Müslümanlar olarak Allah’ın seçtiği tüm peygamberlere ve onlara indirilen kitaplara inanırız. Bütün peygamberler, gönderildikleri toplumları tevhîd inancına çağırmış ve kendilerinden sonra gelecek Allah elçilerinin davetine de uymayı tavsiye etmişlerdir. Kur’an’da ismi sıkça geçen; gerek yaratılışı ve gerekse ölümü oldukça sırlı olan peygamberlerden birisi de Hz. İsa (a.s)’dır. İslam’a göre, Hz. İsa, Meryem’den babasız dünyaya gelmiş bir peygamberdir.
İlyas (a.s), tevhid inancından ayrılıp puta tapmaya başlayan İsrailoğullarına gönderildi. Ayet-i kerimede geçen “Bal” de Hz. İlyas’ın kavminin tapındığı putun ismiydi. Oturduğu şehirlerinin ismi “Bek” olan bu halkın, tapındıkları puttan dolayı şehirlerinin isminin “Ba’lebek” olduğu kaynaklarda rivayet edilmektedir (Suat Yıldırım, “Bal”, DİA, IV 553-554).
Puta tapan bu kavim, İlyas (a.s)’ın uyarmalarına kulak vermedi. İman etmedi. Tıpkı kendilerinden önceki peygamberlerin çağrısına uymayanlar gibi. Nitekim Kur’an-ı Kerim özellikle bu nokta üzerinde durmakta ve İsrailoğullarının zaman zaman nankörlük ettiklerine dikkatleri çekmektedir
Allah Teâlâ, bu ayet-i kerimede bizlere Hz. İbrahim’in başına gelen bir olayı haber vermektedir. O, tebliğle görevlendirilen her peygamber gibi görevini yerine getirmek için canla başla çalışmıştır. Başta babası Âzer olmak üzere kavminin çoğu ona inanmamıştır. Onların bu durumu Hz. İbrahim’i çok üzmüş, kavmine onları düşündürecek ve Allah’a inanmaya götürecek deliller sunmuştur.
Hz. İbrahim, kavmi bir bayram günü şehir dışına çıkınca en büyüğü hariç ibadethanelerindeki bütün putları parçalamış, onları düşünmeye sevk etmek için baltayı da en büyüklerinin boynuna asmıştır. Onlar geri gelip putların o hâlini görünce bunu Hz. İbrahim’in yaptığını düşünmüşler ve onu yakalayıp Nemrut’un huzuruna getirmişler ve;
Hz. İbrahim’e yapılan bu beklenmedik müjdeden çıkarabileceğimiz en büyük ders, Allah’ın rahmetinden ümit kesmememiz gerektiğidir. Çünkü gerçek mümin Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez. Birtakım beklenti ve amaçları gerçekleşmediği zaman ümitsizlik ve hayal kırıklığına kapılmaz. Zira her şey Allah’ın kudreti dâhilindedir
Yüce kitabımız Kur’an’da ismi en çok zikredilen Hz. Musa (a.s)’dan sonra Hz. İbrahim (a. s) gelir. Yirmi beş surede yetmiş küsur defa Hz. İbrahim’in bizzat adı anılarak kendisinden bahsedilmiştir. Bu sebeple Hz. İbrahim’in hayatında bizim için önemli örnekler zikredilmiş ve bunlardan ibret almamız istenmiştir.
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de bazı misal ve kıssalarla bizlerin birtakım gerçekleri daha iyi kavrayabilmemizi kolaylaştırır. Bu anlamda peygamberlerin tevhid ve tebliğ mücadelesinden de örnekler verir. Bunlardan biri de Hak peygamber Hz. İbrahim’in insanları Hakk’a davet esnasında karşılaştığı bir durumdur. Bize düşen Rabbimizin anlattığı bu gerçeklerden yola çıkarak verilmek istenen mesajları iyi kavramaktır. Rabbimiz biz insanları değişik şekillerde imtihan etmektedir.
Hz. Yusuf’un vefatından sonra Mısır’da yaşayan İsrailoğulları, bir müddet onun gösterdiği yoldan yürüdüler; ancak daha sonra hakikati unuttular. Bu arada Mısır’ın idaresi yıldızlara ve putlara tapan Kıptilerin eline geçti. Kıptiler, İsrailoğullarını hor görmeye başladılar. Onları ağır, zor işlerde kullandılar.
Hz. Eyyûb, önceleri sahip olduğu zenginlik ve bahtiyarlığın sonrasında imtihan ve sıkıntılara uğramış, varını yoğunu ve bütün çocuklarını kaybetmiş, tüm bunlara ve çektiği ağır hastalığa karşılık gösterdiği sabır nedeniyle Allah tarafından ödüllendirilmiştir. Nitekim Sâd suresinde;
Yüce kitabımız Kur’an’da adı çokça zikredilen peygamberlerden biri de Hz. Dâvûd (a.s)’dur. İsmi, Kur’anı Kerim’de on altı yerde geçmektedir. İsrailoğullarına gönderilen Hz. Dâvûd, hem peygamber, hem de bir hükümdar idi. Hz. Süleyman’ın babasıdır. Kudüs’te doğmuş, orada yaşamış ve yine orada vefat etmiştir. Dört büyük kitaptan biri olan Zebur kendisine gönderilmiştir.
Hayır; aklımıza gelen her türlü iyilik, güzellik, yararlı işler, faydalı tutum ve davranışları içine alan şümullü bir kavramdır. Hayır, insanların rağbet ettiği, sevip arzuladığı güzel olan şeylerdir. Dilimizde karşılık beklemeden yapılan yardıma da hayır denir. Bir de hayrat tabiri vardır ki, bununla da Allah’ın rızasını kazanmak için insanların yararına sunulmak üzere yapılan/vakfedilen cami, mescit, okul, kütüphane, hastane gibi eserler kastedilir. Din görevlilerine de dine hizmet edenler anlamında hademe-i hayrat denilmiştir.