ayette Allah, açıkça musîbetler karşısında insanların üzülmemelerini, feryad ü fîgan etmemelerini istemektedir. Çünkü, bütün olup bitenler Allah’ın izni ve takdiri ile olmuştur. İnsanın,"niçin bunlar oldu, niçin bunlar başıma geldi?" diye isyan etmesinin, sonucu değiştirmesi söz konusu değildir.
"Musîbetler, Allah’ın takdiri ile olmuştur" . Biliyoruz ki, Allah "çok merhametlidir"
Esasen bizim yaptığımız iyilik ve kötülükler kendi lehimize ve aleyhimize olmaktadır. Çünkü konumuzu teşkil eden ayet, iyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz, kötülük ederseniz onu da kendinize yapmış olursunuz, diye bizi uyarmaktadır.
İnsan olarak bizler, kızma, sinirlenme, sevme ve sevinme gibi birtakım duygularla yaratılmış olmamızın yanında bu duygularımızı meşrû çerçevede tutmamızı sağlayacak akıl ve iman gibi iki önemli kontrol mekânizmasıyla da donatılmış bulunmaktayız. Günlük yaşantımızda hislerimizi müspet veya menfi yönde harekete geçirecek birçok olayla karşılaşmamız mümkündür. Bu gibi durumlarda yüce Yaratıcının murakabesinde olduğumuzu hatırlamalı, imanımız gereği sabırlı, vakarlı ve sağduyulu hareket etmemiz gerektiğini unutmamalıyız.
Başkalarını küçük görmek, Allah’ın taksimatına adeta razı olmamak anlamına da gelir. Allah hiç kimseye malı-mülkü, yaratılışı sebebiyle değer vermez. İnsanlara yaptığı güzel davranışları ve kalplerinin temizliği ve niyetleriyle değer verir. Allah asla kibirli olanı sevmez. Gerçek büyüklük yalnızca O’na aittir.
İnsan nimetler içerisinde iken çabuk kibirlenen ve şımaran bir yapıya sahiptir. Kendisine verilen imkânları bir nimet ve imtihan sebebi ve sorumluluk doğuran bir durum olarak göremez. Her zaman bu nimet ve imkânların kalıcı olduğunu düşünür, bundan dolayı aldanır. İnsanı kibirlendiren şey mal, evlat, makam gibi hususlardır. Bunlara bakarak her şeyin üstesinden geleceğine inanır.
Müşriklerin Peygamberimiz (s.a.s) üzerindeki psikolojik baskıları artmış, Peygamberimiz ise ailesi ve az sayıdaki Müslümanlar bu baskı ve acılara dayanmaya çalışmıştı. Ayrıca eşi Hz. Hatice ile amcası Ebû Talibi kaybetmiş olması nedeniyle bir hüzün yılı yaşamıştı. Cenab-Hakk Peygamberimizi sabır ve tahammülü sebebiyle (s.a.s) ödüllendirmek için bir gece Cebrail (a.s) vasıtasıyla Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürdü. Buna İsra adı verilmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s) bundan sonra da miraç adını verdiğimiz hadiseyi yaşamıştır.
"Bir kerresinde ben Beyt'in (yânı Ka'be'nin) yanında uyurla uyanık arası bir hâlde bulunuyordum". Peygamber burada iki kişi arasındaki adamı (kasdederek) zikretti ve şöyle devam etti; "Derken bana içine hikmet ve imân doldurulmuş altından bir tas getirildi. Göğüsten karnın alt tarafına kadar yarıldı. Sonra karın Zemzem suyu ile yıkandı. Sonra hikmet ve îmân ile dolduruldu. Ve bana katırdan küçük, eşekten büyük beyaz bir hayvan getirildi ki, o Burak'tır. Akabinde ben Cibril'in beraberinde gittim. Nihayet alt semâya vardık.
Namaz islamdan önceki bütün ilahi dinlerde emredilmiştir. Hz. Adem’den itibaren bütün peygamberler namaz kılmışlardır. Hz. Peygamberde risaletin başlarından itibaren namaz kılmakta hatta müşrikler tarafından zaman zaman engellenmektedir. İlk başlarda ikişer rekat olarak farz kılınan namazlar, hicretle birlikte dörder rekata çıkartılır.