığı açıkça
ifade edilmiştir. Buna hükmedenler de İmam Azam ile Ebû Yusuf'tur. Şu kadar var ki «Mescide sarf
edilmek üzere malımı
infak ettim» dese fukahanın
ittifakı ile bu caizdir.
İmam Muhammed
mescide yapılan vasiyeti kayıtsız şartsız caiz görmüştür. Çünkü onu, vasiyet
eden kişinin bizzat mescidi değil, mescidin maslahatlarını irade ettiğine hamletmiştir. Böylece
vasiyet eden kişinin sözü sahih kabul
edilmiş olur. Zira Vasiyet eden kişi mescidi ister
belirtsin
İster belirtmesin
mescid malik olamaz.
İleride geleceği gibi, Bahr sahibi de bununla fetva vermiştir.
Beytü'l-Makdis'e gelince, onun hükmü mescidi
Nebevininkinden ayrı olduğu zannedilmesin. Hatta
bezzâziye
sahibi metindeki hükmü İmam Muhammed'e
isnad etmiştir. Anla.
Mescide
yapılan vasiyetin Ezher'deki gibi mescidin etrafındaki fakirlere
yapılmış olduğu şeklinde
fetva verilmesi
gerekir. Sâihanî de bu meseleyi böyle
tahrir etmıştir. Vehbâniye şerhmde
olana bak.
«Onlardan başkasına sarfedilmesi caizdir.» Hulasâ'da şöyle denilmiştir:
«Kûfe fakirlerine vasiyet
edilirse, efdal olan, onlara sarfedilmesidir. Ama
onların dışındakilere verilirse yine
caizdir. Bu Ebû
Yusufun görüşü
olup, bununla fetva verilir.»
Ben derim ki: Ebû Yusuf'un görüşü, fukâhanın nezirde zamanın mekanın dirhemin ve fakirin nazarı
itibara alınmaması hükmüne uygundur.
«Vasiyet
edenin varîsinin olur.» Çünkü, kölenin
rakabesi onun mülkündedir. Vetvâliciye.
Ama o
kölenin nafakası mescidin
vakfiyesinden mi verilir? Zeyd'e
hizmet etmek üzere vasiyet edilen
kölenin nafakasının Zeyd'e ait olması gibi... Bu hususu ben görmedim.
«Hayır
işlerinde kullanılmak üzere ilh...» Zahiriye'de denilmiştir ki: Temlik
olmayan herhangi bir
vasiyet hayır işlerindendir. Hatta onu vakfın
tamirine ve mescidin lambasına sarfetmek caizdir,
mescidin süslenmesine
sarfetmek ise caiz değildir. Çünkü bu israftır.
M E T İ N
Bir kimse, ölümünden sonra halka üç gün yemek verilmesini vasiyet
etse, vasiyeti batıldır. Ebu
Bekr
el-Belhî'den naklen Hâniye'de böyle denilmiştir. Yine Haniye'de Ebu Cafer'den naklen ise
şöyle denilmektedir:
ölümünden
sonra taziyede bulunanlara yemek verilmesini vasiyet etse, bu vasiyet malının üçte
birinde
caizdir. Bu yemek, taziye için uzun müddet kalanlara ve uzun mesafeden gelenlere
helâl
olur. Uzun
zaman kalmayan ve uzun mesafeden gelmeyenlere ise
helal değildir. Yapılan yemek
artarsa bakılır, eğer çok artmışsa tazmin
edilir, değilse edilmez.
Ben derim ki: Musannıf birinci görüşü üç gün kaydı ile ağıtçı kadınların toplanıp yedikleri yemeğe
hamletmiştir.
Bu takdirde o vasiyet, ağıtçı kadınlara yapılan vasiyet
olur ki bu da batıldır. İkinci
görüşü de
bunların dışındakilere yapılan vasiyete hamletmiştir.
FER'İ BİR
MESELE:
Bir kimse cenaze namazını
falan kişinin kıldırmasını veya
ölümünden sonra başka bir yere
taşınmasını
yada şöyle bir kumaş ile kefenlenmesini
veya kabrimin sıvanmasını veya kabri
üstünde
bir kubbe
yapılmasını veya kabri yanında Kur'an
okuyana muayyen bir şey verilmesini vasiyet etse
bu vasiyetlerin hepsi batıldır. Siraciye. Biz bu ferî meseleyi ileride tahkik edeceğiz.
Malının üçte
birini (cihet belirtmeden) Allah için
vasiyet etse batıldır. İmam Muhmmed ise bunun
caiz olup
hayır yollarına sarfedileceğini söylemiştir.
«Falan kişiye
bin dirhem vasiyet ettim ve bu da
malımın onda biridir» dese musa lehe
sadece bin
dirhem
verilir.
«Bu cüzdandaki
paranın hepsini falan kişiye vasiyet ettim ve bu da bin dirhemdir» dese ve içinden
ikibin dirhem
gümüş, altın paralar ve mücevherler çıksa, eğer bunlar malının üçte birinden çıkarsa
hepsi musalehindir. Mûcteba.
Alacaklı olduğu kişiye, «öldüğüm zaman, senden olan alacaklarımdan
berisin» dese, vasiyeti
sahihtir. Ama
«ölürsen benim borçlarımdan verirsin»
dese beri olmaz. Çünkü bunda muhatara
vardır.
Birisi hastalara birşey
vasiyet ederse deli de o vasiyete dahil olur. Ulemaya
yapılan vasiyetlere
Harezm beldelerindeki kelâm
âlimleri de dahildir. Bizim memleketimizdekiler ise dahil
olmazlar.
Akıllı kimselere vasiyet etse vasiyeti zâhid olan âlimlere sarfedilir.
Çünkü hâkikatte akıllı olanlar
ancak onlardır. Dikkat et. Vasiyet edilen nesne vasiyet edenin veya varislerinin elinde
vedia gibidir.
Sirâc.
İ Z A H
«Vasiyet
batıldır» Câmiu'l-Fetâvâ'da denildiği gibi,
esah olan bu vasiyetin batıl olmasıdır.
«Uzun müddet
kalanlara ve uzun mesafeden gelenlere helâl olur.»
Bu konuda
zengin ve fakir birdir. Hâniye, Mesâfenin uzunluğundan maksat evlerinde
geceleyememeleridir. Zahiriye. Yani evlerine aynı gün dönmek istedikleri takdirde evlerinde
geceleme imkanları olmamasıdır.
«Tazmin edilir
ilh...» Zahir olan bunun, vasiyet edenîn malum bir
miktar takdir etmediği zaman
böyle olduğudur.
«Musannıf
birinci görüşü... hamletmiştir.» Yani metindeki, vasiyetin batıl olmasını.
«Üç gün kaydı
ile ilh...» Musannıfın ibaresi ve Ebû
Bekr el-Belhi'den naklen zikrettiği ifade «üç gün»
ile
kayıtlıdır. Üçüncü günde ağıtçı kadınlar
toplanırlar. O zaman da yemek
verilme vasiyeti, onlara
yapılmış olur ki bu da batıldır. Zâhir olan bunun onların örflerinde böyle olduğudur.
Musannıf sanki
bunu
Ebu'l-Kasım'dan naklen Haniye'deki şu
ibareden almıştır. «Musîbete uğrayanlara başlangıçta
yemek götürmek
mekruh değildir. Çünkü onlar ölünün techizi ve benzeri şeylerle
meşguldürler.
Ama onlara üçüncü
gün yemek götürmek müstehap
değildir. Çünkü üçüncü gün ağıtçı kadınlar
toplanırlar. o
zaman da onlara yemek vermek mesiyete
yardım etmek olur.»
Ben derim ki: Sâihâni yemek verilme vasiyetinin batıl oluşunu şöyle gerekçelendirmiştir: O,
insanlara
yapılmış bir vasiyettir. İnsanlar ise sayılamazlar.
Bu «Müslümanlara vasiyet ettim» dediği
zaman vasiyetinin batıl olmasına benzer.. Çünkü bu şekildeki vasiyetin
lafzında ihtiyaca delalet
edecek birşey yoktur.
O zaman bu vasiyet meçhula temlik olur ki
bu da sahih değildir.
«İkinci görüşü
de ilh...» ki bu, vasiyetin
cevazına hükmeden görüştür.
Ben derim ki: Esah olanın, ancak birinci görüş
olduğunu yukarda belirttik. Bunun zâhiri o vasiyetin
mutlak olarak batıl olmasıdır.
Fethu'l-Kadir'in cenazeler bahsinin sonundaki ifade de bunu teyid eder. Zira orada
denilmiştir ki:
«Ölünün
yakınlarının ziyafet vermeleri
mekruhtur. Çünkü ziyafet kötü zamanlarda değil
sevinçli
zamanlarda meşrudur. O halde böyle bir ziyafet çirkin bir
bidattır. İmam Ahmed, Cerir bin
Abdullah'ın
şöyle dediğini nakleder: Biz ölünün yakınları ile toplanmayı ve
onların yemek
yapmalarını ağıt sayardık.»
Ölünün
komşularının ve uzak akrabalarının, onun
yakınlarına bir gün ve bir gece doyacakları
miktarda yemek
hazırlamaları müstehaptır. Zira Peygamber (s.a.v.) «Cafer'in ailesine yemek
yapın
çünkü onlar meşgul
eden bir musibet gelmiştir» demiştir. Bu hadisi Tirmizi
hasen. Hâkim ise sahih
kabul
etmiştir.
«Bir kimse cenaze namazını
falan kişinin kıldırmasını vasiyet
etse ilh...» Bu vasiyetin batıl
olmasının sebebi şu olabilir: Böyle bir vasiyet velinin cenaze namazını kıldırma hakkını iptal
etmektedir.
«... Veya şöyle bir kumaş ile kefenlenmeyi vasiyet etse ilh...» Musannıfın «Mümeyyiz
çocuğun
vasiyeti techizi dışında caiz değildir.»
sözü üzerine söylediklerimize bak.
«Biz bu ferî
meseleyi ileride tahkik edeceğiz» Yani «bir kölenin hizmeti ile vasiyet» faslından hemen
önce bu konuyu
ele alacağız. Şöyle ki;
muhtar olan; kabirlerin sıvanmasının ve kabirlerin yanında
Kur'an
okunmasının mekruh olmadığıdır. O halde bu husustaki vasiyetin batıl olmasına hükmetmek
bunların
mekruh olmalarının hükmüne mebnidir. Bu husustaki tafsilat ileride gelecektir.
«İmam Muhammed
ise caiz olup, hayır yollarına sarfedileceğini
söylemiştir.»
Yukarda müftabih
olan görüşün
İmam Muhammed'in görüşü olduğunu
Zahiriye'den naklen beyan ettik. Çünkü herşey
Allah için olsa bile, bundan murad Allah'ın zatı için sadakadır.
Zira durum onun sözünün tashihine
karinedir.
«Falan kişiye
bin dirhem vasiyet ettim dese ilh...» «Malımın
üçte birini vasiyet ettim, o da bindir»
dese vasiyet
edilen kişiye, neye varırsa varsın
malın üçte biri verilir. Çünkü onun «o
da bindir»
sözüne ihtiyaç yoktur.
Velvâliciye.
«Şu evdeki
hissemi Vasiyet ettim, o da üçte
biridir» dese ve evin yarısının ona ait olduğu meydana
çıksa evin yarısı
musa lehindir. «şu evde olanın hepsini vasiyet ettim, o da
bir ölçek yemektir» dese
ve orada daha
fazla olduğu anlaşılsa hepsi musalehindir. «Bir ölçek buğday veya
arpa» dese ve
söylediğinden fazla çıksa yine hepsi musâ lehindir.
Bu konunun özeti şudur: İşaret ile birşey
vasiyet etse ve sonra onu sözle takdir etse ister takdir ettiği meblağa
uygun olsun ister olmasın
vasiyeti sahihtir. Bu vasiyetin sıhhati şöyle gerekçelendirilmiştir: Vasiyet eden ikişi icap ve temliki
mutlak olarak üçte bire ve cüzdandaki paranın hepsine izafe etmiştir. O
zaman izafesi sahihtir.
Ancak hesapta yanılmıştır.
Bu yanılması da icâba mani değildir. Ama
satım bunun aksinedir, çünkü
bu durum
satımda sahih değildir. Mebi ancak bilinen bir meblağ olduğu takdirde,
satış o miktarda
gerçekleşir. Bu meselenin tamamı Vehbaniye
şerhindedir. Oraya müracaat et.
«Vasiyeti
sahihtir.» Zira Kınye'de denildiği gibi vasiyeti şarta bağlamak caizdir. Benim Kınye'de
gördüğüm şöyledir: «O
söz, vasiyet olarak sahihtir. Yani o söz ibra değil. vasiyettir. Çünkü onu
kendi ölümüne
bağlamıştır.»
«Eğer ölürsen ilh...» Bu söz Kınye'nin muhtasarında,
bazı kitaplara isnad edilmiştir. Sonra
orada şu
da zikredilmiştir: «Sen
ölürsen bana olan borcundan berisin» şeklinde
olursa, lâyık olan o borçtan
kurtulmuş
olmamasıdır. Kınye sahibi bunu Fusûl
ve diğer kitaplardan almıştır. Şöyle
ki: Birisi
borçlusuna «eğer
ölürsen bana olan borçlarından birisin» dese sahih olmaz. Çünkü bu vasiyeti
sonu belli
olmayan bir şeye bağlamadır. Yani ibranın gelecekteki bir şeye bağlanması sahih
değildir.
Yukarda da geçtiği gibi vasiyet bunun
aksinedir. Burada tehlikeden murad
vukuun
beklenen. malum bir şeye bağlamaktır. ölüm ve «yarın»ın
gelmesi gibi vukuu gerekli olan bir şey
olsa bile aynıdır.
Musannıf
bununla, ibrayı olacak bir şeye bağlama meselesini dışta bırakmıştır. Mesela borçlusuna
«Eğer senden alacağım varsa seni ondan beri ettim»
dese sahihtir. Nitekim bunun tamamı hibe
kitabının
sonunda geçmiştir. Oraya müracaat et.
«Harezm beldelerindeki ilh...» Şom ve Mısır bölgelerindekiler
de aynıdır. Salhânî. Çünkü
Harezm'deki kelâm âlimleri
şüpheli şeylere uymayıp,
onları öğrenirler ve inanılması vacip
olan
şeyleri de
bilirler. Diğer beldelerdeki kelâm âlimleri
ise filozofların müslümanların itikadlarını
karıştıracak şüphelerini zikreder ve kimseyi onlardan uzaklaşmaya teşvik etmedikleri gibi onları red
de etmezler. Şüphesiz onlar bu özellikleri taşıdıkları zaman hem delalettedirler
hem de delalete
sevkederler.
Onların ilmi ilâhiden de hiçbir payları yoktur. T.
«Dikkat et» Nüshalarda aynen böyledir. Ama bunun doğrusu «Kınye»dir.
Zira Minah'ta da belirtildiği
gibi bu Kınye'nin ibaresidir. Böyle olmazsa bunun Sirâc'ın ibaresi olduğu zannedilir.
T.
«Vedia gibidir. » O zaman
vasiyet edenin veya varisinin elinde teaddi olmadan helak olursa onlara
tazmin
ettirilmez. Ama eğer bunlar tarafından helâk
edilirse, eğer vasiyet eden helak etmişse bu
vasiyetinden rücû olur. Vâris musa lehin kabulünden evvel veya sonra istihlak etmişse o zaman
varis onu
tazmin eder. T.
Sirâc'ın ibaresi ise,
Minah'ta metindeki «vasiyetin kabulü ancak vasiyet edenin
ölümünden sonra
sahihtir.»
sözünün şerhinde zikredilmiştir. Oraya müracaat et. Allah en iyisini bilendir.
M E T İ N
Bir kimse malının üçte birini Zeyd'e yine üçte birini
de başka birine vasiyet etse ve varisler buna
icazet
vermeseler malının üçte biri her ikisine
de yarı yarıya verilir. Bunda ittifak vardır.
Eğer malının üçte
birini Zeyd'e altıda birini de başka
birine vasiyet ederse üçte bir herikisi
arasında
üçe bölünerek, ikili birli taksim edilir.
Şayet bir kişiye
malının hepsini, başka
birine de üçte birini vasiyet etse ve varisler bu vasiyete
icâzet
vermeseler malın üçte biri ikisi arasında
yarı yarıya taksim edilir. Zira terikenin üçtebirinden
fazla olan
vasiyet, icazet verilmediği takdirde batıl
olur. O zaman sanki üçte birini herbirine vasiyet
etmiş gibi
olur, ve bu üçtebir aralarında yarı yarıya taksim edilir. İmameyn
ise dörde bölünerek
taksim edileceğini söylemişlerdir. Zira batıl olan, üçtebirden fazlasıdır. Bu
durumda malın hepsi
üçte iki ile çarpılır
ki bu da dört eder. Bu dört de malın
üçte biri kabul edilir.
Ebû Hanife'ye
göre Musa leh üçte birden fazlasını,
malın tamamı ile çarpamaz.
Burada çarpmadan
murad hesapçılar orasında istilah olan çarpmadır.
Buna göre Ebû Hanife'ye
göre vasiyeti'n payları ikidir. Her bir yarı ile
çarpılınca, bir bölü altı elde edilir. O zaman da musa
lehlerin
herbirine altıda bir düşer.
İmameyne göre
ise yukarda takdim ettiğimiz gibi vasiyetin payları
dörttür.
Ancak musa leh üç meselede, malın tamamını bir
bölü üçten fazlası ile çarpabilir.
Bu meseleler: Muhabat, siayet ve derâhim-i
mürseledir. Derâhimi mürsele: Üçte bir,
yarım ve
benzerleri ile kayıtlı olmayan dirhemlerdir. Şu
şekiller bunların örnekleridir: Birisine bin dirhem
vasiyet etse veya bin dirheme satılacak bir köle için muhâbât yapsa (Kölenin daha ucuza
satılmasını vasiyet
etse) veya kıymetini bin dirhem olan
bir kölenin âzadını vasiyet etse ve bu
da
malının üçte ikisi
olsa, başka birine de malının
üçte birini vasiyet etse ve bu vasiyete icâzet
verilmese, o
zaman terikenin üçte biri icma ile
aralarında üçe bölünerek taksim edilir.
Oğlunun
hissesi kadarını birisine vasiyet
etse, ister oğlu olsun ister olmasın vasiyet
sahihtir. Ama
oğlunun
hissesini vasiyet ederse, oğlu varsa sahih
olmaz, yoksa o vasiyet sahihtir.
İnaye ve
Cevhere.
Tekmile şerhinde de şu ilave edilmiştir: Bu durumda,
sanki oğlu olduğu takdirde vasiyet etmiş gibi
olur.
Müctebâ'da
şöyle denilmiştir: «Oğlu olduğu
takdirde, bir oğul hissesi kadarı ile
vasiyet ederse o
zaman musa lehe malının yarısı verilir.»
Musannıf
Sirâc'tan Müctebâ'daki görüşe muhalif olan« nakletmiştir. Dikkat et.
Birinci şekilde vasiyeti
iki oğlu olduğu takdirde yaparsa ona
üçtebir verilir.
Mûsî'nin bir
oğlu olur da bu fazlalığa icâzet verirse o zaman kendisine malın yarısı verilir. Bu
meselelerde kızlar da oğullar gibidir.
Bunda asıl kâide şudur: Mûsî vârislerin bazılarının hisseleri kadarını vasiyet ettiğinde, vasiyet ettiği
meblağ kadarı varislerin hisselerine eklenir. Müctebâ.
Malından bir
parçasını veya bir hisseyi vasiyet
etse o zaman onu beyan etmek varislere aittir.
Varislere «musa lehe
dilediğinizi verin» denilir. Sonra,
cüz ile hisse arasını eşitlemek bizim
örfümüze göredir.
Rivayetin aslı ise bunun hilâfınadır.
İ Z A H
«İcâzet
vermeseler ilh...» Yani vârisler her iki vasiyete de icâzet vermezlerse... Şayet icâzet
verirlerse,
onun hükmü zaten açıktır.
«Üçte bir her
ikisi arasında üçe bölünerek
İlh...» Yani ikisi vasiyet edileni
aralarında haklarına göre
taksim ederler. Altıda
bir vasiyet edilene bir pay. üçtebir vasiyet
edilene de iki pay verilir. Çünkü
bunlardan her
biri o payı sahih bir sebeple haketmiştir.
Bunun özeti
şudur: Vasiyetlerden herbiri
üçtebirden fazla olmadığı takdirde.
yani meselâ üçtebiri
birisine, altıdabiri başka birine dörtte biri de üçüncü
bir kişiye vasiyet etse ve varisler
bu vasiyete
icâzet
vermeseler o zaman vasiyet bir bölü
üçle çarpılır. Hak ediş sebebinde eşit olmadıkları
takdirde bu
üçtebir fukahanın ittifakı ile aralarında eşit olarak taksim edilmez. Metindeki birinci
meselede böyledir.
Bu bahsin tamamı Tatarhâniye'dedir.
«... Ve vârisler
bu vasiyete icâzet vermeseler ilh...» icâzet
verirlerse malın hepsi dörde bölünür, üçü
malın tamamı
vasiyet edilen kişiye biri de üçtebiri vasiyet edilene verilir. Ama bu hususta İmam'dan
kesin bir ifade gelmemiştir. Ebû Yusuf şöyle
demiştir: «İmam'ın kavline kıyas
edilirse o zaman
münazaa yoluyla altı bir hesabıyla taksim edilir. Zira
malın üçte ikisi malın tamamı kendisine
vasiyet edilenindir. O zaman aralarındaki niza
malın üçtebirinde olur. Bu durumda da üçtebir ikiye
bölünür, yarısı olan altıdabir üçte birin sahibine,
geri kalan da diğerine verilir.
Hasen demiştir
ki: «Bu şekildeki
taksim hoş olmayan bir tahriçdir. Zira üçtebir vasiyet edilenin payı,
varisler
icazet verseler de vermeselerde aynı
oluyor ki bu da altıda birdir. O zaman sahih olan,
münazaa yoluyla dörde taksim edilmesidir. Bu da
şöyle olur: evvela üçte bir olan onikide dört
aralarında yarı
yarıya taksim edilir, çünkü varislerin
icâzetlerinin üçte birlik miktarda tesiri yoktur.
Bu durumda
geriye onikide sekiz pay eder, üçte iki
kalır. Bu üçte ikiyi kendisine malın
tümü vasiyet
edilen iddia eder. Sekizden
iki payı da üçte bire tamamlamak için kendisine üçtebir vasiyet edilen
iddia eder. O zaman sekizden
altı pay kendisine malın tamamı vasiyet edilene teslim edilir. Geri
kalan iki payda
da yarı yarıya münazaa ederler.
Böylece üç pay sülüs sahibinin, geri
kalan da
diğerinin
olur. Hakâik ve diğer kitaplarda da böyle
denilmiştir. Kuhistâni.
Ben derim ki: İmameyn'in görüşüne göre, icâzet verilmesi hali ile icâzet verilmemesi
halinde üçte
bir sahibinln
payının aynı olması gerekir.
«Zîra
üçtebirden fazla olan vasiyete ilh...»
Şârih bu sözü ile musannıfın «Eğer
bir kişiye malının
hepsini
vasiyet ederse» sözünün bir kayıt olmadığına ve burada maksadın. onlardan birine üçte
birden
fazlasının vasiyet edilmesi olduğuna işaret
etmiştir.
İşte bundan
dolayı Mültekâ'da «Eğer birine sülüsü,
diğerine üçte ikisini veya
yarısını yada tümünü
vasiyet etse : İmam'a göre üçte bir.
oralarında yarı yarıya taksim edilir. İmameyn'e göre ise
birincisinde üçe
taksim edilir. İkincisinde ise beşte üçü malın yarısını vasiyet
ettiği kişiye ikisi de
üçte birini
vasiyet ettiği kişiye verilir.
Üçüncüde de mal dörde taksim edilir, üçü malın tamamını
vasiyet ettiği kişiye biri de üçtebir sahibine verilir» sözüyle tabir edilmiştir.
Demek ki hüküm, İmam'a göre üçtebirde fazla vasiyetin bütün şekillerinde aynıdır ki bu da
aralarında yarı
yarıya taksım edilmesidir.
Bu meselelerin bina edildiği asıl kaide musannıfın
«musa leh sülüsten fazla olan vasiyet çarpmaz»
sözüdür.
«Bâtıl olur.»
Burada batıl olmadan murad, vasiyetin
aslından batıl olması değildir. Böyle
olsa
vasiyetten hiçbirşey hak edilmez. Burada batıl olmadan murad sadece üçtebirden
fazlasının batıl
olmasıdır.
Bunun açıklaması şöyledir: Vasiyet eden iki şey kasdedilmiştir: Bunlardan biri
üçtebirden
fazlasını varislere yüklemesi, ikincisi de vasiyet ehlinden bazılarını diğer bazılarına
tercih etmesidir.
Bu ikinci husus birincinin zımnında sabit olur. Birinci husus. varislerin hakkı
olmasından ve
onların da icâzet vermemelerinden dolayı
batıl olunca, onun zımnindaki ikinci husus
da batıl olur.
O zaman vasiyet eden sanki bunlardan her birine
üçtebir vasiyet etmiş gibi olur. Bu
durumda da
üçte bir aralarında yarı yarıya taksim edilir. Her ikisine de
hakikaten üçtebir vasiyet
etmesi halindeki gibi olur. İnâye'den kahta.
«İmameyn ise
dörde bölünerek taksim edileceğini söylemişlerdir.» Yani üçtebir olan mal aralarında
dörde
bölünerek taksim edilir üçüncü malın tamamı vasiyet edilene, biri de üçtebiri vasiyet edilene
verilir.
«Çünkü bâtıl
olan üçtebirden fazlasıdır» Yani batıl olan, vasiyet edenin kasdettiği
iki şeyden biridir,
ki bu da
varislere sülüsten fazlasını yüklemesidir. Çünkü bu, vârislerin hakkından dolayı bâtıl olur.
Vasiyet
edenin, vasilerden birini diğerine
tercih etmesi olan diğer meseleye ise mani yoktur. O
zaman malın tamamı
vasiyet edilene üçtebir vasiyet
edilenin üç misli verilir. Şöyle ki, mal dörde
taksim edilir, üçü malın tamamı vasiyet edilen kimseye. biri de diğerine verilir.
«O zaman malın hepsi iki bölü üçle çarpılır»
Doğrusu bazı nüshalarda olduğu gibi
bir bölü üçle
denilmesiydi.
Yani her birinin payı malın üçte biri ile
çarpılır.
Şöyle
ki: Kendisine malın hepsi
vasiyet edilen kişinin payı bir bölü üçle diğerinin payı olan hisse de yine bir bölü
üçle çarpılır ve
dört hisse
olur ki bu da malın üçte biridir, birinciye üçte birin dörtte üçü
ikinciye de üçte birin dörtte
biri verilir.
Bu bahis ileride izah edilecektir. Burada sahih olan İmam'ın
görüşüdür. Allame Kasım »e
Dürrül-Mülteka'nın Muzmerât ve diğer kitaplardan
sahih olduğunu naklettikleri de
böyledir.
«Burada çarpmadan murad hesapçılar arasında ıstılah
akın çarpmadır.» Burda da çarpılan
sayılardan
birinin elde edilecek sayıya olan nispetinin, diğer çarpılan sayının
bire olan nispeti gibi
olmasıdır.
Buna göre musa lehu «üçtebirden fazlasını çarpamaz» sözünün
manası şudur: Musaleh
üçtebirden
fazla olan bir sayıyı diğer bir sayı ile çarpmaz. Mesela dörtte üçü üçte birle çarpamaz.
Bu bahsin
tamamı Kuhistânî'dedir.
Ben derim ki: Hesap ıstılahında kesirleri çarpmak şu manâdadır: Dörtte biri, üçtebirle
çarp denildiği
zaman, bunun
manası; üçtebirinin dörtte birini al demektir ki bu da onikide
birdir. O zaman buna
göre yukardaki
«Musa lehu üçtebirden fazlasını
çarpamaz» sözünün manası ona yapılan vasiyetin
hükmü ile
üçtebirden fazlasını alamayacağıdır. Çünkü yukarda, üçtebirden fazlası batıl olunca.
musa lehlerden birinin diğerine tercihinin de batıl olduğu geçti. O zaman
vasiyet payları İmameyn'in
kabul ettikleri
gibi dört' olmaz.
Vasiyet
üçtebirden geçerli olduğu için. ancak üçtebirden alabilir. Yani herbirine üçtebirini
vasiyet
etmiş gibi kabul edilir ve terikenin üçtebiri oralarında yarı yarıya taksim edilir.
Sonra ben
Gürerü'l-Efkâr'da, zikrettiğim çarpmanın manasının açıklanmasını
gördüm. İleride
gelecek olan da bu açıklamaya uygundur.
«Buna göre Ebû
Hanife'ye göre vasiyetin payları
ikidir». O zaman herbirine yarısı
düşer ki bu da bir
paydır.
«Her birinin
yarınsı üçtebirle çarpılınca, altıdabir elde edilir». O zaman
onlardan herbirine, malın
altıda biri
verilir. Çünkü yukarda da takdim ettiğimiz
gibi elde edilen budur.
«İmameyn'e
göre ise vasiyetin payları dörttür».
Bu, şuna binaendir: Musa lehe üçtebirden fazla
yapılan
vasiyetin sahih olması sebebiyle, İmameyn'e göre ona hissesi verilir. O zaman bizim de
yukarda takrir ettiğimiz gibi vasiyet paylan dört olur; birine terikenin üçte birinin dörtte biri,
diğerine de
dörtte üçü verilir. Sadruş'-Şerid ve
İbnu Kemal demişlerdir ki: terikenin
üçtebirinin
dörtte biri,
malın üçte birinden alınır. Bu dörtte
bir de üçte birin dörtte biri olur. O zaman kendisine
malın tamamı
vasiyet edilen kimseye dörtte üçü verilir ki bu da terikenin üçtebirinin dörtte üçüdür.
O zaman
üçtebirde dörtte üç denildiği zaman. üçtebirin dörtte üçü manasına gelir. İşte çarpmanın
manası budur,
ki ulemadan birçoğu buna hayret etmişlerdir.
BİR UYARI:
Mesela kıymeti
malının üçte biri kadar olan bir köleyi birisine ve kıymeti malının yarısı kadar olan
bir köleyi de
başka birisine vasiyet etse... Bu ihtilaf caridir.
Bu bahsin
tamamı Tatarhâniye'dedir.
Eğer birisine kıymeti malının altıda biri kadar olan kılıcını, başka birine de malının
altıda birini
vasiyet etse ve mal» da kılıç hariç beşyüz
dirhem olsa, o zaman ikinci vasiyet
ettiği kişi malın altıda
birini alır.
Birinci vasiyet ettiği kişi ise,
kılıcın kıymetinin altıda beşini olur.
Kılıcın,kıymetinin altıda
biri de ikisi arasında kalır. Çünkü kişi de kılıcın
yalnız altıda birinde münazaa halindedir. Buna göre,
kılıncın altıda biri aralarında yarı yarıya
taksim edilir. Bu taksim İmam'a göredir. Bu husustaki
sözün tamamı
Mecma ve şerhlerindedir.
«Muhâbât» Hıbâ
kökündendir. «Vermek» manasınadır.
Muğrib. Kuhistâni muhâbatı vasiyette,
birşeyi
benzerinin kıymetinden noksan satmak alışta
da kıymetinden fazlası ile satınalmak
diye
tefsir
etmiştir.
Bunun şekli
şöyledir: Bir kişinin iki kölesi olup birinin kıymeti otuz diğerininki ise altmış dirhem
otsa ve bu iki
köleden başka malı olmadığı halde, birinci kölenin Zeyd'e on dirheme ikinci kölenin
de Amr'e hakkındaki
vasiyet de kırk dirhem otur. O zaman
üçtebiri üçe bölünerek ikisi arasında
taksim edilir. Yani birinci köle Zeyd'e yirmi dirheme
satılır ve kıymetinden artan on dirhem
de ona
vasiyet olur. İkinci köle Amr'e kırk dirheme satılır ve yirmi dirhem
de ona vasiyet olur. Bu
üçtebirden
fazla olsalar bile böyledir.
İbnu Kemâl.
«Siâyet» Bunun
sureti de böyledir: Birinin kıymeti otuz, diğerinin altmış dirhem
olan iki kölesini
azad etse ve
bunlardan başka malı olmasa, o zaman
birinci köleye malının üçte birini
ikincisine de
üçte birini
vasiyet etmiş olur. O halde vasiyet payları
her iki köle orasında üçtür, birinciye bir pay
ikinciye de
iki pay düşer. Üçtebir aralarında bu
şekilde taksim edilir. O zaman, birinci kölenin üçte
biri âzâd edilmiş olur ki bu da ondur ve kıymetinin
geri kalan kısmını ödemek için çalışır. İkincinin
de üçtebiri azad
edilmiş olur ki bu da yirmi dirhemdir ve kıymetinden kalan kırk dirhemi de
çalışarak öder. Demek ki bunlardan herbiri
fazla olsa bile vasiyetten hissesi kadar alır. İbnu
Kemal.
«Derâhim-i
mürsele» Bunun şekli de böyledir: Zeyd'e otuz dirhem başka
birine de altmış dirhem
vasiyet etse ve malı doksan dirhem olsa. O zaman bunlardan
herbiri vasiyetteki payı kadar alır,
birincisi malın üçtebirinden üçte birini, ikinciside üçte ikisini alır.
Ebû Hanife bu
şekillerde diğerlerini birbirinden ayırmıştır. Zira şeriat iptal ettiği halde vasiyet
malın
yarısı veya üçte ikisi gibi açık bir şekilde, terikenin üçte birinden fazlası
ile takdir edilirse o fazlalık
lağv olur. Pay alma hususunda o vasiyete itibar edilmez.
Ama vasiyet ya
kiradaki gibi takdir edilmezse yani zikredilen şekillerde olduğu gibi, malından birşey
vasiyet etse bunun hilafınadır. Çünkü zikredilen şekillerde ibarede
vasiyet iptal edecek bir ifade
yoktur. Mesela: |